ARSIVANA SAYFA
 
26 Ağustos '00
SAYI: 31
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Saldırı bir kez daha tüm sınıfadır
"Bu grev sokakta bitirilecek"
"Hakkımızı alıncaya kadar mücadele edeceğiz"
Kimya Teknik grevi üzerine
EXSA işçisi patronun ayak oyunlarını boşa çıkarıyor
Hacıbektaş Şenlikleri’ne yönelik saldırı ve direniş
Hacıbektaş Şenlikleri’nde başarılı çalışma
KESK yönetimi KHK saldırısı karşısında tam bir acz içinde
Tarımda yıkım sürüyor, tepkiler büyüyor!
Depremin yıldönümünde medyanın timsah gözyaşları
Hücre saldırısına karşı emekçilere sesleniş!
İstanbul Tabib Odası’nın F tipi üzerine...
Bu tutumlarla siz burjuva demokratları bile olamazsınız!
Esnek üretim saldırısı ve işçi sınıfının görevleri
F tipi (hücre) karşıtı mücadelemizin dayandığı eşik
Fehriye Erdal koşulsuz olarak serbest bırakılmalıdır!
Sermayenin kölelik zincirlerini ve hücre duvarlarını parçalayalım!
Katiller sürekli karşılarında yeni Habipler ve Ümitler görecekler
EXSA işçilerine mektup ve çağrı
Özünde gerici olan bir kampanya üzerine
Onu vururlarken insan soyunun yüreğini hedeflemişlerdi
Mücadele Postası
 



 
 
Esnek üretim saldırısı ve
işçi sınıfının görevleri



I. BÖLÜM

1.
Esnek üretim: Vahşi kapitalizmin
çıplak yüzü

Kapitalizm kriz içinde debeleniyor

Kapitalizm, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada onyıllardır kriz içinde debeleniyor.

Uluslararası sermaye, işçi sınıfı ve emekçilere karşı dünya ölçeğinde yükselttiği saldırı dalgasıyla kapitalist krizin bir çöküşe dönüşmesini engellemeye çalışıyor. Çürümüş düzenini ayakta tutmaya çalışıyor.

Dün sosyalizmin hayaleti bile, burjuvaziyi bu saldırıyı yükseltmekten büyük bir korkuyla alıkoyabiliyordu. Şimdi ise işçi sınıfını sahipsiz ve sınıf mücadelesi meydanını boş görüyorlar. Dünya işçi sınıfı ve emekçi halklarının boğazına çullanıyorlar.

“Esnek üretim” dedikleri de, işçi sınıfının 150 yıllık sınıf mücadelesiyle elde ettiği tarihsel hak ve kazanımlarının silinip süpürülmek istenmesinin ifadesi oluyor. İşçi sınıfının tarihsel hak ve kazanımları, kapitalizmin kriz çukuruna gömülmek isteniyor. Bunun ne amaçla yapıldığını ve hangi sonuçları doğuracağını görmek için, ayakta tutulmak istenen bu çürümüş düzene biraz daha yakından bakalım:


Çağdaş engizisyon düzeni

Yaşanan kriz, kapitalizmin, henüz çöküşü demek olmasa da, iflasının ispatı. İşçi sınıfı ve emekçi halkların sırtına yüklenen hiçbir “fedakarlık” bu düzenin yarasına merhem olmayacak, olamıyor.

İflas, kapitalizmin çözümsüz çelişkilerinden kaynaklanıyor. Üretici güçlerin kapitalist üretim ilişkilerine başkaldırısında ifadesini buluyor. Emperyalizm çağı ile birlikte ileri düzeyde toplumsallaşan üretici güçler, yine ileri düzeyde tekelleşmiş kapitalist özel mülkiyetin kabına sığmıyor. İnsanlık artık bir bütün olarak kapitalist düzenin kabına sığmıyor. Bu kabuğun kırılması ve aşılması gerekiyor, kriz bunun anlatımı oluyor.

Kapitalizm, dünyada insan yaşamının insanca koşullarda sürmesinin ve ilerlemesinin önünde aşılması gereken bir engele dönüşüyor. Bir başka deyişle, içine sermayenin gömülmesi gereken derin bir çukura dönüşüyor. Bu haliyle kapitalist üretim ilişkilerini ayakta tutmak, dünya işçi sınıfı ve emekçi halklarına zorla deli gömleği giydirmek demek oluyor. Sözde tedavi adına onları işkence masasına yatırmak anlamına geliyor.


Bu vahşeti yüzyıldır yaşıyoruz

İflas yeni değil. Dünya işçi sınıfı ve emekçi halkları bu iflasın yıkıcı sonuçlarını 20. yüzyılın başından beri yaşıyorlar. Kapitalist kamburu, onun emperyalist dünya düzenini kanlarıyla, canlarıyla, sefaletleriyle, esaretleriyle sırtlarında taşıyorlar. İnsanlığı iki kez toplu yıkıma götüren emperyalist savaşlar, sayısız bölgesel gerici savaşlar, faşist barbarlık, tüm yıkıcı sonuçlarıyla büyük bunalımlar vb., tüm bunlar iflasın 20. yüzyıl içindeki en temel göstergeleri. Bugün bu uzatmalı iflas, derin bir çürüme ve kokuşma olarak yaşanıyor. Sermayenin egemenliği tüm dünyayı kaplamış irin ve kan tabakası haline dönüşüyor.

Kapitalizm, dünyanın emekçi çoğunluğunun en temel, en yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak açısından barutunu çoktan tüketmiş durumda. Hüküm süren düzenin, artık dünya nüfusunun çoğunluğunun ihtiyaçlarını karşılamak, yaşam ve çalışma koşullarını iyileştirmek gibi bir iddiası da kalmamıştır. Bu iddianın emperyalist haydutlar tarafından ne kadar çok sözü edilirse, gerçekte ondan o kadar çok uzaklaşılıyor. İnsanca bir yaşam talep eden işçi sınıfı ve emekçi halklar için sermayenin barutu, sadece onların canını almak için var. İsyanlar patlak vermediği sürece, ezilenlerin kaderi burjuvaziyi zerre kadar ilgilendirmiyor. İsyanlar patlak verdiğinde ise, ilgileri kanlı namlularını üzerimize doğrultmak oluyor yalnızca.


Kapitalist cellatların “kutsal” amaçları

Dünyanın emperyalist-kapitalist egemenlerinin tek amaçları var. O da bu krizin topyekûn bir çöküşe dönüşmesini engellemek. Yani sömürü düzenlerinin saltanatını ayakta tutmayı başarabilmek. Sonuçları dünya işçi sınıfı ve emekçi halkları açısından ne kadar yıkıcı ve kıyıcı olursa olsun, kapitalist ekonominin kanlı sömürü çarklarını döndürmeyi başarabilmek. Kâr oranlarını yükseltmeyi, böylelikle sermayenin devri daimini sağlamayı başarabilmek. Asalak burjuva sınıfı bu sayede, ayakları altında ezilenlerin sırtından dünyanın sefasını sürmeye devam etmek istiyor.

Bu “kutsal” amaç uğruna, yeryüzündeki 6 milyar insanın 5 milyarını, yani insanlığın ezici çoğunluğunu, parça parça toplumsal yaşamın dışına sürüyorlar. İlkel toplumdan daha ilkel yaşama koşullarına mahkum ediyorlar. Bölgesel gerici savaşlarla milyonların kanını içiyorlar ve yeni dünya savaşlarıyla daha fazlasını da içmeye hazırlanıyorlar. Afrika’da, Asya’da, Latin Amerika’da, Ortadoğu’da, Balkanlar’da, kendi emperyalist sömürgeci egemenliklerinin sonucu olan kıtlıklarla ve yokluklarla, açlık ve hastalıktan kaynaklı kitlesel katliamlara sebep oluyorlar.

Bu “kutsal” amaç uğruna, bağımlı “ulusal” ekonomileri, sözde “istikrar” adı altında, “yapısal uyum” programlarıyla birer birer çökertiyorlar. Bu ekonomiler, sömürülenlerin yarasına merhem olmasa da az biraz nefes almalarını sağlıyordu.

Bu “kutsal” amaç uğruna, tarımsal yapıları, emperyalist tarım tekellerine pazar alanı açmak için işbirlikçileri eliyle birer birer tasfiye ediyorlar. Bu tarımsal yapılar emekçilerin karnını doyurmasa da, hiç değilse açlıktan ölmelerine engel oluyordu.

Bu “kutsal” amaç uğruna, sağlık, eğitim, emeklilik, diğer sosyal haklar ve hizmetler alanında zaten kırıntı düzeyinde olan kazanımların içini boşaltıyor ve yok ediyorlar. Oysa bu kırıntılar işçi sınıfının uzun yılları bulan can bedeli mücadeleleriyle kazanılmıştı.

Bu “kutsal” amaç uğruna, şimdi de sınırsız kuralsız vahşi sömürünün adı olan “esnek üretim”i dayatıyorlar.

Şiarları şudur: “Siz işçiler ve emekçiler çalışacaksınız, biz asalak burjuvalar ise bu sayede yaşayacağız!”

Biz alınterimizle üretiyoruz, onlar asalakça tüketiyor. Biz çalışarak sefalet biriktiriyoruz, onlar çalışmadan servet biriktiriyor. Biz karnımızı doyurmak için kuru ekmeği zor buluyoruz, onlar bizim çocuklarımızın rüyasında bile göremeyeceği yiyeceklerle besleniyor. Bizim bir hayat boyu çalışsak bile alamayacaklarımızı, onlar bir yıl kullandıktan sonra modası geçmiş diye çöpe atıyorlar. Bizim bir aylık geçim paramızı, onlar besledikleri süs köpeklerinin mama parası olarak harcıyorlar. Dünyada her yıl 100 milyon insanı ölümden kurtaracak aşı parası, onların bir aylık parfüm vb. masrafı ediyor, ama “kaynak yokluğu”ndan karşılanmıyor!

Üniversite müfredatlarında okutulan ekonomi kitapları bile yeniden yazılıyor. Kamu yararı, toplumsal çıkar, vb. kavramlar defterden siliniyor.


Desturları: “Çoğunluğun canı cehenneme!”

Çoğunluğun en temel, en yaşamsal ihtiyaçları asgari düzeyde karşılanabiliyor mu? Çoğunluğun canı cehenneme! diyor burjuvazi: “Her koyun kendi bacağından asılır, köşe dönmeyi becerememişlerse biz ne yapalım!”, diyor asalak takımı, bizimle alay edercesine. Oysa bizim döndüğümüz her köşede, işsizlik, açlık, sefalet, baskı ve katliamlar var. Onlar ise sömürüyor, parayla para kazanıyor, vurgun üstüne vurgun vuruyorlar.

İşler iyi mi gidiyor kötü mü diye çetele tutarken, çoğunluk öldü mü kaldı mı, bunu hesaba bile katmıyor, onların liberal ekonomi simsarları. Sanayi ve hizmet üretimi, dünya nüfusunun emekçi çoğunluğunun ihtiyaçlarının karşılanması üzerine kurulu değil çünkü. Burjuvazi sadece kendi kârlarını düşünüyor. Emekçilerin en temel insani ihtiyaçları onun ve onun hizmetindeki devletin umrunda bile değil.


Kapitalist ekonominin çarkları
bir avuç asalak burjuva için dönüyor!

Ekonominin seyri nasıl? sorusuna yanıt örneğin aşağıdaki temel başlıklarda aranıyor:

* Burjuva azınlığın lüks tüketim ihtiyaçları karşılanıyor mu? Lüks tüketim mallarına olan talep artıyor mu, yeni ürünlerle, reklamlarla ve banka kredileriyle, bu talep her yıl biraz daha şişirilebiliyor mu?

* Borsa, tahvil, senet, alım satım işleri nasıl gidiyor? Reel ekonomilerin altını oymak, emekçilerin canına daha beter okumak pahasına, finans tekellerinin kasaları şişiyor mu?

* Borç adı altında kestiğimiz haraçlar tıkır tıkır ödeniyor mu? Borç batağı daha da derinleşiyor mu?

* Uyuşturucu (beyaz ölüm) pazarı ve kârları genişliyor mu? Bu pazarın örgütlenmesinde emperyalist ve işbirlikçi devletlerin gizli elleri sözde “uyuşturucuya karşı mücadele” kampanyalarıyla maskelenebiliyor mu?

* Bölgesel anlaşmazlıklar ve gerektiğinde savaşlar kolayca kışkırtılıyor mu? Silah satışları ve kârları katlanıyor mu? Silahların güç gösterisi, reklamı ve denemesi için hedef tahtası yapılacak “demokrasi düşmanı” “terörist” devletlerden yeterli sayıda bulunuyor mu?

* Yolsuzluklar, hırsızlıklar, fuhuş, kumarhane, kara para aklama işleri engelsiz yürüyor mu?

Tüm bunlar yolunda gidiyorsa, onların cepleri dolu ve ekonomileri ise tıkırında demektir.


Asalakların düzeni çürüyor ve kokuşuyor!

Emperyalist kapitalizmin asalaklığı ve çürümesi, kendini baş döndürücü hale ulaşmış şu olgularda açıkça ortaya koyuyor:

“- Sermaye ihracı ve halkları köleleştiren uluslararası emperyalist borç düzeni. Bundan beslenen rantiye tabakaların sürekli artışı. Spekülatif sermayenin egemenliği. Modern birer uluslararası kumarhane halini almış bulunan borsalar. Kapitalist ekonomilerin mafyalaşması.

“- Muazzam boyutlarda kronik işsizlik. Üretimden koparılan yüzmilyonlarca insanın sosyal yaşamdan da dışlanması. Buna karşın yüzmilyonlarca çocuk işçinin kölece çalıştırılması. Marjinal ve yararsız (reklam, lüks tüketim, askeri sanayi vb.) sektörlerde aşırı büyüme. Baskı, ideoloji ve propoganda aygıtlarında istihdam edilen geniş çapta asalak nüfus.

“- Militarizme ve savaşa ayrılan dev kaynaklar. Emperyalist müdahaleler ve gerici savaşlar zinciri. Etnik ve dini boğazlaşmalar. Sistematik devlet terörü, faşist katliamlar ve işkence. Devletlerin mafyalaşması, rüşvet, yolsuzluk, her türlü karanlık ve kirli işin yaygınlaşması ve kurumlaşması. Faşizm, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve şoven milliyetçilik.

“- Kültürel dejenerasyon ve ahlaki çöküntü. İnsani ilişkilerdeki korkunç yıkım ve yabancılaşma. Dev birer sektör halini alan porno ve fuhuş. Gittikçe yaygınlaşan alkolizm ve uyuşturucu. Yığınların depolitisazyonu, düşünsel edilgenlik ve kültürsüzleşme. Dinsel gericiliğin ve bağnazlığın, her türden sapkın mezhebin ve batıl inancın güç kazanması...” (Parti programı, sayfa 23-24)

İşte “kriz”, “fedakarlık”, “yeniden yapılanma”, “esnek üretim” ve benzeri masalları okuyarak, faturasını sırtımıza yükledikleri düzenin temel gerçekleri bunlardır. Uğruna canımızı istedikleri düzen işte budur.


Canımıza okusa da herşey rekabet için!

Uluslararası sermaye tekelleri dünya pazarında pay kapmak için birbirleriyle kıran kırana (bu arada birbirine kırdırılan, altta kalıp canı çıkan ise tabii ki işçi sınıfı olmaktadır) bir rekabet içindedirler.
Bu rekabetin anahtar unsuru ise ülke ölçeğinde olduğu gibi işkolu ve işyeri ölçeğinde de, ucuz ve örgütsüz işgücü cennetinin kapısını sonuna kadar aralamaktır. Bu cennet ise işçi sınıfının tüm hak ve kazanımları gaspedilerek yaratılabilir. Çünkü aynı minderde güreşenlerin, yani birbirine gerçek anlamda rakip olan tekellerin hammadde, teknoloji, ürün kalitesi ve çeşidi, pazarlama imkanları vb. açısından koşulları birbirine yakındır. Bu durumda tekeller için rekabetin temel dayanağı, ucuz ve örgütsüz işgücü olmaktadır. Bizimki gibi bağımlı ülke tekelleri için bu özellikle böyledir.

Esnek üretimi vaaz ederken; “krizden çıkış, pazar koşullarına uyabilme, rekabette yenik düşmeme arayışları, üretim organizasyonlarındaki değişimleri zorunlu kılmıştır” dedikleri budur. Birbirleriyle rekabet halindeki şirketler açısından “esnek üretim”; mümkün olan en düşük maliyetle üretimi yapmak, azami kârı elde etmek ve bu sayede şirketini rakiplerine üstün kılmak için, sınırsız sömürü ve kuralsız çalışma koşullarının işçi sınıfına dayatılması demektir. Bunun önünde engel teşkil eden, yani sömürüyü sınırlayan, tüm hak ve kazanımların tasfiye edilmesi demektir.

Sermaye sınıfının işçi sınıfına genel saldırısı olarak bakıldığında ise, “esnek üretim”, sermayenin iflas etmiş düzenini ayakta tutabilmenin faturasını (insanlık dışı tüm koşullarını) işçi sınıfının sırtına yükleme politikasıdır. İşçi sınıfının 150 yıllık mücadelesinin kazanımlarının kapitalizmin kriz çukuruna birer birer gömülmesidir.

Türkiye’deki görece teknoloji fakiri sermaye tekellerinin dış pazarda ve artık engelsiz dışa açılan “iç” pazarda rakipleriyle rekabet edebilmelerinde, ucuz ve örgütsüz emeğin vahşi koşullarda sömürüsü çok daha belirleyici olmaktadır. Bu yüzden Türkiye’ye emperyalizmin kitaplığından tercüme edilerek sokulan “esnek üretim” kavramının gerçek yaşamdaki karşılığı, üzerine çekilen tüm batılı liberal cilalardan arınmış bir vahşilik olacaktır. Bu cilalar ise esnek üretimi “başka çare yok” diyerek utangaçca savunan “çağdaş” sendikacıları tavlamakta sermayenin epeyce işini görmüştür.


2.
“Esnek üretim” nedir?

İşte işçi sınıfına “esnek üretim” saldırısı da, yukarda özetlemeye çalıştığımız dünya tablosu içinde kendi yerini ve anlamını buluyor.

“Esnek üretim”, vahşi kapitalizmin çıplak yüzüdür.

“Esnek üretim”, sermaye için ucuz ve örgütsüz işgücü cennetidir.

“Esnek üretim”, sermayenin azami sömürüsü için dayatılan engelsiz ve kuralsız çalışma yaşamıdır.

Patron istediği işçiyi istediği zaman işten atacak. Patron işçiye istediği ücreti dayatacak. Patron işçiyi istediği kadar ve istediği zaman çalıştıracak. Patron işçiyi istediği işte çalıştıracak. Patron “sosyal ödemeler” ve benzeri kamburları sırtından atacak. Patron “kıdem tazminatı, ihbar tazminatı” ve benzeri yüklerden kurtulacak. Patron “SSK primi” ve benzerini ödemeyecek.

Yani “esnek üretim” ile işyerlerinde yerleştirilmek istenen çalışma düzeni, sermayenin kayıtsız şartsız, haksız hukuksuz egemenliğidir.

“Esnek üretim”, işçilerin patronlar tarafından örgütsüzleştirilerek şamar oğlanına çevrilmesinin yöntemidir.

“Esnek üretim”, işçi sınıfının “altta kalanın canı çıksın” ideolojisiyle esir edilmesi ve zehirlenmesidir.

“Esnek üretim”, işçinin, kendisi üstte kalmak için tezgah arkadaşının sırtına basması suretiyle düşkünleştirilmesidir.


En “esnek” üretim nerede?

“Esnek üretim” saldırısı bugün en çıplak biçimiyle sendikasız işyerlerinde uygulanıyor. Patronlar hiçbir hak-hukuk tanımadan, hiçbir engelle karşılaşmadan, hiçbir şeyle elini kolunu bağlamadan, gece-gündüz, cumartesi-pazar, genç-yaşlı, kadın-erkek demeden, işçileri hayvanca koşullarda çalıştırıp vahşice sömürüyorlar.

Batıdan ithal edilerek “yalın üretim”, “bütünsel kalite yönetimi”, “kalite çemberleri”, “sıfır stok”, “tam zamanında üretim”, “post fordizm”, “çağdaş üretim”, “takım çalışması”, “işyeri eğitimi”, “işçilerin yönetime katılması” vb. kavramlar ile ambalajlanan “esnek üretim” teorisi ile, Türkiye’de sendikasız-sigortasız işyerlerindeki vahşi sömürü pratiği, ilk bakışta birbirine tezat görünebilir. Bu bir yanılgıdır. Bu yanılgı ise, “esnek üretim” adı altında sermayenin ideologlarının yaratmaya çalıştığı kafa karışıklığının bir ürünüdür.

“Esnek üretim” saldırısının özü, mantığı ve nihai hedefi, bugün sendikasız işyerlerinde uygulanan vahşi sömürü ve keyfi çalışma koşullarını, adım adım tüm işçi sınıfı üzerinde hakim kılmaktan başka bir şey değildir.


Esneye esneye ne hale geldik?

Emperyalist-kapitalist düzenin defterinde, işçi sınıfının oranı her geçen gün artan işsiz kesimlerinin üzeri çoktan çarpı işareti ile çizilmiş vaziyette. Bu kesimler yedek işgücü ordusu olarak, işçi ücretlerini sürekli aşağıya çekmede sermayenin işine yarıyorlar. Bir de, üzerlerine işçi tulumu değil ancak asker elbisesi giyerlerse ve işçi maaşı değil asker tayını karşılığında düzenin çıkarları uğruna canlarını verirlerse sermaye için bir değer taşıyorlar.

İşçi sınıfının çalışan kesiminin çoğunluğu ise, sendikasız ve sigortasız, her türlü haktan ve güvenceden yoksun vaziyette.

Fabrikalar mezbahane gibi çalışıyor. Demir-çelik fabrikaları, demir-çelik değil insan eritiyor. Madenler ölüm ocağı. İnşaatlar göçük yuvası. Atölyelerde, çocuk işçilerin kanı oluk oluk emiliyor. Konfeksiyonda, kadın işçiler 30 yaşına gelmeden ihtiyarlıyor. Fason atölyeler, adeta Hitler’in çalışma ve esir kampları. Küçük sanayi sitelerinde çalışanlar, sendika, sigorta, vizite, hastane, hafta tatili, emeklilik nedir bilmiyor. Gemi sökümlerinde, deri işlemelerinde, kundura ve boya atölyelerinde işçiler bir ekmek parası için zehir soluyor, ciğer deliyor, kan kusuyor.

Piyasadaki en “gözde” markaların, en “yaldızlı” ürünlerin, en bol sıfırlı servetlerin perde arkasında, tüm dünyayı sarmış bu kanlı sömürü zincirleri var. Bir avuç burjuva asalağın yediği, içtiği, giydiği, gezdiği bu sayede temin ediliyor.

Sendikalarda örgütlü olan kesimin hak ve kazanımları ise, alıştıra alıştıra, adım adım, yavaş yavaş önemli ölçüde tasfiye edilmiş durumda. Ama sermaye bununla yetinmiyor, daha fazlasını istiyor.

Bu son kesime yönelik olarak “esnek üretim” saldırısının anlamı, ilk iki kesimin gerçek bir cehennem olan sefalet ötesi çalışma ve yaşam koşullarında tüm çıplaklığıyla kendini gösteriyor.

İşçi sınıfının sendikalarda örgütlü kesiminin görece yüksek ücret ve sosyal hak kazanımları, dün, sosyalizm hayaletine karşı bir barikat ve bu arada sermayenin seri üretimine bir talep unsuru işlevi görebiliyordu burjuvazi için. Bugün ise, onlar için şimdilik sosyalizm hayaleti ortalıkta görünmüyor. Öte yandan, işçi sınıfının büyük bir çoğunluğu dünya mal ve hizmet üretiminin asli bir talep unsuru olmak bakımından gözden çıkarılmış durumda. O halde dün katlanılan hak ve kazanımların bugün gaspedilmesi gerekiyor. Burjuvazinin düşüncesi ve niyeti bu, saldırısı da buna göre şekilleniyor.


“Esnek üretim” her yerde!

“Esnek üretim” saldırısının, sendika ağalarının desteğiyle sendikalı işyerlerinde de gitgide hakim kılınmasının adımları çoktandır atılıyor. Taşeronlaştırma, kapsam dışı personel, bireysel iş değerlendirme ve kademeli ücretlendirme, kişisel performansa göre parça başı, prim, akord vb... Ücretlendirme, ücretsiz toplu izinler, toplu tensikatlar, zamsız mesailer, telafi çalışmaları, stokların ve talebin durumuna göre işten çıkarmalar ve işe almalar... Kriz yaygarasıyla TİS’de belirlenen ücretlerin altında ücret dayatması... İşçinin asıl işinin yanısıra diğer üretim birimlerine kaydırılarak sömürünün yoğunlaştırılması, kalite çemberleri, üç işçinin işinin bir işçinin sırtına yüklenmesi... Tüm bu ve benzeri uygulamalarla, “esnek üretim” sendikalı işyerlerine de boylu boyunca girmiş durumda.


3.
Biz boyun eğdikçe, sermayenin
ağzı daha da sulanıyor

MESS ve diğer işveren örgütleri, fiilen adım adım uygulanan “esnek üretimi” artık TİS’e resmen de yazdırmak istiyorlar. Böylelikle bu saldırıyı yasallaştırmaya, meşrulaştırmaya ve kapsamını genişletmeye çalışıyorlar. Bir yandan da, sermayenin kayıtsız şartsız egemenliği düşüncesini, işçilerin beyinlerine kazımaya çalışıyorlar.

“Esnek üretim” saldırısı çerçevesinde, sendikalı işçi kesimlerinin bugün kısmen tasfiye edilen ya da henüz korunmakla birlikte hedef tahtasına çakılan hak ve kazanımları, aşağıdaki başlıklar altında özetlenebilir:

Amaçladıkları nedir?

1. İş yasaları konusunda:
20 yıllık “fedakarlığın” karşılığı nedir?
“Esnek üretim” patronlar için kuralsız, engelsiz, sınırsız sömürü demektir. İş yasasında bunun önünde güçlük çıkartan tüm hükümlerin kaldırılmasını, değiştirilmesini talep ediyorlar.

Örneğin, MESS bu talebini; “mevcut iş kanunu son derece katıdır. İşçiyi korur. Ama işi, işyerini korumaz. Oysa asıl sorun işin, işyerinin korunmasıdır...” “...Ülkemizdeki katı iş hukuku mevzuatı esnekleştirilerek, üretim faktörleri ve çalışma süreleri daha verimli kullanılmalıdır... Değişen teknoloji ve üretim yöntemlerine uyum sağlayabilmesi için insan gücü esnek kullanılmalıdır” (Mercek, Temmuz 1999, s.24 ve 43) , diyerek dile getiriyor.

12 Eylül faşizminin süngüleri üzerinde yükselen ve sermaye için ucuz ve örgütsüz işgücü cenneti hedefine bağlı olarak hazırlanan mevcut iş ve sendika yasalarının işçinin haklarını koruduğunu iddia etmek, tam bir sahtekarlıktır. Ama mevcut yasalarda herşeye rağmen ifadesini bulan güdük ve sınırlı hakların bugün hedef tahtasına çakılması sözkonusudur. Mevcut yasal işten atma güvenceleri, sendikal barajlar ve yasaklar, grev yasakları, tüm diğer anti-demokratik faşist baskı yasaları sermayeye yeterli gelmiyor.


İş yasalarında neleri değiştirmek istiyorlar?

Bunlar arasında, çalışma saatlerini, yıllık izinleri, ücretlerin, sosyal yardımların ve sigorta primlerinin ödenme biçimlerini, kıdem ve ihbar tazminatlarını, iş güvencesini, işçi tanımını vb. ilgilendiren iş yasası maddelerinin, kuralsız çalışmanın önünde güçlük çıkartan tüm yönlerini öncelikle hedef almaktadırlar. El atmadık en ufak bir kazanım, göz koymadıkları tek bir hak kırıntısı bırakmıyorlar.

İşte işçi sınıfına 20 yıldır zorla giydirilen “fedakarlık” deli gömleğinin üzerine sermaye tarafından takılan “şeref madalyası” budur. 20 yıllık “fedakarlığın” karşılığı, yerlerde sürünen işçinin üzerine çıkıp tepinmek olmaktadır. Şimdi gene aynı masalı okuyorlar: “Biraz daha dişinizi sıkın, ülke için biraz daha fedakarlık yapın, sonra hep birlikte düze çıkacağız!”
Bakalım işçi sınıfı bu masallara daha ne kadar kanacak? Bakalım sermaye, düzenin çukuruna işçi sınıfının haklarını gömerek sınıf saltanatını ayakta tutmayı daha ne kadar başaracak? Bakalım, kitlelerin beklenen “sosyal patlama”sı sınıf devrimcilerinin düzene karşı “yıkıcı” faaliyetleriyle birleşerek sermayenin beynini ne zaman dağıtacak?

2. Çalışma süreleri konusunda:
İşçinin hem posası çıkartılacak,
hem de fazla mesai, ek zam hakları gaspedilecek
Mevcut iş yasasında haftalık çalışma süresi 45 saat ile sınırlanmıştır. İşçi sınıfının “7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası”, “ücretlerde hiç bir kesinti yapılmadan çalışma saatleri azaltılsın”, “Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi” talepleri karşısında, mevcut uygulama dünyadaki en yüksek çalışma saatlerinden biridir. Ve işsizliğin bu kadar yüksek oranda olduğu bir ülkede, bir işçinin sırtına normalde üç işçinin yapabileceği işin yüklenmesi, kapitalizmin vahşi sömürü düzeninin bir göstergesidir.

Üstelik yasaya bu haliyle sendikalı işyerlerinde bile uyulmamamakta ve devlet tarafından hiçbir denetim yapılmamaktadır. İşçilerin “Nazi kampı” olarak adlandırdığı fason atölyelerde ise, haftalık yasal çalışma süresi olan 45 saat, 7 günde değil bazen 2 günde tamamlanmaktadır.

Şimdi sermaye sınıfı, haftalık 45 saat yasal çalışma sınırının da kaldırılmasını talep etmektedir. Bu saldırı çok yönlüdür. En az sayıda işçiye azami çalışma karşılığında asgari ücretin dayatılmasının yolu açılmak istenmektedir. Burada patronların ana hedeflerinden biri, fazla mesai, ek zam vb. hakları tasfiye etmektir. Yanısıra işçilerin üzerindeki iş yoğunluğunu daha da arttırmak ve böylelikle işçi sayısını daha da azaltmaktır.

İşçiyi, üretimin arttırılmasını istediği dönemlerde haftada 60-70 saate varana dek çalıştırmak istemektedirler. Burada amaç, sadece işçinin posasını çıkartacak derecede uzun çalışma sürelerini dayatmaktan ibaret değildir. Mevcut iş yasalarına göre, günde 9, haftada 45 saatlik çalışma süresinin üzerine çıkıldığında, fazla mesai, gece çalışıldığında ise ek zam verilmesi gerekmektedir. Patronlar yasa değişikliği sayesinde, ister günde 12-14 saat çalışsın, ister gece ister gündüz çalışsın, ister haftada 60-70 saat çalışsın, işçiye fazla mesaisiz düz saat ücretini dayatmaktadırlar. Yani fazla çalışma süresine bağlı olarak yapılan zamlı ödeme ortadan kaldırılmak istenmektedir.

Talep çoksa, üretim arttırılıyorsa, işçi gece-gündüz, cumartesi-pazar, tatil-bayram demeden çalıştırılacak, ama bunun için fazla mesai ve zam ödemesi de yapılmayacak. Talep azsa, üretim kısılıyorsa, işçi ya çok düşük ücretlerle çok az saat (part-time) çalıştırılacak, ya da ücretsiz izin vb. yöntemlerle haftalarca, aylarca çalıştırılmayacak. Tabii ki hiçbir ücret de almayacak.

İşçinin sadece haftalık çalışma süresinin değil, hangi saatler arasında çalışacağının da yine patronların keyfince belirlenmesi amaçlanıyor. Yani işe başlama işten ayrılma saatleri kuralsız, hafta tatilleri belirsiz olacak. İşveren günlük üretim kotaları belirleyecek ve o miktarda üretim yapılana kadar işçi hiçbir fazla mesai ücreti almadan çalışmak zorunda kalacak. Ve bu kotalar sürekli yükseltilecek.

“Kayan iş süreleri”, “vardiyalı çalışma”, “telafi edici çalışma”, “yoğunlaştırılmış iş haftası” ve benzeri tüm uygulamalar, işverenin işçiyi istediği süreyle ve istediği zaman diliminde çalıştırmasının ve bunun karşılığında asgari ücret dayatmasının çeşitli yöntemleri olmaktadır

3. Ücretler konusunda:
Azami çalışma karşılığında
asgari ücret dayatılacak
Ücretlerin “piyasanın, firmanın değişen rekabet koşulları” kılıfı içinde patronun keyfine göre “esnek olarak” belirlenmesini dayatıyorlar. Yani TİS üzerinden saptanan aylık sabit ücret uygulamasını ortadan kaldırmak istiyorlar. Örneğin patron, “kriz var ya da rekabet koşulları zorlaştı” diyerek, işçilere yarım ücret dayatabilecek. Birincisi bu.

İkincisi, fazla çalışmanın, gece çalışmasının, vardiyalı çalışmanın karşılığı olan her türlü zamlı ücret ödemesini tasfiye etmek istiyorlar. Çalışılan saat başına zamsız net ücret uygulamasına geçmek istiyorlar. Örneğin üretilen mallara talep biraz azalınca, piyasa biraz durgunlaşınca, işveren işçileri günde 8 saat yerine 4 saat çalıştıracak. Tabii işçinin ücretini de 4 saat üzerinden ödeyecek. Ya da fabrikayı tatil edecek ve işçileri ücretsiz izne çıkartacak. Ya da işçilerin yarısını işten çıkartacak. Ya da piyasada tekrar avantajlı konuma geçmek için işçilere bir dönem ücretsiz çalışmayı dayatacak.

Arkasından talep artınca, bu sefer işçileri 8 saat yerine gece-gündüz demeden 12-14-16 saat çalıştıracak. Ama bu çalışmanın karşılığında fazla mesai parası ödemeyecek. Çünkü bunun adı, çalışılmayan dönemlerin yerine geçen “telafi çalışması” olacak.

Sonuçta işveren bu sayede kapitalist rekabetin ve krizin dalgaları karşısında kendi kârlarını en yüksek oranda korumuş olacak. Kapitalistler arasındaki rekabet ve krizin dalgaları gelip en ağır şekilde işçileri vuracak. İşçinin yaşam ve çalışma koşulları ise cehenneme çevrilecek. İşçi normal aylık ücretinin ancak yarısını alabilecek.

Kapitalistler bir kez bu uygulamanın önüne açtıklarında (ki bunun adımları yıllardır fiilen atılmaktadır), bu sefer sahte kriz feryatlarıyla (gerçekte ise kârlarını daha da yükseltmek için), işçilere saldırıda hiçbir sınır tanımayacaklar. Örneğin, üretim kapasitesini önce %100’e çıkartıp işçileri düz saat ücretiyle gece-gündüz çalıştıracaklar ve böylece fabrika depolarını stoklarla tıka basa dolduracaklar. Arkasından fabrikayı, “kriz ya da bakım, onarım vb.” diyerek tatil edip işçilere aylarca tek kuruş ödeme yapmayacaklar. Sadece ücret ödemesi değil, yanısıra sigorta primi, diğer sosyal hak kalemlerinin ödenmesi de yapılmayacak.

Sonuçta işçinin ücreti yarı yarıya düşecek. Kapitalistin kârı ise iki kat yükselecek.

Üçüncüsü, toplu iş sözleşmesiyle toplu ücret belirlenmesi uygulamasını tasfiye edip fiilen yer yer uyguladıkları bireysel sözleşmeyi genelleştirmeye çalışıyorlar. Ücretlerin işçilerin bireysel performansına göre tek tek belirlenmesini istiyorlar. Böylece tek tek karşılarına aldıkları işçilere hem en düşük ücretleri dayatacaklar, hem de işçileri bölüp yalnızlaştıracaklar.

4. İş güvencesi, işçi sayısı,
işe giriş-çıkış konusunda:
Patron işçiyle kedinin fareyle
oynadığı gibi oynamak istiyor
İşçinin zaten fiilen olmayan iş güvencesinin defterden bütünüyle silinmesi, zihinlerden bütünüyle kazınması isteniyor. Patron istediği miktarda işi istediği sayıda işçiye yaptırmak istiyor. Normal çalışma koşullarında 1000 işçinin yapacağı işi 200 işçinin sırtına yükleyecek. Öyle ileri teknoloji sayesinde filan da değil. İşçileri zorla gece-gündüz posası çıkıncaya kadar çalıştırarak. Tez elden posasını çıkarttığı işçiyi ise kapı dışarı edecek ve onun yerine sömürüceği genç bedenleri işe alacak.

Patron istediği zaman istediği sayıda işçiyi kapı dışarı etmek istiyor. Patronlar “kriz var” deyip, 100 işçiyi kapı dışına koyacak. Bir ay sonra “talep var” deyip, 50 işçiyi işbaşına çağıracak. Arkasından yeniden 30 işçi atacak. Bu böyle sürüp gidecek...

Böylelikle işçi sayısını sürekli düşürerek, az sayıda işçiye en çok üretimi yaptıracak. Kriz ve rekabet kılıfı altında her ay, her hafta işe giriş ve çıkış uygulaması yapılacak. İşe yeni giriş çıkışlar, asgari ücretleri ve sosyal hakların tasfiyesini beraberinde getirecek. Patron işçiyle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayacak. İşçi ister çalışsın ister çalışmasın, her günü bir kabus olarak yaşayacak. Bir yılda kaç ay çalışıp kaç ay işsiz kalacağı belli olmayacak. İşçi işten atılan kendisi olmamak için, patronun tüm dayatmalarına boyun eğmeye zorlanacak.

5. Sosyal hakların,
sigorta primleri, kıdem ve
ihbar tazminatları konusunda:
Kazanılmış haklarımızın
dibine darı ekilmek isteniyor
Sosyal yardımların, sigorta primlerinin ödenmesi, bugün aylık sabit iş saatleri üzerinden belirlenmektedir. Patronlar bu konuda da çalışılan net saat miktarına denk düşen sosyal yardım ve sigorta primi ödemenin yasal imkanına kavuşmak istemektedirler. Bunun gerçekleşmesi, gerekli prim ödeme gün sayısını doldurması imkansızlaşan işçinin emeklilik hakkının bütünüyle hayal haline getirilmesi demektir.

Yanısıra, bu düzende “herşey işyerinin rekabet, işverenin kâr çıkarları için” olduğundan, kıdem ve ihbar tazminatları işvereren tarafından kambur ilan ediliyor. Tasfiye edilmek isteniyor.


6. Yıllık izinler konusunda:
Yıllık ücretli izinlerin süresi ve nasıl kullanılacağı iş yasasında belirlenmiştir. Patronlar yasadaki değişiklik ile yıllık izinleri, kesintisiz ve tarihi önceden belli bir dinlenme hakkı olmaktan çıkartıp, kendi keyfine göre düzenleme serbestisine sahip olmak istemektedirler. İşler yoğun ise yıllık izin hiç uygulanmayacak, işler azalınca yıllık izin parçalara bölünecek. İşçi zorunlu izne çıkartılacaktır. Buna ek olarak ücretsiz toplu izin uygulaması da yasallaştırılmak istenmektedir.

7. Taşeron, fason üretim, part-time, sözleşmeli,
kapsam dışı, geçici çalışma konusunda:
Amaçları daha da yaygınlaştırmak!
Taşeronlaştırma hançeri sendikalı işyerlerinde de bugün üretim birimlerinin içine kadar sokulmuştur. Aynı şekilde bugün bir çok büyük işletme geçmişte bünyesinde olan üretim birimlerini parçalayarak fason şirketler eliyle sömürüyü yoğunlaştırmak yolunu tutmuştur. Şimdi bunu son sınırına kadar ilerletmek istiyorlar.

Yanısıra bugün henüz çok yaygın olarak uygulanmayan part-time işçilik uygulamasını yaygınlaştırmak istiyorlar. Part-time çalışan işçi çalıştığı saat kadar ücret alacak ve bunun dışında hiçbir sosyal hak ve güvencesi olmayacaktır. Patronlar amele pazarından yevmiye ile gündelikçi kiralamak istiyorlar. Yanısıra halen yaygın olarak uygulanan sözleşmeli, kapsam-dışı, geçici işçi uygulamasının önünü iyice açmak istiyorlar.

8. Kalite çemberleri,
çalışma grupları konusunda:
Çemberler işçilerin boğazını
daha fazla sıkmak içindir!
Kalite çemberlerinin, üretim verimini arttırmak için işçinin zihinsel ve pratik aktif katkısının alınması, olduğu söylenir. Bu madalyonun sermayenin çıkarlarını yansıtan yüzüdür. Madalyonun diğer yüzüne gelince. Verimin artması, işverene aynı işi daha az sayıda işçiyle yaptırmasına imkan tanır. Kalite çemberleri ile yaptırılmak istenen, işçiye kendi mezarını kendi eliyle kazdırmaktır. Yanısıra farklı kalite çember ve çalışma grupları birbirleriyle kıyasıya bir rekabet içine sokulacaktır. İşçiler arasındaki bu rekabette altta kalanın canı işsiz kalarak çıkacak, üstte kalanın ise posası çıkartılarak patronların kârlarına kurban edilecektir. İşçi birbirinin kuyusunu kazar hale getirilecektir. Birlik, dayanışma, mücadele duyguları çökertilecektir. Amaçlanan bunlardır.

Grup ve eğitim çalışması kılıfıyla işveren işçiye her türlü işi keyfince yaptırmak istiyor. Bu sayede hem sömürüyü yoğunlaştıracak, hem de herkes her işi yapabilir hale geldiğinden her işçi her an işten atılabilir hale gelecek. Nasıl olsa işten atılanın yerine onun makinasını kullanmayı bilen bir diğer işçi alabilecek.

9. TİS’in tasfiyesi konusunda:
Yukardaki tüm uygulamalar zaten TİS hakkının içinin boşaltılması demektir. TİS’in parça parça edilmesi demektir. Bu saldırılara geçit verilirse TİS ve tüm diğer hak ve kazanımlar yolunmuş kaza dönecektir. Adı var kendisi yok hale gelecektir. Bunun yerine eğer işverenin işine gelirse, işyeri “sözleşmeleri”, giderek tek tek işçilerle bireysel “sözleşmeler” imzalanacaktır. Bu sözleşmelerde ise işçilerin “hak ve menfaatleri” özünde tek bir maddeden oluşacak ve ifadesini şöyle bulacaktır: “... fabrikası esir ve çalışma kampına hoşgeldiniz. Burada sadece patronun borusu öter. Patronun her türlü dayatmasına usulca boyun eğmek sizin en kutsal görevinizdir. Ve bu aynı zamanda hak ve menfaatlerinizin de yegane gereğidir.”

10. Sendikal örgütlenmenin tasfiyesi konusunda:
Yukardaki tüm uygulamalar aynı zamanda işçilerin ortak sınıf çıkarları için mücadele aracı olan sendikal örgütlenmenin de tasfiyesi demektir. Eğer adı var kendisi yok “sendikalar” mevcut olursa da, bunlar fabrikanın personel işleri dairesi gibi çalışacaklardır. İşçi sınıfının ortak çıkarları yerine birbirleriyle rekabet halindeki tek tek işyerlerinin çıkarlarını esas alan bir “sendika” zaten sendika olmaktan çıkar. İşçileri birbirine kırdırmanın ve patronların çıkarlarını işçilere (zor ya da ikna yöntemiyle) dayatmanın bir aracı haline dönüşür.


Özetlersek...

* Patronlar, işçileri, istediği zaman işten çıkartacağı, istediği kadar ve istediği zaman çalıştıracağı, istediği işte ve istediği ücretle çalıştıracağı, istediği gibi kumanda edeceği, iş dışında hiçbir sosyal yaşamı olmayan, işin kölesi haline gelmiş, tüm yaşamı işe programlanmış robotlara dönüştürmek istiyor.

* Patronlar, işçi yerine, amele pazarından hiçbir sosyal hak ve güvencesi olmayan gündelikçi kiralamak istiyor.

* Patronlar, örgütlü bir işçi sınıfı yerine, sermayenin küreğ

iyle birbirinin kuyusunu kazan düşkünler topluluğu yaratmak istiyor.
* Böylelikle tüm kazanılmış haklarımız adım adım mezara gömülmek isteniyor.

(Devam edecek...)