24 Ocak'04
Sayı: 2004 (17)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yerel seçimler ve devrimci tutum
  Latin Amerika örnekleri ne gösteriyor?
  Kürt halkına kendi kaderini tayin hakkı!
  Neşter çürümüş yarayı deşti!
  Soruşturmalara, cezalara ve YÖK yasa tasarısına karşı Taksim'de taleplerimizi haykıracağız!
  Gençliğin açlık grevi eylemi ve destekler...
  "Şeffaflaşma" adı altında MGK yeniden tahkim ediliyor...
  İşkenceci sermaye devletini hiçbir yasa aklayamaz...
  DİSK Genel-İş Genel Kurulu yapıldı...
  Genel-İş Kurulu'nda işçilerle konuştuk...
  Güncel durum ve devrimci görevler
  Reformist solda oportünist kıvranmalar
  Cargill: Kurşunlarla değil kıtlıkla öldürülen diktatörlük!
  İran'da egemenler arası siyasi kriz!
  Irak bataklığı derinleşiyor, işgalciler açmaz içinde!
  Irak direnişi emperyalist haydutların açmazını derinleştiriyor!
  İtalya: Artan işçi grevleri ve gösterdikleri
  Dünya Sosyal Formu soldan tepkilere konu oldu...
  Sera Tekstil işçileri sendikalaştıkları için işten atıldılar
  Eğitim-Sen bölge toplantısı yapıldı...
  Bültenlerden..
  Bir deneyimden dersler... Kazanmak direnmektir!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Yerel seçimler ve devrimci tutum

Düzen partileri açısından yerel seçimler

28 Mart’ta yapılacak yerel seçimlere az bir zaman kaldı. Düzen partileri şimdiden adaylarını belirlemiş, seçim çalışmalarına başlamış bulunuyorlar. AKP, hükümet olmanın verdiği ayrıcalıkları da kullanarak bu seçimlerde ezici bir zafer kazanmak istiyor. Kuşkusuz yalnızca hükümet olduğu için değil; aynı zamanda kitlesel bir tabanı, yaygın bir yerel örgütlenme ağı ve güçlü bir taban çalışması olduğu için de AKP en şanslı parti durumunda. Seçimler yaklaştıkça göz boyamaya dönük bir takım popülist açılımların oy oranını bir parça daha artırması sürpriz olmayacak. AKP’nin bir diğer avantajı ise emekçi yığınlar nezdinde henüz gerçek anlamda yıpranmamış olmasıdır.

Bu seçimlerde CHP, AKP karşısında en güçlü düzen partisi durumundadır. Fakat göstermelik de olsa bir muhalefet çizgisi izleyemeyen MGK sözcüsü bu partinin, 3 Kasım seçimlerinde tutturduğu oy oranını koruması bile şüphelidir. Tuzu kuru orta sınıfların bazı kesimlerinden alacağı destekle kazanacağı bazı belediyeler dışında, bir başarı kazanması için bir neden yok ortada. Laik, çağdaş, katılımcı-halkçı belediye propagandasına sahicilik kazandıramayacak kadar halktan, emekçilerin sorunlarından kopmuş CHP’ye, “cumhuriyet düşmanlığı” üzerinden AKP’ye yüklenmesi, buna dayanan bir propaganda da bir şey kazandıramaz. Çıkarılmakta olan Kamu Yönetimi Temel Kanunu’na karşı bu temelde yapacağı muhalefetin de emekçi yığınlar nezdinde bir karşılığı yok.

Düzenin diğer partileri açısından da tablo 3 Kasım’dakinden çok farklı değil. Tümü de yaşadıkları erozyonu durduramamanın sıkıntısı içindeler (bir kısmı 3 Kasım’dan da beter durumda). Bıraktıkları yerden İMF-TÜSİAD programlarını başarıyla uygulayan bir AKP karşısında söyleyecek bir sözleri olmadığı için popüler bir takım isimler üzerinden itibar kazanmaya çalışıyorlar. Yerel seçimlerde ikinci bir hezimetle karşılaşmaları sürpriz olmayacak.

Diğerlerinden farklı olarak MHP, son dönemlerde özellikle Kıbrıs sorunu ve Güney Kürdistan’da federasyon tartışmaları nedeniyle şovenist bir takım çıkışlarla ben de varım demeye çalışmaktadır. ‘90’ların ortalarından itibaren izlediği yeni çizgiyle yakaladığı zirveden gerisin geriye düşen MHP’nin, bu yerel seçimler vesilesiyle sokağa daha fazla ağırlık vererek kaybettiği prestijini ve oy tabanını kazanmaya çalışmasına tanık olacağız. İhtiyaca göre eski MHP’yi hafızalarda tazeleyecek bir takım kirli ve kanlı yöntemlere, kuşkusuz ölçüyü kaçırmadan ve sınırları aşmadan, başvurması da sürpriz olmamalıdır. Yanı sıra, emekçi kitlelerde biriken anti-emperyalist tepkileri kendi potalarına çekip eritmek için, sahte bir İMF ve emperyalizm karşıtı söylem tutturmaları da...

Birbirlerinden hiçbir farkı olmayan düzen partilerinin en büyük açmazı, seçmenlerin karşısına ciddiye alınır bir programla çıkamayacak olmalarıdır. Bir diğer açmaz ise, belediyeler-yerel yönetimler alanında da fazlasıyla bir yıpranma ve çürüme içinde olmalarıdır. Bu konuda AKP’li belediyelerin ve başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, yerel yönetim kademelerinden devşirilen yöneticilerin de sicili diğerlerinkinden hiç de temiz değil. Herbirinin hakkında açılan onlarca yolsuzluk davası raflarda bekliyor. Yeni bir siyasal krize yol açmamak için bu davalar bilinçli olarak sürümcemede bırakılıyor, çoğunun üstü şimdilik örtülüyor. Bu kirli dosyaların, yeri ve zamanı geldiğinde sermayenin derin devleti tarafından kullanılacağından kuşku duyulmamalıdır. Yeter ki koşulları ve zamanı olgunlaşsın. Ama AP’ye olan ihtiyaçları şimdilik onları bundan alıkoymaktadır.

Elbette, düzen cephesindeki bu çürümüşlük, çözümsüzlük hangi boyutta olursa olsun, emekçiler tarafından tepkiye konu edilmediği sürece düzen ve onun birbirinden kirli ve çürümüş partileri için bir sorun teşkil etmez. İşçi ve emekçilerin tepki verebilmeleri ise, herşeyden önce bu çürümüşlüğün ve çözümsüzlüğün etkili ve kapsamlı bir teşhire, ciddi bir kitle çalışmasına konu edilmesini gerektirir. Genel seçimlerde olduğu gibi bu yerel seçimlerde de sermaye iktidarının en büyük şansı, karşısında biriken tepkileri örgütleyecek, devrimci çözüm yolunu gösterecek güçlü bir devrimci alternatifin bulunmamasıdır.

Reformist cepheden düzene
eklemlenmek için yeni açılımlar

Reformist sol partiler de seçim yarışına büyük bir ağırlık vermektedirler. Muhalefet cephesindeki boşluğun ve tabandaki arayışların, belli sınırlarda ve belli ölçülerde, bu partilerin oluşturmaya çalıştıkları ittifakı cazip kıldığını söylemek bile mümkün. Ama bu hiçbir biçimde onları düzen karşısında alternatif yapmaya yetmiyor. Zira onlar düzene karşı alternatif bir seçim platformuyla değil, bir takım yerlerde seçimi kazanmayı herşeyin önüne çıkaran pespaye bir ittifakla sahneye çıkıyorlar. Berbat bir uzlaşma ve karşılıklı tavizlerle kurulmaya çalışılan bir ittifakla elde edilecek bazı kazanımların paylaşımı, yarınki yeni dalaşmalarının da zemini ve nedeni olacaktır.

Ama yine de reformist sol partiler, 3 Kasım seçimlerinde bir takım hesapların tutmaması nedeniyle suya düşen, düzenin sol görünümlü bazı partileri ile ittifak görüşmelerinden bu kez sonuç almaya kararlılar. Seçim barajının olmaması nedeniyle, özellikle de Kürdistan’da, böyle bir ittifakın bazı yerlerde seçimi kazanma şansı bulunuyor. Bu durum, tabansız durumdaki SHP, YTP gibi düzen partilerinin ittifak isteklerini de kabartmaktadır. Üstelik bu kez, SHP kendisini eskisi gibi dayatmadığı gibi, Kürt ve Türk solunun pelteleşmiş reformist sol partileri de daha ilkesiz bir ittifaka canı gönülden razı ve hazır görünmektedirler. Sırf bu nedenlerle bile ÖDP, düzenle bütünleşmesinin önünde bir engel ve sakıncalı sorun olarak gördüğü için yanaşmadığı Kürt hareketiyle ittifakı bu kez gündemine almış bulunmaktadır.Kürt hareketinin düzenle bütünleşme yönünde attığı yeni adımlar bu konuda ÖDP’nin işini ayrıca kolaylaştırmaktadır.

Bu seçimler ve büyük bir olasılıkla gerçekleşecek böyle bir geniş ittifak, reformist partiler için düzenle bütünleşmede yeni bir adım olacaktır. Programları, izledikleri çizgi, seçimlerden beklentileri ve HADEP şahsında ortaya çıkan belediyecilik pratiği, ilkeden yoksun ittifak politikaları, sancısız bir bütünleşmenin, düzenin yedeğinde politika yapmanın olanaklarını fazlasıyla garanti altına almaktadır. Bir takım yerlerde kazanacakları belediyeler, bunun pratikteki dayanağını oluşturacaktır.

Seçim programları ve somutlanmış ittifakları çerçevesinde bu konuyu ayrıca ele alacağız. Şimdilik şu kadarını söyleyelim; eski CHP’nin “halkçı ve katılımcı belediyecilik” anlayışının bile gerisinde kalan bir seçim platformuyla, düzen cephesinde sosyal demokrasinin yarattığı boşluğu doldurmaya aday olarak öne çıkan reformist partiler, bu uğurda oportünizmin en pespaye örneklerini sergilemekte, belkemiksiz politikalarını kesintisiz biçimde sürdürmektedirler. SHP ve YTP ile ittifakı eleştiri konusu yapan (haftalardır bu işin çığırtkanlığını yapan bizzat kendi yayınları değilmiş gibi!) gözboyamaya dönük resmi açıklamaları (EMEP), bir dizi bölgede aynı partilerle yapılan ittifakların heyecanlı haberleri tamamlıyor. Üstelik aynı sayfalarda ve adeta biribirini tekzip eder biçimde!

Bahse değer bir diğer konu, HADEP’in elindeki belediyelerdeki içler acısı durumdur. Bununla ne ölçüde başarılı bir belediyecilik yapıldığını, halka ne ölçüde hizmet verildiğini kastetmiyoruz kuşkusuz. Muhalif belediyelerin hem mali, hem idari ve hem de siyasi olarak nasıl bir kıskaç içine alındığı ortadadır. Bunun anlamını ve nedenlerini de çok kimseden iyi biliyoruz. Altını çizmek istediğimiz nokta, farklı bir belediyecilik anlayışı ve hedefiyle işbaşına geldikten sonra, HADEP’in bu mevzileri, ne ölçüde başarılı bir tarzda genel hedeflere ulaşmak için bir dayanak olarak kullandığıdır. Buna verilecek yanıt bir takım festivaller ve kültürel etkinlikler düzenlemek olmasa gerek. Kürt sorununun pespaye bir düzen içi çözümü için harcanan çaba da elbette küçümsenemez!

Bunun dışında yapılan bir şey var mıdır? Halk belediyeciliğine karşılık düşecek bir çaba ve pratik sergilenebilmiş midir? Peki o sözümona ulusal talepleri için kullanılan bu kürsüleri, açlık ve sefalet içinde yaşayan yöre halkının hizmetine sunmak, onları yerel yönetime katmak adına bir şey yapılmış mıdır? Düzenle bu konuda karşı karşıya gelmeyi bir yana bırakalım; hiç değilse diğer düzen partilerininkinden farklı bir yerel yöneticilik anlayışı ve pratiği sergilenebilmiş midir?

Bunların olmadığı, yapılmadığı biliniyor. Bilinen başka şeyler de var. Örneğin, özelleştirmelere karşı bir tutum alınmadığı gibi, bu politika hem savunulmuş hem de bizzat uygulanmıştır.

Tıpkı özelleştirmelerde olduğu gibi, HADEP’in Kamu Yönetimi Temel Kanunu ve Yerel Yönetim Yasası’nı olumlu karşılamasında da garipsenecek bir şey yok. Bu tutumlar “Demokratik cumhuriyet”in ruhuyla da, AB’ye ve Türkiye’nin AB üyeliğine bel bağlayan çizgiyle de son derece uyumlu ve tutarlıdır. Yıllardır uzlaşmalar yoluyla hak kırıntıları peşine düşen HADEP’le aynı platformu-aynı düzen içi konumu paylaşan, düzenin sol kılıklı partileriyle yollarını birleştirenler, mevcut ittifak uğruna, düne kadar eleştiri konusu yaptıkları bazı farklılıkları da artık sorun etmeyeceklerdir, bundan kuşku duyulmamalıdır. Böyle giderse, bir de ittifak bir takım yerlerde seçimleri kazanma şansı yakalarsa, daha pek çok şeyi de hazmetmek durumunda kalacak, lafta kalan farklılıkları da artık sorun kaynağı olmaktan elbirliğiyle çıkaracaklardır.

Eğer yüzünüzü düzene dönmüş iseniz; eğer sermayeye karşı net bir devrimci sınıf programınız-tutumunuz yoksa; eğer her zor durum karşısında çözüm yolunu programınızı ve ilkelerinizi değiştirmekte, sürekli geriye adım atmakta, düzene biraz daha uyum sağlamakta buluyorsanız; eğer meşruluktan anladığınız düzenin yasalarına riayet etmekse; ve eğer elinizdeki bazı mevzileri ve ayrıcalıkları korumayı başlı başına temel bir kaygı haline getirmişseniz, nasıl adlandırdığınızdan, hangi ulvi amaçlar yüklediğinizden bağımsız olarak, siz düzenin de, düzenin dayattığı bir belediyecilik anlayışının da dışına çıkamazsınız. Dahası, oturduğunuz koltuklardan, sermayenin değirmenine habire su taşırsınız. 10 değil 100 yerde de kazansanız, bu gerçek değişmez.

Halkçı küçük-burjuva akımların tutarsızlığı

Geleneksel devrimci-demokrat hareketin yapısal nitelikteki programatik ve ideolojik zaafiyeti, onu, aynı süreçte -siyasal ve toplumsal koşullarda esasa ilişkin bir değişme yokken bile- birbiriyle taban tabana zıt iki farklı tutum almaya itmekte, böylece de bütünlüklü ve tutarlı bir taktik politika belirlemekten alıkoymaktadır. Beklenebileceği gibi bu aynı şey ittifak politikalarına da yansımakta, bu alanda devrimci kaygı ve kriterler çok kolayından bir kenara bırakılmaktadır. Öylesine ki, “demokrat ve halktan yana olma” gibi içi boş muğlak ölçütlerle, işi kaşarlanmış reformist partilere ve tasfiyeciliğe destek verme noktasına kadar vardırılabilmektedir. Ara konumları daha belirgin olanlarla diğer bir takım çevreler ise, dışardan destek sunmak bir yana, sosyal-demokrat düzen partileriyle kolkola girmiş sosyal-reformist akımlar ve liberal Kürt tasfiyecileriyle birlikte hareket emekte bir sakınca görmemektedirler.

Bazı çevreler (örneğin ESP gibi), dün olduğu gibi bugün de çok istedikleri halde reformist ittifaka katıl(a)mıyorlarsa eğer, bunun gerçek nedeni, sosyal-reformist dostlarının kirli savaşa suç ortaklığı sicili taşıyan kaşarlanmış düzen partileriyle birlikte hareket etmeye öncelik vermesi, böylece onları kendilerinden daha fazla önemsemesidir. Her tercih bir politik anlayışa dayandığına göre, bunda her iki kesim açısından da yadırganacak bir şey yok demektir. Bir farkla ki, devrimcilik iddiasını taşıyanlar böyle bir durumda beklentilerinden ve özlemlerinden önce, politikalarını gözden geçirmek durumundadırlar. Beklentilerine niçin karşılık bulamadıklarının yanıtını da orada bulacaklarıdır. Belki o zaman mecburiyetten kaynaklı olarak aldıkları “bağımsız” tutumun hakkını, bir nebze de olsa, verme şansı yakalayacaklardır.

Dikkat çekilmesi gereken bir başka nokta, bu tutarsızlığın genel ve yerel seçimler karşısında, iki farklı tutum biçiminde, sürekli kendini yinelemesi; dün destek verilebilir-ittifak yapılabilir nitelikte görülenlerin, bir süre sonra herhangi bir değerlendirme konusu yapılmaksızın, ittifak dışı ilan edilebilmesidir. Taktik “esneklik”le uzaktan yakından ilgisi olmayan bu savrulmaların temelinde, işin aslında köklü ideolojik-politik konum ve kavrayış zaafiyetleri vardır. Sınıfsal ve ilkesel ayrımları belirsizleştiren, sınıfsal olduğu kadar siyasal planda da düzen güçleriyle kesişme noktalarına fazlasıyla açık olan halkçı küçük-burjuva ideoloji ve programı bu yapısal zaafiyetin temelidir. Unutmayalım, ÖDP’den SDP ve EMEP’e kadar tüm liberal sol akımların bugün sürüklendikleri yer, dolaysız olarak bu ideoloji ve programdan kök almaktadır.

Neredeyse istisnasız olarak genel seçimleri boykot eden halkçı akımın diğer önemli bir kesiminin ise, göze batan bir tutarsızlıkla, yerel seçimler söz konusu olduğunda bu aynı tavrı yinelemedikleri bilinmektedir. Nitekim şimdi de benzer bir tutum almakta, yerel seçimlere katılma yoluna gitmektedirler. Bu akımın ana gövdesini oluşturan örgüt ve partiler, 3 Kasım seçimlerinde boykot taktiğini savunmuş, fakat bu taktik gerçekte uygulanmamış, halka boykot çağrısı yapılırken kendi taraftarları pratikte bloka oy vermeye yönlendirilmiş ya da kendiliğinden yönlenmiştir. Bu tutarsızlıkla bağlantılı olarak, etkili bir boykot çalışması bir yana ciddiye alınır bir teşhir faaliyeti bile örgütlenmemiş, pratikte edilgen ve apolitik bir pozisyonda kalınmıştır. Boykottan yalnızca düzen partilerine oy vermemeyi anlayanlar ise, seçime katılan demokrat-sol partileri adresolarak gösterme yoluna gitmişlerdir (3 Kasım’da gösterdikleri adres, HADEP ve EMEP’in başını çektiği reformist DEHAP Bloku).

Şimdi bu aynı çevreler, bağımsız adaylarla 28 Mart yerel seçimlerine katılmaya karar vermiş bulunuyorlar. Üstelik aşağı yukarı benzer gerekçeleri dayanak yaparak: “Geniş halk yığınlarına ulaşmak”, “politikamızı halk yığınlarına taşımak”, “kitleleri örgütlemek”, “kendi öz deneyimleri üzerinden halk sınıf ve tabakalarının demokratik bir katılımcılıkla kendi kendisini yönetmede söz, karar ve yetki sahibi olmalarını sağlamak”, “düzen ve düzen partilerini teşhir etmek” ve “kendi programlarımızı (“halk meclisleri”, “halk iktidarı”, “Yeni Demokratik Cumhuriyet” vb.) kitlelere taşımak” vb.

Peki, geçen bir yıl içinde siyasal-toplumsal koşullarda, işçi ve emekçi hareketinde ne gibi köklü değişiklikler oldu da şimdi bu çevreler temelde aynı olan bir siyasal olay karşısında böyle temelden farklı bir tutum değişikliğine gitme yolunu tutuyorlar? Belirlenen hedeflere ulaşmak için genel seçimlerin sunamayıp da yerel seçimlerin sunduğu ne türden farklı imkanlar var? Yoksa, yerel seçimlerle genel seçimler arasında ilkesel ya da esasa ilişkin bir fark var da, bu nedenle mi temelden farklı iki ayrı tutum alıyorlar?

Sorun elbette, seçimlere katılmak ya da boykot etmek biçiminde soyut bir ikileme sıkıştırılarak tartışılamaz. Sınıf ve emekçi kitlelerin bilinç, örgütlülük ve eylem düzeyi, seçimlerden ve düzenden beklentileri, devrimci ve komünist güçlerin kitlelerle kurduğu bağların düzeyi, iktidar hedefine ulaşmak için söz konusu seçimlere katılmanın ya da boykot etmenin ve yasal bir takım kurumlara (meclis, yerel yönetimler vb.) girmenin/kullanmanın sunduğu somut imkanlar, egemenler cephesindeki durum, ülkenin genel siyasal ve iktisadi koşulları gibi daha pek çok somut veri dikkate alınmaksızın, tutarlı bir seçim taktiği de belirlenemez.

Geleneksel halkçı akımlar da bunları iyi kötü bilir, söyler, yinelerler. Hiçbir mücadele biçim, yöntem ve aracının soyut planda reddedilemeyeceğini de söyler ve savunurlar. Ama bu kadarı yine de, temel ilkelerden, politik bir takım hedeflerden ve iktidar yöneliminden taviz vermeksizin bu tür imkanlardan devrimci bir tarzda yararlanılması konusunda tutarlı bir tutumu kendiliğinden garantilemez. Eğer sağlam bir teorik-ilkesel temel ve programa dayanmıyorsa, kavrayış gücünü buradan almıyor ve buna bağlanmıyorsa, somut duruma ilişkin geliştirilen taktikler, güncel gelişmelerin ve daha dar ihtiyaçların etkisiyle bir uçtan diğer uca savrulmaktan da kurtulamaz. Yaşanan da budur.

Reformist cereyana karşı devrim bayrağını
yükseltme sorumluluğu!

Son olarak, ittifak koşulu olarak ortaya konulan bir takım siyasal ölçütlerin (anti-emperyalizm, anti-faşizm, anti-şovenizm, demokratlık, ilericilik, halktan yana olmak vb.), birlikte iş yapmak için altalta sıralanan ilkelerin (propaganda ve ajitasyonda serbestlik, oy çokluğuna göre temsil hakkı vb.) kendi başına ittifak yapma niyeti taşıyan devrimci, komünist güçleri biraraya getirmeye yetmediğini de belirtelim. Bu her yöne çekilebilir ve kolayca liberal ittifaklara da dayanak yapılabilir ölçütler, düzen karşısındaki konumlanmadan ve devrimci iktidar hedefinden bağımsız olarak ele alınırsa, ortaya nasıl bir tablo çıkacağı açık değil mi?

Herşey bir yana, yılların hiç değilse genel devrimci ya da reformist kimlik üzerinden netleştirdiği bir sol hareket tablosu var. Seçimler gibi, parti ve akımların kendilerini tanımlayan temel kimlikler üzerinden kitlelerin karşısına çıkmak durumunda oldukları bir siyasal zeminde, devrimcilerle reformist kimliği içselleştirmiş akımların ne işi olabilir? Seçimlerde kitlelerin karşısına ortaklaştırılmış ama net devrimci şiarlarla çıkmayacaksak, herşeyden önce kitlelere mevcut düzen koşulları altında parlamenter kurum ve mekanizmaların içyüzünü anlatmayacaksak, bu çerçevede örneğin yerel yönetimlerin gerçek durumunu ortaya koymayacaksak, buna ilişkin burjuva gerici ve reformist yanılsamaları kırmak üzere ortak bir tutumda birleşmeyeceksek ve bunun gereklerini pratikte yerine getirmeyeceksek, bu durumda bu ittifakın anlamı ne olacaktır? Böyle bir ittifakı devrimcitemellere dayalı olarak görmek ve devrimci hedeflere yönelmiş saymak için ortada inandırıcı bir neden kalabilecek midir?

Sonuçta, komünistler olarak, bir takım yerellerde devrimci niyet ve hedeflerle yapılacak işbirliğini önemsemek, devrimci dayanışma ve destek faaliyetlerinin örgütlenebileceğini öngörmekle birlikte, ittifakların daha fazlasını gerektirdiğini biliyoruz. Seçimle de sınırlı olsa, ittifaklar, güncel planda yapılabilecekleri (işbirliği, dayanışma, destek vb.) aşan bir politik muhteva taşır ve aynı ciddiyetle meseleyi ele almayı gerektirir. İlke ve ölçütlerdeki titizliğin yanı sıra, düzene-ayrımsız olarak düzen partilerine, reformizme-sosyal reformizme ve tasfiyeciliğe-teslimiyetçiliğe karşı tok ve net bir tutum alınması gerektiğinin altını önemle çiziyoruz. Oysa, ifade edilen ittifaklar politikası (bazı çevreler bunu, bizim olmadığımız yerde en iyi seçenek hangisiyse ona destek vermek gerekir biçiminde daha somut bir tarzda ortaya koymuş blunuyor) son derece muğlak. Bu muğlaklığa bağlı olarak, daha şimdiden tam da bu noktada boy veren ve bağımsız devrimci tutumu zedeleyen pratik örnekler çıkıyor karşımıza.

Kısaca, daha dar çıkar hesapları ve beklentilerin baskın çıkması -ki yerel seçimler söz konusu olduğunda bu darlık daha bir belirginleşmektedir- ittifaklar oluşturmak bir yana, yerellerde ortak bir devrimci tutum almayı bile zora sokmaktadır. Tecrübelerimize dayanarak bu konuda çok iyimser olmamak gerektiğini biliyoruz. Yine de, devrimci olmak iddiası ve samimiyeti taşıyan herkese, içinde bulunduğumuz dönemde ve reformist solun düzen güçlerinin yörüngesine girerek “sol ittifak” adı altında sahte bir alternatifle kitlelerin karşısına çıktığı bir sırada, devrim adına sınırları net olarak çizilmiş bir ortak tutumla ortaya çıkmanın özel önemini hatırlatmak istiyoruz. Liberal solun reformist cereyanı karşısında devrimin bayrağını yükseltmek ve cereyanını estirmek samimi devrimciler için bugün tarihi önemde bir sorumluluktur.

Sözü TKİP’nin konuya ilişkin tutum ve çağrısıyla bağlamak istiyoruz:

“Partimiz kendi bağımsız faaliyetini esas almak ve bugünden bunun örgütlenmesine girişmekle birlikte, olanaklı olan her durumda, öteki devrimci güçlerle işbirliği için de çaba harcayacak, bu konuda sorumluluklarına uygun davranacaktır. Her renkten burjuva ve küçük-burjuva reformist parti, grup ve çevrelerin emekçilerin karşısına ‘sol alternatif’ iddiasıyla çıktığı bir seçim döneminde, bu yönlü bir çaba özellikle bir ihtiyaçtır. Reformist aldatmaca karşısında devrim ve sosyalizm alternatifini öne çıkaran, kitlelere inanç ve kararlılıkla devrimci çözüm ve mücadele yolunu gösteren, bunu devrimci sınıf mücadelesinin geliştirilmesi somut hedefine bağlayan bir çabaya omuz vermek tüm gerçek devrimcilerin görevidir.” (Ekim, sayı: 233, Ocak 2004, başyazı)