31 Ocak'04
Sayı: 2004 (18)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD gezisinin ardındaki gerçekler
  NATO zirvesi Haziran'da İstanbul'da toplanıyor!..
  "Gizli" İncirlik kararının gösterdikleri
  Sermayenin kriz korkusu
  Suçlu "beyaz felaket" değil kapitalizmdir!
  Kâr düzeninin kar sefaleti
  Gençlik alanlarda...
  TMMOB Genel Kurulları yapılıyor...
  Kamu Reformu ve Kürt hareketinde liberal beklentiler
  Yerel seçimler ve sosyal-reformist solun aldatıcı manevraları
  Saldırılar, yerel seçimler ve devrimci görevler
  Toprağın Belediyeleştirilmesi ve Belediye Sosyalizmi
  Bir sosyal-reformistin düzen içi arayışları
  Osmanlı'nın çeteci-katliamcı geleneği kokuşmuş burjuva cumhuriyetle sürüyor
  İşgal karşıtı direniş güçleniyor!
  Siyonistler kan ve yolsuzluk içinde yüzüyor...
  Emperyalist Davos Zirvesi'nin emekçiler ve ezilen halklar için anlamı
  Çürüyen kapitalizmin ruhu Davos
  Dünya Sosyal Formu'nun ardından...
  Bültenlerden...
  Kalıcı olan sadece çıkarlar
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Bir sosyal-reformistin düzen içi arayışları

Can Özge

Geçtiğimiz hafta İstanbul’da yaşanan kar felaketi, sermayenin kâr hırsına dayalı kapitalist sistemin vahşiliğini tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdi. Ancak tüm kurumlarıyla gericileşmiş ve yıkılmaya mahkum kapitalist sistemi, sömürülen sınıflar için “yaşanabilir” bir düzeyde “iyileştirmeyi” stratejik hedefe bağlayan reformistler bunu görmüyor/görmek istemiyor.
Reformist solun bu “körlüğü”, yaklaşmakta olan yerel seçimlere karşı açıkladığı tutumda kendini en kaba biçimde gösteriyor. EMEP, “Halk hareketi” yaratmak, “halkı birleştirme ve halka hizmet götürmeyi temel alan bir yerel yönetim anlayışı” ile yerel seçimlere katılıyor. Sömürü düzenini yıkma değil de iyileştirme temel görevine soyunanların “yerel yönetimlere gelmek” için düzen soluyla kolkola girmesi, ittifak oluşturması da şaşırtıcı olmuyor.
Emekçi halka ve ezilenlere, sorunların çözümü için kendi omurgasız platformlarını öneriyorlar. İkna edici ve inandırıcı olabilmek için de gerçekleri tersyüz ediyor, aynı satırlarda kendileriyle dahi çelişiyorlar. Kapitalist sistemin yolaçtığı sosyal, demokratik, iktisadi tüm sorunların nedeni olan sermayenin iktidarı elinde bulundurması gerçeğini çarpıtıyor, işçi ve emekçilerin sistem karşıtı tepkilerini -yine sisteme bağlamak için- kendilerine yedeklemeye çalışıyorlar. Bu anlamda işçi ve emekçilere sahte umutlar vaadediyor, sahte çözüm yolları öneriyorlar.
Bunun son örneklerinden biri 24 Ocak tarihli Evrensel’deki İhsan Çaralan’ın köşesine yansıdı. Yazı İstanbul’daki kar-kış felaketine, özelleştirmenin sonuçlarına değindikten sonra “iflas eden, çöken, kentleri tepeden yönetmek biçiminde organize olmuş olan” asıl suçluyu hedefe çakıyor: “yerel yönetimcilik anlayışı”!
Çaralan sözlerine, “Şimdi yerel yönetimler için partiler ve adayları atıp tutuyorlar. Sorunları şöyle biliyoruz, böyle biliyoruz diyenden geçilmiyor. Belki sorunları biliyorlar da çözümünü bilmiyorlar. Daha doğrusu bildiklerini sandıkları; bürokratik, rantçı, kente ve kentliye hizmeti, piyasanın koşullarına dolayısıyla kâra bağlayan yerel yönetimciliğin çöküşüdür bu” ifadeleriyle devam ediyor. “Halk için hizmet” demagojisiyle yerel yönetimlere talip olan reformistler, elbette çöküşü sistemde değil sistemin işleyişinde görecekler. Yerel yönetimlere sistem dışı bir anlam ve önem biçecekler. İddialarının gerçekliğini “...bürokratik, kâra dayanan, özel kişilerin çözüm yeteneğine bağlanan ‘hizmet anlayışı’nın iflas etti&crren;ini itiraf” eden sistemin temsilcisi İstanbul Valisi Muammer Güler’in ifadelerine dayandıracaklar.
Peki, herşeyin sorumlusu “özelleştirmeci”, “kâra dayanan” hizmet anlayışına sahip “bürokratik” anlayışlar kime ve hangi sınıfa hizmet ediyorlar? Yerel seçimleri, düzenle ve düzenin asıl sahipleri ile değil de AKP ile hesaplaşmanın fırsatı olarak gören EMEP bu gerçeğin üzerinden atlıyor, “emperyalist güç merkezlerinin sözcüsü ve işbirlikçisi bir parti olarak yerel yönetimleri de gasp etmek isteyen” AKP’ye karşı sosyal-reformist sol ittifakın “halka hizmet” götüreceği iddiası taşıyor. Bu oportünistler, AKP’yi düzenin gerçek sahibi, işbirlikçi sermayenin karşısında ve -ona rağmen- hükümet olan bir güç, bir odak olarak mı görüyorlar?
Sermaye iktidarı Yerel Yönetimler Reformu adı altında dört taslaktan (Belediyeler Kanun Taslağı, Büyükşehir Kanun Taslağı, İl Özel İdaresi Kanun Taslağı, Belediye ve İl Özel İdaresi Gelirleri Kanun Taslağı) oluşan tasarılarla yerel yönetimleri neoliberal politikalarla yeniden düzenlemeye çalışıyor. Bu tasarıların işlevlerini asıl olarak belirleyen de Kamu Yönetimi Temel Kanun Tasarısı. Yeni liberal politikalarla kamu hizmet alanlarını sermayeye açmak, kamu hizmetlerini özelleştirmek, paralı hale getirmek istiyorlar. Buralarda çalışan işçi ve emekçileri de işten atarak, işgüvencesini ortadan kaldırarak, ücretlerini performansa bağlayarak düşürerek, köleleştirerek, örgütsüzleştirerek sefalete ve sosyal yıkıma mahkum etmeye hazırlanıyorlar.
“İyi yönetişime” soyunan reformistler, ekonomik ve siyasal alanda yapılacak bir dizi yeni liberal düzenlemeden sonra halka nasıl bir hizmet götürmekten bahsediyorlar? Sistem kapitalist bir sistem olduğuna göre yerel yönetimlerde yapılmak istenen ekonomik ve siyasal düzenlemeler hangi sınıfa hizmet edecek? İl Özel İdareleri vb. kurumların başı ve tüzel kişiliğinin temsilcisi vali olmak üzere diğer bileşenleri merkezi idarenin (hükümetin) genel meclis üyelerinden seçiliyor. Tasarıların yerel yönetimlere ortak etmek istediği sermaye tabanlı dernekler, vakıflar vb.
Hükümetin yeni düzenlemeler sonrası gerçekleşeceğini iddia ettiği “şeffaflık” özel şirketlerin mali birimleri denetlemesinde şeffaklık, “katılımcılık” sermayeye, özel şirketlere katılımcılık anlamına geliyor. Yoksa halka, emek örgütlerine şeffaflık, halkın yönetime katılımı değil. Kaldı ki bu sistemin işleyiş çarkları içinde bu zaten olanaklı da değil.
Sermaye iktidarı yerel yönetim yasa tasarılarıyla yerellerin özelleştirilmesini, özelleştirmelerle uluslararası sermayeye devrini getiriyor. Yani o “halka hizmet” aşkıyla yanıp tutuşan EMEP’li liberaller, tu kaka dediği, yaşanan tüm felaket ve doğal afetlerin, işsizliğin, yoksulluğun baş sorumlusu gördüğü özelleştirme saldırısının bizzat uygulayıcısı olmaya aday oluyor.
Çok geriye gitmeye gerek yok. Dönemin Ecevit hükümeti, ‘99 Ağustos depremi sonrası belediyeleri deprem kuşaklarına ayırdı. Buralara bir takım maddi olanaklar sağladı. Ancak deprem kuşağının ortasında bulunan Kesikköprü Belediye başkanı CHP’den seçilmiş sonra bağımsızlaşmış biri olmasına rağmen Kesikköprü Belediyesi’ni ve yörenin ağırlığını oluşturan Kürt halkını, bu imkanların dışında tutarak cezalandırdı. Düşünün ki CHP gibi düzenin has bir partisinden aday olmasına rağmen partizanlık yapılmış, özünde Kesikköprü cezalandırılmıştır.
Bir de kamu hizmetlerini özelleştirecek olan yasa tasarıları geçtikten sonra yerel yönetimlerin nasıl acımasız ve vahşi bir işleyişe sahip olacağını düşünün. Halihazırda devletin ayırdığı kaynağı sürekli kıstığı belediyeler zaten büyük oranda taşeron şirketler eliyle halka hizmet götürüyorlar. Kamu yönetimi ve yerel yönetimler tasarılarına bakın, hemen hepsi işletmeci bir mantıkla kaleme alınmış. Çoğunda çalışanların sözleşmeli olacağı, ücretlerde performans ölçütlerinin esas alınacağı, performans değerlendirmesine dayalı ödüllendirme yapılacağı vb. ifadeler var.
Belediyelerin kamu adına borçlandığı İller Bankası kapatılmak üzere. Ancak hazırlanan taslaklarda belediye gelirleri arasında iç ve dış borçlanmalar ile hisse senedi gelirleri vb. ifadeler var. Eğitimden sağlığa, solunan havadan içilen suya, çöpten basılan bir karış toprağa kadar tüm fatura bunlardan faydalanan halka kesilmek istenirken belediyeler kimden ve ne karşılığında borç alacaklar? Elbette parası/sermayesi olandan.
Çaralan yazısını şu paragrafla bitiriyor, “Dolayısıyla yerel yönetime aday olanlar; halkın karşısına çıkmaya hazırlanan partiler, özelleştirmeci takımı, bürokratik tarz belediyeciliği halkçı belediyecilik olarak sunan geleneksel belediyeciler; bu olup biten karşısında çözümünüz nedir acaba?”
Biz de bu liberal baylara soruyoruz, bu olup biten karşısında çözümünüz nedir acaba?



Klasiklerde seçimler ve devrimci sınıf tutumu

Partimiz seçimleri yeter ölçüde kullanmış, seçimlerden yeter genişlikte yararlanmış bulunuyor. Polis ne tür bir “yorum” yaparsa yapsın, Dördüncü Duma (rahipler ya da başkaları tarafından) ne ölçüde çarpıtılırsa çarpıtılsın, bu sonuç artık yok sayılamaz. Elifi elifine partinin ilkeleri doğrultusunda düzenlenen propaganda, her yerde başarıyla yürütülmüş ve sosyal-demokratların tüm seçim kampanyasının tonunu belirlemiştir.

Burjuva partileri alelacele ve tam bir savruk edasıyla, seçmenlerin gözünü boyamak için, vaat dolu ‘seçim bildirgeleri” yazıyorlar. Liberallerin ardından giden tasfiyeciler de, şimdi yasal bir “seçim bildirgesi” tasarlıyorlar. Tasfiyeciler, kendi şaşkınlıklarını, dağınıklıklarını, ideolojik ilke yoksunluklarını, saygın, yasa-tanır bir “seçim bildirgesi”yle örtmeye çalışırken, yasal, sansürlü basında da seçim bildirgeleri hakkında yaygarayı basıyorlar.

Seçim için bildirge değil, ama devrimci sosyal-demokrat bildirgeyi uygulamak için seçimler! - İşçi sınıfının partisi konuya böyle bakıyor. Seçimlerden bu amaçla esasen yararlandık, sonuna kadar da yararlanacağız. Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’nin devrimci bildirgesini, taktiklerini ve programını savunmak için en gerici çarlık Dumasını bile kullanacağız. Gerçekten değerli olan bildirgeler, tasfiyecilerin yaptığı gibi alelacele sırf laf olsun diye gürültülü bir reklam olarak hazırlanmış bildirgeler (özellikle yasal olanlar) değil, ama hareketin tüm sorunlarına tam yanıt veren, uzun sürmüş devrimci uyandırma çalışmalarını tamamlayan bildirgelerdir.

Dördüncü Duma Seçimleri Arifesinde, Ağustos 1912
(Lenin, Tasfiyecilik Üzerine,
Sol Yay., s.209, 2. baskı)