19Kasım 2005 Sayı: 2005/45 (45)

  Kızıl Bayrak'tan
  Tırmanan kirli savaşa karşı Kürt halkıyla dayanışmayı yükseltelim!
  Haklı ve meşru talepleri için direnen Kürt halkının yanındayız/BDSP
  Şemdinli protesto ve destek eylemlerinden
  Şemdinli ve devrimci görevler
  Asgari ücret gündemi ve yerel işçi kurultayları
Sefalet ücretine karşı çıkalım/ Kurultay Hazırlık Komiteleri
2006 Bütçesi; Sermayeye kaynak emekçiye sefalet!
  Türban kutuplaşması uşak kucaklaşması
  Kadına yönelik şiddet tartışması; Şiddeti besleyen kapitalizmin kendisidir!
  TC ve özel savaş / M. Can Yüce
  Boğaza değil Zap Suyu'na köprü
  Ekim Devrimi ve Parti etkinliklerinden...
  6 Kasım eylemlerinin ardından... Kendi gücüne güvenen hedefli bir kitle faaliyeti! / Orta sayfa
  6 Kasım eylemleri
  Parti etkinliğine gelen mesajlardan...
  İsviçre'de parti kuruluş yıldönümü etkinliği...
  Suriye'yi tecrit etme saldırısına Amerikan uşakları da katıldı
  Fransa'da isyan dinamikleri yerli yerinde duruyor
  Almanya'da koalisyon görüşmeleri tamamlandı; Her şey tekellere hizmet için!
  Almanya'dan başarılı bir işçi direnişi eylemi
  Felluce'nin napalm bombalarıyla yakıldığı kesinlik kazandı
  Sermaye devletinin "gizli" ama gerçek anayasası; İşte siyaset belgesi!
  Mamak İşçi Kültür Evi 4. mücadele yılında!
  Basından/ Şemdinli beceriksizliği!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

TC ve özel savaş

M. Can Yüce

Bu iki kavram, aynı şeyi anlatıyor. Özel savaş, TC'yi tanımlıyor!

Öncelikle bazı genel ve temel gerçeklerin altını bir kez daha çizelim. Son günlerde gelişen olayları ve bunların ardındaki gerçekleri doğru kavramak, aynı bütünün parçaları olduğunu daha iyi anlamak için bu gereklidir!

Kendi tarihi tarafından da sayısız kez doğrulandığı gibi, TC, bir özel savaş örgütlenmesidir!

Kuşkusuz bu, nedensiz değildir. Kuruluşu ve temel nitelikleri onun böyle olmasını belirlemiştir. TC, halkların kırımı, inkarı ve imhası üzerine kuruldu ve bu çizgi onun özü, ruhu durumundadır! Türk devlet-ulus gerçeği de böyle doğdu. Kürt halkına düşmanlık, bunu inkar ve imha sistemi biçiminde somutlaştırma, kendi yapısını ve bütün politikalarını bu stratejiye göre belirleme, TC için herhangi bir durum değil, bir kuruluş özelliği, bir varoluş nedenidir! Bu kuruluş ve varoluş özelliğini sürdürmenin yolu ise özel savaştan, onun örgütlenmesinden geçer.

TC'nin düşmanlığı salt Kürt halkı ve diğer ezilen halklarla sınırlı değildir. O, aynı zamanda işçi ve emekçi düşmanıdır, bu, kendini anti-komünizm çizgisinde dışavurur.

TC, her türlü sistem dışı, resmi çizgi dışı eğilim, düşünce ve akıma karşıdır.

Özel savaş, karşı-devrimde, düşman tanımı içindeki unsurları bastırma ve imha politikası ve uygulamalarında, zorbalık ve keyfilikte sınır, ölçü, kural ve en genel anlamda hukuk tanımama yöntemidir; burjuva yasalarına göre yasadışı bir yönetim ve karşı-devrim tarzıdır!

Özel savaşta, normal yasalar, kurallar ve yöntemler yetersiz görülmekte, yasadışılık temel kural haline getirilmektedir.

Bundan dolayı TC, kendini kurumlaştırır ve değişen duruma göre yeniden örgütlemeye çalışırken bütün bu özelliklerini yeniden üretir. Daha öncesi bir yana 1960, 12 Mart, 12 Eylül, 1991-1997, 28 Şubat bu yeniden yapılanmanın belli başlı kilometre taşları niteliğindedir.

Son olarak Şemdinli'de ortaya çıkan özel savaş operasyonları gösteriyor ki, TC, 1991-1997 arasında yaygınca uyguladığı özel savaş konseptini yeniden hayata geçirme kararındadır. 21 Mart Newroz'undan bu yana yaşanan gelişmeler bunu çok net bir biçimde göstermekte ve doğrulamaktadır. Hatta bu konuda o kadar ileri gittiler ki halkı sindirmek, kaçırtmak ve pasifikasyonu bir an önce kurumlaştırmak için güpegündüz kitapevi bombalama, halkı kurşunlama gibi bir pervasızlığı sergilemekten çekinmediler. Ancak halkın uyanık ve cesur duruşu bu pervasızlıklarını boşa çıkardı, devletin kontrgerilla, özel savaş kurumlaşması olduğunu bir kez daha deşifre etti. Bu deşifrasyon karşısında devletin sergilediği tutum, suçlu kimliğini örtbas etmeye, kanıtları karartmaya ve çarpıtmaya dönüktür. Bu konuda demokratik baskıların artması sonucu belki kimi girişimler yapılabilir, olay “münferit” bir eylem olarak gösterilebilir; ama hiçbir zaman soruşturma sonuna kadar götürülemez, kontra devlet gerçeğini gün yüzüne çıkarıcı bir noktaya vardırılamaz!

Hemen bir gerçeğin altını çizelim, yaygın bir yanılgıyı vurgulayalım: Şemdinli türü kontra eylemler olduğunda hemen bu tür operasyonlar “derin devlet”e havale edilir, olay onunla açıklanır. Yani devlet kendi içinde parçalara bölünür, suç onun “çelik çekirdek”ine yüklenir. Bu tür değerlendirmeler, hangi niyetle yapılırsa yapılsın, sonuçta ve objektif olarak devleti aklamaya götürür.

Oysa kendi içinde “tutarlı” bir bütünlüğü olan, bir merkezden yönetilen, bütün kurumların koordinasyon içinde çalıştığı ve bütün unsurların bağlı olduğu bir “Milli Siyaset Belgesi” olan bir baskı ve zor aygıtıyla karşı karşıyayız! Bu zor aygıtı devletten, onun resmi adı olan TC'den başkası değildir! Bu devletin gerçek iktidar merkezi Genelkurmay'dır, hükümet ve meclis, partiler ve diğerleri bu gerçekliği meşrulaştırma ve gizleme işlevini görmektedirler... Bu iktidar odağı resmi çizgiyi ve onun güncel politikalarını uygulamak için yasa ve yasadışı her yolu denemekte bir sakınca görmez, gerektiğinde “asma yaprağı” işlevini gören fazlalıklardan da kurtulmaktan çekinmez. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat darbelerinde yaptığı gibi...

Elbette TC'nin de gizli örgütleri, kontra kurumları, istihbarat örgütleri, bunların örtülü ödenekleri var ve bunların yasaları bulunmaktadır. Ancak unutmamak gerekir ki, bu gizli ve kontra örgütler kendi başlarına değillerdir. Yine bunların içinde genel çizginin dışına çıkan, bireysel ve grupsal çıkar peşinde koşan unsurları da var, hatta daha verimli olmaları için belli ölçüde böyle davranmaları da istenir veya buna göz yumulur. Ancak bu kontra örgütler ve unsurlar belli bir politikanın aletleri ve uygulayıcılarıdır, kendi başlarına bir şey değillerdir. Hatta bu örgütler sınırsız yetkilere ve ölçüsüz hareket yeteneklerine sahip olmalarına rağmen onları bağlayan, kendilerine verilen iş ve önlerine konulan politikalardır. Ölçüsüzlükleri ve sınırsızlıkları amaçlarına varmak için kullandıkları araç, yöntem, yol ve hareket biçimleri konusundadır. Burada amaçları (karşı-devrimci hedefleri, önlerine konulan politika), hem hareket tarzlarının ölçüsüzlüğünü, hem de ölçülerini ve sınırlarını belirlemektedir. Burada her şey, sık sık tekrarladıkları gibi, “vatan için”dir! “Devletin varlığı ve geleceği” için yapamayacakları bir şey yoktur; bu, aynı zamanda onların hareket sınırlarını da anlatmaktadır. Susurluk gibi vakalar, bir bakıma bu sınırları aşanları yeniden sınıra çekme operasyonundan başka bir şey değildir. Tansu Çiller neden bir daha hükümet olamadı? Çünkü gerçek iktidarı, gerçek iktidar yasasını unuttu, kendisine çizilen sınırları aşma “gafletinde” bulundu ve böylece burnu sürtüldü... Bu, bir iktidar yasasıdır, sınırlarını ve çerçevesini anlatır. Böyle olmasaydı, devleti aynı çizgide ve temel niteliklerde sürdürmek, hem de bütün suç yapısına ve tüm kokuşmuşluğuna rağmen bunu gerçekleştirmek mümkün olur muydu?

Tekrarlamak gerekirse, Şemdinli kontra operasyonunu devletin “kötü”, “gizli” ve “derin” unsurlarıyla açıklamak, TC devlet gerçekliğini çarpıtmaktan, halkın ve emekçilerin siyasal bilincini ve eyleminin yönünü saptırmaktan başka bir şey değildir.

Açık ki uygulanan ve uygulanmak istenen kontra operasyonları bir devlet politikasıdır ve bir dönem konseptinin birer parçasıdır!

“Derin devlet” veya “barıştan yana olmayan savaş rantçıları” açıklamaları devletin suçlu kimliğini örtbas etme çabalarına hizmet etmekten başka bir işlev görmemektedir...

Belli ki 2004'ün ortalarında yürürlüğe koyduğu, 2005 Newroz'unda yeni bir aşamaya taşıdığı özel savaş konseptini, halka dönük bombalama, cinayet, sindirme ve kaçırtma operasyonlarıyla tırmandırarak daha üst düzeylere çıkarma kararındadırlar. En başta Kürt halkı ve emekçiler bu gerçekliği ve kendilerine dayatılan bu politikayı kavramak durumundadırlar.

Devletin bu özel savaş konseptine başvurması boşuna değildir, nedenleri vardır. Kısaca bakmamız gerekiyor.

İmralı teslimiyetinin kırıntı ve af, düzene kabul edilme istemlerine verdikleri yanıtlar da bir kez daha gösterdi ki, devletin inkar ve imha siyasetinde kesinlikle esneme, en geri kırıntıları verme niyeti yoktur, katı sömürgeci sistemi olduğu gibi, hiçbir taviz vermeden sürdürme kararındadır. İmralı üzerinden PKK ve onun aracılığı ile halkı belli ölçülerde belli bir çizgiye çekmeye başlamıştı, bu nedenle 5-6 yıllık bir süredir epey bir soluklanmışlardı. Ancak İmralı üzerindeki denetim tam denetim olamazdı, kaldı ki sorunun denetlenmeyen dinamikleri vardı. Bu, tüm bellek silme, bilinçleri çarpıtma ve politik olarak denetleme çabalarına rağmen her fırsatta kendini kendine özgü kanallarda dışavuruyordu. Dolayısıyla İmralı konsepti, tek başına ve uzun vadede bir önlem olamazdı. Dahası herhangi bir esneme eğiliminde de değildi.

Öte yandan Güney Kürdistan'da kendileri açısından denetim dışı gelişmeler oluyordu. Güney Kürdistan fiilen bir devlete doğru yol alıyordu. “Kırmızı çizgileri” yerle bir edilmiş, özel savaş elemanlarının başına çuval geçirilmişti. Güney'deki gelişmeler Kuzey'deki dinamikleri tetikleme potansiyeline sahipti. Güney'deki gelişmeleri bir noktada tutmak için ABD'ye daha fazla boğun eğme çizgisini izlediler. Bunun karşılığı olarak Kuzey'deki inkarcı sistemin olduğu gibi devamı için ABD'den güvence istediler. ABD'nin zaten Kuzey için TC'den farklı bir politikası yoktu. Güney'deki gelişmeleri politik olarak kabul etme, buna karşılık Kuzey'deki inkarcı sömürgeci sistemi olduğu gibi sürdürmenin güçlüklerini bilseler de başka bir seçenek de düşünemiyorlardı. Bu noktada içte özel aygıtı güçlendirecek, “milli mutabakatı” zorunlu hale getirecek, ordunun iç politikadaki ağırlığını ve inisiyatifini daha da güçlendirecek, dış politikada ellerini güçlendirecek bahanelere ve araçlara ihtiyaç duydular...

2004'te Kongra-Gel kongresinde aldırılan “savaş kararı”, anılan bahane ve araçları oluşturma ihtiyacının bir sonucudur! Bilindiği gibi Kürt halkı açısından bu kararın hiçbir politik ve stratejik anlamı, hedefi ve gerekçesi yoktur. Kongra-Gel'in süren çatışmalar hakkında tatmin edici bir açıklaması yoktur. Çatışmalar devletin hizmetine girmiş “Önderliklerinin” tecridinin kaldırılması, sağlık ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi gibi gerekçelerle açıklanmaya çalışılmaktadır. Diğer değerlendirmeleri bir yana bırakalım, dünyada böyle garip iddialarla verilmiş bir savaş var mıdır?

Anılan çatışma süreci Genelkurmay'ın istediği gerekçeleri fazlasıyla vermiş bulunuyor. Genelkurmay bununla varmak istediği iç politika hedeflerinin büyük çoğunluğuna varmış bulunuyor. Buna karşılık İmralı ihanetine verdiği karşılık ise daha da aşağılama ve tecridi ağırlaştırma olmuştur. Görüşme sürecinde Kürtçe konuşma yasağının getirilmesi, İmralı ihanetinin iflas etmiş sefaletinin resmi gibidir! Halka yönelik ise özel savaş operasyonlarını yoğunlaştırma ve böylece teslimiyeti halk içinde kurumlaştırma çabaları olmuştur.

Devletin çizgisi, bunun güncel uygulamaları, araç ve yöntemleri çok açık ve nettir. Buna karşı Kürdistan halkının duruşu da, gelinen noktada doğru bir politik önderlikten ve çizgiden yoksun olsa da, Şemdinli ve Yüksekova direnişlerinin de gösterdiği gibi nettir. Halkımız boğun eğmeyi reddetmektedir, direnmektedir. Ancak doğru bir program ve stratejiden yoksun olduğu için bu direnişlerin daha kalıcı sonuçlar elde etmesi zor görünmektedir. Tam bu noktada devrimci sosyalistlere tarihsel bir sorumluluk düşmektedir. Kuşkusuz bu sorumluluklarını yerine getirmeleri örgütsel düzeylerine bağlıdır, bunu geleceğe ertelemeksizin başarmak durumundadırlar.

Kongra-Gel ise miadını dolduruş, şu anda tam bir açmazları oynamaktadır. Açmazları, kimi kültürel kırıntı ve düzene kabul edilme hayallerinin suya düşmüş olması gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Bugün sadece gelişmelerin ardından sürüklenmektedirler. Halk direnişlerinde kimi sloganların atılması, kimi afişlerin açılması bu gerçeği değiştirmez, tersine sadece bir yanılsamayı ve geçmiş birikimleri ve anılara bağlılığı anlatmaktadır.

Devletin inkar ve imha sisteminde ısrarı, bunu özel savaşla sürdürme kararlılığı, buna karşı halkımızın boyun eğmez duruşu ve direnişi tek bir gerçeği anlatmaktadır:

Kürdistan sorunu bir devrim sorunudur!

Bu devrim de ancak emekçilerin devrimci örgütü, programı, stratejisi ve mücadelesiyle başarılacaktır!