7 Mart 2008 Sayı: SİKB 2008/10

  Kızıl Bayrak'tan
  Kirli savaş cephesinde iç muharebe...
  8 Mart’ın ruhu, kurultayların coşkusuyla
8 Mart’ta mücadele alanlarına!
Kürt halkına bir kez daha “siyasal çözüm” tuzağı! - U. Taner
Kanlı operasyonlarda medyanın rolü ve görevi
Kadıköy’de kitlesel SSGSS karşıtı eylem! 
Sermaye SSGSS konusunda son adımlarını atıyor...
  Tekel işçisi direniyor:
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu ile konuştuk….
  Tersaneler cehenneminde direniş: “Artık yeter!”
  Sol basının tutumu üzerine... - Z. Us
  15 Mart Temsilciler Meclisi toplantısı ve ön hazırlık sürecine dair...
  Gençlik hareketinden...
  İstanbul Emekçi Kadın Kurultayı Sonuç Bildirgesi...
  Operasyona karşı Kürt halkı ile eylemli dayanışma!
  Irkçı–siyonistlerden Filistin halkına “soykırım” tehdidi!
  KESK’e bağlı sendika şubelerinin genel kurulları cansız geçiyor…
  Doğ güneş doğ, tüm kızıllığınla doğ! -
H. Doğan
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Tersanelerdeki son eylem süreci üzerine...

Grevi örgütlemek halen yakıcı bir ihtiyaç!


Ağır sömürü çarkının hüküm sürdüğü tersaneler cehenneminde 27 Şubat tarihinde bir direniş yaşandı. Peşpeşe işçi arkadaşlarını iş cinayetlerine kurban veren işçiler, her türlü hak gaspının ve kuralsızlığın hüküm sürdüğü bu cehenneme isyan ettiler. Ancak bu isyan bir süredir kabaran öfkenin dış kamuoyu tarafından iteklenmesiyle oluşan bir öfke kabarmasıdır. Peşpeşe yaşanan iş cinayetlerine bağlı olarak gelişen eylem dalgası konunun kamuoyuna taşınmasını sağlamış, sorun devlet nezdinde de tartışılmaya başlamıştı. Oluşan kamuoyu meşruiyetine yaslanan DİSK, tersanelerde 24 saat “oturma grevi” ilan etti. DİSK’in bu oturma grevi işçilerden yalıtık bir mekanda seçilmişti. Süreci daha ileri noktadan yakalamayı hesap eden Limter-İş Sendikası da 27-28 Şubat tarihini “grev” ilan etti. Bu ilan edişin vaktinden önce olması ve tersane işçisine dayanmaması “grev” ilanının yersizliğini gösteriyordu. Buna rağmen binlerce işçinin direnişi bir anlam ifade ediyor.

İşçi sınıfında saldırılara karşı direnme eğilimi

Sınıfa yönelik saldırıların tırmandırıldığı böyle bir dönemde işçi sınıfı ve emekçilerden anlamlı tepkiler yükseliyor. THY işçilerinin grev tehdidiyle başlattığı süreç Telekom işçisinin greviyle sürdü. TEKEL işçilerinin özelleştirmeye karşı gösterdiği militan tutum, tersanelerde iş cinayetleri ve kölece çalışma koşullarına karşı açığa çıkan kararlı ve öfke dolu tepki önümüzdeki süreçte sınıf çatışmasının keskin geçeceğini gösteriyor. Sermayenin saldırılarına karşı grev ve direnişler yaygınlaşıyor. Bütün bu gelişmeler bu coğrafyanın militan altüst oluşlara gebe olduğunu gösteriyor.

Tersane direnişinin süreci nasıl gelişti

Tuzla tersaneleri yıllardır gizlenmeye çalışılan ölümlerle, sigortasız, güvencesiz çalışma ve her türlü kuralsızlığın hüküm sürdüğü tam bir sömürü cehennemi. GİSBİR patronları can ve kanla inşa edilen gemilerden muazzam bir servet birikimi elde ederken, tersane işçisinin elde ettiği tek şey yine gaspedilmeye çalışılan kuru bir ücret oldu. 15 yıl içerisinde 83 işçinin mezarını kazan GİSBİR patronları hükümranlığını sürdürmeye devam ediyor. Bu hükümranlık bugüne kadar ciddi ve örgütlü bir işçi tepkisiyle sarsıntıya uğratılamadı.

Tersanelerde son süreçte peşpeşe iş cinayetleri yaşandı. 34 gün içerisinde, 14 Ocak tarihinden itibaren Onur, Metin, Cevat, Osman, Mikail ve Hasan iş cinayetine kurban gitti. Böylece son 8 ayda 18 işçi, genç yaşta tersane sermayedarlarının aşırı kâr hırsının kurbanı oldu. 2007 yılında da 13 günde 5 işçinin yaşamı bu kapitalist çarkın dişlileri arasında öğütüldü. Sınıf devrimcilerinin yoğun emeğinin ürünü olan Tersane İşçileri Birliği, güçlü ve etkili eylemler örgütleyerek bu cinayetlerin kamuoyunun gündemine taşınmasında önemli bir rol oynadı.

Bu süreçte sermaye hükümetinin ilgili bakanı Faruk Çelik, sözde denetlemelerde bulunmak zorunda kaldı. Bir takım milletvekilleri, köşe yazarları, basın kuruluşları durmadan Tuzla’yı tartıştı. Yazdılar, çizdiler, raporlar hazırladılar. Ancak değişen hiçbir şey olmadı. Gemilerden işçi kanı akmaya devam etti. Metin Turan’ın iş cinayetine kurban gitmesiyle tekrar gündemleşen “Tuzla gerçeği”, peşpeşe yaşanan cinayetlerle sınırlarını aştı. Ülkenin gündemine oturan bu cehennem en ücra köşedeki insanları da etkilemeye başlayınca, sermaye devleti bu kez kesin olarak müdahale etme ihtiyacı duydu.

Önce “sosyal taraflar” Ankara’da biraraya geldiler. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda yapılan toplantıya işçiler adına Limter-İş Sendikası, işçilere ihanette sınır tanımayanların örgütü Dok Gemi-İş Sendikası ile katliam örgütleri olan GİSBİR ve GİSAD’ın başkan ve yöneticileri katıldı. Bakan Faruk Çelik, Tuzla tersanelerinde yaşanan iş kazaları ve işçi ölümlerinde, ilgili bütün kesimlerin sorumlu olduğunu, mevzuat, işveren ve sendikanın ihmalinden dolayı seri biçimde işçi ölümlerinin gerçekleştiğini savundu. Limter-İş yöneticileri ise taşeronluğun kaldırılmasının iş cinayetlerinin azalmasını sağlayabileceğini açıkladı. GİSBİR Başkanı Murat Bayrak “Kesinlikle taşeronluğu kaldırmayacaklarını”, bakan Faruk Çelik ise “taşeronluğun kaldırılmasının mümkün olmadığını ancak, kontrol altına alınabileceğini” ifade etti. Aynı zamanda Çelik, “Kazaları önlemek için müeyyide ise müeyyide, düzenleme ise düzenleme yapacağız” diyordu.

Bu açıklamalar, geçtiğimiz yıl içerisinde 13 günde 5 işçinin iş cinayetine kurban gitmesinin ardından yapılan açıklamaların bir benzeriydi. 13 günde 5 işçinin peş peşe cinayete kurban gitmesinin ardından bakan Çelik, güya tersanelerde “incelemelerde” bulunmuştu. O zaman da tersanelerde bazı “eksiklikler” tespit edilmiş ve “gerekenler yapılmıştır” denmişti. Ama bakan havzadan ayrılır ayrılmaz birbirini izleyen ölümler yaşanmaya devam etti. “Müeyyide ise müeyyide” sözlerinin palavradan başka bir şey olmadığı 4 işçinin cesediyle bir kez daha görüldü.

Yine o seri cinayetler döneminde Murat Bayrak, biz iş güvenliği tedbirlerini alıyoruz, “işçinin yaşamını en az kendimizinki kadar düşünüyoruz” derken, Dok Gemi-İş Sendikası’nın ağası Necip Nalbantoğlu, “sendikamızın örgütlü olduğu yerlerde ölümler yaşanmıyor, çünkü biz işçilerimize eğitim veriyoruz” söyleriyle Limter-İş Sendikası’nı suçluyordu.

Limter-İş Sendikası ise, bir taraftan “bu iş örgütlü mücadeleyle çözülür” diyor, öte taraftan da toplantıyı “olumlu bir görüşme” olarak değerlendiriyordu. Dok Gemi-İş, Bakan Çelik ile GİSBİR patronlarının kolkola girip Limter-İş’e yönelik saldırgan bir tutum sergilediği ve bakanın “Tuzla Tersaneler Bölgesi İzleme ve İnceleme Komisyonu”na denetleme yetkisi vermediği bir toplantıyı “olumlu bir görüşme” olarak değerlendirmek ancak safdillik olarak nitelendirilebilir.

Bu “olumlu görüşmelerin” ardından 4 işçinin daha iş cinayetine kurban gitmesi konunun gündemde kalmasını sağladı. Çalışma Bakanı “yatıyoruz Tuzla, kalkıyoruz Tuzla” derken, aslında işçilerde kabaran öfkenin telaşıyla hareket ediyordu. Tüm sözde denetlemelere karşın iş cinayetlerinin birbirini izlemesi kamuoyunda ciddi bir duyarlılık alanı oluşturdu. Bir takım sendikalar, meslek odaları, kurumlar konuyla ilgili harekete geçtiler. Sermaye basının objektifleri dahi tersanelerden ayrılmaz oldu.

Bu dalga karşısında DİSK basınç hissederek eylem programı açıklamak zorunda kaldı. Bu eylem açık ki işçiler hesap edilmeden yapılmıştı. İşçilerden yalıtık olarak düşünülen bu eylemin DİSK bürokratlarını oldukça medyatik yapacağı açıktı. Diğer yandan DİSK’e bağlı Limter-İş Sendikası 27-28 Şubat gününü “grev” günü olarak ilan etti. Bu da işçilerin bilinç ve örgütlülük düzeyi hesap edilmeden yapılmış bir çağrıydı.

Grev için örgüt, örgüt için taban çalışması!

Yukarıdaki ara başlık birçok şeyi ifade ediyor. Elbette tersaneler cehenneminde gerçekleşebilecek bir grev sorunları bir parça hafifletebilirdi. Ancak Limter-İş Sendikası dışarıda gelişen kamuoyunun duyarlılığına ve rüzgârına yaslanarak bir grev ilan etti. Oysa, tersaneler havzasında gerçekleşebilecek “fiili bir grev” salt kamuoyunun duyarlılığı üzerinden gerçekleştirilemez. Örgütlü bir hazırlığı esas almadan, komitelere dayanmadan ve bu komiteler içerisindeki işçilerin enerjisi grev sürecine ortak edilmeden bu başarılamaz. Kavganın sıcak eğitiminden geçilmeden, salt çağrılara dayanan bir grev, grev değildir. Siz olağanüstü durumlarda, işçilerin kabaran öfkesini eylemsel bir kanala akıtma ihtiyacı hissedersiniz, yanlış olan bu değil. Ancak bunun bir “grev” olarak tanımlanması ve bu “grev”in başarısının GİSBİR’le bir protokolün imzalanmasında görülmesi yanlıştır. Eğer bilinç ve hareket diyalektiğini göz önünde bulundurmazsanız, öfke kabarmasını ve dolayısıyla boşalmasını “grev” olarak tanımlarsınız. Bu bilinçle harekete geçmeyen bir işçi yığınını da, 28 Şubat’ta olduğu gibi harekete geçiremez, hezimete uğrarsınız.

Tersane İşçileri Birliği’nin grev hedefi ve çalışması!

Tersane işçilerinin hak arama mücadelesinin örgütlenmesi doğrultusunda yoğun bir emek harcayan ve bu doğrultuda anlamlı adımlar atan Tersane İşçileri Birliği, 9 Aralık 2007 tarihinde gerçekleştirdiği 2. Tersane İşçileri Kurultayı’nda, havzada yaşanan yangının ancak gerçekleşebilecek “fiili bir grev” ile bir nebze olsun söndürülebileceğini ilan etmiştir. Ancak, bir grevin ön hazırlık sürecinin örgütlenmesi gerektiğinin ve bunun zorluklarının bilincindedir. Güçlü bir ön hazırlık, kuvvetli bir programa sahip olmakla mümkündür. Kuvvetli ve sonuç alıcı bir grev de geniş işçi yığınlarını bu program etrafında kenetlemekle mümkündür. Bu vesileyle kamuoyuna da sunduğu belgelerde, hem tartışma süreci hem de ortaya çıkarmış olduğu program, tamamıyla sınıfı örgütleme, bilincini üst düzeye çıkarma, dayanışma ruhunu güçlendirme, her şeyden önemlisi işçilerin eylemliliğini geliştirme programıdır.

Bugün taşeronluk sistemi altında parçanmış, sorunlarına yabancılaşmış, mücadeleden uzak duran bir işçi kitlesi ancak ve ancak, onu kaynaştıracak ve duyarlılığını arttıracak bir mücadele programıyla bir mücadele dinamiği haline gelebilir. Bu dinamiği yaratabilmenin yol ve yöntemleri de, kurultay sonuç bildirgesi olarak kamuoyuna sunulmuştur. Tersane işçilerinin birliğini yaratmayı amaçlayan bu uzun yürüyüşün programında dayanışma fonundan dernek lokaline, kampanyalara kadar bir dizi karar bulunuyor. Bu kararların ısrarla üzerinde durulması ve hayata geçirilmesi birliği yaratmanın koşuludur. Sınıfın birliği yaratılamadan kalıcı kazanımları açığa çıkaran bir grev sürecini örgütlemek mümkün değildir.

27-28 Şubat direnişi ve bir kez daha Limter-İş’in mezhepçi tutumu

Tersane İşçileri Birliği, DİSK’in açıkladığı eylem programında motor güç olacağını açıklamıştı. Bu öylesine söylenmiş altı boş bir iddia değildi. Tersine bu sözler, işçilerin enerjisine yaslanan, işçi yığınları içerisinde ciddi bir etkisi olan ve tersane işçilerinin mücadelesine çoğu zaman rehberlik eden bir güç olmak üzerinden sarf edilmişti. Tersane İşçileri Birliği’ni işçilerin ve tersane patronlarının gözünde güçlü kılan bu olgu, mevcut “sendika” tarafından yok sayılmaya devam ediyor. Bu dar kafalı anlayış, geçmişten bugüne zerre kadar değişmemiş, bunun sonucu olarak Limter-İş Sendikası gerçek işlevinden tamamıyla kopmuştur. Bu darlık, kendine duyulan güvensizliğin yanısıra aslında sınıfa karşı sorumsuzluğun da açık bir ifadesidir.

Bu mezhepçi zihniyet kendini 27 Şubat direnişinde de ortaya koymuştur. En kör gözlerin bile görebileceği bir kitlesellikle alana girerek yolun kesilmesini sağlayan Tersane İşçileri Birliği, Limter-İş Sendikası’nın ısrarı ve ortak komite önerisi üzerine programını değiştirmiş ve Tuzla Gemi Tersanesi önünde kalmıştır. Ancak kısa bir süre sonra “eylem Limter-İş Sendikası’nın eylemi” denilerek Tersane İşçileri Birliği yok sayılmıştır. Pankartın kapatılmasına dönük müdahaleler küfür ve hakaret boyutlarına varmış, arbedeye yol açmıştır. Kitlenin bütünlüğünü ve motivasyonunu zedeleyebilecek bu tutumun sorumluluğu Limter-İş Sendikası’na aittir. Ve bir kez daha görülmüştür ki, bu darkafalı zihniyet yıllardır değişmemiş, tersine kemikleşmiştir. TİB-DER yöneticilerinin kısa süreli kitleye hitabına sürekli müdahale edenler, hitap hakkını burjuva partilerin başkanlarına ve DİSK’in bürokratlarına vermekte sakınca görmemişlerdir. TİB-DER’in pankartına küfür ederek saldıranlar, DSP ve CHP’nin bayrak ve pankartlarına dokunmamışlardır. Dahası “sınıf dostu” olarak tanımlayabilmişlerdir.

‘Şah’a kalkan sendikanın hazin çöküşü!

Tarihi mezhepçilik olan bu anlayış basının, kamuoyunun, parlamentonun ve bakanın müdahalelerinin bir grev için yeterli olduğunu düşündü. Ancak, grevi çözücü bir ihtiyaç olarak görme noktasında henüz bilinç bulanıklığı yaşayan bir işçi kitlesini iki günlük bir greve çağırmak, ikinci günde hezimete uğramakla sonuçlandı. Bu başarısızlık, bir başka gerçeğin de görülmesini sağladı. Tersane İşçileri Birliği’ni dışta tutarak, onun etki alanını yok sayarak grev örgütleme fikrinin ne kadar yaşama geçebileceğini direnişin ikinci günü tüm açıklığı ile gösterdi.

Sorunun ikili bir yönü var. Birincisi alt yapısız yani örgütsüz bir grev olmaz. İkincisi ise, Tersane İşçileri Birliği olmadan bir grev başarılamaz. Şimdi Limter-İş Sendikası kamuoyu etkisiyle yaşanan bir takım biçimsel gelişmelere sarılarak, iki günlük “grev rüzgarı”nın kazanım olarak sunma peşindedir. Bu durum gerçekten de içler acısıdır.

Bugüne bakanlar geçmişi görecekler…

Bugün Limter-İş Sendikası’nın yarattığı mezhepçi tablo dünün aynası durumundadır. Tersanelerde yaşanan ayrışmanın nedenlerinin kısa özetidir. Yıllardır bir grup öncü işçi birleşik mücadelenin örülmesinden yana olduklarını, ancak sendikanın bu noktada kendi anlayışları dışındaki politik güçlere olanak tanımaması nedeniyle ayrıştıklarını açıkladılar. Sendikadan bağımsız olarak hareket eden ve “bülten” yayınlayarak yollarına devam eden işçiler, 1. Tersane İşçileri Kurultayı’ndan sonra, Limter-İş Sendikası’nın bütün engelleme girişimlerine rağmen Tersane İşçileri Birliği’ni kurarak dernekleştiler. Çizdikleri Rota havzaya bakışın politik sağlamlığını gösterdi. Bu sağlamlık kısa sürede tersane işçileriyle kaynaşmayı kolaylaştırdı. Zamanla ciddi bir güç haline gelindi. Barınma sorunundan iş cinayetlerine, sigortasız çalışmaya ve ücret gasplarına karşı yaygın, kitlesel ve etkili eylemler gerçekleştirdiler. 2. Tersane İşçileri Kurultayı ile birlikte sınıfın birliğini yaratmayı ve buradan greve gitmeyi hedeflediler.

Tersane İşçileri Birliği, sınıfın birliği yaratılmadan grevi gündeme getiremiyordu; bu hem henüz böyle bir güce sahip olmamakla, hem de bu gücü yaratabilecek öznel koşulları yaratma çabasıyla ilgiliydi. Bu örgütlülük yaratma çabası uzun ve soluklu bir çabanın ürünü olacaktır. Sendikanın sergilediği dar grupçu zihniyet de ancak böyle bir örgütlülüğün yaratılmasıyla aşılabilecektir.

 “İlerici” basının ilericiliği bir yere kadar…

“İşçinin sesi gerçeğin habercisi” Evrensel gazetesi, yaşanan direniş sürecini bütün ayrıntılarıyla anlattığını iddia ediyor. Ancak bu ayrıntının içerisinde TİB-DER’i görebilmek mümkün değil. En gerici burjuva basının dahi görmezden gelemediği bu gerçeklik, nasıl oluyor da Evrensel’in gözünden kaçabiliyor. Burada bir niyet sorunu var kuşkusuz. TİB-DER’in koskoca 600 kişilik bekar evleri eylemini ufak satırlara sığdırmak zorunda kalan Evrensel gazetesi de “ayrıntılı gerçek haberin” safsatadan ibaret olduğunu kanıtlamış oluyor.

Başka bir tutarsızlık örneği de yine Evrensel çevresinin desteklediği “Baret” grubundan geliyor. Limter-İş Sendikası’nın genel kurulundan bugüne sendikayla ciddi gerilimler yaşayan bu çevre, 27 Şubat direnişinden önce TİB-DER ile dirsek teması kurmuş, ancak olumsuz yanıt alınca her zamanki gibi Limter-İş Sendikası’nın kuyruğuna takılmayı tercih etmiştir. Bu kuyrukçuluk, Limter-İş Sendikası’yla beraber TİB-DER’e alınan tutumda ortaklaşmada da ifadesini bulmuştur.

Atılım gazetesinin başyazısının, “İşçi sınıfının yeni damarı” olanak nitelediği tersane direnişinde DİSK bürokratlarına “hak ettikleri değeri” verirken, TİB-DER’den bahsetmemesine ise şaşırmak için bir neden bulunmuyor!

Grevi örgütlemek halen yakıcı bir ihtiyaç!

Tersane patronlarına hadlerini bildirecek, taban örgütlülüğüne ve dinamizmine dayalı bir grevi örgütlemek halen yakıcı bir ihtiyaçtır. Kalıcı kazanımlar elde etmenin ve GİSBİR’i protokol imzaya zorlamanın biricik koşulu, gerçek bir komiteleşmeye yaslanan, militan eylemliliklerle deneyim biriktiren, ama her şeyden önce sınıfı tek çatı altında toplayan bir çalışma rotasıdır. Bu rota 2. Tersane İşçileri Kurultayı’nda çizilmiştir. İş cinayetlerinin, yaygın sigortasızlığın, taşeronlaştırmanın hüküm sürdüğü bu cehennem daha birçok çalkantıya tanık olacaktır. Yapılması gereken, bu çalkantıların deneyimlerini süzerek gerçek bir grevle zaferi taçlandırmaktır. Bu aynı zamanda, dükkancı sendikal anlayışın yok olmasını da beraberinde getirecektir. Bunu başaracak olan ise kitlelerin militan eylemliliğidir. Bu başarıldığı koşullarda, tersane işçisi gerçek “sınıf dostlarını” yanında görecektir. Grev hazırlığı, 27 Şubat deneyiminin ışığında yüklenilmesi gereken kilit bir noktadır.

Baharı kazanmaya, komitelerle 1 Mayıs’a!

İsyanın ve direnişin adı olan bahar dönemi tersaneler cehennemine de isyanı ve direnişi getirmiştir. Sınıfın birliğini yaratma ve dayanışmasını güçlendirme yolunda ilk adım, baharı örgütlemekten geçmektedir. 8 Mart alanlarında kendilerini varedecek olan Tersane İşçileri Birliği, baharı adım adım örgütleyerek kazanacaktır. 1 Mayıs’a bu kazanımlar üzerinden yürünecektir. İşçi sınıfının tarihsel mücadelesinin bu önemli gününe hazırlık, “Cehennem koşullarına karşı 1 Mayıs’ta iş bırakarak alanlara” başlığı taşımalıdır. Taban iradesine dayanan “işyeri komiteleri” üzerinden şekillenmelidir. Tersane İşçileri Birliği’nin yol göstericiliği komiteleri beslemelidir.

Bu başarılabildiğinde, 1 Mayıs’ta ortaya konulacak mücadele kararlılığı tersane patronlarına korku salacaktır. Sınıf devrimcileri bu bilinçle sürece yüklenme görev ve sorumluğu ile yüzyüzedir.

 

Tersane İşçileri Birliği