14 Mart 2008 Sayı: SİKB 2008/11

  Kızıl Bayrak'tan
  Devrimci baharı örgütleyelim!
  Amerikancı cepheye karşı emekçilerin devrimci baharı için!
Talabani’nin Türkiye ziyareti üzerine
ÇÜ’de şoven gericilere karşı yürüyüş...
Gazi katliamı ve direnişi anıldı...
12 Mart Gazi, 16 Mart Halepçe ve Beyazıt Meydanı....
  Emekçi Kadın Kurultayı’na sunulan tebliğlerden...
  Burjuvazinin 8 Mart üzerine hesapları...
  Makina kırıcılardan insan kıyıcalara...
Yüksel Akkaya
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Yapı-Yol Sen üyeleri Türkiye genelinde iş yavaşlatma ve iş bırakma gerçekleştirdiler...
  Gençlik hareketinden...
  Emperyalist zorbalar ile gerici güçlerin riyakarlığı…
  Birleşmiş Milletler taşeronluğa devam ediyor…
  Bush işkenceyi yasaklayan yasa tasarısını veto etti!
  MİB-DER: Sınıf mücadelesinde yeni bir mevzi!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emekçi Kadın Kurultayı’na sunulan tebliğlerden...

“Özgürlük ve eşitlik için emekçi kadınlar bir adım ileri!”

Kadın sorunu ve kadının kurtuluşu

Günümüz burjuva toplumunda kadın sorunu, kendini yaşamın her alanında göstermektedir. Örneğin, erkek halen ailenin reisidir. Burjuvazinin, “toplumu oluşturan en küçük birim” olarak tanımladığı ailede bu böyleyse eğer, toplum planında da farklı olması mümkün değildir. Nitekim kadın, tıpkı önceki sınıflı toplumlarda olduğu gibi, burjuva toplum ve değer yargıları içinde de aşağı bir cinstir. Burjuvazi bunu daha incelikli biçimlerde ifade etse de, özünde egemen olan aynı bakış, aynı yaklaşımdır. Kendi sınıfsal-toplumsal değer yargılarının yanısıra, burjuvazi kadını aşağılamada dinlerin o en ilkel ve kaba yaklaşımından yararlanmayı sürdürmektedir.

Genel toplumsal alanın yanısıra, burjuvazi, üretim ilişkileri alanında da kadın aleyhine net bir ayrımcılık uygular. Uluslararası işçi hareketinin en yakıcı istemlerinden biri olan “eşit işe eşit ücret” talebinin temelinde, kapitalist üretim ve sömürü ilişkilerinde kadın aleyhine yerleşmiş ve kurumlaşmış ayrımcılık vardır. Kadın, erkekle aynı işi yaptığı halde aynı ücreti alamamakla kalmaz, kapitalizmin yol arkadaşları olan bunalım ve işsizlik de, her seferinde öncelikle onu vurur.

Kapitalist düzen kadın emekçiyi iki kat sömürmek ve ezmekle de yetinmez, aynı zamanda onu metalaştırır. Günlük yaşam içindeki aşağılayıcı yaklaşımdan reklam nesnesi bir cinsel obje olarak kullanılmasına, dahası, kapitalist piyasanın fuhuş sektöründe bir meta olarak alınıp satılmasına kadar, yaşamın her alanında bu böyledir.

Kadın sorunu, mevcut toplumsal ilişkilerin bir ürünü olan, bu ilişkilerin bütününden kaynaklanan bir sorundur. Günümüzün toplumsal ilişkileri kapitalist sınıf ilişkileridir ve kadın sorunu da bu ilişkilerin bir ürünü olarak karşımızdadır. Dolayısıyla, sorunun çözümü bu ilişkilerde köklü bir devrimci değişimle mümkün olabilecektir. Bu alanda bugüne dek yapılmış kimi reformlar, kazanılmış kimi haklar işçi sınıfının zorlu mücadeleleri sayesinde mümkün olabilmiştir. Ve mücadeleyle kazanılan diğer tüm haklar gibi, sınıf mücadelesinin gerilediği her evrede kaybedilme riskiyle karşı karşıyadır.

Kapitalist toplum kadının köleliğini kendinden önceki toplumlardan devraldığına göre, sorun, aynı zamanda tarihsel bir sorundur da. Yani, tarihin belirli bir evresinde, belirli üretim ilişkilerinin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Öyleyse, diğer tüm tarihsel sorunlar gibi, tarihin başka bir evresinde, onu ortaya çıkaran koşulların ortadan kalkması/kaldırılmasıyla yok olacaktır. Kadın sorununu geçmişte sınıflı toplum ilişkileri üretti ve her yeni sınıflı toplum onu kendi yapısına ve ihtiyacına uydurarak sürdüregeldi. Gelecekte, sınıfların ortadan kaldırılmasıyla, sınıflı topluma ilişkin tüm diğer eşitsizlikler gibi kadın sorunu da ortadan kalkacaktır.

Burjuvazi, kendinden önceki sınıflı toplumlarda olduğu gibi, kadının mevcut konumunun doğal işbölümünün gereği olduğuna, dolayısıyla değişmez olduğuna toplumu inandırmaya çalışır. Dinlerin de bunu emrettiğini söyler. Biz komünistlerse, sorunun tarihin belirli bir evresinde ortaya çıktığını ve başka bir evresinde de ortadan kalkacağını/kaldırılacağını bilimin ve tarihin verileri ışığında dile getiririz.

Toplumsal her sorunun olduğu gibi, kadın sorununun da çözümü, onu ortaya çıkaran ve sürdüren toplumsal koşullardan, bu koşulların ortadan kaldırılmasından ayrı düşünülemez. Öyleyse, kadın sorununun çözümü için anahtar da, onu ortaya çıkaran tarihsel-toplumsal koşullarda mevcuttur. Kadın sorununu özel mülkiyet ve sınıflı toplum düzeni yarattı, sınıflı toplumlar devam ettiği sürece de sorun biçimsel farklılıklar yaşasa da özü itibarıyla varlığını sürdürdü. Demek ki sorunun ortadan kalkması da, temelde sınıflı toplumun ortadan kaldırılmasına bağlıdır.

Bu da sorunun çözümünü dolaysız biçimde toplumsal bir devrime, sosyalizme bağlar. Kadının gerçek kurtuluşu, sömürü üzerine kurulu bu düzenin ortadan kalkmasıyla mümkün olacaktır. Sosyalizm, kadına yönelik eşitsizliğin, cinsel baskının zeminini de kurutacaktır. Bunun ötesinde, kadın ve erkeği, insanlaşma sürecinin bir üst düzeyinde özgür ve gelişmiş insan olarak eşitleyecektir.

Ancak bu bilimsel gerçek, hiç de, çözümü devrim sonrasına ertelediğimiz anlamına gelmez. Tersine biz, mevcut düzen koşullarında, tüm diğer toplumsal sorunlarda olduğu gibi, kadın hakları için mücadeleye de gereken önemi veririz. Kalıcı ve kesin çözüme toplumsal bir devrimle ulaşılacağı gerçeğini unutmadan, acil demokratik talepler uğruna mücadeleyi yükseltmek için olanca çabayı gösteririz.

Kadın sorunu sözkonusu olduğunda bu, sadece bu düzen sınırları içinde olanaklı her hakkın alınması ve kullanılmasının da ötesinde, kadının mücadele içinde bilinçlenmesi, gelişmesi ve özgürleşmesi için gereklidir.

Sınıf mücadelesi sadece emekçi kadının gelişmesi ve özgürleşmesine değil, emekçi erkeğin de kadına daha eşitlikçi bir gözle bakacak düzeye gelebilmesine, böylece kadın-erkek eşitliğinin proleter sınıf düzleminde bugünden hazırlanmasına da imkan sağlar.

Sorunun tümüyle ortadan kaldırılmasına ilişkin maddi imkanlar ise, kapitalist özel mülkiyetin ortadan kaldırılması ve birikmiş zenginliklere el konulmasıyla, proleter devrim tarafından yaratılacaktır. Kadın sorununun çözümüne giden yolda ilk elden örgütlenmesi gereken temel toplumsal kurumlar için ihtiyacımız olan birikim, kapitalist tekellerin kasalarında mevcuttur.

Tüm bunları elde edebilmemiz için de, emekçi kadınların mücadeleye aktif olarak katılması ve ön saflarda yeralması gerekiyor.

 

Cinsel sömürü ve ezilmeye son!

Günümüz burjuva toplumunda kadınlar, ezilen cinsi oluşturuyor. Bunu yaşamımızın her alanında bizzat yaşıyor ve görüyoruz. Kadınlar, cinsel kimliklerinden dolayı eziliyor, horgörülüyor, aşağılanıyor ve yok sayılıyor.

Bunu bir bütün olarak kadın cinsi yaşıyor olsa bile, cinsel ezilmişlik yine de özü ve esası yönünden sınıfsal bir nitelik taşıyor. Dolayısıyla da sorun temelde işçi ve emekçi kadını ilgilendiriyor. Emekçi kadın, bir emekçi olarak ezilmek, sömürülmek ve horlanmakla kalmıyor, bütün bunları bir de kadın olma konumu ve kimliği üzerinden yaşıyor. Sınıfsal kimliğinden gelen sorunlar cinsel kimliğinden gelen sorunlarla birleşiyor, böylece burjuva kadınınkinden tümüyle farklı bir kapsam ve nitelik kazanıyor.

Sorunun özüne ilişkin bu temel vurgunun, cinsel baskı ve sömürünün bizzat emekçi kadının sorunu olma olgusunu belirtmemizin ardından, sorunun nasıl yaşandığına bakalım:

Kadının cinsel kimliğine yönelik yaşadığı saldırıların başında şiddet geliyor. Kadına yönelik şiddet farklı biçimlerde yaşanıyor. Fiziksel şiddet (tokat atmak, dövmek vb. ), sözel şiddet (aşağılayıcı sözler söylemek, hakaret etmek, vb.), ekonomik şiddet (kadının çalışmasına izin vermemek vb.), cinsel şiddet (tecavüz, taciz, cinsel istismar vb.), sosyal şiddet, psikolojik şiddet, devlet şiddeti (gözaltında, cezaevlerinde cinsel taciz, tecavüz, işkence vb.)...

Biçimleri değişse de, tüm bu şiddet uygulamaları aynı amaca hizmet ediyor. Kadınlara boyun eğdirme, denetim altında tutma ve sindirme amacı taşıyor.

Şiddet olgusu sanıldığından da fazla yaygınlık taşımakta, “geleneksel” biçimlerinin yanısıra bazı yeni biçimlerle güçlenmektedir.

Kimi rakamlara göre, Türkiye’de kadınların %79’u fiziksel şiddete, %52’si sözel şiddete, %29’u duygusal şiddete, %18’i ekonomik şiddete maruz kalmaktadır. En yaygın şiddet biçimi aile içi şiddet olarak yaşanmaktadır. Kadına yönelik cinsel şiddetin en önemli ayağını ise, devletin uyguladığı şiddet oluşturmaktadır. 1997-2006 yılları arasında, resmi rakamlara göre, 166 cinsel taciz, 70 tecavüz olayı yaşanmıştır. Kürt halkına yönelik saldırılardan da en fazla Kürt kadınları etkilenmektedir. Gözaltında taciz ve tecavüz vakaları en çok Kürt illerinde yaşanmaktadır.

Şiddetin bir biçimi olarak töre ve namus cinayetleri de günümüz toplumunda hala ciddi boyutlarda yaşanmaktadır. Geleneksel anlayışın egemen olduğu, yasaların yetersiz kalmak bir yana adeta teşvik edici bir rol oynadığı ülkemizde töre cinayetleri, her yıl çok sayıda kadının canını almaktadır. Üstelik bunlar vahşi işkenceler eşliğinde gerçekleşmektedir. Burun kesme, sokak ortasında taşlama, intihara zorlama vb. Devletin bu konudaki suçunun bariz örneği ise, Ceza Yasası’nın haksız tahrik maddesi nedeniyle bu tür suçlarda ceza indirimine gidilmesidir.

Kadın cinsine yönelik saldırılardan bir diğeri de kadının metalaştırılmasıdır. Bir cinsel meta haline getirilen kadın, her türlü metanın pazarlanmasında da reklam aracı olarak kullanılır. Sermaye daha fazla kâr elde etmek için kadını cinselliği üzerinden metalaştırır. Bugün medya aracılığıyla kadın cinselliği en iğrenç bir biçimde pazarlanmaktadır. Kadın cinselliğinin meta olarak kullanılageldiği en açık adreslerden birisi de kapitalizmin en karlı sektörlerinden biri olan fuhuş alanıdır. Sistemin tüm çirkefliğini ve pisliğini gözler önüne seren fuhuş, kadın cinsinin meta olarak pazarlanması üzerinden sermayeye devasa kâr alanları açmaktadır.

Resmi ve gayri resmi olarak bu sektör her geçen gün büyümektedir. Yapılan araştırmalara göre, Türkiye’de faaliyet gösteren 56 genelevde kayıtlı 3 bin kadının yanısıra, “kayıt dışı” çalışan 100 bin kadın bulunuyor. Yani Türkiye’de her 350 kadından biri resmen veya fiilen fuhuş yapıyor. İşin en acı yanlarından biri ise, verilere göre, kadınların %30’unun eşleri, %10’nun baba, anne ve ağabeyleri, %3.4’ünün de beraber olduğu erkekler tarafından satılıyor olmasıdır. Bu durum da, toplumsal çürümenin aldığı boyutu gözler önüne seriyor.

Binlerce yılı bulan bir süreçten bugünlere gelen ataerkil ideoloji ve kültür ise kadınların ezilmesinde ve yok sayılmasında en temel etken durumundadır. Bu kültür sayesinde kadınların ezilmişliği, bu toplumu oluşturan erkekler, dahası bizzat kadınlar nezdinde olağan hale gelmiştir. Bir araştırmanın verileri bu açıdan çarpıcıdır. Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün 1998 yılında yaptığı bir araştırmaya göre; erkeklerin yüzde 44.9’u, kadın kocasına itaat etmediğinde kocanın karısını dövme hakkına sahip olduğunu, yüzde 66.2’si evde erkeğin mutlak otorite olduğunu ve kadının ona itaat etmesi gerektiğini, yüzde 53.7’si bir cins olarak erkeğin kadından üstün ve akıllı olduğunu ve yüzde 64’ü kadının kocasıyla anlaşmazlığı durumunda, tartışmaması ve kocasının görüşünü kabul etmesi gerektiğini düşünüyor. İşin en kötü yanı ise, kadınların da bu ideoloji ve kültürün esiri olmasıdır. Kadının gündelik yaşama ilişkin tüm görev ve işleri tanımlıdır. Erkek de kadın da o tanımlamaya göre davranır.

Kadının bu konumunun meşrulaştırılmasında din de çok temel bir rol oynamaktadır. Özellikle son yıllarda hızla tırmanan dinsel gericilik, kadını erkeğin kölesi haline getiren bakış ve anlayışı daha da derinleştirmektedir.

***

Kadının cins olarak sömürülmesi ve ezilmesi sorununu bu düzen çözemez. İstedikleri kadar “haydi kızlar okula” desinler, “kadına yönelik şiddete son” kampanyaları örgütlesinler, “sözde” kadın bakanlığı kursunlar... Bunlar sorunu çözmeye değil, emekçilerin gözünde perdelemeye yarar. Fuhuş da, kadının eve hapsedilmesi de, köle gibi görülmesi de, şiddet ile baskı altına alınması da bu düzenin işine gelmektedir. Yapılan her uygulama zaten bu düzenin ruhunda vardır.

Bugün, bu düzenin yıkılması hedefine bağlanarak, kadın cinsine yönelik saldırılara karşı mücadelenin örgütlenmesi, acil bir görev ve sorumluluktur. Bu mücadele önümüzdeki dönemde temel gündem maddelerimizden biri olmalıdır.

Emekçi Kadın Komisyonları, yasalarda ve toplumsal yaşamın her alanında cinsiyete dayalı ayrımcılığa son verilmesi, her alanda kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık ilkesinin hayata geçmesi, şiddet gören kadınlar için çeşitli tedbirlerin alınması, devletin uyguladığı cinsel şiddetin sona erdirilmesi taleplerini yükseltmelidir. Aynı zamanda kapitalizmin kadını metalaştıran tutum ve uygulamalarına, kadını köleleştiren kültüre, değer yargılarına ve dinsel gericiliğe karşı mücadele yürütülmelidir.

Emekçi Kadın Komisyonları, kadınların bu sorunlar ve çözümleri konusunda tam bir bilinç açıklığına kavuşması ve ona karşı mücadele etmesi için eğitici çalışmalar yapmalıdır.

Emekçi Kadın Komisyonları, emekçi kadınları eylem alanlarında özgürleşmeye çağırmalı, 25 Kasım gibi mücadele günleri vesilesiyle kadına yönelik cinsel baskı ve saldırılara karşı eylemli tepki örgütlemelidir.

Kadınların örgütlenme ve mücadele sorunu!

Tebliğimizde, işçi ve emekçi kadınlar için mücadelenin gerekliliğine ve bu mücadelenin önemli ve vazgeçilmez bir aracı olarak kadınların örgütlenmesi sorununa değineceğiz.

Kadın sorunu toplumsal, siyasal ve kültürel boyutları içinde cinsler arası bir eşitsizlik olarak yansıyor olsa bile, onu temelde cinsel değil fakat sınıfsal ilişkiler ve farklılıklar üretmiştir. Tüm kesimlerden kadınlar kapitalizmin erkek egemen anlayışının kurbanıdırlar ama aslolan ezilen sınıfın bir parçası olan ve çifte sömürüye ve baskıya maruz kalan işçi ve emekçi kadınlardır. Dolayısıyla, mücadelenin asıl muhatapları da onlardır.

Kadının toplumsal konumu, çifte sömürüsü ve ezilmişliği, onun toplumsal yaşam ve mücadele içinde geri planda durmasına yol açıyor. Fakat tersinden, kadının verdiği mücadele onun özgürleşmesini, zincirlerini kırmasını kolaylaştırıp hızlandırır. Ve kadının kimlik kazanması, özgürleşmesi bugünün mücadelesinin büyümesinde temel bir rol oynar.

Geçmişten günümüze kadınlar tüm toplumsal gelişme süreçlerinde mücadelenin bir öznesi olmuşlardır. Uluslararası sınıf hareketinin tarihi, kadının bu mücadeleler içinde oynadığı role ışık tutmaktadır. Bu mücadele dün olduğu gibi bugün de devam etmektedir.  

İşçi ve emekçi kadın, yaşadığı çok yönlü sorunların çözümü için mücadele etmek ve örgütlenmek zorundadır. Örgütlülük mücadelenin temel önemde bir aracıdır. Bugün de yapılması gereken, işçi ve emekçi kadın kitlelerini mücadelenin içine çekmek, yönlendirmek ve eğitmek olmalıdır. Emekçi kadının, devrimci proletaryanın saflarında sınıf mücadelesinin etkin bir bileşeni olmasını sağlamak gerekmektedir.

Kadın da erkek de, aynı sınıfın mensupları olarak, sınıfsal baskı ve kölelik ilişkilerine mahkûm olarak yaşamaktadırlar. Sınıfsal konum üzerinden şekillenen bu toplumsal sorun her iki cinsi de kapsamaktadır. Fakat yine de, işçi ve emekçi kadınlar bu sorunların yanı sıra kadın olmaktan kaynaklı bir dizi sorunla yüzyüzedirler. Bu ise onların, hem sınıfsal hem de cinsel sömürüsüne ve ezilmişliğine karşı bir adım ileride mücadele etmelerin zorunlu kılar. Çünkü işçi ve emekçi kadın sadece ücret sorunu için değil, sigorta sorunu için değil, kreş hakkı için değil, aynı zamanda cinsel sömürüye, şiddete, töreye, aşağılanmaya, aile ve toplum içindeki ikincil konumuna karşı da mücadele etmek zorundadır.

Kadın mücadelesi, burjuva ve küçük-burjuva feminist akımlar tarafından, kadının salt kadın olmaktan kaynaklı sorunlarına indirgendi. Bu çerçevede, bu sorunun çözümü, sorunun kaynağı olarak görülen erkeğe ya da bir takım geleneksel değer yargılarına karşı yürütülen mücadele ile sınırlandı. Böylece gerçek özünden saptırıldı, daraltıldı ve alabildiğine güdükleştirildi. Oysa kadın mücadelesi, burjuva ve küçük-burjuva feminist akımların çizdiği yüzeysel çerçevenin çok çok ötesinde, güçlü toplumsal temellere ve sınıfsal mantığa dayalı bir mücadeledir. Her şeyden önce bu mücadele, orta sınıf kadınının biçimsel hak eşitliği arayışından temelden farklı olarak, proleter ve emekçi kadının çifte ezilmişliğe ve sömürüye karşı sınıfsal mücadelesidir.

Kadının gerçek kurtuluşunun ancak sosyalizmle mümkün olacağını söyleyen biz komünistler, kadınların yüzünü iktidarı alma mücadelesine dönmesini sağlamak durumundayız. Bu genel perspektifi gözden kaçırmamak kaydıyla, kadın ezilmişliğine karşı gündelik mücadele, bu mücadelenin sorunları ve özgül talepleri üzerinde de gereğince durmalıyız. Nasıl ki işçi ve emekçilerin acil ve güncel taleplerine dayalı bir çalışma ve mücadele onları uzun vadeli devrimci hedeflere kazanmanın zorunlu bir gereği ise, aynı şekilde, kadının ezilmişliğine karşı mücadele ve güncel istemler uğruna etkin bir çalışma da, kadınları sınıf mücadelesine ve devrime kazanabilmenin zorunlu bir gereğidir. 

Emekçi kadınlara yönelik çalışmada açıklık getirilmesi gereken önemli noktalardan biri, “bağımsız kadın örgütlenmesi” sorunudur. Bizler, burjuva feminist akımların ve onların soldaki versiyonlarının öne sürdüğü tarzda bir bağımsız kadın örgütlenmesine karşı tutum alıyoruz. Zira biz kadın sorununu kendi içinde yeterli, salt cinsiyet temeline dayalı, ayrı bağımsız bir sorun olarak görmüyoruz. Bu sorun genel toplumsal sorunun bir parçasıdır ve özgül bir boyutudur. Dolayısıyla mücadele ve örgütlenme planındaki yerini ve anlamını da buna göre bulacaktır.

Bunun işçi ve emekçi kadın için anlamı toplumsal mücadelede erkek işçi ve emekçi kardeşleriyle omuz omuza olması ve örgütlenme sorununu da bu birleşik mücadelenin örgütsel araçları üzerinden ele almasıdır. Kadın ve erkek emekçiler, parti örgütünden sendikal örgütlere, bugünün kültürel kurumlarından yarının devrimci meclislerine kadar tüm sınıf örgütlerinde birlikte, omuz omuza yer alacaklardır. Amaç emekçi kadınla erkeği birbirinden ayırmak değil, fakat mücadele içinde ve ileri bir düzeyde birleştirmek, omuz omuza devrimci sınıf savaşına sürmektir. İşçi ve emekçilerin bir parçası olan kadınları alıp ayrı bir örgütlenmeye sevk etmek, devrimci sınıfın gücünü bölmekten; işin özünde, kadını, salt kendi özgül sorunlarına dayalı sınırlı bir örgütlenme içinde, bir kez daha ikinci planda bırakmaktan başka bir anlama gelmez, bundan başka bir sonuç doğurmaz. 

Dolayısıyla emekçi kadının örgütlenmesi sorunu, herşeyden önce onun mevcut tüm sınıfsal örgütler içinde geniş kitleler halinde birleştirilmesi, bu örgütler bünyesinde etkin ve inisitiyatifli bir biçimde öne çıkmasının sağlanması demektir. Emekçi kadının mevcut örgütsüzlüğünün giderilmesinin ve etkin bir biçimde mücadeleye çekilmesinin en tayin edici halkası tam da budur.

Fakat bu kendi başına yeterli de değildir. Genel sınıf mücadelesi içinde bir yandan kadına ilişkin özgül sorunların ve istemlerin başarılı bir biçimde ele alınabilmesi ve öte yandan emekçi kadının mücadele isteği ve enerjisinin etkin biçimde açığa çıkarılabilmesi için, siyasal, sendikal ve kültürel tüm emekçi örgütleri bünyesinde özel ve uzmanlaşmış örgütlenmelere de ihtiyaç vardır. Bugünün koşullarında işçi ve emekçi kadın komisyonları bu ikili amaca ve ihtiyaca yanıt verebilecek en uygun araçlardır. Mevcut sınıf ve emek örgütleri bünyesinde örgütlenecek olan işçi ve emekçi kadın komisyonları, işçi ve emekçi kadınların özgül sorunları üzerinde yoğunlaşacak, özgül taleplerini daha etkin bir biçimde dile getirecek ve bünyesindeki örgütlerin gündemine taşıyacak, öte yandan işçi ve emekçi kadının mücadeleye ve örgütlenmeye daha geniş kesimler halinde ve daha etkin bir biçimde katılabilmesi için yoğunlaşmış bir özgün çalışma içinde olacaktır. Bu komisyonlar emekçi kadının kendini ve sorunlarını daha etkin ve dolaysız bir biçimde ifade edebilmesinin de uygun zeminleri olacaktır. Böylece ortak mücadele ve örgütlenme içinde öne çıkmasını, özgüven ve inisiyatif kazanmasını kolaylaştıracaktır.

Soruna böyle bakıyor, işçi ve emekçi kadınları kendi sınıf ve meslek örgütlerinde örgütlenmeye, bu örgütlenmenin özgül bir alanı olarak da, yine bu örgütlerden bağımsız olmayan işçi ve emekçi kadın komisyonlarında örgütlenmeye ve mücadeleye çağırıyoruz. Sendikal örgütlenmelerden meslek örgütlerine, derneklerden kültür kurumlarına kadar kadın işçi ve emekçilerin ön saflarda yer alması, hem sınıf mücadelesini ilerletecek ve besleyecek, hem de daha özgür ve eşit bir yaşam kurma mücadelesinde önemli bir kazanım olacaktır.

Sonuç olarak, kadın mücadele içinde özgürleşecektir. Mücadelesi ise, örgütlülük ile ete-kemiğe bürünecek, sağlamlaşacak, ilerleyecek ve büyüyecektir.

Öyleyse;

* Tüm işçi ve emekçi kadınlar, işyerlerinde ve fabrikalarında yaşadıkları çok yönlü sorunlar etrafında örgütlülükler, komisyonları oluşturmalıdır.

* Tüm işçi ve emekçi kadınlar, başta sendikalar olmak üzere, mevcut tüm sınıfsal ve mesleki örgütlerde, yanısıra mücadeleye hizmet eden tüm öteki devrimci demokratik kitle örgütlerinde yer almalıdırlar.

* Mevcut sınıf örgütlerinde kadınların yaşadıkları genel sorunların yanı sıra özgül sorunlarını da ele alabilmek için, işçi ve emekçi kadın komisyonları oluşturulmalı ve etkinleştirilmelidir.

* Bu çerçevede, işçi ve emekçi kadınların bilinçlenmesi, mücadeleye çekilmesi ve örgütlenmesi amacıyla çok yönlü ve çeşitli araçlar kullanılmalıdır.



Damarlarında devrimin şifresini taşıyanlara...

Emeğin kurtuluşu yolunda özgürleşen ve özgürleşecek tüm toplumlar adına, var gücümüzle selamlıyoruz onları, damarlarında devrimin şifresini taşıyanları, emekçi kadınlarımızı…

Göğün yarısı, yaşamın, onu yaratan emeğin yarısı... Kadınlar, emekçi olanları, burjuva kırılganlıklara yabancı, kendi izleri olanlar; kuru bir somun ekmeğin, eski tip sobaların küllerini alırken yaşamın çektirdiklerini de içine gömmek zorunda bırakılan, sömürünün katmerlisiyle yüzyüze olanlar, bileğin sıkısından güneşin ısısına, sırttan akan bir damla terden bir yudum soğuk, öğle arası molası işçi kardeşin elinden içilen suya kadar...

Bir günün başlangıcından, bitişine kadar dizelerce anlatılabilecek olanların da üzerinde bir dopdolu ve coşkunun hiç eksilmediği, mücadele inancının yeni yüzler ve yeni ümitler ile bilendiği Emekçi Kadın Kurultayı’nı geride bıraktık. Aylar öncesinden çabası yüklü, yapılan tüm çalışmaların bir meyvesi olarak bu toplantıdan özgürleşecek olan emeğin mücadelesinde daimi yol arkadaşı olanların, işçi ve emekçi, yüklü bir sömürü ve baskı yumağına dolanmış her bir yüreğin attığı, o içinde kızıl çiçekler açan buluşmadan aktarabileceklerim, bir yoldaş gözüyle umut verici olabilir, olabilmeli! Hırslandırmalı, sisteme karşı hırslandırabilmeli ve daha da amaçlandırabilmeli devrime diye düşünürken yükselen emeğin özgürlüğü sloganları ile bütünleşmiştik.

Salonun tamamını dolduran onlarca kızıl çiçeğin yazılı tebliğlerini sunmaları ile başlayan kurultayı, yine salonu inleten sloganlarımız titretmekteydi. Kadın arkadaşların elbetteki çoğunluğunu oluşturduğu koltuk sıralarında konuşulanlar, sözkonusu olanlar o gün ne bir “televizyon dizisi” bölümü, ne de komşu kızının “kocaya kaçması” idi. Bu sefer konumuz, ezilenlerin en çok hor görüleni, en çok şiddeti tadanı ve tatmaya devam edeni, yani kendileri ve onun kurtuluş yolunda atacağı çelik adımların nasıl olması, mevcut sistemi nasıl sarsabileceği üzerineydi. Onlarla sunumlarımızda isteklerimizi dile getiriyor, değişim için haykırıyorduk. “Sınıf!” diyorduk, “sınıfımız” diyorduk, “mücadele” diyorduk bizi kurtuluşa götürecek. Saatler akıp geçerken yelkovan ile akrep, zaman işçileri de bir o kadar dinç ve bilinçliydi sanki bu buluşmanın daha çok uzamasını istercesine, yavaşlamışlardı, zamana direniyorlar, mümkün olan her anı dolu dolu yaşatabilmek için karşı koyuyorlardı. Evinde eşine çocuklarını bırakarak diğer sınıf kardeşlerine sesini duyurmaya gelen hanım teyze yoldaştan, düzen medyasının çirkef ve aşağılık sözlü ve yazılı saldırısına maruz kalan, kızıllar içindeki “türbanlı komünist”imize kadar gördüğümüz mücadele isteği ve azim 8 Mart’ın nasıl olacağı üzerine rahatlıkla bir izlenimi insanların, katılımcıların zihninde oluşturabiliyordu.

Sinyallerini verdik birlikte tüm ezenlere korkmaları gerektikleri üzerine, tüm hakim ideolojiye mesaj gönderdik. “Kısa mesaj” değil, sayfalarca yazılar ve araştırmalar ile alınları açarak güneşe, o gün yeni bir filiz yeşerttik mücadele ovasında, tüm kızıllığıyla, sosyalizmin ateşiyle, tüm kadın yoldaşlarla. Biz de kimi zaman onlarla kadın olduk. O dakikalarda acılarını paylaştık, ortak olduk, yeniden zihinlerde fikir arkadaşı olduk, her görüşümüzü de eksiksiz paylaştık, konuştuk, tartıştık. Gücümüz sözlerimiz eşliğinde ışınlandı zihinlere o anlarda, alanlara çağıran taleplerin eşliğinde tüm sloganlarımız ile yeri, duvarları inletir olduk yine. Güzel olanı, olması gerekeni, güzel günleri, içleri gibi güzel bir dünyayı arzularken tüm arzularından vazgeçirilenler bu kez ezenlerin arzularına karşı idiler. Onların rezil sermaye düzenine, kar arzularına, onların her türlü karaçalmalarına, bin bir şekildeki sindirme, yıldırma oyunlarına karşı tek yürek olarak haykıranlar yine onlardı.

Kürsüde “Yaşasın sosyalizm” diye bağıran, bir tencere kuru makarnayı birkaç basit el hüneri ve malzeme ile leziz bir ziyafete çevirebilen yoldaş ablamdan, sunuş ve içerik açıklama konuşmalarını kalplerinden oradaki, salondaki “kalplere”e aksettiren tüm yoldaşlarıma kadar herkesin dilinde onların, emekçi kadınlarımızın acı türküsü vardı. Kimi zaman ellerinden içtiğim bir sıcak çayın tadı, kimi zaman siper yoldaşlığının tarif edilemez hazzı ile tutturduğumuz bir köşe başı türküsü gibi idi o gün, sadece “onlar”a bezenmişti her yan, her köşe, her bucak.

O gün, o salonda ne bir endişe, ne de bir çekince vardı. Umudun kendisi içeride dolaşırken tüm dünya korkabilirdi, tüm düşmanlar irkilebilirdi dolaşan “hayalet”ten. Yükselecek devrimci ivmeden... Umudu kendisine araç edinenlere bir övünç kaynağı, o gün, tüm ezilenlere teselli ve bir sade tebessüm idi geleceği müjdeleyen. Sıcak sohbetin yanısıra hep bir ağızdan söylenen Çav Bella ile kendi sözleri gibi, daha söyleyecek çok sözleri olduğu gibi, eller, yumruklar sıkılı, bir diğer gün için ancak bu kadar çok fidan yeşerebilirdi toprakta o gün, o salonda. Emeğin kurtuluşu yolunda özgürleşen ve özgürleşecek tüm toplumlar adına, var gücümüzle selamlıyoruz onları, damarlarında devrimin şifresini taşıyanları, emekçi kadınlarımızı…

Küçükçekmece’den bir yoldaşınız

 

Emekçi Kadın Komisyonları’na...

Kurultayın gerçekleşeceği salona vardığımızda kafamdaki çoğu soru işaretlerine yanıt almıştım. Rahatlamıştım. Katılım nasıl olacaktı? Emekçi kadınlar ne kadar ilgi gösterecek? Çoğunluğu kadınlar mı oluşturcaktı? Gelen emekçilerin yüzlerindeki ilgi ve merak heyacan vericiydi. Kadın komisyonlarının hazırladığı, kadınıyla-erkeğiyle tüm emekçileri kesen “kadın sorunu”nun kaynağına işaret ediyordu. Israrla.

Tebliğler dolu dolu akıyordu emekçilerin bilincine, süzülüyordu yüreklerine...

Emekçilerin sabırla ve ilgi ile izlemelerini takdir etmemek elde değildi. Bu ilgi ve sabrı, kadın sorunun çözümüne ilişkin duyulan istek ve ihtiyacın göstergesi olduğunu düşünüyorum.

Yürekler taştı. Mola verildi.

Kurultay sinevizyon gösterimi ile daha güçlendi. Sosyalizmin bir adım ötede idi. Perdeyi aralayıp, sosyalizmin aydınlığının yansıyışını hissettim, yüzlerde... “Hemen şimdi sosyalizm olmalı!” dedim. İmrendim sinevizyondaki karelere...

Ardından, bize mücadele deneyimlerini anlatan işçi ve emekçi kadınların sözlerinde, yüzlerinde, sınıf bilinci ile yoğurulan kadının özgürleşme yolunda ne kadar hızlı yol katettiğini gördüm.

Kadınlarımızın kürsüde seslerini birleştirme cesareti ve taşıdıkları bilinç umudumuzu yeşertti. Bu daha ilkti.

İlk adım atıldı, ileri!

Kurultayda kadın sorunun ele alınışından ortaya konan önerilere kadar emekçi kadının ileri atacağı her adımda, sorunu daha da katmerleştiren kapitalist sistemin köküne indirilecek darbeleri güçlendirecektir.

Bu bilinçle 8 Mart’ın kızıllığında buluşmak dileğiyle... Bir kamu emekçisi / İstanbul

Emekçi adınlar, bir adım ileri!..

Yazıma işçi kardeşlerimi selamlayarak başlamak istiyorum. Biz emekçiler, özellikle de kadın emekçiler verdiğimiz yaşam kavgasında iki kez eziliyoruz. Akşama kadar işyerinde sümürülüyor, ardından da bitmeyen mesaimize evde devam ediyoruz. Buna karşın birçoğumuz bunun üstesinden nasıl geleceğimiz konusunda yeterli bir özveriyi gösteremiyoruz.

Emekçi Kadın Komisyonları’nın düzenlemiş olduğu kurultay bu konuda bizlere yol göstermesi yönüyle çok anlamlı oldu. Öncesinde yaşadığım mahallede afişler yapıldı, pazarda bildirileri dağıtıldı.

Ben de çevremi kurultay konusunu duyurmuş ve bilgilendirmiştim. Pazarda birçok kişiye bildiri vermiştim. Çünkü bu kez kürsü bizim inisiyatifimizdeydi. Kendi kurultayımızda sorunlarımızı konuşacak ve çözüm üretecektik.

Heyecanım kurultay günü de devam ediyordu. O gün yapılan konuşmalar, anlatılan mücadele örnekleri beni daha da coşkulandırmıştı. Ben de o gün kürsüde çalışma alanımdaki sorunları ve örgütlenme ihtiyacını anlattım. Yapılan tüm konuşmalar birlikte hareket etmenin önemini anlatıyordu.

Kurultay gerek işçi ve emekçi kadınların yoğun katılımı, gerekse hiçbir ciddi sorun yaşanmadan tamamlanmış olması büyük bir başarıyı anlatıyordu. Kurultayı bizler için bir ilk adım oldu. Bunu kadın-erkek emekçilerin ortak mücadele zeminine taşıyacağız.

Ümraniye’den bir gündelikçi