1 Ağustos 2008 Sayı: SİKB 2008/31

  Kızıl Bayrak'tan
  Geçici olmaya mahkum gerici uzlaşma!
   Kontrgerillanın pislikleri devrimcilere bulaştırılmaya çalışılıyor
Ergenekon soruşturmasıyla rejimi aklama çabaları…
Ergenekon ve sol: Ne yapmalı? - Yüksel Akkaya

Kontrgerilla düzeninden hesabı emekçi ve ezilen halklarımız soracaktır!

Güngören’deki saldırı lanetlendi…
  Birleşik Metal-İş taslağı işyerlerinde açıklıyor…
  Türk-İş bürokratlarının sınıfa ihanette, sermayeye hizmette 56. yılı…
  Düzce DESA işçileriyle direniş üzerine konuştuk...
  Kapitalizmin krizi derinleşiyor...
Grev ve direnişler dünyanın
dört bir yanına yayılıyor!
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Belediye-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Gülüm ve TÜMTİS İstanbul Şube Başkanı Çayan Dursun ile konuştuk...
  Uzel’de yaşananlar...
  Dünya işçi ve emekçi hareketinden…
  ‘96 Zindan Direnişi selamlandı…
  Bültenlerden...
  Devrimci Demokratik Yapılar Arası Diyalog ve Çözüm Platformu’ndan açıklama:
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ergenekon soruşturmasıyla rejimi aklama çabaları…

Hiçbir iddianame tepeden tırnağa çeteleşmiş rejimi aklayamaz!

Hükümet-Genelkurmay mutabakatı ve Washington desteğiyle başlatılan Ergenekon soruşturması, “sivil” uzantılarıyla birlikte iki general eskisinin F tipine konmasıyla ilgi odağı haline geldi. Egemenler arası çatışmanın farklı bir düzeye sıçramasının kanıtı sayılan bu gelişme, milliyetçi-gerici cenahı sarsan bir darbe oldu. Generallerin, sağlanan mutabakata uygun davranıp, yakın geçmişte belirleyici konumda olan iki emekli generali gözden çıkarmaları, milliyetçi-gericiliğin yediği darbeyi daha da ağırlaştırdı.

Hayal kırıklığı yaratan iddianame

Ek dosyaları hariç 2 bin 500 sayfadan oluşan iddianamenin açıklanması, burjuva liberal kalemşör taifesinin bir kesiminde “dağ fare doğurdu” türünden değerlendirmelere yolaçtı. Liberallerin bu hayal kırıklığı, budalaca bir tutumla dinci-gericiliğin “derin devlet”le hesaplaşma sürecini başlatmasını heyecanla beklemelerinden kaynaklanıyor.

Oysa, sermayenin dinci-gericilik şahsında temsil edilen kesiminin sermaye devletini çetelerden temizlemek gibi derdi olmadığı gibi, dahası bunu istemesi eşyanın tabiatına aykırıdır. Buna rağmen, Ergenekon soruşturmasının liberal budalalar safında bir heyecan dalgasına vesile olması, ufku kapitalizmin ötesini göremeyen bu kesimin “ceberrut devlet”in militarizmine karşı tutunacak bir dal arayışı içinde olmasından kaynaklanıyor olsa gerek. İşbaşındayken kirli savaş şefliğine terfi etmiş general eskilerinin F tipini boylaması Türkiye açısından bir yenilik sayılabilir, ancak bundan hareketle dinci-gericiliği tutunacak bir dal sanmak, denize düşenin yılana sarılmasından farksızdır.

Çeteleşmiş rejimi aklamak için harcanan beyhude çabalar

İşbirlikçi sermaye iktidarının iki belirleyici gücünü temsil eden AKP odaklı dinci-gerici kesim ile Genelkurmay tarafından onaylanan bir davanın neyi hedefleyeceğini tahmin etmek güç olmasa gerek. Böyle bir davanın, Amerikancı rejimin bekasını korumak ile Washington’daki efendileri hoşnut etmeyi amaçlayacağı açıktır. Ergenekon iddianamesi de bu zihniyetle hazırlanmıştır, başka türlüsünü beklemek ancak budalaların işi olabilir.

Gerici rejimin yerlerde sürünen saygınlığını korumayı esas almakla birlikte, iddianame, devletin tepeden tırnağa çeteleştiğine ilişkin verileri ortaya koymaktan da geri duramıyor. Ancak bu kanlı tarihin geride kaldığını öne sürerek, kontralaşmış burjuva devletin “görev” başındaki şeflerini tamamen dışında tutmaya çalışıyor.

Örneğin Ergenekon çetesinin geçmişi anlatılırken, soğuk savaşı başlatan ABD önderliğinde kurulan NATO’nun, ilk aşamadan beri bütün NATO ülkelerinde Gladio türü gizli örgütlenmeler kurduğu, aynı şeyin Türkiye için de geçerli olduğu belirtiliyor. Bu ifadeler, Türk devletinin kapitalist-emperyalist düzenin vurucu gücü NATO’ya üye olmasıyla birlikte TSK bünyesinde bir kontrgerilla oluşumuna gittiğini, bunun doğrudan NATO güdümünde olduğunu itiraf etmektedir.

Bilinen bu gerçeğin rejimin savcıları tarafından itirafı, Türkiye’de son 60 yıldır meydana gelen provokasyonların, katliamların, faşist darbelerin dolaysız bir şekilde NATO ya da CIA şeflerinin direktifiyle yapıldığının da teyit edilmesidir.

Yine iddianame, Veli Küçük’ten Hurşit Tolon’a generallerin kirli savaştaki icraatlarına işaret ederken, bir kontra örgütlenme olarak Hizbullah’ı PKK’ye karşı örgütleyip silahlandırdıklarını da kabul ediyor. Yargısız infazlar, gözaltında kayıplar, kitle katliamları ve tanınan kişilerin suikastla katledilmeleri de sözkonusu icraatlara dahildir.

Öte yandan iddianame, Susurluk’ta ortalığa saçılan iğrenç icraatları da teyit etmek durumunda kalıyor.

Buna rağmen soruşturmayı yürüten savcı, Ergenekon’un 1999’da denetimden çıktığını öne sürerek, “terör örgütü”nün hem TSK-MİT hem CIA-NATO ile bağlantılarını inkar etmeye kalkışıyor. Savcıya göre TSK-MİT’in, NATO-CIA’nın kontra örgütlenme ile bir ilişkisi kalmamıştır. Ortada kontrolden çıkmış bir terör örgütünden başka bir şey yok!

Elbette bu saçmalıklara kimse inanmıyor. Hatta liberallerin hüsrana uğramalarının en önemli nedenlerinden biri, iddianamenin bu saçmalıklara uygun şekilde hazırlanmış olmasıdır. Oysa liberaller, soruşturmanın derinleştirilmesini, “bin operasyon”la övünen bakana, devletin tetikçilerini “şerefli” ilan eden başbakana, hatta 12 Eylül generallerine kadar uzanmasını umuyorlardı.

İddianame, 48’i tutuklu 38’i tutuksuz 86 sanık hakkındaki suçlamaları şöyle sıralıyor:

“Silahlı terör örgütüne üye olmak”, “silahlı terör örgütüne yardım etmek”, “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmak veya görev yapmasını engellemeye teşebbüs”, “Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı halkı silahlı isyana tahrik”, “patlayıcı madde bulundurmak, atmak ve bu suçları azmettirmek”, “Danıştay saldırısına ve Cumhuriyet gazetesine patlayıcı madde atmak suçlarına azmettirmek”, “devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etmek, kişisel verileri kaydetmek”, “askeri itaatsizliğe teşvik”, “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik”...

Çeteleştiğini “sağır sultanlar”ın bile bildiği Amerikancı rejimin ordusu, polisi, MİT’i bu iddianamede yok. Oysa devletin militarist güçleri kontrgerillanın beyni, ruhu ve temel uzuvlarıdır. İddianamede CIA-NATO da yok. Oysa dünya militarizminin başını çeken bu suç örgütleri, dünyadaki kontra oluşumların baş mimarlarıdır aynı zamanda.

Orduyu, polisi, MİT’i, NATO’yu, CIA’yı aklamaya çalışan Ergenekon iddianamesi, “derin devlet”i tasfiye etmek bir yana, bizzat derin devletin onayı ile hazırlanmıştır. Soruşturmanın derinleştirilip suçluların hesap vermesini sağlayacak bir toplumsal basıncın olmadığı yerde, bu tür iddianameler ancak dalları budayıp gövdeyi güçlendirmeye yarar.

Sömürü ve kölelik düzeni kapitalizmin silahlı bekçisi olan burjuva devlet, toplumsal uyanışı ve bu uyanıştan güç alan devrimci hareketi ezmek sözkonusu olduğunda, “yasalara uyma sıkıntısı”na katlanmaz. Gerektiğinde tüm kurumlarıyla kendi yasalarını ayaklar altına almaktan geri durmayan devlet, terör, provokasyon, katliam gibi iğrenç icraatlarını yerine getirecek gizli bir örgütlemeye de her zaman ihtiyaç duyar.

Bu örgütlenmelerin gerekliliğini şu veya bu sermaye kesiminin ihtiyaçlarından çok, uzlaşmaz çelişkiler üreten kapitalist rejimin ihtiyaçları belirler. Kontra örgütlenmelerin ne ölçüde etkinlik göstereceği ise, sınıflar mücadelesinin seyrine göre değişir. Kullanılacağı alanlar genişleyecebileceği gibi, ihtiyaca göre daraltılabilir de. Ancak kesin olan bir şey varsa, o da hiçbir burjuva devletin kontra örgütlenmelerden vazgeçemeyeceğidir.

Devrimci ve ilerici güçler pislik içinde yüzen kontralaşmış devlet gerçeğini etkin bir biçimde teşhir etmelidirler. Savcıların bile devletin NATO güdümlü çeteler örgütlediğini kabul etmek zorunda kaldığı bu dönemde, demokratik hak ve özgürlükler uğruna mücadelenin rejimi de hedef alacak genişlikte örülmesinin önemi arttığı gibi, mücadelenin daha etkili sonuçlar vermesi için de koşullar uygun hale gelmiştir.