7 Kasım 2008 Sayı: SİKB 2008/44

  Kızıl Bayrak'tan
   Kürt sorununda çözümsüzlük, Kürt halkında öfke büyüyor!
  Krizin faturası kapitalistlere!
İMF ile yeni anlaşma yolda...
İÜ’de faşist provokasyon ve saldırı…

Emek dünyası sahte tasarıyı onaylamıyor!

İşçi ve emekçi hareketinden…
  Krize karşı birleşme ve mücadele çağrısı
  TKİP’nin kitlesel ve coşkulu 10. Yıl etkinliği...
  “Parti, Sınıf, Devrim, Sosyalizm Gecesi”nde yapılan konuşma...
  TKİP İstanbul İl Komitesi’nin mesajı:
  TKİP 10. Yılında!
10. Yıl Bildirgesi
  İstanbul Parti örgütlerinden 10. Yıl etkinliğine:
  TKİP 10. Yıl etkinliğine öteki kentlerden gelen mesajlar....
  TKİP’nin 10. Yıl etkinliğine devrimci parti ve örgütlerden mesajlar...
  TKİP’nin 10. Yıl etkinliğine enternasyonal mesajlar...
  Genç Komünistlerden TKİP’nin 10. Yıl etkinliğine...
  Gençliğin faaliyetlerinden…
  “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü”...
  Hüseyin Üzmez buzdağının yalnızca görünen yüzüdür...
  Ekim’in Kasım 2008 tarihli 254. sayısı
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İMF ile yeni anlaşma yolda...

Krize, yıkıma ve sömürüye karşı birleşik mücadele!


İMF adı bir kez daha tartışma ve haberlerde sıkça geçmeye başladı. Daha bundan birkaç ay önce artık küresel sermayenin ihtiyaçlarına yeterli düzeyde yanıt veremediği, bu nedenle de tasfiye edilmesi veya yeniden yapılandırılması tartışılan bir İMF vardı. Birkaç hafta içinde bu tablo değişti ve İMF bir kez daha küresel sermayenin, bu sermayeye yön veren emperyalist tekellerin elindeki en işlevsel araçlardan biri, deyim yerindeyse can simidi haline geliverdi. İMF krizden etkilenerek zor duruma düşen ülkelerin ekonomilerini emperyalist tekellerin çıkarları doğrultusunda biçimlendirme misyonuyla bir kez daha harekete geçirildi. Şu ana kadar bir dizi ülke, kredi desteği sayesinde krizin yol açtığı çalkantıdan kurtulmak umuduyla İMF ile sözleşmeler imzalamış bulunuyor. Bu krediler karşılığında İMF’nin önereceği reçetede “acı ilaç”tan başka bir şey yazmayacağına göre, gerçekte bu anlaşmalar krizin faturasının emekçilere nasıl yükleneceğini gösteren belgelerden başka bir şey değildir.

Son günlerde yapılan açıklamalar ve basına yansıyan haberler Türkiye’nin de İMF ile bir “ihtiyati stand-by” imzalamanın eşiğinde olduğunu gösteriyor. Eğer öngörülmeyen çok önemli bir gelişme bu takvimde değişikliğe yol açmazsa, Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in 8-9 Kasım’daki G-20 toplantısında İMF yetkilileriyle bir görüşme gerçekleştirmesi, bir hafta sonra da Tayyip Erdoğan’ın İMF yönetimiyle bir araya gelerek ihtiyati stand-by anlaşmasının ayrıntılarını ele alması planlanıyor.

İMF anlaşması yok, İMF düzeni sürüyor!

Bilindiği üzere şu anda İMF ile Türkiye arasında bir anlaşma yürürlükte değil. 1970’lerden bu yana neredeyse süreklilik kazanan İMF anlaşmalarının sonuncusu geçtiğimiz yıl sona erdi. Sermaye ve hükümet bunu Türkiye ekonomisinin artık güçlenmiş olması ve kendi ayakları üzerinde durabilmesiyle açıklıyor.

Fakat durum gerçekte hiç de sermayenin propaganda ettiği gibi değil. Türkiye ekonomisi son yıllarda esas olarak yüksek faiz geliri ve vurgun imkanları tanındığı için ülkeye giren sıcak para ile finanse ediliyor. Bunun ekonomide nispi ve geçici bir rahatlama yarattığı da doğru. Fakat İMF reçetelerine ihtiyaç kalmamasının asıl nedeni, bu reçetelerin öngörebileceği bütün politikaların sermaye iktidarı tarafından içselleştirilmiş olması. İMF söylemeden İMF politikalarının bire bir uygulanması. Öyle ya, sermayeye her türlü yağma ve vurgun imkanı tanınıyorsa, dış borç geri ödemeleri güvence altındaysa, sermayenin kâr oranlarını arttırmaya dönük hak gaspları ve sömürü politikaları tıkır tıkır hayata geçiriliyorsa, ülkeyi ve ekonomiyi yönetenler emperyalizmin ve sermayenin çıkarlarını kraldan çok kralcı kesilerek koruyorlarsa İMF reçetelerine ne gerek var?

İMF kimin ümüğünü sıkacak?

Son 5 yıldır İMF’nin önerdiği tüm politikaları büyük bir kararlılıkla hayata geçiren AKP hükümetinden başkası değildir. İMF reçetelerinde yazdığı için kölelik, mezarda emeklilik ve  sağlıkta yıkım yasalarını meclisten geçiren, en büyük KİT’leri birbiri ardına özelleştiren, tarımda yıkımın önündeki tüm engelleri kaldıran, ücret artışlarına engel olurken hak gasplarını alabildiğine yaygınlaştıran AKP hükümetidir. Bütün bunları yapan, İMF politikalarını o denli katı uyguladığı, işçi ve emekçi düşmanlığındaki mahareti tescil edildiği için sermaye tarafından alkışlanan, tam da bu nedenle İMF ile yeni bir anlaşmaya gerek duymayan AKP hükümeti son günlerde demagojik biçimde İMF karşıtı bir kimliğe bürünme çabasındadır. “Böyle bir kriz döneminde biz kalkıp da IMF’nin isteklerine boyun eğerek yarınımızı karanlığa sokamayız, (...) Eğer bizimle bir esneklik çerçevesi içerisinde bu işte anlaşmaya varırsanız, eyvallah oturur imzalarız. Ama yok ‘böyle bir fırsatı bulduk, gel hemen dayatalım, ümüğünü sıkalım’ derlerse, kusura bakmayın buna da biz fırsat vermeyiz. Bedeli ne olursa olsun vermeyiz” şeklinde konuşan Erdoğan’ın sözleri hükümetin şu sıralarda takındığı ikiyüzlü tutumun özeti niteliğindedir.

Devlet Bakanı Mehmet Şimşek üzerinden İMF ile görüşmeler tüm hızıyla sürdüğüne ve bir “ihtiyati stand-by” anlaşması imzalanması sermayenin de temel taleplerinden biri olduğuna göre, Erdoğan‘ın İMF’ye rest çeker havalarındaki bu sözlerinin iki anlamı olabilir.

Birincisi İMF’ye karşı işçi ve emekçilerde oluşan öfke ve tepkiden nemalanma çabasıdır. “İMF’ye rest çeken, memleketi ezdirmeyen başbakan” görüntüsü, hele de yakında seçimlerin olduğunu düşünürsek, işçi ve emekçileri aldatmak için iyi bir malzemedir ve düzen politikacıları için bu malzeme bulunmaz bir nimettir.

İkincisi ise İMF’nin kimi isteklerinin hükümetin seçime dönük ekonomik planlarıyla çelişmesidir. İMF’nin başlıca kaygısı AKP’nin yerel seçimleri kazanması değil sermayenin çıkarlarının güvence altına alınmasıdır. Bu nedenle de AKP’nin seçime dönük göz boyama yatırımlarına yapılacak harcamaların bütçe açığını ve cari açığı arttırmasından endişelenmektedir. İMF’nin özellikle duble yol inşaatlarına karşı çıktığı, bu yatırımların durdurulması konusunda ısrarcı olduğu bilinmektedir.

Dolayısıyla Erdoğan’ın “ümüğümüzü sıktırmayız” derken kastettiği bizzat kendi partisidir. Krizin faturasının işçi ve emekçilere ödetilmesi, milyonlarca insanın işsiz kalması, yoksulluğun alabildiğine yaygınlaşması, kölece çalışma ve yaşam koşullarına mahkum edilmiş yığınların “ümüğünün sıkılması” ne kendisini ne de hükümetini zerre kadar ilgilendirmemektedir. Ki zaten yıllardır bu “ümük sıkma” işini sermaye adına yapan bizzat AKP hükümetinin kendisidir.

Başbakan’ın sahte İMF karşıtlığı işçi ve emekçiler için bir umut olamaz. İşçi ve emekçileri krizin yıkıcı etkilerinden koruyacak, İMF politikalarına ve sermayenin sömürüsüne ezdirmeyecek olan sadece ve sadece kendi birleşik mücadeleleridir. Krize, yıkıma ve sömürüye karşı işçi ve emekçilerin birleşik mücadelesini yükseltmek günün ertelenemeyecek görevidir.