29 Mayıs 2009
Sayı: SİKB 2009/20

  Kızıl Bayrak'tan
  Sahte görüntülerle
gizlenemeyen gerçekler
  Resmi tarihle hesaplaşmak için sermaye düzeniyle hesaplaşmak gerekir!
“Kürt açılımı”nın körüklediği ham hayaller!
Grev ve direnişleri büyütmek için ortak mücadele!
Entes direnişinden...
İşçi ve emekçi hareketinden…
  Metal İşçileri Kurultayı’na doğru...
  Tokat Eğitim-Sen üyelerinden Tokat’ta yaşanan son gelişmeler üzerine açıklama…
  Bursa’nın “akıllı” hastanesinde çıkan yangının gösterdikleri…
  Üniversitelerden...
  ABD Guantanamo’dan
vazgeçmek istemiyor!
  Barack Obama-Benyamin Netanyahu görüşmesi……
  ABD’nin kirli ve karanlık icraatları
  Mamak İşçi Kültür Evi 8. Geleneksel Birlik ve Dayanışma Pikniği gerçekleştirildi…
  Onurlu çözüm mü? Yoksa dilencilik mi? - M. Can Yüce
  KESK ve bağlı sendikalara yönelik devlet terörü
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Onurlu çözüm mü?
Yoksa dilencilik mi?

    M. Can Yüce

Kuzey Kürdistan Kürtler’i açısından çarpıcı ve aynı zamanda yaşamsal soru budur!

Bilindiği gibi bir süredir Kürt sorunu tartışılıyor. Bu konuda biz de görüşlerimizi dile getirmeye çalışıyoruz. Sorumluluk duyan her yurtsever Kürt, devrimci kişi ve grup da görüşlerini ortaya koyuyor ve tartışıyor.

Bugün egemen iki görüş var, “görünürdeki” çoğunluk tarafında paylaşılan. Biri, genel olarak Türk egemen çevrelerinin dile getirdiği ve tartışmaya sunduğu görüş… Diğeri PKK-KCK ve DTP tarafından dile getirilen görüş…

Egemenler, genel olarak sömürgeci sistemlerini değiştirmeden ve sarsmadan, bu sistem çerçevesinde birkaç “palyatif” kırıntıyla sorunu çözmek, daha doğru bir dey­­­işle bilinmez bir tarihe ertelemek eğilimindedirler. “Politik” Kürtler’i de bu “çözümlerine” ikna etmek, onları bunun yerel bir payandası haline getirmek istemektedirler… Bu, anlaşılır bir durumdur, kendi sömürgeci duruşlarının gereği bir eğilimdir…

Ancak egemen “politik Kürtler’in”, daha açık bir ifadeyle PKK-KCK ve DTP’nin programı ve duruşu, özünde, bu sömürgeci çerçeveyi aşma, hatta zorlama niteliğinde değildir. Aslında bu da bir bakıma anlaşılırdır, çünkü İmralı süreci TC’ye ve resmi çizgiye biat ve teslimiyet çizgisidir, kendini birkaç kırıntı ve af ile kabul ettirme hareketinin adıdır. Bu gerçekliği sayısız yazıda belgeleriyle ortaya koyduk. Hemen vurgulamak gerekir ki, son 10 yıllık İmralı süreci bu biat, ideolojik ve ruhsal teslim olma hedeflerine belli ölçülerde varmış bulunuyor. 10 yıldır aralıksız ve sistematik bir biçimde yapılan ideolojik silahsızlandırma hareketi, Kuzey Kürt politikasına, düşünce yapısına ve ruhsal duruşuna önemli ölçüde egemen olmuştur.

Bundan dolayıdır ki, bu egemen politik, düşünsel ve ruhsal duruşun referans noktaları TC ve Kemalizm’in belgeleri, TC tarihinin belli başlı olayları olmaktadır. Son dönemdeki referans noktası, çözüm için ileri sürülen belge, 1921 Anayasası, esas adıyla 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’dur. Referans alınan, çözüm için temel olarak kabul edilen bu kanuna ilişkin değerlendirmemize geçmeden önce bir noktanın altını çizmekte sayısız yarar görüyoruz:

Elbette Kürt halkı yüzyıllardır yaşadığı temel sorunlarını çözmek istiyor. Bu sorunları bağımsızlık, özgürlük ve eşitlik kavramlarıyla özetlenmektedir. Yani kendi kaderini ve geleceğini gerçekten özgürce belirlemek istiyor. Bu ilkeler bağlamında sorunlarını tartışmak, çözüm yollarını araştırmak ve bulmak istiyor. Yine bu bağlamda “ayrı bir devlet” yerine, aynı siyasal çatı altında yaşama seçeneğini de tartışabilir, çözüm platformlarında bir seçenek olarak gündeme getirebilir.

Ancak sorun genel ilkeleri tekrarlamak yerine, çözüm tartışmalarında ve çözüm platformlarında kendi konumu ve düzeyi hakkında sergilediği tutum çok daha önemli ve yaşamsaldır. Daha açık bir ifadeyle, siz kendinizi eşit bir taraf olarak mı algılıyor ve tanımlıyorsunuz, yoksa eşit olmayan, hak dileyen, paryalık düşünce ve ruhunu aşmayan, hiyerarşinin alt basamaklarında bir yerde duran biri olarak algılıyor ve tanımlıyorsunuz? Temel soru budur? Adil ve onurlu çözümün anahtar soruları da bunlardan başkası değildir!

Bu duruş, her şeyden önce düşünsel ve ruhsal durum ve konumla bağlantılıdır. Köle düşüncesini ve ruhunu aşamamış, paryalık düşüncesi ve ruhu içinde düşünenlerin kendini eşit bir taraf ve muhatap olarak tanımlaması ve ortaya koyması mümkün mü?

Mümkün olmadığını günlük yaklaşım ve politika yapma tarzından çıkarmak zor değildir. PKK-KCK ve DTP’nin belgelerine ve tartışmalarına, kullandıkları dile ve kavramlara bakın, eşit bir taraf, kendini eşit olarak algılayan, tanımlayan bir kavrama ve davranışa, hatta bunların kırıntılarına rastlayabilir misiniz? Bunun tek bir kanıtı gösterilebilir mi? “Biz bir halk, bir ulus ve ülke olarak bütün diğer halk, ulus ve ülkeler gibi devredilemez eşit haklara sahibiz. Birlikte yaşama, ancak eşit tarafların, eşit ve özgür iradeleriyle mümkün olabilir. Bunun dışında üst-alt, hiyerarşik sömürge-sömürgeci ilişkileri aşmayan düzey ve konumları reddediyoruz. Birlikte yaşamak için eşit bir taraf ve bunun gereği ulusal kimlik haklarımızın tanınması şarttır!” PKK-KCK ve DTP yöneticilerinde bu satırlarda dile getirilen eşit ve onurlu duruşu yansıtan bir düşünsel ve ruhsal duruşun izlerini ve izlenimini alabiliyor musunuz?

Alamazsınız, çünkü böyle bir durumları yok!

Anılan bu eşit hak talebi ve en önemlisi kendini eşit düzeyde görme psikolojisi, politik güç veya güçsüzlükle bağlantılı bir şey değildir. 1970’li yıllardaki PKK’nin ve onun kadrolarının politik gücü hemen hemen yoktu. Ama onların kendini eşit görme, özgürlük ve bağımsızlık bilinci, kendilerinde dünyaya kafa tutma gücü ve cesaretini veriyordu: Ya da politik olarak henüz güç haline gelmemiş olmaları böyle düşünmelerinin ve davranmalarının önünde engel değildi. Bir hak elde etmek, bir mevzi kazanmak politik güç durumuna ve sayısız iç ve dış dengenin karmaşık etkilerine bağlıdır. Ama bunların hiçbiri kendini eşit görme ve bu konumdan aşağısını düşünmeme duruşu önünde engel değildir. İster birey, ister ulusal-toplumsal onurun bundan başka bir tanımı var mı? Kendini parya, murabba, köle gören ve bunu bir düşünüş, davranış ve yaşam tarzına dönüştürenlerin onurundan söz edilebilir mi? İradesine rağmen köle olmak bir suç değildir, ama bunu benimsemek ve bunu bir yaşam tarzı olarak yaşamaya devam etmek, hele bunu bir politik çizgi haline getirmek, onursuzluk değilse nedir?

Kendini eşit bir taraf olarak algılayan ve tanımlayan bir politik çizgi, talepler çıtasını “sıfır”a yakın tutmaz, tersine tam eşit hakları talep eder. Ortada bir tartışma ve “çözüm” platformu varsa “girişi” buradan yapar. Bu, eşit, egemen ve özgür yapıların federal veya konfederal birliği anlamına gelmektedir. Ama “bizimkiler” kafalarında ve ruhlarında eşitliği, eşit olmayı kendilerine yaklaştırmıyorlar, paryalık, kölelik ruhlarının derinliklerine sinmiştir, İmralı da bunun ideolojik ve politik ifadesinden başka bir şey değildir!

Tartışma sürecinde kendilerini eşit bir taraf görmedikleri gibi resmi çizgi ve tarihin belgelerini ve olaylarını kendilerine referans noktası yapmaktadırlar. “Lozan Antlaşması güncelleştirilmeli” taleplerinin yanı sıra, şimdi başka “tarihi belgeler” öne sürülmektedir. Bir süredir DTP yöneticileri tarafından dile getirilen 1921 Anayasası, Öcalan tarafından da göklere çıkarılmaktadır. Bu abartılı yaklaşım boşuna değildir. İki hedefi var. Biri, resmi çizgi ve tarih anlayışını Kürtler’in bilincine ve bilinçaltına işlemeye çalışmak, sömürge kişiliğini her gün yeniden üretmek; diğeri de “Cumhuriyet Kürdü” olarak kendini kabul ettirmek için devleti ikna etmeye çalışmak! Öcalan’ın son avukat görüşme notlarında 1921 Anayasası ile ilgili değerlendirmesi şudur:

“Çözüm olacaksa 1921 Anayasası esas alınmalıdır. Bundan başka bir belge tanımam. Bu tarihi bir belgedir. Bunun üzerine yoğunlaşacağım. 1921 Anayasası ayrılıkçı bir anayasa değildir, birleştiricidir, Misak-ı Milli sınırlarını kapsar, ayrışma yoktur. Kürdistan milletvekilliği vardır, Kürtler için muhtariyet vardır. 1921 Anayasası demokratik çerçevede bir anayasadır; Kürtlerle Türklerin ortak ulusal kurtuluş belgesidir. Bu anayasa Kürtlerle Türklerin ortak anayasasıdır. İçinde Kürtlere muhtariyet vardır. Musul-Kerkük’ü de içine alıyor, Suriye ve Irak’taki Kürtleri de içine alıyor hatta Türkmenleri de içine alıyor. Ben bugün bu bölgeleri içine alsın demiyorum ama diyalog olmalıdır. Diğer parçalardaki Kürtler için de çözüm gündeme gelmelidir.” (ANF, 24 Mayıs 2009)

Aktardığımız bu değerlendirmenin özü ve hemen hemen bütünü tahrifattır, gerçekleri tersyüz etmektedir. Hiçbir somut belge ve hukuki gerekçeye de dayanmamaktadır. 1921 Anayasası olarak ifade edilen 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun hiçbir maddesinde Kürt ifadesi, Kürdistan kavramı geçmemektedir. Anılan yasanın 11. maddesinde Vilayetlerin hangi konularda “muhtariyete” sahip olduğunu yazmaktadır. Bu maddede bu muhtariyetin sınırları çizildiği gibi, 14. maddesinde “yerel yönetim” ile herhangi bir çelişkinin çıkması durumunda Valinin müdahale edeceğini, yani son sözün Vali tarafından söyleyeceğini ifade etmektedir. Daha ayrıntılı olarak “Nahiye” başlığı altında yazılan maddelerinde “muhtariyet”ten söz edilmektedir. Ancak bunların hiçbiri, “Kürtler için muhtariyet” anlamına gelmemektedir. 21 Anayasası’ndan yapacağımız bu bölümle ilgili aktarmalar gerçekliğin ne olduğunu gözler önüne sermektedir.

“Nahiye

Madde 16- Nahiye hususi hayatında muhtariyeti haiz bir manevi şahsiyettir.

Madde 17- Nahiyenin bir şûrası, bir idare heyeti ve bir de müdürü vardır.

Madde 18- Nahiye şûrası, nahiye halkınca doğrudan doğruya müntehap azadan terekküp eder.

Madde 19- İdare heyeti ve nahiye müdürü, nahiye şûrası tarafından intihap olunur.

Madde 20- Nahiye şûrası ve idare heyeti kazai, iktisadi ve mali salahiyeti haiz olup bunların derecatı kavanini mahsusa ile tayin olunur.

Madde 21- Nahiye bir veya birkaç köyden mürekkep olduğu gibi bir kasaba da bir nahiyedir.” (http://tr.wikipedia.org/wiki/

Te%C5%9Fkil%C3%A2t-%C4%B1_Esas%C3%AEye_Kanunu)

Yine bu anayasada kavram olarak “Kürdistan milletvekilliği vardır” sözü tam anlamıyla bir uydurmadır. Bu konudaki madde şöyledir: “Madde 4- Büyük Millet Meclisi vilayetler halkınca müntehap azadan mürekkeptir.” (Bu Anayasanın tamamını aşağıda bir Ek olarak sunacağız.) Yani Büyük Millet Meclisi’nin vilayetlerde yaşayan halk tarafından seçilen üyelerden oluştuğunu anlatmaktadır.

Kuşkusuz Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntıları ve yine Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı tarafından kabul edilen Mısak-ı Milli üzerinde kurulmak istenen bir devletin temel örgütlenme yasasının o günün koşullarından etkilenmesi, kimi denge ve “duyarlılıkları” yansıtması anlaşılırdır. İmparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinin izlerini taşıyan bu anayasa, İhtiyat Terakki milliyetçiliğinin damgasını taşır ve merkeziyetçi yanı ağır basar.

Kuşkusuz konumuz bu tartışmanın ayrıntıları değildir. Türk Milli Savaşı ve Kürtlerin bu savaştaki yerleri ve konumları başka yazılarımızda genişçe tartışılmıştır. Şu kadarını vurgulamakla yetinelim: Ortada çok büyük bir çarpıtma ve tahrifat var. Bu, bilinçli bir bilinç katliamı, bellek silme ve ruhsuzlaştırma hareketidir; İmralı eliyle ve onun üzerinden 10 yıldır sistematik bir biçimde uygulanmaktadır. Gelinen noktada kendine en hafif deyimle “ikinci sınıf vatandaşlığını” yakıştırma davranışı, bugün egemen bir siyasal davranış haline gelmişse, bu, kabul edilmelidir ki, İmralı’nın başarısıdır!

Bu başarılarından övünç duyabilirler!

Ama bu, tarihimize utanç verici bir tarihsel kesit olarak geçmekten kurtulamayacaktır!

Teşkilât-ı Esasîye Kanunu

Teşkilât-ı Esasiye Kanunu, ilk T.C. Anayasası’nın ilkelerini belirleyen; 85 no.lu ve Kabul Tarihi: 20 Kânun-ı Sani 1337 (20 Ocak 1921) olan kanundur. 1923 yılındaki değişiklikle Cumhuriyet ilan edilmiştir. Bazı tanımlamaların aksine, 20 Ocak 1921 tarihli ilk Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, Türkiye’nin il Anayasası değildir. Çünkü bu kanun, Anayasa için gerekli norm, kabul için oy oranı ve maddeler yönünden yeterli değildir. Üstelik o tarihte, 1876 Kanun-u Esasîsi de resmen ilan edilmemişti.

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun Temel Maddeleri

1. TEŞKİLATI ESASİYE KANUNU

1921

3. Tertip Düstur, Cilt: 1, s. 196

Ceridei Resmiye, 1-7 Şubat 1337

Kanun No:85

Madde 1- Hakimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.

Madde 2- İcra kudreti ve teşri salahiyeti milletin yegâne ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisinde tecelli ve temerküz eder.

Madde 3- Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükûmeti “Büyük Millet Meclisi Hükûmeti” ünvanını taşır.

Madde 4- Büyük Millet Meclisi vilayetler halkınca müntehap azadan mürekkeptir.

Madde 5- Büyük Millet Meclisinin intihabı iki senede bir kere icra olunur. İntihap olunan azanın azalık müddeti iki seneden ibaret olup fakat tekrar intihap olunmak caizdir. Sabık Heyet lâhik heyetin içtimaına kadar vazifeye devam eder. Yeni intihabat icrasına imkân görülmediği takdirde içtima devresinin yalnız bir sene temdidi caizdir. Büyük Millet Meclisi azasının herbiri kendini intihap eden vilayetin ayrıca vekili olmayıp umum milletin vekilidir.

Madde 6- Büyük Millet Meclisinin heyeti umumiyesi teşrinisani iptidasında davetsiz içtima eder.

Madde 7- Ahkâmı şer’iyenin tenfizi, umum kavaninin vazı, tadili, feshi, ve muahede ve sulh akti ve vatan müdafaası ilânı gibi hukuku esasiye Büyük Millet Meclisine aittir. Kavanin ve nizamat tanziminde muamelatı nasa erfak ve ihtiyacatı zamana evfak ahkamı fıkhiye ve hukukiye ile adap ve muamelat esas ittihaz kılınır. Heyeti Vekilinin vazife ve mesuliyeti kanunu mahsus ile tayin edilir.

Madde 8- Büyük Millet Meclisi, hükûmetinin inkısam eylediği devairi kanunu mahsus mucibince intihap kerdesi olan vekiller vasıtası ile idare eder. Meclis icrai hususat için vekillere veçhe tayin ve ledelhace bunları tebdil eyler.

Madde 9- Büyük Millet Meclisi Heyeti Umumiyesi tarafından intihap olunan reis bir intihap devresi zarfında Büyük Millet Meclisi Reisidir. Bu sıfatla Meclis namına imza vazına ve Heyeti Vekile mukarreatını tasdika salahiyettardır. İcra Vekilleri heyeti içlerinden birini kendilerine reis intihap ederler. Ancak Büyük Millet Meclisi Reisi vekiller heyetinin de reisi tabiisidir.

İdare

Madde 10- Türkiye coğraafi vaziyet ve iktisadi münasebet noktai nazarından vilayetlere, vilayetler kazalara münkasem olup kazalar da nahiyelerden terekküp eder.

Vilâyat

Madde 11- Vilâyet mahalli umurda manevi şahsiyeti ve muhtariyeti haizdir. Harici ve dahili siyaset, şer’i adlî ve askeri umur, beynelmilel iktisadî münasebat ve hükûmetin umumi tekâlifi ile menafii birden ziyade vilâyata, şâmil hususat müstesna olmak üzere Büyük Millet Meclisince vaz edilecek kavanin mucibince evkaf, Medaris, Maarif, Sıhhiye, İktisat, Ziraat, Nafia ve Muaveneti içtimaiye işlerinin tanzim ve idaresi vilâyet şûralarının salâhiyeti dahilindedir.

Madde 12- Vilâyet Şûraları vilâyetler halkınca müntehap azadan mürekkeptir. Vilâyet Şûralarının içtima devresi iki senedir. İçtima müddeti senede iki aydır.

Madde 13- Vilâyet Şûrası, azası meyanında icra amiri olacak bir reis ile muhtelif şuabatı idareye memur azadan teşekkül etmek üzere bir idare heyeti intihab eder, İcra salahiyeti daimi olan bu heyete aittir.

Madde 14- Vilâyette Büyük Millet Meclisi’nin vekili ve mümessili olmak üzere vali bulunur. Vali, Büyük Millet Meclisi hükûmeti tarafından tayin olunup vazifesi devletin umumi ve müşterek vazaifini rüyet etmektir. Vali yalnız devletin umumi vazaifile mahalli vazaif arasında tearuz vukuunda müdahale eder.

Kaza

Madde 15- Kaza yalnız idari ve inzibati cüzü olup manevi şahsiyeti haiz değildir. İdaresi Büyük Millet Meclisi hûkümeti tarafından mansup ve valinin emri altında bir kaymakama mevdudur.

Nahiye

Madde 16- Nahiye hususi hayatında muhtariyeti haiz bir manevi şahsiyettir.

Madde 17- Nahiyenin bir şûrası, bir idare heyeti ve bir de müdürü vardır.

Madde 18- Nahiye şûrası, nahiye halkınca doğrudan doğruya müntehap azadan terekküp eder.

Madde 19- İdare heyeti ve nahiye müdürü, nahiye şûrası tarafından intihap olunur.

Madde 20- Nahiye şûrası ve idare heyeti kazai, iktisadi ve mali salahiyeti haiz olup bunların derecatı kavanini mahsusa ile tayin olunur.

Madde 21- Nahiye bir veya birkaç köyden mürekkep olduğu gibi bir kasaba da bir nahiyedir.

Umumi Müfettişlik

Madde 22- Vilâyetler iktisadi ve içtimaî münasebetleri itibariyle birleştirilerek umumi müfettişlik kıtaları vücuda getirilir.

Madde 23- Umumi müfettişlik mıntakalarının umumi surette asayişinin temini ve umum devair muamelatının teftişi, umumi müfettişlik mıntakasındaki vilâyetlerin müşterek işlerinde ahengin tanzimi vazifesi Umumi müfettişlere mevdudur. Umumi müfettişler Devletin umumi vazaifile mahalli idarelere ait vazaif ve mukarreratı daimi surette murakebe ederler.

Maddei Münferide

İşbu kanun tarihi neşrinden itibaren meri olur. Ancak elyevm münakit Büyük Millet Meclisi 5 Eylül 1336 tarihli nisabı müzakere kanununun birinci maddesinde gösterildiği üzere gayesinin husulüne kadar müstemirren müçtemi bulunacağı cihetle işbu Teşkilatı Esasiye Kanunundaki 4’üncü, 5’inci, 6’ncı maddeler gayenin husulüne elyevm mevcut Büyük Millet Meclisi adedi mürettebinin sülüsanı ekseriyetle karar verildiği takdirde ancak yeni intihabdan itibaren meriyül icra olacaktır.

Beş değişiklik

20 Nisan 1340 (1924) ve 491 sayılı Teşkilât-ı Esasîye Kanunu ile de Türkiye hukuk normlarına uygun ilk anayasaya kavuşmuştur. 1924 tarihli Teşkilat-ı Esasiye kanunu (Anayasa)’nda;

1) 11 Nisan 1928 tarih ve 1222 sayılı Kanunla Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nun 2, 16, 26 ve 38’inci maddelerinde,

2) 10 Kanunuevvel 1931 tarih ve 1893 sayılı Kanunla Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nun 95’inci maddesinde,

3) 5 Kanunnuevvel 1934 tarih ve 2599 sayılı Kanunla Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nun 10 ve 11’inci maddelerinde,

4) 10 Kanunnuevvel 1937 tarih ve 3115 sayılı Kanunla Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nun 2, 44, 47, 49, 50, 61, 74 ve 75’inci maddelerinde ve

5) 10 Teşrînisânî 1937 tarih ve 3272 sayılı Kanunla Teşkilât-ı Esasîye Kanunu’nun, 44, 47, 48, 49, 50 ve 61’inci maddelerinde olmak üzere, beş değişiklik yapılmıştır.

(26 Mayıs 2009 http://tr.wikipedia.org/wiki/

Te%C5%9Fkil%C3%A2t-%C4%B1_Esas%C3%AEye_

Kanunu” adresinden alındı...)