13 Kasım 2009
Sayı: SİKB 2009/44

  Kızıl Bayrak'tan
  Metal işçilerinin birliği ve mücadelesini örgütlemek için!.
  İnişli-çıkışlı “açılım süreci”
Tayyip Erdoğan, savaş suçlusu
Ömer el Beşir’le
aynı zihniyeti taşıyor
Güler Zere serbest bırakıldı,
onlarca hasta tutsak
ölümle pençeleşiyor..
Şeker işçileri özelleştirme saldırısına
karşı mücadele ediyor!
  Hak-İş bürokratı Salim Uslu 25 Kasım uyarı grevini desteklemeyeceğini ilan etti...
  Kamu emekçileriyle 25 Kasım’ı konuştuk..
  Sınıf hareketinden…
  Keyfi uygulamalara ve baskılara karşı susmaktan başka direniş yoluda var..
  Metal işçilerinin örgütlü birliği için görev başına!t
  Metal isçilerinden
kurultaya çağrı
  Kapitalist kriz tipleri
- Volkan Yaraşır
  6 Kasım eylemlerinden
yansıyan tablo üzerine
  6 Kasım eylemlerinden
  GM patronlarının işten atma tehdidine
Opel işçileri grevle karşılık verdi!
  “NATO’nun adamı” olanlar için
yolsuzluk da, rüşvet de serbesttir!
  Dünyadan işçi ve emekçi
eylemlerinden..
  Ekim Devrimi etkinliklerinden....
  Ulusal soruna devrimci yaklaşımın paradoksları - 1 - M. Can Yüce.
  Eyüp Baş sonsuzluğa uğurlandı.
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Tayyip Erdoğan, savaş suçlusu
Ömer el Beşir’le aynı zihniyeti taşıyor…

Türk burjuvazisinin yeni pazar arayışında son yıllarda bir artış olduğu bilinmektedir. Bu arayışın belli ölçüde karşılık bulduğu alan Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Arap ülkeleri oldu. Sözkonusu başarıda, emperyalist güçlerle bölge halkları arasında yaşanan kronik sorunlardan dolayı boşlukların oluşmasının önemli bir payı var. Bununla birlikte Türk burjuvazisinin yoğun emek sömürüsü ile palazlanması, boşluğu doldurabilecek yetenekler kazanmış olması da bir diğer önemli faktördür.

Fas’tan Güney Kürdistan’a uzanan bu hat üzerindeki ülkelere hem meta hem sermaye ihracıyla etkinliklerini hissettiren işbirlikçi burjuvazi, AKP hükümetinin dinci gerici çizgisinden de yararlanarak alanını genişletmeye çalışıyor. Sık sık kalabalık patron gruplarını (son Irak ziyaretine 80 kapitalist katılmıştı) yanına alarak bölge seyahatlerine çıkan Tayyip Erdoğan’la müritleri, bölgedeki ekonomik faaliyet alanlarını genişletmek için yoğun bir çaba harcıyorlar. Özellikle tekelci burjuvazinin hükümetle akçeli ilişkiler içinde bulunan kesiminin bu geniş pazardaki faaliyetinde artış gözlenmektedir. Belirtmek gerekir ki, sermaye iktidarının “etkin ABD taşeronu” olarak da olsa bölgede daha etkili bir aktör olma hevesinin arka planında bu ekonomik temel bulunmaktadır.

Türkiye-Sudan ilişkilerinde gözlenen yakınlaşma, bu ülke ile peşpeşe imzalanan mali ve ticari anlaşmalar Türk burjuvazisinin bölgede yayılan etkisinin göstergelerindendir. Tayyip Erdoğan’la Abdullah Gül’ün soykırım suçlusu ilan edilen Sudan devlet başkanı Ömer el Beşir’in avukatlığına soyunmalarının ardında mali ve ticari çıkar ilişkileri yatmaktadır.

Ömer el Beşir’in İslam Konferansı Teşkilatı toplantısına katılmak üzere Türkiye’ye geleceğinin açıklanması üzerine, Türkiye’yi göreve çağıran AB-ABD kaynaklı açıklamalara tepki gösteren Abdullah Gül, “onlar işimize ne karışır” türünden açıklamalarla “AB’ye efelenen cumhurbaşkanı” görüntüsü çizmeye çalıştı. Tayyip Erdoğan ise, “Bir Müslüman soykırım yapamaz” diyerek, temsilcisi olduğu dinci gericiliğe olmadık payeler biçmeye kalkıştı. Gazze’ye gösterdiği ilgiyi Darfur’da yaşanan katliamlara neden göstermediği sorulduğunda ise, Darfur’a gittiğini ancak orada söylendiği gibi bir soykırıma rastlamadığını söyleyen Tayyip Erdoğan, Darfur’da savaş suçunun işlenmesinde birinci dereceden sorumlu olan Ömer el Beşir’in avukatlığını yaptı.

Oysa Darfur’da yaşanan çatışmalarda rakam kesin olmamakla birlikte 200 bine yakın kişinin öldürüldüğü iddia ediliyor; yanısıra 2.5 milyon insanın yerini yurdunu terketmek zorunda kaldığı, kadınların, hatta çocukların kitlesel bir şekilde taciz ve tecavüze uğradığı da biliniyor.

Bu ağır insanlık suçlarının işlenmesinde emperyalist güçlerin parmağı olduğundan kuşku duyulamaz; fakat bu durum Sudan devlet başkanının suçlarını zerre kadar hafifletemez. Tayyip Erdoğan reddetse de, Ömer el Beşir kitlesel katliamları reddetmiyor. O, sadece rakamların çok abartıldığını, bu kadar insan öldürülmüş olsaydı, ortada toplu mezarların olması gerektiğini savunuyor.

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Darfur’da insanlığa karşı suç işlemekten yargılanmak üzere Ömer el Beşir hakkında tutuklama kararı çıkarırken, Gazze katliamının sorumluları olan İsrail devlet yetkililerine aynı muameleyi göstermemesi, elbette ikiyüzlü bir zihniyetin yansımasıdır. Fakat bu el Beşir’in suçlarıyla değil UCM’nin gerici niteliğiyle ilgili bir sorundur. Kesin olan bir şey varsa Darfur’da patlak veren ayaklanmanın bastırılması için vahşi yöntemlerin uygulandığıdır. Bu uygulamaların baş sorumlularından biri de Ömer el Beşir’dir. Bu gerçeği Abdullah Gül’ün de, Tayyip Erdoğan’ın da çok iyi bildiğinden şüphe etmemek gerekir.

Hal böyleyken, el Beşir avukatlığına soyunan Tayyip Erdoğan’ın “Darfur’da katliam olmadığı” veya “Birleşmiş Milletler’in Sudan devlet başkanıyla ilgili Türkiye’den herhangi bir talebinin bulunmadığı” yönündeki gerekçelerin hiçbir ciddiyeti bulunmuyor.

Bu arada el Beşir’in iptal edilen Türkiye ziyaretiyle ilgili tartışmalarda, “Tayyip Erdoğan’ın Gazze’ye gösterdiği ilgi”ye yapılan vurgular da sorunludur. Zira Gazze’ye dair söylenenlerin, İsrail’le yardakçılarını çok rahatsız etse de, esas olarak iç politikayla ilgili olduğu gözden kaçırılıyor.

Asalak burjuvazinin bir temsilcisi olarak Tayyip Erdoğan’ın Ömer el Beşir’i savunmasının bir mantığı var. Unutmamak gerekiyor ki, bu kişi ve temsil ettiği zihniyet Kürt halkının eşit ve özgür bir yaşam uğruna yükselttiği mücadeleyi kirli savaşla bastırmaya çalışmıştır. 30 bin Kürdü katleden, binlerce köyü yakan, 3 milyon Kürdü yerinden yurdundan edenler de bu aynı zihniyetin temsilcileridir. Ayrıca Tayyip Erdoğan, Diyarbakır’daki kitle eylemlerinden duyduğu rahatsızlığı dile getirirken, “çocuk da olsa, kadın da olsa güvenlik kuvvetleri gereğini yapar” diyebilen bir başbakandır. Öte yandan Tayyip Erdoğan, Afganistan ve Irak işgallerini destekleyen bir rejimin önde gelen şeflerinden biridir; yani zihniyet olarak Ömer el Beşir’le aralarında öze dair bir fark bulunmamaktadır.

Tüm bunlara ekonomik ve siyasi çıkarlar eklenince Abdullah Gül-Tayyip Erdoğan ikilisinin, savaş suçlusu ilan edilen Sudan devlet başkanını savunmalarının mantığı daha iyi anlaşılır.


 

Karaduman Dink’e hakaretlerini mahkemede de sürdürdü

Hrant Dink’e hakaret ettiği için 2 bin TL manevi tazminat ödemeye mahkum olan eski Giresun Jandarma Bölge Komutanı emekli Tuğgeneral Dursun Ali Karaduman’ın, Dink ailesinin açtığı davaya gönderdiği savunma bu coğrafyada kardeş halklara hangi gözle bakıldığının ifadesi oldu.

Karaduman “savunması”nda şu ifadelere yer verdi: “Davacıyı (Arat Dink) hainlikten ziyade Ermenistan parlamentosuna atıfta bulunmuş olmamın rahatsız ettiği kanaatindeyim. Konu bu ise eğer, Ermenistan benim ve milletimin düşmanıdır. Düşmana da savaş hali olmasa bile düşmanca muamele edilir. Türk vatandaşı olan davacıdan da bu beklenir...”

“Hrant Dink’in hain olduğuna dair elimde kanıt olsaydı ve ona hain demek isteseydim konuşmamda ismini zikrederek açıkça söylerdim. Amerika’ya hain destekçisi, PKK’lılara ve bebek katili terörist başına açıkça hain demekten nasıl çekinmediysem, bundan da çekinmezdim...”

Karaduman’ın sözleri tam da Türk sermaye devletinin hangi temeller üzerinden şekillendiğini ve resmi görüşlerini ifade ediyor.

Türk sermaye devletinin, kuruluşundan bu yana kardeş halklar arasına düşmanlık tohumları ektiği biliniyor. Irkçılık ve şovenizmi on yıllardır besliyor, diğer ulus ve milliyetlerin haklarını zorbalıkla gaspediyor. Toplumda “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur!” paranoyası yaratılarak kardeş halklar birbirine düşmanlaştırılıyor. Bu yüzden de Karaduman’ın bakışı toplum geneline kabul ettirilmeye çalışılan şovenizm zehrinin açık sözlü ifadesinden başka bir şey değildir.

Karaduman resmi devlet ideolojisini bir kez daha ifade etmiş oldu. Bilinen, bu coğrafyada yaşayan diğer ulus ve milliyetlerin yaşamın her anında karşısına çıkan düşmanlığı bir kez daha küstahça tekrarladı o kadar.