11 Aralık 2009
Sayı: SİKB 2009/47

  Kızıl Bayrak'tan
  Baskı ve teröre karşı birleşik mücadeleye.…
 Polis terörüne ve cinayetlerine son!...
Tayyip Erdoğan’la müritlerinin Washington ziyareti
Soruşturma, sürgün ve işten atma saldırısına karşı militan yanıt verilmelidir!.
“Şimdi grevi örgütleme zamanı!”
  TEKEL işçisi kapatma
saldırısına karşı direniyor!
  Sağlıkta yıkım devam ediyor!
  Entes direnişi sürüyor..
  Tersanelerde ölüm mesaisi.
  İşçi ve emekçi hareketinden.
  TKİP MK’nın Alaattin Karadağ yoldaşın katledilmesine ilişkin yeni açıklaması..
  Alaattin Karadağ’a
yoldaşlarından...
  Alaattin Karadağ
emekçilere anlatılıyor...
  Parti Gecesi’nde
yapılan konuşma
  Parti Gecesi’n
selamlayan mesajlardan..
  Dünyadan
  “Gücümüzü Devrimci Liseliler Birliği’nde birleştiriyoruz!”
  Erdal Eren yaşıyor,
liseli genç komünistler savaşıyor!.
  Gelişmelerin anlamı…
M. Can Yüce.
  TOKİ’nin uzanmadığı
yer kalmayacak!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sağlıkta yıkım devam ediyor!

Geçtiğimiz yıl yürürlüğe konulan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) ile birlikte sağlık hakkının özelleştirilmesinde önemli bir adım atılmış ve sağlık hizmetleri paralı hale getirilmişti. Bir süre önce tam da yasanın yürürlüğe girmesinin 1. yılında sağlıkta katılım payı adı altında sigortalılardan % 10 ile % 30 arası ücret farkı alınacağı belirtilmiş ve hemen yürürlüğe sokulmuştu. Bununla beraber sözde sosyal güvencesi olanların, yıllarca maaşlarından prim adı altında kesintiler yapılarak paralarının gaspedilmesi yetmezmiş gibi bir de sağlık hizmetlerinden yararlanabilmeleri için katılım payı ödeme zorunluluğu getirilmiştir. Bu duruma tedavi maksadıyla kullanılacak ilaçlar da dahil edilmiştir.

İşçi ve emekçilerin ceplerindeki son kuruşa dahi göz dikenler ve onların yaşam ve sağlık haklarını hiçe sayanlar son olarak zorunlu kıldıkları % 30’luk katılım payı bedelini 1 Ocak 2010’dan itibaren özel hastanelerde %70’e çıkaracaklarını kamuoyuna duyurmuş oldular. Bununla beraber SGK’lı hastaların özel hastanelerde görecekleri tedavinin masrafları ortalama 2.5 kat artmaktadır. Yani özel hastanede 1000 liralık tedavi gören bir hasta daha önce 300 liralık bir fark ücreti öderken şu haliyle fark ücreti 700 liraya çıkarılmış olacak.

Daha önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından Ortak Sağlık Birimleri ile ilgili kararnamenin yürürlüğe girmesiyle beraber sanayi havzalarında devlete bağlı sağlık kuruluşlarının yerine özel kuruluşların önünü açan adımlar atılmıştı. Şimdi bu kuruluşları daha da palazlandırabilmek maksadıyla katılım paylarını yükselterek sağlık hakkından en çok yararlanması gereken işçi ve emekçiler bu haktan tamamen mahrum bırakılmak istenmektedir.

Sağlık sermayedarları katılım payının %70’e çıkarılmasından da memnun olmadıklarını belirterek fark ücretlerindeki sınırlamanın tamamen kaldırılmasını istemektedirler. Sağlık hizmetlerinin piyasalaştırılması ve sektör haline getirilmesi yönündeki adımları yetersiz bulan sağlık sermayedarları hastalardan alınacak ücretin kendileri tarafından belirlenmesini sağlayacak düzenlemelerin bir an önce yapılmasını talep etmektedirler. Bu talep ile beraber kârlarından başka hiçbir şeyi gözleri görmeyen bu kan emici asalaklar için insan sağlığının hiçbir değerinin olmadığı gözler önüne serilmektedir.

Esnek üretim modelinin rayına kusursuzca oturtulduğu, taşeron çalışma tarzının hemen hemen tüm sektörlerde yerleştirildiği böyle bir süreçte sağlıkta atılan bu adımlarla beraber işçi ve emekçiler ölüme terk edilmektedir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin esamesinin okunmadığı sanayi havzalarında işçiler patronların sömürü çarklarının arasında öğütülürken üstüne bir de geçirdikleri iş kazaları ya da mesleki hastalıklar neticesinde tedavi görmeleri gereken bu ticari sağlık kuruluşlarında ekstradan para ödemek zorunda bırakılmaktadır.

Kuralsızlığn artık kural olduğu herkesçe bilinen üretimin en esnek, taşeronluğun en yoğun olduğu tersanelerde bu uygulama uzun zaman önce yürürlüğe girmişti. İşçi kanı ile servetlerine servet katan tersane patronları örgütlü oldukları GİSBİR çatısı altında Ortak Sağlık Birimi üzerinden kurdukları tezgah ile işçilerin, işyerinde gaspettikleri ücretleri yetmezmiş gibi, ceplerinde kalan son kuruşu dahi almak için çabalamaktaydılar. Bu zorunlu katılım payı ile beraber isteklerine daha da yaklaşmış olmaktadırlar. Zira işçilerin sosyal güvencelerinin en çok gaspedildiği tersaneler bölgesinde bu sayılanlar sigortaları nispeten düzgün yatan işçiler için geçerlidir. Sigortası loto gibi yatan işçilerin durumunun vehameti çok daha ağır boyutlardadır ki tersane işçilerinin büyük bir kısmı bu durumdadır.

Sağlık hakkının gasbı karşısında işçi ve emekçiler olarak seyirci pozisyonundan sıyrılmak ve hayatlarımız üzerinde oynanan bu kirli oyunlara karşı bir an önce harekete geçmek gerekmektedir. Zira bizler sessiz kaldıkça sermayedarların istekleri onlara hizmette kusur etmeyen hükümet tarafından daha da ileri boyutlarda yerine getirilecektir. Yaşamı köleleştirilmiş işçiler olarak başta sağlık hakkımız olmak üzere diğer tüm kötü çalışma ve yaşam koşullarına karşı birleşip mücadeleye atılmaktan başka seçeneğimiz bulunmamaktadır.

Tersane İşçileri Birliği


 

 

Karahan Tekstil direnişçisi Adem Güli ile konuştuk...

“İşçi sınıfı örgütlüyse her şey, örgütsüzse hiçbir şeydir!”

- Direnişin başladığı ilk günden bu yana neler yaşadınız?

Adem Güli: Direnişe ilk başladığım zaman çok tedirgindim. Ancak mücadele ile bütünleşince bu tedirginlik yerini heyecan ve mücadele kararlılığına bıraktı. Daha önce bir direniş deneyimine sahip değildim. Polise ve patrona karşı nasıl bir duruş sergilemem gerektiği konusunda net değildim. Dolayısıyla direnişle dayanışmaya gelen insanlarla bu konu üzerine konuştum. Dayanışmacı arkadaşlar bu konuda kendi deneyimlerini aktardılar. Ben de içeriden ve dışarıdan birçok destek alarak bu direnişi layığıyla sürdürdüğümü düşünüyorum.


- Direniş size bilinç, deneyim ve gelişmeler karşısında nasıl hareket etmeniz gerektiği konusunda ne öğretti?

- Direnişin benim üzerimdeki etkisi olumlu oldu. Daha önce çeşitli direnişlere tanık olmuş ve destek vermiştim. Ama ilk defa ve üstelik tek başına bir direnişi sürdürmek durumundaydım. Teoride düşündüklerimi pratiğe dökmem gerekiyordu. Pratiğe dökülünce daha iyi bir yol izlenebiliyor. Zaten yaptığın işler netice verince sizin de izlemeniz gereken yol belirginleşiyor. Direnişe başladığımda günde en az 2-3 kez sivil-resmi polisler gelip gidiyorlardı. Sürekli sorular soruyorlardı. Dayanışma amacıyla yanımda bekleyen arkadaşlarımı ve beni tehdit ediyorlardı. Arkadaşlarımı uzaklaştırarak beni yalnızlaştırmaya çalışıyorlardı. Zamanla direnişi sürdürmemdeki kararlılığımı gördüler. Artık sivil polisler gelip gidip baskı uygulamıyorlar.


- Bugün fabrikalarda, atölye ve işyerlerindeki işçiler yaşadıkları haksızlıklara karşı söyleyecek sözleri olmalı. Ancak ne yazık ki çoğu işçi buna sessiz kalmakta. Bu durumdaki işçi ve emekçilere neler öneriyorsunuz?

- İşçiler asalak patronların kul-kölesi değildir. Bir işçi her şeyden önce bir insan olduğunu asla unutmamalıdır. Çünkü bizim de patronlar kadar yaşamaya, yemeye, içmeye, gezmeye, eğlenmeye, okumaya, uyumaya ve dinlenmeye ihtiyacımız olduğunu bilmelidirler. Bunun için de işçiler kendi aralarında dinsel, mezhepsel, bölgesel, eski-yeni işçi vb. ayrımı yapmadan, hiçbir işçinin kendisinden farklı olmadığını bilerek hareket etmelidirler. En önemlisi haklarına sahip çıkmalı, patronların saldırıları karşısında örgütlenip mücadele etmelidirler.


– Son söz olarak ne söylemek istersiniz?

- İşten atıldığımızda hemen çıkıp gitmek çözüm değil. Tek başımıza kalsak bile haklarımız için direnmesini bilmeliyiz. Çünkü kötü çalışma koşulları her işyerinde var. Yeni bir iş aramaktansa o işyerinde kalarak kötü ve ağır çalışma koşullarını düzeltmek için mücadele etmeliyiz. İşçiler olarak birbirimize güvenmeli, sadece işyerlerinde değil yaşamın her alanında birlik ve dayanışmamızı güçlendirmeliyiz. Çünkü biz işçiler bir sınıfın mensuplarıyız. Karşımızda ise sömürücü ve asalak bir sınıf var. Bu asalak sınıf bizim alınterimiz ve emeğimiz üzerinden saltanını sürdürmektedir. Bu haramiler, bu saltanın böyle hep sürgit devam edeceğini düşünüyorlar. Kurdukları düzenin sonsuza kadar devam edeceğini zannediyorlar. Ancak yanılıyorlar. İşçi sınıf örgütlü bir güç olarak mücadele sahnesine çıktığı zaman onlar kaçacak delik arayacaklardır. Sınıf bilinçli bir işçi olarak bundan hiçbir kuşku duymuyorum. Yeter ki işçi sınıfı kendi hakları ve çıkarları için biraraya gelerek örgütlenebilsin. İşte o zaman bu sınıf düşmanlarımızın saltanatı da, hükmü de kalmayacaktır.

Son bir söz olarak şunu ifade etmeliyim: İşçi sınıfı örgütlüyse her şey, örgütsüzse hiçbir şeydir!

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece