27 Eylül 2013
Sayı: KB 2013/38

AKP’den savaş tezkeresi
Yayılmacılık ve yağma odaklı dış politika
Suriye halklarıyla dayanışmayı büyütelim!
CHP’nin sahte savaş karşıtlığı
Yeni Haziranlar işçi sınıfının önderliği ile zafere ulaşacak! - K. Toprak
Haziran ruhu AKP’yi korkutuyor!
Asimilasyon politikalarına karşı birleşik-kitlesel-militan direniş!
“Emekçilerin direnmesinden daha doğal bir şey olamaz!”
“Benimle aynı durumda olan arkadaşları yan yana gelmeye çağırıyorum!”
Çocuklarımızın katili bu düzendir!
Feniş direnişi eylemlerle sürüyor!
Gericiliğin ağırlığı ve devrimci çıkış yolu
İran-Batı yakınlaşması
Yunanistan, ırkçı-faşist saldırganlık ve çözüm

Almanya seçimleri ve sonuçları

Kapitalist düzene rahat yok!
Güney Kürdistan’da seçimler
Gençlik forumlarda mücadeleyi büyütüyor
Düzen üniversitelerde baskılarını arttırıyor…
Savunma sanayinin bir parçası olarak üniversiteler
“Direniş dediğimiz aslında tam bir diriliş!”
“Devrim yürüyüşümüz ON’larla sürüyor!”
ODTÜ yolu, ‘çevreci’ AKP ve direniş çizgisi - T. Kor
Faşist devlet terörüne karşı direnişi yükseltelim!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Almanya seçimleri ve sonuçları

 

Angela Merkel’in alternatifsiz olduğu ve seçimlerden galip çıkacağı propagandası yapılarak, sonuç adeta önden ilan edilmişti. Nitekim beklenen oldu. Almanya’da Pazar günü yapılan seçimleri, bir kez daha Angela Merkel kazandı.

Katılım oranının %71.5 olduğu belirlenen seçimlerde, Merkel’in Hıristiyan Demokrat Partisi-CDU, %41.5 oranında oy aldı. Böylece Merkel ve partisi, ardarda üçüncü kez seçim başarısına imza atmış oldular. Ortağı FDP’nin bu seçimlerdeki hezimetinden dolayı, Merkel kıl payı tek başına iktidar olma fırsatını kaçırdı.

Almanya’nın ünlü devlet adamı olan Konrad Adenauer da, 1957’de %50’lik oy oranı ile benzer bir başarı elde etmişti. Dolayısıyla, Merkel bu başarısı ile Alman sermaye çevreleri ve medyasının ona yakıştırdığı “güçlü lider” payesini de elde etmiş oldu.

Diğer patilerden SPD %25.7, Die Linke-Sol Parti %8.6, Yeşiller partisi %8.4, bir önceki seçimlerde %14 oy alan Merkel’in ortağı FDP %4.8, Alman siyasi yaşamına yeni katılan Euro karşıtı tutumu ile tanınan Almanya İçin Alternatif Parti %4.7 oranında oy alırken, 2009 yılındaki seçimlerde sürpriz bir çıkış yapan Piraten-Korsanlar partisi; bu kez aynı başarıyı elde edemedi ve oyları %2.2’de kaldı. Irkçı-faşist NPD ise, özellikle de NSU adlı cinayet örgütü ile ilişkileri nedeniyle yıpranmasına karşın, yine de %1.3 oranında oy topladı.

CDU/CSU ittifakı, sadece genel seçimlerde değil, eyalet seçimlerinde de birinci parti oldu. Sadece Hamburg ve Bremen’de birinciliği SPD’ye kaptırdı. Kısacası Merkel’in partisi hali hazırda Batı Almanya’nın birinci ve en güçlü partisi konumunda. Doğu eyaletlerinde ise, Die Linke-Sol parti, birinci parti konumunu yıllardan beri sürdürüyor.

Bu seçimlerde de, Merkel toplumun hemen her kesiminden oy aldı. Bu desteğin ezici bölümünü ise, her zamanki gibi yaşlı kuşak Almanlar oluşturuyor. Sadece işsizler CDU/CSU ittifakına oy vermedi.

Aynı zaman diliminde bir de Hessen’de eyalet seçimi oldu. Bu eyaletteki seçimden CDU/CSU %38 oranında oy aldı. Fakat burada, sözde sol partiler, SPD, Die Linke ve Yeşiller çoğunluğu elde etti.

Büyük çoğunluğu Die Linke, Yeşiller ve SPD de olmak üzere, çok sayıda göçmen de seçimlerde aday oldu. Toplam 8 göçmen aday federal parlamentoya girme hakkını elde etti.

Angela Merkel alternatifsizdi...

Kriz Almanya’nın da gerçeğidir ve belli sorunlar üzerinden her geçen gün biraz daha kendisini hissettiriyor. Avrupa’nın bu en zengin ülkesinde de bütçe açığı gitgide büyüyor. Bunun faturası ise, bilindiği üzere işçi ve emekçilere ödetiliyor. Çok ciddi sosyal sorunlar var. Küçükler bir yana, sosyal plan yalanı ile her defasında bir büyük sanayi kompleksi kapatılıyor. İşsizlik çığ gibi büyüyor. İşsizlik oranı %7’leri aşıyor. Çalışanların %22’si çok düşük ücretli işlerde çalışıyor. 12 milyon insan yoksullukla boğuşuyor. 7 milyon insan açlık sınırında yaşıyor. Özellikle çocuklu ve yalnız kadınlar ile evsiz kadın ve erkekler tam bir sefalet içindeler. Bu arada, göçmenler yoksullukta başı çekiyor. Yoksulluk oranı Türkiyeliler arasında %26 civarında. Tüm bunlara militarist amaçlarla yapılan harcamalar, savaş hazırlıkları giderleri ile geri ve yoksul ülkelerdeki askeri varlığın faturası ekleniyor. Kısacası, işçi ve emekçilerin yaşamı giderek zorlaşmaktadır.

İki dönemdir, Angela Merkel hükümeti tam bir sosyal yıkım ve savaş hükümeti olarak iş gördü. Yığınların sorunlarını çözmek ya da hiç değilse bir parça hafifletmek şöyle dursun, daha da ağırlaştırdı. A. Merkel hükümeti bununla da kalmadı, AB bünyesi içindeki diğer ülkelere de, özellikle Yunanistan, Portekiz gibi ekonomisi iflasın eşiğine gelmiş ülkelere müdahalelerde bulundu. Onlara durmadan adı “Kurtarma paketi” olan, gerçekte ise, yıkımdan başka bir şey yaratmayan paketler dayattı. Bu ülkelerde teknokratlardan oluşan, kendisine bağımlı hükümetler kurdurdu. Onları fiilen yönetti, yön verdi. İMF, AB ve AMB’nin sömürü çarkları bu ülke halklarını da yıkıma uğrattı.

Angela Merkel’in partisi tüm bu icraatlarına rağmen seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Şüphesiz ki bunun nedenleri var. Şöyle ki; Alman ekonomisi hala çok güçlü. Kriz burada da kendisini hissettirse de, henüz fay hatlarında kırılma yaratacak boyutlar kazanmamıştır. Ekonomide büyüme oranı istikrarlı ve yüksek. Öte yandan Merkel, AB politikalarını oldukça kararlı biçimde savunuyor. AB liderliği konusunda çok iştahlı ve çok iddialı bir pratik sergiliyor. Euro krizini aşacağı konusunda da oldukça iddialı vaatlerde bulunuyor. Bunu seçim çalışmalarında en önemli vaat olarak, bir kez daha dile getirdi. Almanya adına bu iddialı, oldukça cüretkar ve kararlı tutumu her ortalama Alman’ın gururunu okşuyor. Dahası bu politika, hiçbir zaman hegemon bir güç olma hırsını yitirmeyen ve bunun için açık-gizli hummalı bir çabanın içinde olan savaş suçlusu Alman burjuvazisinin eğilimlerini de yansıtıyor.

Alman sermaye çevreleri zaten açıktan ve aktif biçimde Merkel’i desteklediler. Alman kirli medyası da pazarlama yeteneğini sonuna kadar kullanarak buna katkı yaptı. Alman kamuoyuna gelince, seçmen istikrara, ekonomideki büyümeye, AB politikalarının kararlı biçimde savunulmasına, demek oluyor ki, AB liderliği konusundaki iştah, hırs ve Alman “ulusal gururu”na önem veriyordu. İşte tüm bunlar ve şovenizm boyutuna varan bir ulusal kibir ve gurur bir arada, Merkel’in şahsında vücut buldu. Merkel alternatifsizdi ve bu nedenle onu desteklediler.

Sonuç hiç, ama hiç şaşırtıcı değil

Diğer ülkelerde olduğu gibi Almanya’da da burjuvazi, siyasi alanda yeni alternatifler oluşturmaktan aciz. O kadar ki, burjuvazi var olandan başka alternatif bulmakta güçlük çekiyor. Çünkü iktidara aday olduklarını söyleyenler, işbaşında olanlardan farklı bir program ortaya koyamıyorlar. Doğal olarak farklı bir politika ortaya koyma şansları da bulunmamaktadır. Bugüne kadar ki icraatları da bu gerçeği doğrulamaktadır.

Örneğin, CDU’nun alternatifi olarak ileri sürülen SPD, G. Schröder’in başbakanlığında Yeşiller Partisi ile hükümette oldukları dönemde, Helmut Kohl’ün 16 yılda cesaret edemediği icraatlara imza atarak, tam bir sosyal yıkım ve savaş hükümeti olarak iş görmüştür. Agenda 2010 ve Hrtz-V adlı saldırı paketleri bu hükümet döneminde gündeme gelmiştir. Bu hükümet döneminde sosyal haklara dönük saldırıların ardı arkası gelmemiş, işçi ve emekçilerin dişe diş mücadeleler sonucu kazandıkları birçok hak gasp edilmiştir.

Bu durum A. Merkel başbakanlığındaki hükümetler döneminde de değişmemiştir. SPD sözde muhalefette olmasına karşın, bu dönemde burjuvazinin tasarruf tedbirleri yalanı ile işçi ve emekçilere dayattığı saldırı paketlerine temelde karşı çıkmamış, ufak-tefek itirazlar ileri sürse de, sonuçta, bu saldırı paketlerini onaylamıştır.

Yeşiller Partisi de SPD gibi, Merkel hükümetinin parlamentoya getirdiği sosyal yıkım ve savaş politikalarına temelde itiraz etmeyip, onaylamıştır.

Bu yılki seçimlerde üçüncü parti konumunu kazanmış bulunan Die Linke-Sol Parti’ye gelince, bu parti SPD’nin bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışmaktan öteye gidemiyor. Yığınların, yasal asgari ücret gibi kimi taleplerine sahip çıksa da, gitgide yakıcı hale gelen sorunlara köklü çözümler üretememektedir. Kapitalizmin sınırları içinde yapılacak iyileştirmelerin ötesine geçmemekte, parlamenter sistemi sorunların çözüm adresi olarak görmekte, dolayısıyla düzene karşı farklı bir alternatif sunmamaktadır.

Elbette ki, Almanya’da kapitalizme karşı sosyalizmi alternatif olarak gören devrimci partiler de vardır. Ancak bu partiler oldukça güçsüzdürler ve hali hazırda yığınlara güven vermekten uzaklar.

Tüm bunlar düşünüldüğünde, seçim sonuçlarının şaşırtıcı olmadığı daha kolay anlaşılacaktır.

Alman burjuvazinin zaferi…

Alman burjuvazisi seçim sonuçlarını gözle görülür bir sevinçle karşıladı. Doğal olarak, Merkel’in seçim zaferini kendi zaferi olarak gördü. Seçimlerin sonuçları belli olur olmaz der Spiegel’in öne çıkardığı ‘’Merkel Cumhuriyeti ‘’manşeti bunun ifadesiydi. Frankfurter Allgemeine ‘’Zafer Merkel’in’’ ve Süddetsche Zeitung’un, ‘’Merkelismus’un zaferi ‘’ manşetleri, burjuvazinin seçim sonuçlarından duyduğu memnuniyetin dile getirilmesinden başka bir şey değildir.

Sadece Alman burjuvazisi değil, Avrupa burjuvazisi de toplam olarak Angela Merkel’in seçim zaferinden hoşnut kaldı. Hoşnut kaldı, zira Almanya AB’nin lider ülkesidir. Deyim uygunsa AB’yi ayakta tutan, soluk aldıran ve yaşatan Alman burjuvazisidir. Almanya’nın fay hatlarındaki ciddi bir kırılma tümü için, dahası, genel olarak kapitalist/emperyalist sistem için ciddi bir tehlikedir. Dolayısıyla, sosyal sınıf hareketlerine sahne olmayan, tam tersine güçlü, büyüyen, istikrarlı bir Almanya, onların da temennisidir.

Son söz yerine...

Farklı bir sonuç beklenmiyordu, fakat buna karşın Merkel’in seçim başarısı hem Alman hem Avrupa burjuvazisini rahatlatmıştır. Almanya’da diğer AB ülkelerindeki gibi ciddi sosyal hareketler henüz oluşmadığı için toplumsal-siyasal yaşama durgunluk hakim.

Hiç kuşkusuz bu geçici bir durumdur. Almanya da krizden etkilenmekte ve çok ciddi sosyal sorunlar mevcut ve tümü de çözülmemiş olarak yerli yerinde durmaktadır. Demek oluyor ki, Almanya’da da fay hatlarında enerji birikmektedir. Ne zaman, nasıl ve hangi vesileyle patlayacağı bilinmese de, Almanya’da da sosyal sınıf hareketleri gelişecektir. Bunun kendisi, diğer şeylerin yanısıra işçi ve emekçileri düzen karşıtı arayışlara itecek, “kapitalizme karşı sosyalizm” yeniden ciddi bir alternatif haline getirecektir.

 

 

 

 

Stuttgart’ta mücadeleyi büyütme çağrısı

 

Stuttgart’ta 21 Eylül Cumartesi günü‚ “Biz başkaldırıyı seçiyoruz” şiarı altında gerçekleştirilen yürüyüş ve mitingle, 22 Eylül günü yapılan federal parlamento seçimleri protesto edildi. S21 karşıtı Parkschützler’in çağrısı ile yapılan yürüyüşe bin kişi katıldı. Yürüyüşte taşınan pankart ve yapılan konuşmalarda, burjuva demokrasisinin ikiyüzlülüğü ve aldatıcılığı eleştirilerek, parlamentonun ve seçimlerin finans kapitalin diktatörlüğünü gizlemenin bir aracı olduğu gerçeğine işaret edildi. Burjuva parlamento yerine, sokak hareketini büyütme çağrısı yapıldı.

Yürüyüşün başında ve sonunda sahne alan Grup Auftakt ve O. Olgun’un değişik dillerde birlikte seslendirdikleri marşlar eylemin coşkusuna olumlu katkıda bulundu.

Mitingde, BİR-KAR’ın hazırladığı “Türkiye’nin direnen halklarına” dayanışma mesajı onaylanarak, Türkiye’nin sokak hareketine iletilmesi kararlaştırıldı.

Kızıl Bayrak / Stuttgart

 

 

 

 

Bern’de coşkulu ve kitlesel işçi eylemi

 

İsviçre Sendikalar Birliği UNIA’nın çağrısıyla maaşların korunması ve yükseltilmesi, emekli aylığının yükseltilmesi ve yabancı düşmanlığına karşı 21 Eylül Cumartesi günü yürüyüş düzenlendi.

Çeşitli kentlerden on binlerce işçi ve emekçinin katılım sağladığı miting, İsviçre’de son yıllarda yapılan en kitlesel eylem oldu.

Bern parlamentosu önünde toplanan on binlerce işçi ve emekçi, taleplerini, attıkları coşkulu sloganlarla dile getirdiler.

Eyleme birçok kurum destek verdi. İsviçreli devrimci çevre ve grupların eyleme katılımı daha çok propaganda materyalleri üzerinde hissedildi.

Türkiyeli kurumlar eyleme pankart ve bayrakları ile katıldılar. BİR-KAR “Kapitalist sömürüye, işsizliğe ve sosyal hak gasplarına karşı mücadeleye!” şiarlı Almanca pankart açarak yürüyüş ve mitingde yerini aldı.

Kızıl Bayrak / İsviçre

 

 

 

 

Otomobil satışlarında düşüş devam ediyor

 

Avrupa Otomobil Üreticileri Birliği’nin (ACEA) son raporuna göre AB’de otomobil satışlarındaki düşüş devam ediyor. Birlik yayınladığı raporunda Ağustos ayında yaşanan düşüşü, bu ayın tatil ayı olmasına bağlayarak, durumu geçici bir durum olarak göstermeye, Ağustos ayında yaşanan yüzde 5’lik düşüşün sene sonunda öngörülen olumlu tabloyu fazla etkilemeyeceğini kaydeden Birlik, “zira geçen senenin aynı döneminde satışlar yüzde 8.9 oranında düşmüştü” diyerek, durumun geçici olacağına kamuoyunu inandırmaya çalışıyordu.

Fakat yayılmak istenen sahte iyimserlik havası uzun sürmedi. Eylül ayının verileri Ağustos ayının verilerine rahmet okuttu. Ağustos ayında yaşanan yüzde 5’lik düşüşü ikiye katlayan Eylül ayının yüzde 10.8 lik düşüşü, aynı zamanda son 12 ayın en hızlı düşüşü olarak da teyit edildi.

Otomotiv tekellerinden PSA Peugeot Citroën satışlarındaki yüzde 17.3 oranındaki düşüşle başı çekerken, Avrupa’nın dev otomotiv tekeli Volkswagen’nin ise yüzde 11’lik bir düşüş yaşadığı kaydediliyor. Bu düşüşlerin işçilere dönük saldırıları beraberinde getirceği aşikardır. Zira kapitalistler kârdaki düşüşü dengelemek için işçi çıkarmaktan hak gasplarına kadar çeşitli uygulamalarla faturayı bir çok kez işçilere çıkarmıştır.

 
§