28 Kasım 2014
Sayı: KB 2014/47

Sermaye düzeninin zorbalığı sökmeyecek!
Tecrit ve sansüre karşı ortak mücadele
“Yayın yasağı yok hükmünde”
Rojava kantonları IŞİD tehdidi altında
Sağlıkta dönüşüm fiyaskosu!
İşçiye mezar, babasına lastik ayakkabı!
BirGün ve Evrensel’in turnusol kağıdı: Ülker reklamı - T. Kor
‘74 Ülker işgali yol gösteriyor!
Diplomalı işsizlik gerçeği!
MESS dayatmalarına karşı fabrika eylemleri
“Benim gibi isyan eden yüzlerce işçi var”
İzmir’de DEV TEKSTİL tanıtım toplantısı
Karayolu işçisinin iradesi sendikal bürokrasiyi aşmaya yetmedi
Fabrika ile barikat arasında
Devrim için devrimci parti, devrimci sınıf!
TKİP’nin 16. kuruluş yıldönümü etkinliği.
16. yıl etkinliğine parti örgütlerinden mesajlar
Ferguson’da büyük öfke!
İntifada ruhu ezilmek isteniyor!
Gebze’de liseliler Oğuzhan Çalışkan için buluştu!
“Şiddete karşı mücadelede vardık, varız, varolacağız!”
EKK’dan 25 Kasım etkinlikleri
Burjuvazinin nüfusunu planlama değil, kökünü kurutma savaşı - Z. Eylül
“İnsan nasıl insan oldu” - Evrim Erdoğdu*
TKİP militanı Alaattin Karadağ mezarı başında anıldı
Basına sansür, tutsaklara tecrit!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İşçiye mezar, babasına lastik ayakkabı!

 

AKP’li eski Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer’in 17 Mayıs 2010’da Zonguldak’ta meydana gelen ve 30 işçinin hayatını kaybettiği grizu patlamasının ardından söylediği madencilerin acı çekmediği, “güzel öldükleri” yönlü sözlerinin üzerinden 4 yıl 6 ay geçtikten sonra… Yine aynı bakan Dinçer’in 5 Ağustos 2010 günü Şili’de bir bakır madeni ocağında meydana gelen kaza sonrası söylediği “Şayet Zonguldak’da grizu patlaması yerine, göçük olsaydı, işçilerimizden hayatını kaybeden olmayacaktı ve sadece 3 günde çıkaracaktık” sözlerinden 4 yıl 2 ay sonra… (Şili’de, yerin 700 metre altında 69 gün geçiren 33 madencinin tamamının hayatı kurtarılmıştı.)

Erdoğan’ın 17 Mayıs 2010'da Zonguldak’ta maden işçilerinin bile bile katledilmesinin ardından, “Bu mesleğin kaderinde bu var. Bu mesleği yapanlar bu tür olayları yaşayacaklarını bilerek çalışıyorlar demektir” sözlerinin üzerinden 4 yıl 6 ay ve 13 Mayıs 2014’te Soma’da katledilen yüzlerce işçinin ardından işçilerin fıtratında böyle ölümlerin olduğunu söylemesinden 6 ay sonra… “Kara haber” yine kömürün ölüm koktuğu yerdendi… Bu kez Ermenek’tendi.

Sorumlusu sermaye devletinin olduğu her felaketin ardından yaraların sarılacağını söyleyen devlet yöneticilerinin Soma Katliamı'nın ardından kimlerin yarasına merhem olduğu bir kez daha görülmüştü. Sözlerden ibaret göstermelik girişimlerin ardından AKP tarafından kapatılan bir defterdi Soma. Daha doğrusu amaçlanan buydu. Ancak sermaye devletinin fıtratında olanlardan biri de işçi katliamları idi. Soma’nın ardından birer birer, ikişer ikişer, onar onar işçiler iş cinayetlerinde ölmeye devam etti. İnşaat işçileri, tarım işçileri ve elbette maden işçileri… Sermaye sınıfı ve AKP için tüm planlar kusursuzdu kuşkusuz, fakat ne var ki işçiler çok kolay ölüyordu. Üstüne üstlük iş cinayetlerinde ölen işçilere toplum artık duyarsız kalmıyordu. İşçiler, emekçiler bu ölümlerin sorumlusunun ‘ucuz işçilik kolay ölüm’ demek olan bu sistem olduğunun farkına varıyor ve tepki gösteriyordu.

Son olarak Ermenek’te yaşanan işçi katliamı ile bu düzenin işçiler için ne anlama geldiği yeniden ortaya çıktı. İşçi katliamları bu düzenin insana ne kadar yabancı olduğunu da gösteriyordu.

Ermenek’teki madende cansız bedenine haftalar sonra ulaşılan Tezcan Gökçe’nin annesi Ayşe Gökçe ve babası Recep Gökçe’nin yoksulluk içerisindeki yaşantıları burjuva medyanın gündemine oturdu. Konuyu “yürekler dağlandı”, “gözyaşları sel oldu” gibi popüler başlıklarla duyuran sahibinin sesi medya bir anda emekçi dostu kesildi. Tezcan’ın babasının yırtık ayakkabıları ise malzeme konusu yapıldı. Devlet ise, Tezcan’ın babasına ayakkabı gönderip aylık bağlayarak göz boyamaya çalıştı.

Hatırlanırsa Soma Katliamı'ndan tesadüfen kurtulan bir işçi ambulansa bindirilirken o hengâmede kendi doğallığında “çizmelerimi çıkarayım mı” demişti. Bu defa hayatını kaybeden bir başka madencinin yoksul ailesi yırtık lastik ayakkabıları ile gündeme geldi. Devlet ise kimseden esirgemediği şefkatini Recep Gökçe’ye lastik ayakkabı göndererek de gösterdi! Ancak gelen tepkiler üzerine sadece lastik ayakkabı gönderilmediği, bunun yanında bir başka ayakkabı daha gönderildiği söylenmek zorunda kalındı. Madenci ailesinin yaşadığı yerin koşulları nedeniyle ek olarak bu lastik ayakkabıların gönderildiği iddia edildi. Yani iki çift ayakkabı gönderilmiş ve zaten yöre için en uygunu da lastik ayakkabılarmış, o yüzden tercih edilmiş.

Bu küçük ayrıntı ise sermaye devletinin işçi ve emekçilere, onların ailelerine neyi layık gördüğünü göstermektedir. Ayaktakımı olarak gördüklerinin yaşam koşullarını değiştirmek gibi bir derdi olmayanların lastik ayakkabıyı layık görmesi kadar doğal bir şey yok. Asgari ücreti simide, gıda masrafı makarnaya göre hesaplanan işçi ve emekçiler için bu sınırlar yeterli görülüyor.

Kaldı ki madenci ailelerinin açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşam savaşı verdiğini, işçi katliamlarının ardından “hatırlayan” sermaye devleti, Karaman Ermenek’teki madenci katliamında yaşamını yitiren Tezcan Gökçe’nin ailesine 140’ar liralık yoksulluk yardımı bağlamayı da unutmadı.

Kendilerine bin odalı saraylar yapanların, milyarları bir çırpıda sıfırlayanların, en basit eşyalarına milyarlarca lira harcayanların şatafat içinde yaşadığı bu düzende iş cinayetinde hayatını kaybeden bir işçinin babasına reva görülenin bir lastik ayakkabı olması şaşırtıcı değildir. Sömürünün, eşitsizliğin, adaletsizliğin, yoksulluğun sebebi olan bu düzen her gün yeni bir sonuçla neden yıkılması gerektiğini göstermeye devam ediyor.

 

 

 

 

Saraylara savaş,
kulübelere barış!

 

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, kaçak Ak Saray’nın yer üstündeki 4 katında 2000 oda bulunduğunu açıkladı.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in eski parayla 1.5 katrilyona mal olduğu açıklamasına karşın kaçak saray normal bir inşaat olarak değil, özel imalat olarak yapıldı; 1 metrekare maliyeti on bin liradan az değildir. Bakanlığın açıkladığı maliyet, buzdağının görünen yüzüdür.

5 katrilyonun üzerinde bir maliyetle kaçak saray yapılmıştır. Etrafındaki yollar 40 milyon lira, katlı kavşak ise 20 milyon ve sadece kaçak saraya giden yolun maliyeti toplamda 60 milyondur.

Anfa Şirketi üzerinden Büyükşehir Belediyesi tarafından alınarak yurtdışından ağaç getirildiğini biliyoruz. Ana binanın 4. katında, teras katta yaklaşık 150 ağaç var. Tanesi 3 bin Euro’dan 150 ağacın maliyeti hesaplarımıza göre 1 milyon 200 bin lira civarında ve iklimsel özellikleri uymadığı için bu ağaçlar 3. kez kurutuldu ve değiştirildiler. Yerleşkenin tamamında 670 bin metrekarelik bir peyzaj düzenlemesi karşımıza çıkıyor, bunun yüzde 40’ının doğal peyzaj olduğunu düşünürsek 350 bin metrekarelik bir peyzaj düzenlemesi alanı bulunuyor. Peyzaj giderlerinin Büyükşehir Belediyesi’nden çıktığı ortada, toplam maliyeti 2.5 katrilyon civarında. Toplamda 6 katrilyona ulaşan büyük bir israfla karşı karşıyayız.

Biz işçiler ve emekçiler üretirken üç kuruşa maden ocaklarında yaşamımızı ortaya koyarak onların ceplerini ısıtıyoruz, onların lüks rezidans inşaatlarını yükseltirken asansörlerden, iskeleden düşüyoruz, fabrikalarımızda ürettiğimiz mamullerin en iyisini onlar kullanıyor.

Bizler elektrik, su, doğalgaz gibi giderlerimizi ödemek ve yaşamak için borçla yaşarken, bizim sırtımızdan saray dikiyorlar. Bu saray bize dayattıkları kölece çalışma ve yaşam koşullarının sonucudur.

Yırtık kara lastik giyen işçi kardeşimizi unutmayalım, üç ay maaş almayıp cesedi maden ocaklarında çıkan işçi kardeşlerimizi unutmayalım, okul parasını biriktirmek için inşaatta hayatını yitiren genç arkadaşlarımızı unutmayalım. Çocuk yaşta tarımda çalışmak zorunda kalan okul yüzü görmeyen çocukları unutmayalım.

Biz cehennemde üretirken ölüyor, onlar ise üretmeden cenneti yaşıyorlar! Şimdi artık saraylara savaş, kulübelere barış zamanı için mücadele bayrağını yükseltme zamanıdır. Üretirken ölmek istemiyorsak gücümüzü birleştirelim, örgütlenelim, mücadele edelim.

Çorlu’dan bir metal işçisi


 
§