27 Mart 2015
Sayı: KB 2015/12

Düzen siyasetinin kirli bohçası
Dinci-gerici iktidarda çatlak sesler
AKP’de çatlak ve düzen gerçeği
İki yol: direniş ve zafer! - T. Kor
CHP yoksulluğu bitirir mi?
Davutoğlu Türk-İş’i ziyaret ederse...
İşsizlik fonundan işçiye pay yok!
Greif’te işçi kıyımı
“Hedefimiz sınıfın örgütlü birliği!”
Kayseri’de işçiler birliği ve mücadeleyi tartıştı
“Biri ‘Allah’ diğeri ‘emek’ diyerek aldatıyor”
“Derneğimize açılan kapatma davası meşru değildir!”
Türk Metal çetesi şikayetçi ol(a)madı!
Kürt sorununda köklü ve kalıcı çözümün yegane yolu: Birleşik Devrim
Öcalan'ın Newroz mesajı ve içerdikleri
"Kadın devrimi tartışmaları üzerine... - Ç. İnci
8 Mart ışığında kadın sorunu ve eylemleri üzerine
Anti-kapitalist öfke patlaması ve dersleri
Dünyada sınıf ve kitle eylemleri
Ferhunde için sokaklara çıktılar
Emperyalistler silahlandırıyor, çeteler katlediyor! - M. Ak
Özgecan için eylem yapan liselilere ceza
Mart ayı şehitleri Ankara'da anıldı
İÜ'de YÖK'ün rektörlük sıralamasına tepki!
Bu düzen ebedi değildir!
Zindan gerçeği düzen gerçeğidir
Kızıl bir meşaledir Kızıldere!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kızıl bir meşaledir Kızıldere!

 

Tarihin öyle sayfaları vardır ki hem taşıdığı anlam nedeniyle kızıl bir ayraçtır, hem de geleceğe tuttuğu ışık nedeniyle bir meşale. 30 Mart işte böyle bir tarihtir. Tokat’ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere Köyü bir son durak değil, aksine devrimin sarp ve engebeli yollarındaki uzun maratonun bir parçasıdır. Ki Kızıldere’ye çıkan bu maratonun 6 Mayıs şafağında da devrimin “en güzel yüz metresi” koşulmuştur.

Hani şu günlerde revaçta olan seçim sandıklarının cezbedici büyüsü o günlerde de etkilidir. Vietnam, Latin Amerika devrimleri, gençlik hareketinin yükselişi güçlü bir sol rüzgâr estirmiştir. Bu rüzgârı arkasına alan Türkiye İşçi Partisi seçimlerde 15 kişiyi meclise gönderir. Keza CHP de sol söylemleriyle popülerdir. Yükselişte olan işçi hareketi DİSK’i yaratmış ve 15-16 Haziran’da doruğuna ulaşmıştır. Bu düzenin sınırlarını aşamayan TİP ve MDD gibi sol akımların oldukça popüler olduğu bir dönemde devreye zamanın “maceracıları” girmiştir. ‘71’in devrimci önderleri tarih sahnesine çıkmış, devrimin ancak zor yoluyla gerçekleşebileceğine olan inançlarıyla rotalarını çizmişlerdir.

Elbette kurulu düzen yaklaşan tehlikenin farkına varmakta gecikmemiştir. 12 Mart 1971 faşist darbesiyle Nihat Erim başkanlığında bir teknokrat hükümet kurulur. “Balyoz Harekatı” adı altında bir sürek avı başlar. Türkiye’deki bütün sol ve muhalifler üzerinde tam bir devlet terörü estirilir. Ankara, İstanbul ve İzmir gibi birçok ilde sıkıyönetim ilan edilir. Hedefin başında devrimci önderler bulunmaktadır. ‘71’in devrimci önderleri, gelecek düşlerini bu düzene sığdırmamalarının faturasını hayatlarıyla ödeyeceklerdir.

Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) liderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan yakalanmıştır. Sıkıyönetim mahkemeleri Denizler’in idamını istemektedir. İdamları engellemek için Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) ve THKO ortak eylem kararı alır. Bu karar doğrultusunda 1972 Martı’nda Ünye’ye gidilir ve burada bulunan NATO üssünde çalışan iki İngiliz ve bir Kanadalı radyo teknisyeni kaçırılır. Rehinelerin serbest bırakılması için koşul Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının serbest bırakılmasıdır.

ON’ların Niksar ilçesine bağlı Kızıldere Köyü’nde saklandıkları yer muhtarın evidir. İhbar sonucu ev devlet güçleri tarafından kuşatılır. Kuşatılan devrimcilerin cephaneliği; ‘bir sten, bir kısa namlulu tüfek, bir uzun şarjörlü tabanca ve iki sıradan tabancadan’ ibarettir. Kuşatanların ellerinde ise ağır silahlar ve helikopter desteği vardır. Yine bazı köylülerin iddiasına göre NATO askerleri de bu kuşatmaya katılmışlardır.

“Teslim ol” çağrılarına kuşatma altındaki devrimcilerin talepleri üç maddeden ibarettir:

1. İnfazlar derhal duracak.

2. Hiçbir yurtsever ve devrimci asılmayacak.

3. En çok 48 saat içerisinde bu konuda Türkiye radyolarından infazların durdurulduğu hakkında yayın yapılacak.

Ancak devleti ilgilendiren rehinelerin durumu değildir. Ya içerdeki devrimcileri teslim alacaklardır ya da imha edeceklerdir. Her halükarda da direniş iradesini kıracaklar, devrim idealini devrimci örgüt fikriyle birlikte ortadan kaldıracaklardır. Ancak küçücük bu köy evinin çatısından Mahir Çayan’ın sesi devletin kendisine bir meydan okumadır; “Sıradan askerleri gönderin, rütbeliler gelsin!”, “Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik!”

İlk yaylım ateşinde Mahir başından vurulur. Türkiye devrim tarihine adını yazdıran, sonraki kuşaklara bir gelenek devreden bu destansı direnişte, Mahir’in ardından THKO liderleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna, THKP-C üyeleri Nihat Yılmaz, Sinan Kazım Özüdoğru, Saffet Alp, Hüdai Arıkan (Dev-Genç Merkez Yürütme Kurulu üyesi), Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan ve Sabahattin Kurt da katledilirler. Rehinelerin de öldüğü bu katliamdan sadece samanlığa saklanan Ertuğrul Kürkçü kurtulur ve o da yapılan aramalar sonucu askerler tarafından bulunur.

Kızıldere sadece mazide bir hatıra değildir!

Devrimin ve devrimci düşüncenin, devrim davası uğruna savaşmanın ve ölmenin, devrimci dayanışmanın ve siper yoldaşlığının sembolüdür artık Kızıldere.

Mahir’i, Deniz’i, İbo’su, Cevahir’i, Ulaş’ı, Sinan’ı ile bir bütün olarak ‘71 devrimci kuşağı burjuva reformculuğundan devrimci bir kopuştur. Devrimciliğin bir yaşama biçimi ve savaşma arzusu olduğunu gösteren bu genç devrimcilerin yolunun Nurhaklar’a, Kızıldere’ye, Şarkışla’ya çıkması “maceracılık” değildir. Onları sonu ölümle bitecek bu yola gönüllü ve büyük bir huzurla çıkaran yegane gerçek, devrim davasının düzen sınırlarına sığmayacak olmasıdır. Devrimci yaşamlarında edindikleri birikim onları proleter sosyalizmine ulaştırmamış olsa da, bıraktıkları miras devrim yolunun tatlı sulardan değil, sarp, dolambaçlı ve engellerle dolu patikalardan geçtiğini göstermeye fazlasıyla yeterlidir. Onlar rüzgârla sürüklenmek yerine fırtınalara karşı göğüs germeyi tercih etmişlerdir.

Onların devrimcilik anlayışında kurulu düzenle hiçbir biçimde uyuşmamak vardır. Devrimcilik onlar için biçimsel bir davranış değildir. Her şeyden önce bir yaşam biçimidir. Yarınlarda gerçekleşebilecek devrimin güzelliği onların yaşamının doğal bir parçasıdır. Paylaşımları, dava arkadaşları için gösterdikleri fedakârlıklar devrim ve devrimciliğin bir slogandan, bir ünvandan çok daha öte bir şey olduğunu göstermektedir. Yoldaşlık, en doğru tanımını onların hayatlarında bulmuş, bizlere miras kalmıştır.

Devrimcilikleriyle emekçidirler. Yapılacak işlerin en önünde onlar vardır. Ölümle sonuçlanabilecek eylemlerde, emek gerektiren başka işlerde de esirgemedikleri hayatlarının yanında alınterleridir. Giriştikleri ve yaptıkları her işte başarılı olmaları tesadüf değildir. Zira tercihleri rastgele değildir. Düşündükleri gibi yaşamakta ve yaşadıkları gibi de düşünmektedirler. Bilinç ve emeğin üzerine kurdukları devrimci yaşamlarında ölümü bile tereddütsüz karşılamalarının gerisinde, işte bu bilinçli tercih bulunmaktadır.

Devrim onlara yarın olabilecek kadar yakındır ve bu nedenledir ki tüm kötülüklerin sebebi olan bu kurulu düzende mezar taşları dışında tek bir dikili ağaçları yoktur. Bu düzen onlar için kendilerine hayat kuracakları bir dünya değildir. Aksine yıkılması gerekmektedir. Çünkü insanın insan üzerindeki sömürüsünü ortadan kaldıracak, birlikte üretilen her şeyin yine birlikte paylaşılabileceği, halkların kardeşçe yaşayabileceği sosyalist bir gelecek, ancak kurulu düzen yıkılarak inşa edilebilecektir. Eskiye ait tüm o yoz değer ve kötülüklerse enkazla birlikte tarihin çöplüğüne atılacaktır.

Geriye sadece adlarını ve anılarını yaşatan devrimci yaşamlarını bırakmışlardır. İşte bu miras, bu düzende elde edilen hiçbir servet ve mülkle, hiçbir ayrıcalık ve makamla kıyaslanamaz.

Kızıldere sadece mazide bir hatıra değil, bir savaş çağrısıdır.

 
§