22 Ocak 2016
Sayı: KB 2016/03

“Teröre karşı mücadele” yalanıyla devlet terörünün önü açılıyor
Ödenek örtülü, vurgun aleni!
Zulüm sınır tanımıyor
Fiili sıkıyönetim!
Onurlu direniş güçleniyor
Soruşturmaların ve linç kampanyalarının hedefinde işçi ve emekçiler var
“Kirli savaşları bitirecek yegane güç emeğin kavgasıdır”
Hedefte “kıdem” var!
Devletin görmediği işsizler ordusu!
Çetinkaya işçisi: Direneceğiz!
Liseli gençlik çalışmamız üzerine
Kırıntılar sizin olsun, gelecek bizim!
Sınav hayatları eliyor!
İran sistem içinde yerini alıyor!
Emperyalizmin “krizle savaşacak cephanesi” tükeniyormuş
Kadın İşçi Kurultayı’na yürüyoruz!
Hrant Dink katledilişinin 9. yılında anıldı
Kirli savaş ve batının suskunluğu tartışmaları
DEV TEKSTİL 1. yılında!
Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kirli savaş ve batının suskunluğu tartışmaları...

 

Bölgesel düzeyde güçlenen ve önemli kazanımlar elde eden Kürt halkının direniş iradesini kırmak, Kürt hareketini ehlileştirmek, Türk burjuvazisinin gerici çıkarlarını hayata geçirmek amacıyla sermaye iktidarı açık bir imha savaşı yürütmektedir. Söz konusu faşist baskı ve zorbalık, en gelişmiş askeri teknolojiyle donanmış işgal kuvvetlerinin henüz doğmamış anne karnındaki bebekten, 3 aylık Miray’a, 70 yaşındaki dedeye kadar tüm Kürt halkını hedefine alarak sürdürülmektedir. Zorunlu göç politikası ile kentler boşaltılırken, Kürt siyasetçilerin yargısız infazlarla katledildiği bir kirli savaş süreci işletilmektedir. Kürt halkı abluka altındaki kentlerde açlıkla, susuzlukla yüz yüze bırakılırken, cenazeleri sokak ortasında çürümeye terk edilerek teslim alınmaya çalışılıyor. Burjuva medyanın yürüttüğü yalan kampanyaları ile psikolojik savaş teknikleri pervasızca uygulanıyor. Sur, Cizre, Silopi’de yoğunlaşan kuşatma, Kürdistan’ın dörtbir yanında büyük bir fedakarlıkla sürdürülen, her türlü zorbalığa karşın dizginlenemeyen, özgürlük tutkusuyla yoğrulmuş direnişe çarptıkça daha şiddetleniyor. Emperyalistler arası kızışan hegemonya krizinin etkisiyle Ortadoğu’da her geçen gün daha da önemli bir aktöre dönüşen Kürt hareketine yönelik saldırıların bölgedeki gelişmelerin seyrine bakarak daha da artacağı açıktır. Kürt hareketinin emperyalizmle ve onun işbirlikçisi Türk sermaye devletiyle uyum içinde demokratik siyasi çözüm ufkuna sahip olmasına rağmen, gerek kimlik, gerek de konum bakımından Güney Kürdistan’daki Kürt partilerinden ayrı bir yerde durması emperyalizmin ve işbirlikçilerinin bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirdiği günlerde tehdit olarak görülmektedir. Topyekün savaş ve ablukanın amacı, her geçen gün daha büyük bir özgüvene kavuşan, devrimci konum ve kimlikten yoksun olmakla birlikte devrimci dinamikleri içinde barındıran Kürt hareketinin direnişçi çizgisinin ehlileştirilerek emperyalistlerin bölgesel çıkarlarına uyumlu hale getirilmesidir. Kürt halkının ulusal demokratik kazanımlarının üzerinden geçerek, Kürt hareketini boğmaktır.

Sermaye iktidarının dümenindeki dinci parti 7 Haziran seçimleri ardından, öncesinden hazırlığını yaptığı kirli savaşın düğmesine basarak asıl olarak işçi sınıfı ve emekçilerin azgın sömürüye ve yıkıma karşı ayağa kalkmasına engel olma amacını gütmüştü. Milliyetçi-şoven-dinci gericilik zehrini kullanarak sınıf ve kitle hareketinin güçlenme dinamiklerini dinamitlemek, ezmek için her türlü kirli oyunu devreye sokmuştu. Şimdi de Kürt illerinin Kobanêleşmesi anlamına gelen açık kitle kıyımını meşru göstermeye çalışıyor. Bugün okulların, hastanelerin karakola dönüştürüldüğü, işgal ve sokağa çıkma yasaklarının toplu imha ve göçe zorlama hareketi olarak şiddetlendiği, kural tanımayan bir barbarlık hüküm sürüyor.

Durdurak bilmeyen vahşetin kirli savaş medyasının yalan haberleri ile gizlenmesi ise sermaye devleti açısından her geçen gün daha da zorlaşıyor. En gelişmiş savaş teknolojisi ile yürütülen kirli savaş Kürt halkının bugün özyönetim talebinde ifadesini bulan özgürlük uğruna sürdürdüğü direnişin duvarına çarptıkça, saldırganlığın dozu da artıyor fakat direniş bitirilemiyor. Batı metropolleri de dahil kalekollar inşa etmek, baskı ve zoru daha ileri düzeyde tahkim etmek, milliyetçi-şovenist histeriyi körüklemek ile çok yönlü sıkışmışlığın içinden çıkmanın yolunu arıyor.

Burada Kürt halkının cumhuriyet tarihinin en kapsamlı saldırısı ile karşı karşıya kaldığı, işçi sınıfının ekonomik-sosyal yıkımla tam anlamıyla köleleştirilmeye çalışıldığı bir süreçte; toplumsal yaşamın üzerine çökertilen gerici atmosferin neden olduğu suskunluktan da bahsetmek gerekiyor. Son 2 haftadır savaşın şiddetinin artması ve kitlesel ölümlerin içinde çocukların ezici ağırlığı ‘batı’daki suskunluk tablosunu değiştirmeye başladı. Yanı sıra Kürt halkıyla dayanışma çabası içinde olan en ufak bir çıkış arayışının dahi en kaba devlet terörü ve linçle yanıtlanması ise alttan alta biriken mücadele dinamiklerini mayalayan bir etki yaratarak ters tepmektedir. Yapılan eylemler, basın açıklamaları, ODTÜ başta olmak üzere üniversitelerdeki anlamlı eylemli dayanışma örnekleri, 29 Aralık’ta DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla yapılan iş bırakmalar ile Alevi örgütlerinin açlık grevleri ile batıdaki suskunluk tablosu bir nebze farklılaşmış olmakla birlikte; bu çıkışlar henüz çok yönlü saldırı atmosferini dağıtacak güçten son derece yoksundur. 1 Kasım sonrası daha büyük bir kararlılık biçiminde toplumun üzerine çöken baskı ve zorbalığın Kürt halkına yönelik sömürgeci savaşla tırmandırıldığı bir süreçte batının suskunluğu üzerinden liberal-reformizmin pek çok serzenişine tanık olmaktayız. Kürt hareketinin ekseninde kendini gösteren bu pratik Kürt halkının yalnız bırakılmışlığı, bunun yarattığı kopuş başlıkları ile yürütülen tartışmayla batıda yaşayan kitlelerin duyarsızlığının eleştirisi ile birlikte sürüyor. Öncelikle vurgulamak gerekir ki tam ortasında olduğumuz savaş ve gericilik dönemine sermaye devleti militarist aygıtını yeniden tahkim ederek milyonların gözü önünde hazırlanmıştır. Burjuva gericiliğinin çok yönlü kuşatmasına rağmen milyonların ayağa kalktığı Haziran Direnişi’nden bugüne sermaye devleti devrimin biriken potansiyellerini boğmak için kapsamlı hazırlıklar yapmıştır. Ki o günden bugüne Türkiye metropollerini de saran 6-8 Ekim eylemleri, Greif işgali-direnişi, metal fırtınası ve başkaca kitlesel-militan sokak eylemleri patlak vermiş, AKP iktidarı ise bu gelişmeleri polis devleti uygulamalarını tırmandırarak karşılamıştır. Bugün, 2013 MGK toplantısı ve 2014’te yenilenen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ile startı verilen saldırganlığın sonuçlarını yaşayarak görüyoruz.

Peki soruyoruz; bugün bu eleştiriyi sunan Kürt hareketi bölge halklarıyla dayanışmaya verdiği önemin gerekliliklerini batı metropollerinde yerine getirmiş midir? Bugün AKP iktidarının politikalarına yönelik en ufak muhalif bir ses çıkaranın dahi boğulmaya çalışıldığı bir karanlık dönemi yaşıyorsak, bu tabloda çürüyen cumhuriyetten ‘demokratik cumhuriyet’ çıkarma hayaliyle kitlelerin kötürümleştirilmesine neden olan Kürt hareketi eksenindeki reformizmin payı büyüktür. Burjuva cumhuriyetin bir dizi anayasal reformla demokratikleşmesi ve ulusal hakların adem-i merkeziyetçiliğe dayalı özyönetim-yerinden yönetimle güvence altına alınma çizgisi üzerinden süren müzakere sürecine geri dönme, ya da savaş açmazının geldiği nokta ortadadır. Çözüm aldatmacasını büyük bir ustalıkla yürüten AKP iktidarı bu süre zarfında ülkeyi tam anlamıyla açık hapishaneye dönüştürme anlamına gelen yasal-yasadışı her türlü karşı devrimci hazırlığı yapmıştır. Haziran Direnişi’nden 6-8 Ekim eylemlerine ve sonrasına bakıldığında bugünkü dizginsiz saldırganlığın sinyallerini görmek mümkündür. Linç, provokasyon, yargısız infazlar, sokağa çıkma yasakları ve açık katliamlarla bugünün provası yapılmış, barajlar, kalekollar ile gerçek yüzünü gösteren 92 yıllık geleneksel inkar ve imhaya karşı masayı ayakta tutmak adına AKP iktidarı ile ipleri germeyecek bir taktik hat izlemiş, hesap sormak için sokağa çağrı yapan açıklamalarda bulunmaktan özel olarak kaçınılmıştır.

7 Haziran’a kadar olan seçim ön sürecinde yaşanan organize şiddet ve katliamlar karşısında kitleler sağduyuya çağrılarak çözüm adresi olarak sandık gösterilmiştir. Bu uzlaşmacı politika AKP iktidarına hamle üstünlüğü sağlamış, bu sayede ekonomik-siyasal kriz ile emperyalist savaş ve saldırganlık sarmalında can çekişen sermaye düzeni soluk almayı başarmıştır. Elbette Kürt hareketi bu süreçle Kürdistan’daki gücünü ve etkisini arttırmış, Rojava’daki fiili özerklik, kirli savaş makinesi IŞİD’e karşı verilen destansı direnişin kendisi ulusal kazanımları koruma ve özerkliği kuzeyde de inşa etme iradesini büyütmüştür. Bununla birlikte, ‘demokratik cumhuriyet’ programıyla kurulu düzenin demokratikleştirilmesi projesi içinde Kürt sorununu çözme söylemi, en ufak kırıntı demokratik kazanımın dahi yerle bir olduğu ve işçi sınıfı-emekçilerin ayaklarına kölelik prangalarının vurulduğu bir dönemde kitlelerin kapitalizmin neden olduğu çok yönlü sorunlara karşı büyüyen isyanını dizginlemenin aracı olmuştur. Ki, bu zaman zarfında kirli savaşın tüm hazırlığı tamamlanmıştır. 7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar olan süreçte Suruç, Ankara katliamları ile toplumsal muhalefete, yüzünü sokağa dönen ilerici işçi-emekçi kitlelere korku salma operasyonları yapılmış, Kürt hareketine, devrimci-ilerici güçlere cadı avı başlatılmıştır. Örneğin işçi sınıfı ve emekçileri hedef alan kapsamlı sindirme saldırısına karşı gerçekleşen eylemler, Ankara Katliamı sonrası örgütlenen grev-boykot eylemleri korku atmosferini dağıtan önemli tepkiler olmuştur. Fakat 1 Kasım öncesi koyu baskı ve zorbalığa karşı fiili-meşru-militan eylemlilikler geliştirip yaygınlaştırılabilecekken yine çözüm adresi olarak sandık gösterilmiştir. Sermaye iktidarının hesaplarını bozabilecek bu kırılma noktaları 1 Kasım’dan büyük beklentileri olan parlamentarist-reformistler tarafından onarılmaya çalışılmıştır. Katliam makinesi gibi çalışan sermaye iktidarından hesap sorma anlamına gelecek ve en ufak bir kıvılcımda 6-8 Ekim eylemlerinde olduğu gibi büyük bir yangına dönüşebilecek sokak çağrılarından uzak durulmuştur. Bu tutum Kürdistan’da bir etki yaratmamıştır ancak bölgenin dışındaki kentlerde korkuyu öfkeye ve hesap sormaya dönüştürebilecek olanakların, faşist baskı ve teröre karşı direnme eğiliminin çarçur edilmesinde etkili olmuştur. Devamında 1 Kasım’dan hezimetle çıkılması Kürt hareketi ve AKP’yi geriletmek için umudunu sandığa bağlayan kesimlerde hayal kırıklığı, karamsarlık yaratmış, sermaye devleti de bu durumdan yararlanarak tam anlamıyla pervasızlaşmıştır. En ufak hak arama talebinin işkence, gözaltı, en ufak bir muhalif sesin hukuk terörü, tutuklama, işten atılma ve hunharca katledilme ile yanıtlandığı gerici bir siyasal atmosferin dağıtılmasının tek yolu sokağa çıkmaktır. Sermaye düzeni bugün kapitalist krizin bunalımı içinde debelenirken toplumsal mücadelenin fay hatlarında biriken öfkeyi uyguladığı çeşitli yöntemlere ve vahşi katliam pratiklerine rağmen tamamen bastıramamanın telaşı içinde korkularını büyütmekte, tam da bu nedenle daha da saldırganlaşmaktadır. Ayrıca peşpeşe iki seçim aldatmacasının yarattığı beklenti ve sahte vaat bombardımanına rağmen o süreçte patlayan metal fırtınası, fırtınanın geri çekilmesi sonrası yaşanan direnişler, mücadele dinamiklerinin sınıfın içinde büyüdüğünü kanıtlamaktadır. Kürt halkının ulusal esaretinin sorumlusu olan kapitalist özel mülkiyete dayalı sermaye iktidarının gerici faşist kuşatmasını dağıtmanın, halkların gerçek anlamda kardeşleşmesinin tek yolu işçilerin birliği, halkların kardeşliği bakışını siyasal mücadelede ete kemiğe büründürmektir. Bu açıdan esasında yaşanan gelişmelere karşı harekete geçme isteği duyan ilerici-öncü işçi ve emekçilerin öfkesini ortak bir kanalda birleştirebilecek, sermaye devletinin milliyetçi-şovenizmi pompalayan yalan kampanyasını yerle bir edecek bir örgütlenme ve mücadele pratiği gerici ablukayı kıracak temel halkadır. Batı metropollerinde işçi ve emekçilerin Kürt halkıyla etkin dayanışma içerisine girmesini sağlamanın koşulu fabrikaları, sanayi havzalarını kuşatmak ve sınıfsal dinamikleri fiili-meşru ve militan bir çizgide harekete geçirmektir. Bunun dışında söylenecek hiçbir söz, bugün işçi emekçi kitleleri içinde bulunduğu ağır sömürü koşullarına ve kirli savaşa karşı harekete geçirecek gücü yaratamaz. Yapılması gereken şey batının suskunluğunu kitlelerin devrimci eylemiyle kırmak ve Kürt halkıyla eylemli dayanışmayı büyütmektir. Ne AİHM kapıları, ne sermayenin meclisi, ne de düzenin hukuku bu sorunların çözümü olamaz. Türkiyeli işçi-emekçilerin ortak mücadelesini sınıfsal bir zeminde örgütlemek acil bir ihtiyaçtır.

Ya barbarlık ya sosyalizm!

TKİP Dava Tutsağı Evrim Erdoğdu

 

 

 

 

Batıdaki sessizlik üzerine HDP’ye sorular

 

Batıdaki sessizliğe değinmeden önce, Kürdistan’daki katliamlar üzerine bir şeyler söylemek istiyorum. Sermaye devleti, Kürt halkının yaşama hakkını gasp etmenin ötesine geçerek, ölülerini gömme hakkına dahi saldırıyor. 6 cenazeyi hastaneden kaçırdı ve aileleri olmadan gömdü. Bunlardan birisi 70 yaşın üzerindeki Taybet anaydı. Taybet ananın cenazesi 7 gün boyunca Silopi’de vurulduğu yerde, sokak ortasında kalmıştı.

Katliamcı devlet ciltlerce kitap yazacak kadar yalan söylüyor. Yalanlarında da, katliamlarında da sınır tanımıyor. Böylesine pervasız hareket edebilmesinin temel bir nedeni de, Türkiye’nin batısındaki sessizliktir. Cılız da olsa çıkmaya başlayan sesler ise şiddetle bastırılmaya çalışılıyor.

Kürt halkı batıya dönüp, “bizim katledilmemizden siz de sorumlusunuz, siz de suçlusunuz” dese, vicdanı olan hiç kimse yanlış söylüyorsun diyemez.

“Haziran Direnişi’nde üç beş ağaç için ayağa kalkanlar, şimdi yüzlerce Kürt katlediliyorken sessiz” diyenler de var. Haziran Direnişi üç beş ağacı kestirmemek için başlasa da, sonrası üç beş ağaç için bir direniş olmadı. Haziran Direnişi’nde kendiliğinden pek çok eylem gerçekleşti. Bu eylemlere şu veya bu düzeyde “öncülük” edenler olmasa bu eylemler belki de o kadar büyüyemeyecekti. Elbette Haziran Direnişi’ne devrimci ve ilerici güçler tek başına öncülük etmediler, ancak eylemlerde yerlerini aldılar ve üzerlerine düşeni yapmaya çalıştılar.

Peki, Haziran Direnişi’ne şu veya bu düzeyde “öncülük” edenler, şimdi ne yapıyor veya yapmıyor? Bu yazının yazarı da kendini suçlular kervanına katıyor, ancak HDP’yi daha az suçlu olarak değerlendirmiyor. Haziran Direnişi’nde HDP’nin omurgası Kürt bileşenler yoktu. Diğer sol güçler şu veya bu oranda direnişin içindeydiler. Haziran Direnişi’ni geçip, Kobanê direnişinin başlangıcındaki 6-8 Ekim eylemlerine bakalım. Selahattin Demirtaş’ın çağrısıyla batıda sermaye devletini rahatsız edecek düzeyde eylemler gerçekleşti. Ancak HDP 6-8 Ekim eylemleri sonrasında, sermayenin saldırıları karşısında, bugün hala süren savunma pozisyonuna geçti ve fiili olarak eylem çağrılarını sonlandırdı.

Ve bugün HDP, kirli savaş Kuzey Kürdistan’da insanlık dışı boyutlar kazandığı halde 6 Ekim öncesinde yaptığı çağrıları yapmıyor ama batıdaki sessizliği eleştirebiliyor. HDP’ye yönelik eleştirilerimi saklı tutarak, sadece birkaç soru sormak istiyorum:

- Batıdaki sessizlik bir suç anlamına geliyorsa, HDP de bu suçun bir parçası değil mi?

- Kobanê’de IŞİD çetelerinin saldırısı sonrasında Türkiye’de eylem çağrısı yaptınız. Peki, şimdi niye batıda eylem çağrısı yapmıyorsunuz?

- HDP’li milletvekilleri bir şey yapmıyor diyemeyiz. Kürdistan’daki her eylemde, batıdaki tek tük eylemlerde varlar. Ne var ki batıyı suskunluktan çıkaracak bir eylem programı ve çağrılarından kaçınılıyor. “Çözüm” denen masa için olabilir mi bu kaçınma?

Bu soruları okuyan HDP’liler hemen savunma refleksine girmemeli. Çünkü “çözüm” masasından bağımsız olarak vicdanen yanıtlanması gereken sorular bunlar.

Ölüm Orucu Gazisi Muharrem Kurşun

Not: 21 Mart 2001’de Cengiz Soydaş şehit düştüğünde ben de dahil tüm direnişçiler Cengiz’i kıskanmıştık. Sessiz karanlığı yaran ilk mermiydi Cengiz. Sessiz karanlık şimdi batıda var. Süreç, olaylar birbirinden çok farklı. Ama aynı duyguları yaşıyorum. Sessiz karanlığın parçalanmasını istiyorum. Sorular da bu istekle döküldü yüreğimden, sessiz karanlığa atılan bir çakıl taşı olarak...

 
§