25 Ağustos 2017
Sayı: KB 2017/33

Savaşsız bir dünya için sosyalizm!
Tek tip saldırısını parçalamak için...
AKP iktidarı eğitimi de “sıfırladı!”
Sermaye düzeni doğayı yok ediyor
Kimin için OHAL?
2017 MESS Grup TİS süreci
Kamu hareketinde yaşanan gelişmeler üzerine… - 2
Sömürüye, tacize ve baskıya karşı açılmış bir bayrak!
Avcılar Belediyesi işçilerinin ücret sorunu sürüyor
Toplumun devrimci dönüşümü, Marksizm’in ilkeleri ve Lenin’in partisi
Sermaye düzeni temel haklara ve özgürlüklere savaş açtı
Demokratik hak ve özgürlüklerin kaynağı devrimci sınıf mücadelesidir!
AKP’nin kadın işçilere “lütfu”
Bağımsızlık referandumu ve Siyonizm’in hesapları
Amerika’nın devralınan kanlı tarihi: Irkçılık
Filistin Direnişi’nin ve İntifada’nın yürekli şairi: Mahmud Derviş
Türkiye, İsrail’in yardımına koşuyor
Che’den Tanya’ya “Zafere kadar daima!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kimin için OHAL?

 

AKP hükümeti kurulduğu günden itibaren işçi ve emekçi kitlelere kölece çalışma ve yaşam koşullarından başka bir şey vermemiştir. Ancak özellikle 15 Temmuz darbe girişimi ardından sosyal ve siyasal saldırı politikalarına hız vermiştir.

Faşist parti MHP’yi de kendine yedekleyerek, toplumu dinci-gerici bir temelde yeniden yapılandırmak için önüne bir program koyan AKP, KHK’lar yoluyla bunları tek tek hayata geçirmektedir. İşçilerin, emekçilerin, kadınların kazanılmış haklarına bir bir saldırılmakta, “ağaç yaşken eğilir” mantığı ile eğitim müfredatı tümden gericileştirilmektedir. “FETÖ ile mücadele” bahanesiyle yapılan ihraçlar bir yandan muhalif kamu emekçilerinin tasfiyesi anlamına gelirken, diğer yandan kamu emekçilerinin iş güvencesine yönelik bir saldırı süreci olarak işletilmektedir.

OHAL işçi ve emekçiler için ne getirdi?

15 yıllık AKP dönemi boyunca yasaklanan 13 grevden 5’i OHAL sürecinde gündeme geldi. Hatırlanacak olursa OHAL ilanının ardından gerçekleşen ilk icraat, direnişçi Avcılar Belediyesi işçilerinin çadırını kaldırmak olmuştu. Özellikle OHAL’de keyfi grev yasakları arttı. Bu keyfiliklerle grevli toplu sözleşme hakkı boşa düşürülmekte, işçi sınıfının kazanılmış hakkı olan TİS süreçleri işlevsizleştirilmektedir.

Grev yasaklarını sosyal saldırı yasaları izlemektedir. Geçtiğimiz ay açıklanan Ulusal İstihdam Stratejisi’nin 2017-2019 Eylem Planı, işçi ve emekçilere dönük kapsamlı bir saldırı paketidir. Eylem planı kıdem tazminatının gaspı için acele etmeye çağırırken; “çağrı üzerine çalışma”, “kısmi süreli çalışma”, “ev eksenli çalışma” gibi çalışma yöntemleriyle bir yandan emekçiler için esnek ve güvencesiz çalışmayı yaygınlaştırmayı hedeflemekte, diğer yandan işçi ve emekçilerin örgütlenme hakkına saldırmaktadır.

OHAL işçi ve emekçilerin yaşamına bu şekilde yansırken, patronlar için durum nedir? Aslında Tayyip Erdoğan sermaye temsilcilerinin huzurunda yaptığı bir konuşmada bu soruyu kendi ağzıyla cevaplamıştır: “Biz OHAL’i iş dünyasının daha rahat çalışması için getirdik. İş dünyasında herhangi bir sıkıntınız aksamanız var mı? Biz göreve geldiğimizde OHAL vardı. Şimdi grev tehdidi olan yere OHAL’den istifade izin vermiyoruz. Bunun için kullanıyoruz OHAL’i. Fotoğraf oldukça net.”

Gerçekten fotoğraf oldukça net. OHAL, işçi ve emekçiler için kölelik koşullarının pekiştirilmesi demekken, sermaye için teşvikler ve kolaylıklar demektir. Özellikle son yapılan düzenlemelerle patronlar için birçok vergi indirimi hazırlanmış, işçi ücretleriyle oluşturulan fonlar sermayenin talanına açılmıştır.

Türkiye’nin iki büyük sermaye grubunun açıkladıkları kâr oranları dediklerimizi doğrular niteliktedir. Koç Holding’in faaliyet raporunda yer alan bilgiye göre, ilk altı ay sonunda konsolide net kâr yüzde 77 artışla 2.54 milyar lira olurken; kârın 1.03 milyar lirası enerji, 664 milyon lirası finans, 571 milyon lirası otomotiv, 204 milyon lirası dayanıklı tüketim malları, 72 milyon lirası ise diğer segmentlerden elde edildi. Bu oranları genelleştirdiğimizde Koç Holding’in yıllık kâr oranının %120’yi bulduğunu görüyoruz. Koç Holding CEO’su Levent Çakıroğlu kâr oranlarına ilişkin yaptığı açıklamada “2017 yılının başından beri Türkiye’deki kuvvetli ekonomik ortam, halka arz ve ikincil piyasa işlemlerinin hızlanmasına zemin oluşturdu. Diğer taraftan, bilindiği üzere halka açıklık oranlarının düşüklüğü, sermaye piyasalarının gelişmeye açık olduğunun göstergesi olarak görülmekte olup; ülkemizde son yıllarda ortalama halka açıklık oranı yüzde 40’lara ulaşırken, Koç Holding’in halka açıklık oranı yüzde 22 seviyelerinde kalmıştı. Ülkemize olan inanç ve güvenle son 5 yılda gerçekleştirdiğimiz güçlü yatırımların da bir sonucu olarak, Koç Holding hissesi 2017 yılında bugüne kadarki en yüksek değerine ulaştı” dedi.

Ülkedeki diğer büyük sermaye grubu olan Sabancı Holding de kârını arttıranlardan. Sabancı Holding tarafından yapılan yazılı açıklamada, ilk altı ayda konsolide satışların, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 11 artarak 19.2 milyar TL’ye yükseldiği belirtilerek, ilk altı ayda operasyonel kârlılığın ise yüzde 21 artarak 4.3 milyar lira olduğu belirtildi.

Sadece bu veriler dahi OHAL’in aslında kimlere karşı ilan edildiğini ve AKP’nin sınıfsal karakterini gözler önüne sermektedir. AKP bir düzen partisidir ve kapitalistlerle hiçbir sorunu yoktur. İşçi ve emekçi düşmanı AKP iktidarı sermayeye hizmette kusur etmemektedir. İşçi ve emekçiler AKP’nin bu karakterini fark etmeli, yalan, riya ve demagojiden ibaret olan politikalarına kanmamalı, kendi sınıf çıkarları etrafında birleşmeli ve harekete geçmelidirler.

 

 

 

 

Sermayenin adalet bakanı yine adaletsiz

 

Cemil Kırbayır’ın 12 Eylül’den sonra işkencede katledilmesine ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) görülen davada sermaye devleti tarafından “savunma” yapıldı. “Savunma”da, anne Berfo Kırbayır’ın davayı açtıktan iki yıl sonra öldüğü, varislerinin ise davayı sürdürme yönünde niyetlerini gösteren bir belge olmadığı iddia edildi. Sonuç olarak, “Berfo Ana öldü davayı düşürün” dediler.

AKP iktidarının da söylemde kabul ettiği üzere Cemil Kırbayır’ın katli bir insanlık suçudur. Bu yüzden tarihsel olarak sonuca bağlanması gerekiyor. Öte yandan basit bir hukuk kuralı olarak davacı değil, davalı ölürse dava fiilen düşer. Davacı öldü diye davanın düşürülmesini istemek en basit ifadeyle abesle iştigaldir.

Adalet Bakanlığı “savunması”nda, “Türkiye’de ‘İnsanlık Suçu’ 2005’te yasalaştı. Türkiye AİHM’e 1987’de girdi, Cemil Kırbayır 1980’de öldürüldü, zaman olarak dava açılamaz” dedi. Konuya ilişkin değerlendirme yapan eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen ise şunları söyledi: “Olayın 1980’de olduğu, Türkiye’nin AİHM’e bireysel başvuruyu 1987’de tanıdığı belirtiliyor. İlke olarak doğrudur. Ama burada şikayet; yaşam hakkı ve işkence yasağıdır. Bunun içinde devletin öldürmeme ve işkence yapmama yükümlülüğü vardır. Ölüm ve işkenceyi soruşturma yükümlülüğü vardı. Soruşturma davanın esasına bitişiktir. Bu şu demektir: Ölüm ya da işkence 1987’den önce meydana gelmiş olsa bile soruşturma tekrar başlamışsa bu argüman da yanlıştır. Soruşturma devam ettiği için AİHM bakabilir. ‘Anayasa Mahkemesi’ne gidilmedi’ deniyor. AYM’ye bireysel başvuru hakkı, 2012’de tanındı. Başvuru bu tarihten önce olmuş. Kaldı ki AYM, 2012’den önceki olaylara bakamıyor. Anlıyoruz ki Kırbayır soruşturması 2011’de tekrar başlamıştır.”

 
§