Sanat politiktir!
AKP iktidarı kendi dışında söz söyleyen herkese karşı savaş tamtamları çalıyor. Ekrem İmamoğlu’na destek veren sanatçılara yönelik zorbaca tahammülsüzlük bunun son örneklerinden biridir. AKP’nin saldırganlığı sanatın yapısına ilişkin tartışmaları tekrar gündem haline getirdi, getiriyor.
İptal edilen seçimlerin ardından sanatçılar “Her şey güzel olacak” şeklinde tweetler attılar. Bu durum iktidarın şu sözleri ile karşılandı: “Ekmeğimizi yediler, bize ihanet ettiler. İnsan ekmek yediği kaba pisler mi?” Cumhurbaşkanlığı Arşiv Daire Başkanı Muhammet Safı, tweet atanların listesini tutarak, sosyal medya ortamında yayınladı. Cem Küçük isimli medya tetikçisi, “Bu ülkede bedel ödeme kültürünü kesinlikle oturtacağız. Maneviyatımızın topluca çürümesini getiriyor bedel ödeme kültüründen yoksun olmamız. Bedel ödemeden kastım da hükûmet muhalifliği yapıp hükûmete yakın kanallarda iş yapmamaktır” diye parmak salladı. AKP şefi Erdoğan, “Sinema dünyası ile ilgili olarak bize kadar, kimse bir yasal düzenleme yapmadığı halde, bu yasal düzenlemeyi yapıp, ondan sonra bir taraftan bize teşekküre geleceksin, arkadan da bunlarla beraber şakşakçılık yapacaksınız. Sanatçı, sanatıyla konuşur, bu tür insanlara dalkavukluk yapmaz” şeklinde konuştu.
AKP iktidarının sanat düşmanlığı bu dönemden ibaret değil. Geçmişte Erdoğan, çizer Musa Kart’ı mahkemeye verdi. Mizah dergisinde yayınlanmış bir karikatürünü taşıyan ODTÜ öğrencilerini tutuklattı. KHK’lar ile sanatçıları işinden etti, hedef gösterdi, davalar açtı. Metin Akpınar ve Müjdat Gezen şahsında tüm sanatçılara sopa salladı. Tiyatro oyunları, konserler, sergiler yasaklandı, “sakıncalı” bulundu.
AKP iktidarının sanatla ve sanatçı ile ilişkisi yok etmek üzerine kurulu. “Üretim araçlarına sahip olan sınıf düşünsel araçlara” da hakim olmak ister ve olur da. Olamadığı oranda baskı ve şiddet daha fazla öne çıkar. AKP’nin saldırganlığının temel nedenlerinden biri, “kültürel iktidar” olamamanın hazımsızlığıdır. AKP’nin şefi son açıklamasında sanatçıların dalkavukluk yapmasında sorun görmüyor. Sorun gördüğü şey “bu tür insanlara dalkavukluk” yapılmasıdır.
Elbette sorun tek başına AKP iktidarına özgü değil. Ömrü hapishanelerde geçen Nazım Hikmet, defalarca yargılanan Yaşar Kemal, muktedirlerin muhalif aydın ve sanatçılara yaklaşımının AKP öncesi dönemdeki en bilinen örnekleridir.
Dünyada da örneği fazlaca vardır. Hitler’in Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels, sanatın Nazi hedefleriyle uyumlu hale getirilmesini emretti. Emir ilk olarak Berlin Opera Binası’nın önünde, ‘Alman ruhuna’ ters düşen kitapların yakılmasıyla uygulandı. Binlerce sanatçı Nazi Almanya’sında hedef tahtasına oturtuldu.
Yine her dönem sanatın politik olup olmadığı ile ilgili tartışmalar yapıldı. Bu konuda Pablo Picasso şöyle demişti: “Ben komünistim… Resmim de bir komünistin resmidir… Eğer ayakkabı imalatçısı olsaydım, ister kralcı ister komünist ya da bambaşka bir görüşten biri, ayakkabılarımı olduğum kimlikten farklı mı üretecektim yani?”
Her sınıfın bir dünya görüşü ve bu dünya görüşünün bir sanatı vardır. Sanat, iktidardaki bir avuç asalağın elinde propaganda malzemesi olduğunda problem yoktur. Ancak Şili’de olduğu gibi diktatörlerin karşısında “Venceremos”u (Biz kazanacağız) haykıran Victor Jara’nın dilinde bir kurtuluş türküsü olduğunda sorun olur.
Sanatın tarihi insanlık tarihiyle başlar. Dünyayı değiştirmek ve tanıklık etmek için yürüdüğünüzde hiçbir zaman tarafsız ve apolitik olamazsınız. Bundan ötürü de sanat politiktir.
G. Umut
Balık hafızası mı, pragmatizm mi, şaşkınlık mı?
Ahmet Hakan “Tarafsız Bölge” programına çıkardığı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Ekrem İmamoğlu karşısında tüm maskelerini çıkarıp, tam bir “yandaş” histerisiyle hareket etti. İmamoğlu’nun, israfları (gerçekte yolsuzluğu) açıklayacağı sırada da yayını kesti. Bu rezaletten sonra Ahmet Hakan “muhalif” görünümlü haber sitelerinde eleştiri sağanağına tabi tutuldu.
Olayı sadece 2-3 günlük gelişmeler üzerinden değerlendirirsek bu durum gayet normal sayılacaktır. Fakat çok değil, Ahmet Hakan İmamoğlu’na saldırmadan öneki günlerde, hatta saatlerde “muhalif” haber siteleri adeta Ahmet Hakan’ın kürsüsü haline gelmişti. Hürriyet’teki köşe yazıları, sosyal medya paylaşımları vb. “ürünleri”, söz konusu “muhalif” haber sitelerinde neredeyse sektirilmeden yayınlanıyordu.
Üstelik bu “muhalif” yayınlar sadece CHP çizgisinde olanlardan ibaret de değildi. CHP çizgisinin dışında olduğunu iddia eden “muhalif” haber sitelerinde de durum benzerdi.
Abdullah Gül’ün YSK’nın İstanbul seçimlerini iptal etmesi üzerine söyledikleri neredeyse alkışlandı. Ahmet Davutoğlu’nun Erdoğan’ın aleyhine gelebilecek her sözü haber formatında da olsa “sessiz” bir alkışla yer aldı, alıyor. Her şey bir yana kirli savaş yeniden Davutoğlu’nun başbakanlığı sürecinde yükseltildi.
CHP eksenindeki “muhalif” site ve gazetelerde böyle bir tablo olması son derece normal. Ama bunun dışında olduğunu iddia eden “muhalif”lere ne demeli? 24 Haziran seçimleri öncesinde Abdullah Gül ortak aday olmayı kabul etseydi, kendine muhalifin ötesinde, “devrimci”, hatta “komünist” diyenler acaba ne yapacaklardı?
Bu açıdan 31 Mart seçimlerine bakmak yeterli bir fikir verecektir. Seçim öncesinde adaylığı henüz netleşmemişken Mansur Yavaş’ı destekleyemeyeceklerini söyleyenler, Yavaş aday olunca açıktan destek beyanlarında bulundular.
Tüm bunlar ya ortada ciddi bir hafıza sorunu olduğunu ya da sadece anti-Erdoğancılık temelinde berbat bir pragmatizmin “muhalefet”in ortak ekseni haline geldiğini bir kez daha gösteriyor.
H. Ortakçı |