20 Eylül 2019
Sayı: KB 2019/34

Krizin yıkıcı etkileri derinleşiyor
AKP’nin kriz erteleme hesapları
Kirli ellerinizi annelerin üzerinden çekin!
Metal işçisi safları sıklaştırmalıdır!
Birleşik Metal-İş’in 2019-20 dönemi Grup TİS taslağı üzerine…
Patronları memnuniyetle ağırlayan DİSK yönetimi
Metal İşçileri Birliği Türkiye Meclisi Sonuç Metni
Fabrikalardan TİS görüşleri
Sendika bürokratları Orhan Zengin ve avanesi istifaya!
Tasfiyecilik ve inkarcılık - H. Fırat
Alman kapitalizmi ekonomik olarak büyürken…
Fransa’da sınıf çatışmasının yeni cephesi: Emeklilik sistemi
Zorunlu aile arabuluculuğu: Her şey aile bütünlüğü için!
MEB’den öğrencilere “simit atma” soruşturması
Buca ve Diyarbakır katliamları
Kürt halkının ‘Mamoste’si Ape Musa
“Kara elmas” diyarına yolculuk
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Kara elmas” diyarına yolculuk

 

Sürekli gezmek istiyordu bizim meraklı çocuk. Sabitçe yerinde durmak sanki ona dokunuyordu. Oysa daha yaşı kaçtı ki. Fakat yaşına bakmaksızın hayalleriyle haşır neşir olup sınırlarını zorluyordu. Onu zorlayan hayalleri yorsa da hayalleriyle barışıktı minik Uğur. Aslında onu bu hale getiren zaten hayalleriydi. Her zaman hayallerinin gerçek olmasından korkuyordu. İnsan hiç hayallerinin gerçek olmasından korkar mı? Fakat Uğur hayallerinin normal olmadığını seziyordu sanki. Kendi hayallerinden kendisinin bile korktuğu oluyordu. O zaman başkaları daha fazla korkabilirdi bu gidişattan.

Son günlerde sürekli babasına baskı yapıyordu Uğur. Adını duyduğu maden şehrinde gezmek, oraları görmek istiyordu bu sefer. Oralar izlediği filmlerdeki gibi miydi, gerçekten çok merak ediyordu. İnsanlar yerin altına girip oradan değerli bir şeyler çıkarıyorlar mıydı? Acaba değerli dedikleri nasıl bir şeydi. Göz kamaştırıcı olmalıydı. Sürekli babasına bunları tekrarlayıp durduğundan babası artık onu bu kara elmas şehrine götürmeye karar vermişti. Çünkü babasına göre bir çocuk, bir şeyi çok merak ediyorsa o çocuğun merakı tez zamanda giderilmeliydi. Merak çocuğa en güzel öğretme adımıydı. Bu fırsatı değerlendirmeliydi babası. Öyle de yaptı…

Bir gün ansızın babası Uğur’a sürpriz yapmak istedi. Ona yapabileceği en güzel sürpriz, elbette onun merakını giderecek olan maden dolu şehre götürmek olacaktı. Evet, bunun çok güzel bir fikir olduğunu düşündü babası. Bir anda ansızın Uğur’u ve annesini karşısına alıp hadi hazırlanın gidiyoruz dedi. Ama o kadar ani bir şekilde söylemişti ki annesi de Uğur da şaşkına döndüler.

Nereye gideceklerini annesi ve Uğur sürekli sormasına rağmen babası asla söylemiyordu. “Bakalım gittiğimizde nereye gitmiş olduğumuzu anlayacak mısın?” diye söylemekle yetindi ve dört kişilik küçük kibar mini aile arabalarına binip yola çıktılar. Arabaları da küçük çocuğun en sevdiği, hatta en çok güvendiği ve onunla kendisini daha güvende hissederek hayallere daldığı başka bir şeydi. O araba onları istedikleri yere uçurabilir, dışarıdan gelecek bir saldırıya karşı da koruyabilirdi. Çok güveniyordu küçük çocuk, arabalarına. Aslında onun merakı bütün arabalara karşı olan eşit bir meraktı. Nedense kendi arabalarını babasına överek anlatınca, sanki babasını gaza getirip yola koyulmasını sağlıyordu. Tahmin ettiği gibi de oluyordu. Yine babası arabalarıyla onları götürüyordu çünkü.

“Yupppiii!” dedi arabaya binen zeki ve meraklı çocuk. Yolda giderken heyecandan Uğur’un kalbi yerinden çıkacak gibi oluyordu. Gerçi ne zaman farklı bir şehre yolculuk yapsalar Uğur aynı heyecanı hep yaşıyordu. Çünkü gezmek onun en büyük hobisiydi.

Seyir halinde giderken gördüğü her şeyi annesine ve babasına soran, her şeyi bir an önce öğrenmek isteyen bilgiye aç bir çocuktu Uğur. Onun bu açlığı bitmek tükenmek bilmiyordu. Zaten şimdiki yolculuklarını da bu yanından dolayı yapmıyorlar mıydı? Artık babası da Uğur’un normal bir çocuk olmadığını fark ediyordu. Oğlunun bu yanı babasını çok mutlu ediyordu. Bunu belli etmiyordu ama içten içe seviniyordu. Yolda hiç durmadan gittiler. Gidecekleri şehir yaşadıkları şehre yakındı. Yakın da sayılsa en az üç saat sürüyordu. Her yolculuğu bilgisine bilgi katmakla değerlendiriyordu ya Uğur, bu sefer de geçenkilerden hiç farklı olmadı. Hatta kendisinin de fark ettiği bir gerçek vardı. O da artık eskisi kadar çok soru sormak yerine sorduklarına aldığı cevapları düşünüyordu. Kendisine anlatılanları kafasında süzgeçten geçiriyordu. Uğur buna babasının öğrettiği gibi bilgi süzgeci diyordu. Bu sayede öğrendiklerini daha çok kafasına kaydedebiliyordu. Artık bilgileri hem daha kalıcı hem de hepsi gerekli olan bilgilerdi, onu daha güzel yönlendirip yol gösteriyorlardı. Bilgiler bile oyuncakları kadar değerliydi Uğur için.

Babası bilge çocuğun çok merak ettiği şehre, hatta elmas yatağına geldiklerini bile söylemeden ilerliyordu. Sonra ansızın aydınlık hava birden süratle kararmıştı. Hem de bir anda. Araç ilerledikçe karanlık daha da zifiri bir hal alıyordu. Sadece ön farların yanması sayesinde aracın önü gözüküyordu. Uğur çok merak etmişti, acaba tünele mi girmişlerdi. Hemen bu merakını gidermek için babasına ve annesine dönüp sordu. “Baba, anne, tünelden mi geçiyoruz” dedi. Bu fırsatı değerlendiren babası sürprizini patlattı o an. “Hayır, maden ocağının içindeyiz. Senin istediğin şehre geldik, hatta maden ocağına giriş yaptık bile” dedi.

Uğur daha fazla şaşırmıştı bu duruma. Çünkü ilk defa babası kural dinlemiyor, yasak olan bir şeyi yapıyordu. Bu esnada babası Uğur’un düşüncelerinin arasına girdi ve “Tadını çıkar, bak nasılmış, iyi izle!” dedi. O an meraklı çocuk da bunun doğru bir fikir olduğunu düşündü ve merakının hepsini gidermek için maden ocağının her bir yanını incelemeye başladı. Fakat olmuyordu, hiçbir şey göremiyordu ki. Gördüğü ve algıladığı tek şey kapkaranlık yer altında gidiyor olmalarıydı. Bir de arabanın ışıklarının çarptığı parlayan duvarlar… Sadece bu duvarların taşlarının neden bu kadar çok parladığını sorabildi babasına.

“İçinde bulunduğumuz yer kömür maden ocağı da o yüzden” diyen babası, anlatmaya devam etti: “Aslında sert bir kayaç haline dönüşmüş bu duvarlar. Ve bu duvarlar eskiden yoktu. Burası tamamen kapalıydı. Burasını, yani bu gittiğimiz yolu işçiler kazma ve kürekleriyle kaza kaza bu hale getirdiler. Tabii ki bu maden öyle bir anda oluşmadı. Yüzyıllar, belki de binlerce yıl içinde bu hale geldi. Ve insanların ihtiyacı olduğu için değerli olan bu yerler sürekli kazıldı. Özellikle kış aylarında ısınmak için yakıt olarak kullanılan bir madendir kömür. Sadece ısınma amaçlı değil tabi ki. Aklına gelebilecek ateş ihtiyacı olan birçok iş alanında insanın işini kolaylaştırdığı için vazgeçilmez bir değere sahiptir kömür.”

Babasının anlattıkları Uğur’un kafasında çok farklı şekiller almıştı. Demek ki kaya gibi yerleri kazıp elde ediliyordu bu maden. Çok zor olmalıydı. “Bu çok güç isteyen bir iş değil mi baba?” diye sordu Uğur.

“Elbette zor ve bir o kadar tehlikeli bir iş.” dedi, babası. Uğur zaten tehlikeli bir iş olduğunu bitmeyen karanlıktan çözmüştü. “Bu karanlıkta bu işi nasıl yapıyorlar peki?” diye sormaya devam etti meraklı çocuk.

“Madencilerin kafasında sağlam kask vardır. Hem onları koruma amaçlı kafalarına bir şey düştüğünde koruması için takılan hem de önlerini aydınlatma amacıyla kasklarda fener vardır. Bu fener yardımıyla önlerini rahatça görüp kazacakları yeri daha kolay seçebiliyorlar” şeklinde açıklama yaptı babası. O ana kadar neredeyse hiç konuşmadan onları dinleyen annesi, Uğur’a daha önemli bir bilgi vermek istedi. “Biliyor musun Uğur, madencilerin bu kazdıkları kaya gibi kömürler çok ağır olduğundan bu uzun tünelde taşımaları hiç kolay olmuyor. Bu işi kolaylaştırmak için mini tren yolu ve mini kasaları olan bir de tren giriyor buraya. Madenciler bu kazdıkları kömürleri bu trene yükleyip tünelden dışarı çıkarabiliyorlar. Çok daha eskidense, hatta hâlâ bazı tünellerde madenciler kazdıkları kömürleri sırtlarındaki sepetlere koyup çıkarıyorlarmış dışarı.” İşte Uğur’u en çok şaşırtan bilgi buydu.

“Vayyy be! Bu kadar uzun yolu sırtlarında o kadar ağır yükle nasıl gidiyorlarmış ki?” dedi ve bunu düşünmeye, kafasında canlandırmaya devam etti. Hem sadece taşımakla yetinmiyorlar, bir de kazmalarla sert kayaları kırıyorlar. Çok zor bir işmiş bu.

Annesinin sözleri bittikten sonra yavaş hareket eden aracı daha da yavaşlatarak babası söze girdi bu sefer: “Hatta, bak Uğur, bu tünelde giderken dikkat et, üzerimizde ve yan taraflarda tahtalardan oluşan bir tünel bu. İşte bu gördüğün tahtaları da o işçiler yapıyorlar.” Bunu inceleyen Uğur hemen sordu, “Peki baba bu tahtalar ne işe yarıyor? Zaten çok yorucu bir iş yapıyorlar. Bir de bu tahtaları hem yanlara hem de üste neden koyuyorlar ki?”

“Bir düşün bakalım” dedi babası. Uğur düşündü düşündü bulamadı nedenini. “Anne, sence neden var bunlar?” diyebildi sonra.

“Çünkü bu, kazılan tünelin işçilerin üzerine çökmemesi için geçiş yollarını sağlamlaştırmak amacıyla yapılan bir işlem. Burayı köprü veya üst geçit yapımı gibi demir ve betonla sağlamlaştıramadıklarından tahtaların desteğiyle sağlamlaştırmaya çalışıyorlar. İşçilerin can güvenliği için bunu yapmaları şart.”

Uğur bunları dinlerken, kafasında maden işçilerinin ne kadar zor koşullarda çalıştıklarını düşünüyordu. Tam yeni bir soru soracaktı ki birden araba durdu. Sanki araba durunca dışında yüzlerini fark edemediği bir sürü insan yanlarından geçiyordu. Kimisinin elinde kazma kimisinde kürek vardı. Hatta babasının anlattığı gibi sırtında sepeti olanlar da vardı. Fakat nereye gidiyorlardı bu insanlar. Tuhaf sesler geliyordu şimdi.

Uğur’un korkmaması için babası uyardı: “Merak etme Uğur birazdan arabayı çalıştırıp geçeceğim buradan. Ama o insanlar bir geçsin.” Babasını sadece başını sallayarak onayladı Uğur. Çok korktuğunu belli etmemeye çalışsa da annesine sarıldı ve onun kollarının arasında kendisini daha güvende hissetmeye başladı. Ama sıkılmıştı bu durumdan. Bitmek bilmiyordu yanlarından geçen insanlar ve sesler. Karanlık, karanlığa eşlik eden yüzleri seçilemeyen insanlar… Hatta aralarında daha korkunç duran başka canlılar var gibi algılıyordu Uğur.

Bitmeyen bu insan akınından artık babası da sıkılmış olacak ki arabayı çalıştırıp gitmeye karar verdi. Fakat ne olsa iyi? Araba hiç çalışmıyordu. Kontak bile basmıyordu. Babası birkaç kez denediyse de olmadı, çalışmadı araba bir türlü. Babası arabayı çalıştıramadığı için terler basıyordu onu. Gidişata canı çok sıkılmıştı. Çok zorda kalmışlardı ama bunu Uğur’a belli etmemeye çalışıyorlardı annesiyle. Bir yandan durumu çaktırmamaya çalışsalar da ne yapacaklarını düşünüyorlardı o ara.

Artık tek çare kalmıştı. Araba çalışmadığına göre geri kalan yolu madenin içinden yürüyerek çıkacaklardı. Önemli olan eşyalarını çantalarına koyup arabadan çıktılar. Uğur karanlıktan koktuğu için annesinin elini hiç bırakmamıştı. Diğer elini de babası tuttu ve başladılar birlikte yürümeye. Sonra yürürken yolun düz olmadığını fark ettiler. Çünkü sürekli ayakları takılıyor, sürekli boşluk varmış gibi düşüyorlardı. Zor yürünüyordu. Bu yolu onca yükle işçilerin nasıl yürüyebildiklerini düşünmeye başlamışlardı ailece. Yavaş yavaş gitmek zorunda oldukları yol bir türlü bitmiyordu. Aslında yol bitmedikçe Uğur’un içinde büyük bir korku seli oluşmaya başlıyordu. Ama bunu babasına ve annesine çaktırmamaya çalışıyordu. Çünkü onlar bunu onun için yapmışlardı. Onun isteği üzerine bunlara katlanmışlardı. Onların da hiç suçu yoktu.

Biraz daha adım attıktan sonra babasının, sevinçli bir ses tonuyla, “Gördüm, çıkışı gördüm!” diye bağırdığı an hepsi karşılarında küçücük bir ışık fark ettiler. Evet, çıkışa yaklaşıyorlardı. Yalnız bu çıkışın ışığı küçücük gözüktüğüne göre yolları daha epeyce uzak olmalıydı. Evet, yoları daha uzundu. Az da olsa ışığı görmüş olmaları onları mutlu etmişti. Sanki umut ışığı buydu. Ellerini birbirine daha sıkı kenetleyerek yürümeye devam ediyorlardı ki o an birden kalpleri duracak gibi oldu.

Birden gürültülü bir sürü ses duydular. Bu seslerin ne dediği bir türlü anlaşılmıyordu. Fakat çok bağırıyorlardı. Sanki canları acıyor, sanki vücutlarına işkence yapılıyordu bu sesi çıkaranların. Üçü de çok korkmuşlardı. Belki en güçlü olan babası bile korkmuştu ama çaresi yoktu, bunu belli etmemek için çabalıyordu. Birden karşılarında yüzleri tam olarak seçilemeyen bir sürü insan, üstlerine doğru geliyormuş gibi hissettiler. İşte o an keşke gelmeseydik buraya dediler üçü de aynı anda. İlk defa bir merak başlarına kötü iş açmıştı. Sarılmaya başladılar birbirlerine. Kalabalık onlara doğru koşmaya başlarken birden kol kola girmiş, etraflarını saran, kafalarında kaskları olan madencileri fark ettiler ailecek. Babasının anlattığı madenciler bunlar olmalıydı. Madenciler onlara seslenmeye başladılar. “Korkmayın biz sizi korumak için geldik. Sizi asla onlara bırakmayacağız. Sizi buradan kurtaracağız” dediler. Kol kola sarılarak duran madenciler onlara çok güven vermişti. Bu sayede cesaretlendiler biraz da olsa. Yanlarından korkunç halde hayal meyal geçen o yüzler bunlara asla dokunamıyorlardı. Sadece ses çıkarmakla yetinebiliyorlardı. O ara Uğur’un dikkatini madencilerin güçlü kolları çekti. Gerçekten çok güçlüydüler ve sanki onlara sağlam bir kale olmuşlardı. Onların gücü korkunç olan yüzleri yavaşça siliyordu sanki. Bu sayede daha rahat yürüyebiliyorlardı çıkışa doğru.

Sesler yavaşça yok olmaya başlamıştı bile. Bu anı fırsat bilen Uğur yanındaki madencilere seslendi. “Onlar kim peki. Onlar da madenci değil mi?” diye sordu kol kola yürüyen madencilere. Bu soru karşısında babası ve annesi de Uğur’un sorusunu onaylar gibi başlarını sallayarak soruyu tekrarladılar. Fakat madenciler, “Hayır onlar madenci değiller. Onlar madencilerin sırtından geçinip, madencilerin ölümüne sebep olan doyumsuz insanlar. Madenciler size bir şey yapmaz ve bu yüzden de sizi biz korumaya aldık. Onlar bizim sırtımızdan geçinip gitmiş insanların ölü yüzleri. Bizlerse sizin merak ettiğiniz, emeğiyle geçinmeye çalışırken burada can veren madencilerin yüzleriyiz” dediler.

İşte o an ailecek madencilerin kollarının arasında güvende olduklarını fark ettiler ve derin bir nefes almaya başladılar. Zaten karşılarındaki ışık epeyce büyümeye başlamıştı. Bu da çıkışa yaklaştıklarının belirtisiydi. Az daha yürüdüler, madenciler durdular. “Hadi bakalım artık siz gidebilirsiniz, sizin için hayat devam ediyor” dediler. “Dışarıda umut ışığı olabilmeni umuyoruz Uğur çocuk” diye gülümsediler. O gülümsemeler karşısında sesleri kesildi ailenin, el sallayıp vedalaşabildiler sadece. O an sanki konuşma faslı kesilmişti bir anda. Dilleri tutulmuştu. Dışarıda bol ağaçlı yemyeşil bir alanı gördüler sonunda. Yüzleri gülücükler saçıyordu üçünün de. Birbirlerine bakıp tekrar sımsıkı sarıldılar ve gökyüzünün derinliklerine doğru daldılar. Umut ışığı yüzlerine çok derinden vuruyordu. Babası Uğur’a bakarak “Merakın hiç bitmesin çocuk, sayende önemli ve büyük ders çıkarılacak bir yolculuk yaptık” dedi.

“Uğur! Uyan oğlum, kalk!” diye ısrar eden bir ses sonunda Uğur’u bu derin rüyadan uyandırmıştı. Gözlerini açtığında babası ve annesi karşısında duruyordu. Ama rüyanın etkisinden olsa gerek Uğur’un bütün vücudu terler içindeydi. Onu bu halde gördükleri için uyandırmışlardı. Sonra uzunca bir rüyada yolculuğa çıkmış olduğunu anladılar Uğur’un.

A. İmran