18 Ekim 2019
Sayı: KB 2019/38

İşgal harekatı devam ediyor
Suriye’den ve Rojava’dan kirli ellerinizi çekin!
Emperyalistlerin icazetiyle işgal
Sermaye iktidarının ve yandaşlarının işgal hesapları
Polis ablukasına rağmen işgal protestoları
İşçi sınıfının çıkarı, sermayenin savaşının karşısında durmaktır!
İşçi sınıfı AKP’nin beka savaşına karşı çıkmalı!
MESS dayatmalarına, sendikal ağalık düzenine karşı birliğimizi güçlendirelim!
Sendikal ağalık düzenini parçalayalım / 2
Teslim Demir’in anısına... / 2 - H. Fırat
İbrahim Kaypakkaya adının anımsattıkları - Garbis Altınoğlu
Kerem ya da devrimci adanmışlığın gençleri
“Biriken tepki ve öfkeyi eylemlere akıtalım, 25 Kasım sürecinden daha örgütlü çıkalım!”
Emperyalistler yenilecek, direnen halklar kazanacak!
Emperyalizm yenilecek, direnen halklar kazanacak!
Zindan direnişlerinde ölümsüzleşenler kavgamızda yaşıyorlar!
“Size güvenerek, onurluca direniyorum!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalistlerin icazetiyle işgal

 

2011 yılında Suriye’yi savaş cehennemine atan ABD ile bölgedeki işbirlikçileri bu ülke halklarına karşı ağır bir insanlık suçu işlediler. Yüzbinlerce insanın hayatına mal olan savaş ülkenin yarısını enkaza çevirdi, milyonları yerinden yurdundan etti. Yetmezmiş gibi IŞİD gibi katil sürüleri bölge halklarının üstüne salındı. Sekiz yıldan beri savaşı bitirme çabalarını baltalayan bu güçler, AKP-saray rejiminin yeni bir cephe açmasına da icazet verdiler.

Dinci-faşist iktidarın Kürt halkının kazanımlarını ortadan kaldırma, bu vesileyle Suriye topraklarının bir kısmını ilhak etme histerisi doruğa çıkmıştı. T. Erdoğan’la müritlerinin çöküş sürecine giren kokuşmuş rejimlerinin ömrünü uzatabilmeleri için de yeni bir işgal hareketi gerekiyordu. Ancak bu hareket, Washington’daki efendilerin icazeti olmadan yapılamazdı. Nitekim kirli pazarlıklar sonuç verince, saldırı emri bekleyen Türk ordusu işgal hareketini başlattı.

İlk destek NATO’dan

İşgal saldırısının başlamasından iki gün sonra emperyalist savaş aygıtı NATO’nun şefi Jens Stoltenberg soluğu Türkiye’de aldı. Saray rejiminin başıyla görüşen Stoltenberg, Türkiye’nin NATO için taşıdığı önemin büyüklüğüne, vazgeçilmezliğine vurgu yaptı. Sermaye devletinin 70 yıldan beri emperyalistlere yaptığı hizmetleri nasıl takdir ettiklerini anlattı. İşgal saldırısının hemen ardından yapılan bu açıklamalar, suç ortaklığının ilanı oldu.

NATO şefi, Dolmabahçe Sarayı’nda T. Erdoğan’la yaptığı görüşmede, “Türkiye çok zor bir bölgenin sınırlarında ve (saldırı için) meşru gerekçeleri var” ifadelerini kullandı. Oysa saray rejimini hedef alan Suriye kaynaklı bir tehdit bulunmuyor. Tersine, sekiz yıldan beri cihatçı katilleri Suriye halklarının üstüne salan bizzat AKP-saray rejimidir. PYD/YPG güçlerinin de Türkiye’ye yönelik tehdit ya da saldırıları hiç olmadı. Yani NATO şefi, hiçbir haklı dayanağı bulunmayan gayrimeşru bir işgali destekliyor.

Trump’ın riyakarlığı

T. Erdoğan’la yaptığı kirli pazarlıkların ardından saldırıya yeşil ışık yakan ABD Başkanı D. Trump, bazı çevrelerin sert eleştirilerine maruz kalınca, “tehditler” savurmaya başladı. İşgal saldırısına izin verdikten sonra Kürt hareketini öven laflar eden Trump, iki günde ağız değiştirerek Ankara’daki işbirlikçilerini “tehdit” eden sözler sarf etmeye başladı.

Dünyanın en güçlü, en saldırgan emperyalist gücünün başında bulunan Trump’ın sergilediği tutarsızlık, işgal saldırısını savunma noktasındaki aczini gözler önüne seriyor. ABD’de seçim sürecinin başlaması, Demokrat senatörlerin sıkıştırması, Trump’ı bu kepazelikleri yapmaya zorluyor. “Müttefiklerini sırtından hançerledi” söyleminin yayılması da Trump’ı sıkıştıran bir diğer etken. Birbiriyle çelişen açıklamalar bir yana, ortada kesin olan bir şey var; o da işgal saldırısının Trump’ın icazetiyle başlatılmış olmasıdır. Tetikçi, saray rejimi olsa da Trump bu işgalin bir numaralı suç ortağıdır.

AB’nin sefil pragmatizmi

AKP şefinin “Suriyeli mültecileri üstünüze salarım ha!” pervasızlığını sineye çeken AB emperyalistleri, işgal saldırısına karşı kayda değer bir tutum almaktan aciz olduklarını gösterdiler. İşgal karşıtı bir tepkinin olması, Türk devletinin saldırganlığına dair bazı içi boş açıklamalar yapılmasına neden olsa da AB pasif izleyici konumunda. Almanya’nın Türkiye’ye silah satışını durdurma kararından söz edilse de ortada silah satışlarının durdurulacağına dair hiçbir amere bulunmuyor.

Uluslararası hukuku ayaklar altına alan işgale dair kayda değer bir laf bile edemeyen AB emperyalistleri, IŞİD’e katılsınlar diye Suriye’ye transfer ettikleri vatandaşlarının geri dönmesinden endişeliler. Göründüğü kadarıyla başka bir dertleri de yok. İşgal saldırısında altyapı tesislerinin bombalanması, sivil yerleşimlerin hava saldırılarına maruz kalması, şimdiden yüzbinlerce kişinin yerinden yurdundan edilmesi “demokrat” AB şeflerini zerre kadar ilgilendirmiyor. Türkiye ile ilişkilerinin bozulmaması için işgali sessizlikle izleyenlerin, IŞİD militanı vatandaşları geri dönmediği sürece tutum değiştireceklerine dair bir emare görünmüyor.

Rusya çıkarları için işgale göz yumuyor

Suriye yönetimine destek veren Rusya’nın da işgale göz yumması, emperyalist pragmatizmin kepazeliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Bölgesel çıkarları gereği Suriye’ye karşı savaşın bitmesi için çaba harcayan Vladimir Putin yönetimi, bu çabayı baltalayan işgale karşı tutum almaktan imtina ediyor. Rusya’nın Suriye politikasının hedefe ulaşmasını geciktiren bu saldırıya onay vermesi, halkların katledilmesinin hiçbir emperyalist gücü zerre kadar ilgilendirmediğini bir kez daha kanıtlamış oldu.

Pragmatizmiyle maruf Putin yönetimi, Rusya-Türkiye ilişkilerine helal gelmemesi için işgale göz yumuyor. AKP-saray rejimiyle milyar dolarlık projelere imza atan Putin yönetimi, bu sefil çıkarları için Rojava’da birkaç kentin daha yıkılmasına göz yummakta sakınca görmüyor. İşgal saldırısından rahatsız olan Esad yönetimine güvenceler verip pasif kalmasını sağlayan da Putin yönetiminden başkası değildir. İşgal saldırısının günler sonrasında, Rusya’nın Kürt hareketiyle Suriye rejimi arasında bir anlaşmaya aracılık yapması da emperyalist hesaplarının bir parçasıdır ve esasta Kürt hareketinin zorunlu tavizleri sayesinde mümkün olmuştur. Yoksa onun derdi halkların yaşadığı yıkım ve acılar değildir.

Hegemon güçlerin işgal saldırısına destek vermeleri ya da göz yummaları, emperyalistlerden medet ummanın özgürlük değil ancak felaket getirebileceğini bir kez daha kanıtlamıştır. Bu olgu, çağımızda sömürgeciliğin kaynağı olan bu sistemin halklara kölelikten başka bir şey sunmasının imkansız olduğunu gösteriyor. Ortadoğu halklarının eşitlik-özgürlük-kardeşlik içinde yaşayabilmeleri için emperyalistlerle işbirlikçilerine karşı birleşik bir direniş örmeleri zorunludur…