ARSIVANA SAYFA
 
23 Eylül '00
SAYI: 35
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Birinci yıldönümünde Ulucanlar direnişinden öğrenmek
Ulucanlar katliamının hesabını soralım!
Hücre saldırısına karşı asıl barikatı dışarıda örelim!
Tutsak aileleri katliamı lanetlemeye hazırlanıyor
Düzenin yargı cephesinde oynanan oyunlar
Enerji Yapı Yol Sen’in üç günlük iş bırakma eylemi
Çukobirlik işçileri direnişlerini sürdürüyor
“Güneydoğu Eylem Planı” ile ne hedefleniyor?
Grev yasağı ve belediye işçilerinin sorumlulukları
Barış üzerine notlar
Belgelerle planlı faşist katliam
Karadeniz: Bir halklar mozaiği/1
Habip ve Ümit’e dair
Hücre karşıtı muhalefet güçleniyor
Hücre karşıtı muhalefet ve zindan cephesi
Yargı terörü, TMY ve DGM’ler
Bir abladan bir anaya... Kazanan biz olacağız!
Ümit ve Habip şahsında ON’lara
Buca katliamı 5. yılında
Irkçılığa geçit yok!
Mücadele Postası
 



 
 
Ulucanlar katliamı, hücre saldırısı ve ötesi

Ulucanlar katliamının hesabını soralım!


Ulucanlar katliamının hesabını
sermaye iktidarından soralım!


Sınıf bilinçli işçiler, ezilenler, sömürülenler, eşitlik ve özgürlük isteyenler, kendisine insanım diyenler!

Katliamlar ve hücreler karşısında tutumumuzu belirlerken, sadece insani demokratik duyarlılıkla değil, sınıfsal sorumlulukla hareket etmemiz gerekir.

Her sınıf bilinçli işçi, katliamların, hücrelerin karşısına dikilmelidir. Katil sermaye iktidarından hesap sormalıdır. Bunun için diğer işçileri aydınlatmalı, örgütlemeli ve eyleme seferber etmelidir. Bunu yapmayan sınıf bilinçli değildir.

Sınıf bilinci, sınıfın dünya görüşü ve sınıf mücadelesinin tarihsel deneyimleri ve dersleri ile pekişmiş sınıf hafızası demektir. Geçmişini unutan bugününü kurtaramaz, geleceğini de kazanamaz. Bu düzeni tanımayan ise geçmişini de anlayamaz. Bu düzen karşısında bugün savaşmayan geçmiş mücadelesini de sahiplenemez. Bu yüzden, reformist liberallerin gelecek üzerine ettiği güzel sözlerin, hayallerin, vaatlerin hepsi bir aldatmacadır. Kendi kendini aldatmaktır. Kafayı kuma gömmektir.

Birinci yıldönümünde Ulucanlar katliamını unutanlar, katil sermaye iktidarından hesap sorma bilincine sahip olmayanlar ve bunun gereklerini kararlılıkla yerine getirmeyenler tarihsizdirler. Kendi tarihlerini unutmuşlar demektir.

Çorum’u, Maraş’ı, Gazi’yi, Sivas’ı unuttuk mu? Bu katliamların kont-gerilla eliyle örgütlendiğini unuttuk mu?
Ulucanlar katliamı, hücre saldırısı ve İMF-TÜSİAD saldırı programı

Ecevit, “Hükümetin istikrar programlarının uygulanabilmesi için cezaevleri sorununun çözülmesi şarttır” diyordu.

Nedir bu hükümetin “istikrar programı”?

- Mezarda emeklilik, sosyal güvenliğin tasfiyesi
- Özelleştirme
- Düşük ücret politikası; %25 zam dayatması
- Grev yasakları, sendikasızlaştırma
- Tarımın yıkıma uğratılması
- Sefalet ve sömürünün arttırılması
- Emperyalist efendilerinin önünde kölelik, kendi halkına ve komşu halklara karşı cellatlık, vb...

Peki bu “istikrar programı” ile cezaevleri sorununun ne ilgisi var?

Bu sorunun yanıtı, “devrimci tutsaklar neden cezaevlerine kapatıldılar?” sorusunda gizlidir. Devrimci tutsaklar, sermaye devletinin işçi ve emekçilere dayattığı saldırılara karşı mücadele verdikleri için zindanlara kapatıldılar. Sermaye sınıfının saltanatına son vermek istedikleri için tutsak edildiler.

İşte sermaye devleti, bugün için etkileri sınırlı bile olsa, devrimci düşüncenin ve eylemin işçi ve emekçilerle hızla buluşabileceğini ve kendi rahat sömürü düzenini tehdit edeceğini çok iyi biliyor. Bu nedenle azgınca saldırıyor. Sömürü düzenini devam ettirebilmek için “dikensiz gül bahçesi” yaratmaya çalışıyor. Yapılan haksızlıklara, sömürüye, yolsuzluklara, talana, soyguna, köleliğe kimse karşı çıkmasın, kimse sesini çıkarmasın, istiyor. Sermaye devletinin zulmüne uysalca boyun eğsin, istiyor.

Ecevit’in dilinden düşürmediği “istikrar”ın anlamı budur. Onlar, mevcut sömürü ve sefalet koşullarının “istikrar” içinde devam etmesini istiyorlar.

Artık, işçiler ve emekçiler karar vermek zorundadır. Mevcut düzenin “istikrar” içinde bizleri sömürmesine, ezmesine, katletmesine seyirci mi kalacağız, yoksa bu istikrarı bozup, işçi ve emekçilerin insanca yaşayabileceği bir düzeni kurmak için mücadele mi edeceğiz?

İşçi ve emekçiler kendi geleceklerini ellerine almalı, bu düzenin tüm suçlarıyla birlikte, cezaevlerinde öncülerimize karşı işlediği suçların da hesabını sormalıdır. Bu oyun bozulmalıdır. Bu istikrar yıkılmalıdır.

Bu katliamların arkasında emperyalizm ve işbirlikçisi sermaye iktidarının sınıf çıkarlarının yattığını unuttuk mu? Eğer unuttuysak, yıldönümlerinde anma yapmanın ne anlamı var?

Susurluk’u unuttuk mu? Ulucanlar katliamını örgütleyen gizli el, Susurluk’ta kirli yüzü tüm çıplaklığıyla açığa çıkan sermaye devletinin elidir. Susurluk devleti, sermayenin kanlı sınıf iktidarıdır.

Sömürgeci egemenliğin ve kirli savaşın gerçeklerini unuttuk mu? Unuttuysak, Kürt halkının onurlu mücadelesinin, şehitlerinin adını ağza almanın ne anlamı var?

Ulucanlar katliamını gerçekleştiren de aynı sınıf iktidarıdır. Aynı devlettir. Aynı kontr-gerilla örgütüdür.

Katliamı örgütleyenler de, katliamın amacı da aynıdır.

Bu saldırılar sana karşıdır.

Katliamlarla, hücrelerle bugün seni tehdit ediyor, sana gözdağı veriyorlar. Ama sessiz kalarak bu zulümden kurtuluşun yolu yok. Eğer sessiz kalırsan, yarın aynı şeyler senin başına gelecek.

Bugün gözdağı veriyorlar. Eğer sessiz kalırsan yarın aynı kanlı namlularla, aynı hücrelerle senin karşına dikilecekler.

Yeni Çorum, Maraş, Sivas, Gazi katliamları yaşamak istemiyorsan, Ulucanlar’ın hesabını katil sermaye iktidarından sormalısın.

Emperyalizmin ve sömürgeciliğin kanlı çizmeleri altında ezilmeye devam etmek istemiyorsan, katil sermaye iktidarından hesap sormalısın!

Bu konudaki sessizliğin, katil sermaye iktidarının eline yarın yeni ve kitlesel katliamları örgütlemesi için teşvik belgesi vermek anlamına gelecektir.

Katliamlar, hücreler sana karşıdır! Katliamlar, hücreler çürümüş düzeni zorbalıkla ayakta tutmak içindir!

Bu çürümüş düzen senin sırtından sefa sürenlerin düzenidir.

Buna karşı direnmek, Ulucanlar katliamının hesabını sormak senin başta gelen görevindir.


Emperyalist efendi ile işbirlikçi
uşağının işi aynı: Katletmek!


Türkiye AB’ye girecekmiş! Ülkeye demokrasi gelecekmiş! İdam cezası kaldırılacakmış! Bunun için üzerimize düşen tek şey, gözlerimizi gerçeklere kapatıp biraz daha uyumakmış!

Ulucanlar’da 10 devrimciyi katleden, onlarcasını ağır bir şekilde yaralayan sermaye iktidarı, depremin bir katliama dönüşmesinin baş sorumlusu olarak 40 bin insanımızın canını aldı, yüzbinlercesinin sakat, öksüz, yaralı kalmasına neden oldu.

Ulucanlar’da 10 devrimciyi katleden sermaye iktidarının boyunduruğu altında bu ülkede her yıl binlerce işçi, adı iş kazası olan katliamlara maruz kalarak can veriyor.

Ulucanlar katliamının arkasındaki gerçek çıkar odağı olan emperyalizmin, emperyalizmin jandarması ABD’nin egemenliği altında bu dünyada milyonlarca insan açlıktan, sefaletten, hastalıktan kırılıyor. Yüzbinlercesi emperyalist gerici savaşlarda katlediliyor.

Bu katliamların son bulmasını isteyenler, emperyalizme ve işbirlikçisi sermaye iktidarına karşı devrimci sınıf mücadelesi yolunda birleşmelidirler.

Devrimciler, işçi sınıfının ve emekçilerin, ezilenlerin ve sömürülenlerin bir parçası, öncüsü, temsilcisidirler. Sermaye iktidarı işçi sınıfı ve emekçileri depremlerle, iş katliamlarıyla, açlık ve sefaletle, hastalık ve bakımsızlıkla, gerici savaşlarla katletme özgürlüğünü elinde tutmaya devam etmek için öncelikle devrimcileri katlediyor. Yarın sıra bu katliam karşısında sessiz kalanlara gelecektir.

Yarın onar onar, biner biner katledilmek istemiyorsak, bugün devrimci tutsaklara, öncülerimize, temsilcilerimize sahip çıkalım! Ulucanlar katliamının hesabını sermaye iktidarından soralım! Emperyalizm ve işbirlikçilerinin kanlı sınıf saltanatına boyun eğmeyelim!


Sermaye iktidarının devrimcilere karşı politikası
yok etmektir


Sermaye iktidarının devrimcilere karşı politikası yok etmektir.

Amacı ise işçinin, emekçinin insanca yaşama hakkını yok etmektir.

Buna karşı direnmeyen demokrat değildir, devrimci değildir, sosyalist değildir!

Ulucanlar katliamının üzerinden bir yıl geçti. Sermaye iktidarı hücre saldırısıyla yeni katliamları örgütlemenin hesabını yapıyor. Hücreleri konfor odaları olarak lanse ederek, zihinsel ve bedensel ölümü keyifli yaşam diye ambalajlayıp yuttururak, hücrelere karşı yükselen anti-faşist demokratik direnişi kırmaya çalışıyor.

Sermaye iktidarının devrimci tutsaklara karşı gerçekte tek bir politikası vardır. Bu politika, emperyalizmin ve işbirlikçisi sermayenin sınıf çıkarları temelinde yükselmektedir. Bu politika,
Gerici barikatlar
aşılmalıdır!


Onlar neyi yaşatmaya, neyi ise yok etmeye çalışacaklarını gayet iyi biliyorlar. Çürümüşlüğün, kokuşmuşluğun her türlü aletini, destekçisini, savunucusunu, isterse “işçi” ve “sosyalist” maskeli olsun, yaşatıyorlar. Onlar kime yaşama hakkı vereceklerini, kime yaşama hakkı tanımayacaklarını gayet iyi biliyorlar. Bu düzen karşısında devrimci sınıf mücadelesi ve kurtuluşun önünde barikat teşkil eden herşeye, “düzene karşı radikal muhalefet ediyor görünse bile”, yaşama hakkı tanıyorlar. Yeter ki devrimci sınıf mücadelesinin önünde barikat ol, gözbağı ol, engel ol, bu konuda devletin çizdiği sınırların dışına çıkma! O zaman istersen legal “komünist” partisi kurabilirsin, serbestçe parti büroları açabilirsin, yasal mitingler örgütleyebilirsin. Yeter ki devrimci varlığı yok etme saldırısı karşısında nutuk çekmekten başka bir iş yapma. Sokaklara çıkma, eylemlere katılma. Katılmak isteyenleri de engelle. Yeter ki inceden inceye düzenin gizli hesabına çalış. Düzen de bunun karşılığını sana açıktan versin!

12 Eylül’ün “asmayalım da besleyelim mi!” politikasının aynısıdır. 12 Eylül sadece hukukuyla değil, tüm cismi ve ruhuyla bugün de hükmünü sürdürmektedir. Çünkü karşımızda aynı çürümüş düzen, aynı kokuşmuş devlet, aynı kanlı sınıf iktidarı vardır. Amaçları, çıkarları aynıdır. Ülkeyi emperyalizm ve işbirlikçisi sermaye sınıfı için dikensiz gül bahçesine çevirmektir. Taşları bağlayıp köpekleri ortalığa salmaktır.

Bugün idam cezasının kaldırılmasının gerekliliği üzerine laf cambazlığı yapan sermaye temsilcilerinin devrimci güçlerin varlığına karşı politikası gerçekte yok etmek üzerine kuruludur. Zindanlarda yok etmek. Fabrikalarda, okullarda yok etmek. Tarlalarda, köylerde yok etmek. Kentlerde, kırlarda yok etmek. Sendikalarda, kitle örgütlerinde yok etmek. Evlerde, sokaklarda yok etmek...

Kapitalist sömürünün ve faşist zulmün sözlüğünde yok etmenin bin bir çeşidi vardır. Asalak sermaye sınıfı, yaratmanın ve yaşatmanın değil, gaspetmenin ve yok etmenin temsilcisidir. Çünkü onların saltanatı, ezilenlerin ve sömürülenlerin hayatını, dünyanın geleceğini yok etmek üzerine kuruludur.

Sermayenin devrimcileri yok etmek politikasının temelinde, işçi sınıfının ve emekçilerin, ezilenlerin ve sömürülenlerin insanca yaşam haklarını yok etmek yatmaktadır: Kazanılmış haklarını yok etmek. Özgürlüğünü yok etmek. Örgütlülüğünü yok etmek. Direnişini yok etmek. Tarihinin, kültürünün devrimci ve ilerici yönlerini yok etmek.. Bilincini yok etmek. İnsani varlığını yok etmek. Toplumdaki çürümemiş, kokuşmamış olarak kalan her şeyi yok etmek...

Bu yok etmenin çeşidi kadar araçları da binbir türlüdür.

Onlar çürümüş ve kokuşmuş kanlı sınıf iktidarlarını bu sayede ayakta tutmaya çalışıyorlar. Çünkü başka yolları yok.

Devrimcilere yönelik yok etme saldırısının binbir çeşidi ise sonuçta iki temel başlık altında toplanabilir. Ya inancını ve örgütlü mücadeleni, ya da bu inancı ve örgütlü mücadeleyi yaşatan bedenini! Evet, sermaye iktidarı, çürümüş düzenini ayakta tutmanın yolunu devrimcilere bu iki seçenekten birini dayatmakta görüyor. Liberal maskeli faşizmin seçenekleri özünde bu ikisidir: Ya inancından ve örgütlü mücadelenden vazgeçeceksin, ya da canından! Ne kadar evirip çevirseler, ne kadar cilalayıp boyasalar, ne kadar yaldızlayıp ambalajlasalar da, sonuçta sınıf mücadeleci ve devrimcilere karşı bu düzenin, bu sınıf iktidarının, bu faşist devletin politikası özünde budur.

Ulucanlar’da sermayenin itlerinin “teslim olun yoksa öleceksiniz!” diye ulumaları bunun ifadesidir.

“Teslimiyet ölümdür, direnmektir yaşamak!” diye haykıran on devrimcinin vahşi işkencelerle katledilmesi, onlarcasının ağır şekilde yaralanması bunun ifadesidir.

Buca, Ümraniye, Diyarbakır zindanlarındaki katliamlar bunun ifadesidir. Burdur ve Bergama’daki katliam girişimleri bunun ifadesidir.

Burdur’da kopartılan ve sokaklara atılan kol, bir ihmalin değil, aynı sınıf politikasının ürünüdür.

Zindanlarda bugün insan hakları açısından hüküm süren tüm sorunlar bunun ifadesidir. Kasıtlı ve bilinçlidir. F tipi protokol bunun ifadesidir. Herşey hesaplı kitaplıdır.

Hücre saldırısı bunun ifadesidir.

Yüzlerce devrimci tutsağın ağır işkenceler ve en sağlıksız koşullardan ötürü hastalığa yakalanması, bu hastalıkların tedavisinin engellenmesi de gene bunun ifadesidir. Devrimci tutsakları sadece açık katliamların kahpe kurşunlarıyla değil, gizli katliamların sinsi hesaplarıyla da öldürüyorlar.

Öte yandan itirafçı-pişman soysuzların, tasmaları devletin elinde olmak şartıyla hemen salıverilmeleri de bunun ifadesidir.

F tipi hapishanelerde tredman-ıslah adı altında uygulamaya sokulmak istenen, devrimci kişiliği yok etme amaçlı sistematik fiziksel-ruhsal-mekansal işkence politikası bunun ifadesidir.

F tipi hapishanelerde boyun eğme emareleri göstereceklere Pavlovvari ödüllendirme yöntemlerinin tasarlanması bunun ifadesidir.


Katillerin yakasına yapışmak
boyun borcumuzdur!


Bu yok etme saldırısına karşı direnmek ise işçi sınıfı ve emekçilerin, ezilenlerin ve sömürülenlerin, kendisine insanım diyen herkesin boyun borcudur. Direnmeyenler, farkında olmadan boyunlarını sermayenin kanlı giyotinlerine teslim etmektedirler. Buna reformist, legalist, liberal solcular da dahildir. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın sözü bir aldatmacadır. Bu devletin geleneğidir, herkes öğrenmelidir, bu devlet önce tepe tepe kullanır, işini gördükten sonra buruşturup atar.

Ama bu yok etme saldısına karşı direnmek öncelikle işçi sınıfı ve emekçilerin görevidir. Çünkü bu saldırı en ivedi ve en hayati olarak işçi sınıfı ve emekçileri, ezilenleri ve sömürülenleri hedef almaktadır. Dolayısıyla, kafası yorgun demokratların, cebi paralı solcuların bugünkü rehaveti sebepsiz değildir.


Can bedeli dersler unutulmamalı!


İşçi sınıfı ve emekçiler bu yok etme saldırısı karşısında eylem silahını acilen kuşanmalıdır. Bu son derece ivedi ve hayati bir görevdir. Can bedeli dersler unutulmamalıdır. Can bedelini ödeyen işçi sınıfı ve emekçilerdir.

Eğer sermaye iktidarına karşı devrimci mücadele yolu tutulmuş olsaydı, deprem bir kitlesel katliama dönüşmeyecekti. 40 bin can kaybedilmeyecekti. Eğer bu yol gene tutulmazsa, yarın 100 bin can daha kaybedilecektir. Eğer bu yol tutulmazsa, açlıktan, hastalıktan, tedavisizlikten, iş katliamlarından, kirli savaşlardan, hiçbiri doğal olmayan felaketlerden ötürü emekçiler kitleler halinde katledilmeye devam edilecektir. İşte sermaye düzeninin kanlı giyotini ve buna boyun eğmemek dediğimiz şey budur.

Mücadele yolunu sadece devrimciler, kurtuluş yolunu sadece komünistler gösteriyorlar. Ve bu yüzden sermaye iktidarı tarafından her fırsatta yok edilmek isteniyorlar.

İşçi sınıfı ve emekçiler, eğer devrimci varlığı sahiplenmezse, eğer onu kendi gözbebeği gibi korumazsa, başımıza gelecek olan sadece kanlı bir kıyım ve derin bir yıkımdır. Devrimcilerin bu düzene karşı mücadelesi ve devletin yok etme amaçlı saldırıları karşısında hiçbir işçi ve emekçinin tarafsız ve seyirci kalma şansı yoktur. Tarafsız ve seyirci kalmak rüyası tatlıdır ama, kendi mezarımızı kendi ellerimizle kazdığımız kabusların yarın gerçeğe dönüşmesinin kapısını aralayacaktır.

İşçi ve emekçiler için, devletin devrimcilere karşı yok etme saldırısının karşısına dikilmek; Ulucanlar katliamının sermaye iktidarından hesabını sormak; sorumluların yakasına yapışmak; devrimcilerle, komünistlerle mücadele içinde birleşmek, sınıf mücadelesinde kendi kurtuluş çıkarlarının gereğidir.

Ulucanlar katliamının hesabını
katil sermaye iktidarından soralım!

Devrim ve parti şehitlerimize eylemlerimizle sahip çıkalım!