31 Mart '01
Sayı: 02


  Kızıl Bayrak'tan
  Örgütlü birlik tehditleri boşa çıkarmanın biricik yoludur!
  Ölüm Orucu Direnişi'nin yeni evresi...
  DHKP-C, TKP(ML), TKİP dava tutsalarının açıklaması: Taleplerimiz değişmedi!..
  Ölüm Orucu Direniş'i sürüyor!
  Sınıf hareketi
  Hükümet, TÜSİAD ve Genelkurmay Washington'da!
  Düzenin krizi'in liberal sol reçeteler/1
  Yeni bir hayat"a işçi sınıfının devrimci programıyla ulaşılacak!
  Sınıf hareketi ve görevlerimiz
  Newroz etkinlikleri...
  Uluslararası hareket
  Yurtdışında ÖO'yla dayanışma faaliyetleri...
  "Direnişin zerresine bile gölge düşürmemek boynumuzun borucudur"
  Düş yola...
  Gençlik
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Yeni bir hayat”a işçi sınıfının
devrimci programıyla ulaşılacak!


Sermaye sınıfının yaşadığı son ekonomik-siyasal krizin faturasını işçi-emekçilere kesmek, krizi birkaç günah keçisine kesmek için, son günlerde mürekkep yalamış profesör bozuntuları, satılık kalemler ve medya organları hummalı bir şekilde çalışıyorlar. Bu krizin acı ilacını son bir kez içersek, kemerlerimizi ve dişlerimizi biraz daha sıkarsak, hep birlikte fedakarlık gösterirsek, Türkiye düzlüğe çıkacakmış. Refah düzeyimiz birkaç yıl içinde daha da artacakmış. Bu tuzu kurulardan bir tanesiyle, İktisat Profesörü Güneri Akalın’la, geçtiğimiz günlerde Radikal gazetesinde “Yeni bir hayat başlayabilir” başlıklı bir röportaj yayınlandı. Konuya girmeden önce, dünyada ve Türkiye’de son 50 yılın ekonomik-siyasal tablosuna bakalım.

Son 50 yılın ekonomik-siyasi tablosu

1950’li yıllardan sonra değişen dünya dengeleri içerisinde sermaye sınıfı yeni arayışlara yönelmişti. Almanya’nın savaştan yenik ve diğer Avrupalı emperyalistlerin büyük zararlarla çıkmış olmalarının ardından, ABD, kapitalist sistemde yeni düzenlemeleri planlıyor, emperyalist dünyanın öncü gücü olma hesapları yapıyordu.

Avrupalı emperyalistler, savaştan büyük zararlarla çıkmış olmaları, yanısıra yükselen sosyalizm tehditi karşısında ABD’nin otoritesine boyun eğmek zorunda kaldılar. Türkiye burjuvazisi ise ABD’nin otoritesine baştan boyun eğmeye gönüllüydü.

Yıpranan CHP hükümetinin yerine geçen DP, Türk burjuvazisinin bu tercihini pervasızca yürüten siyasal temsilcisi oldu. Türkiye’nin “soğuk savaş”a aktif katılımı, Kore’ye asker gönderme, ‘Sovyet tehditi’ne karşı Ortadoğu’da siyasal pakt yaratma çabaları, aynı çabanın Balkanlar’da sürdürülmesi vb., bu tutumun başlıca örnekleri. Savaş sonrası Türkiye “Sovyet tehditi”ne karşı emperyalizmin Ortadoğu ve Balkanlar kuşağında bir “ileri karakolu” olacaktı.
1955’i izleyen yıllar, Türkiye’de işbirlikçi tekelci burjuvazinin emperyalist tekellerle ortaklığı temelinde ve montajcı nitelikte bir hafif sanayiye yöneldiği yıllar oldu. Türkiye’de hafif sanayi temelinde bir kapitalist ekonomi gelişiyordu. Bu sanayi, yatırım malları ve ara mallar yönünden emperyalizme bağımlı idi.

Yatırım ve ara malları konusundaki bağımlılık kendini en somut olarak döviz sorununda hissettirmekteydi. İthalat için önemli bir döviz rezervi gerekiyor, döviz bulunamadığında ekonomi tıkanma noktasına geliyordu. 1960’lı yıllara gelinirken, ekonomi ciddi bir döviz, dolayısıyla dış ödeme güçlüğü içindeydi. 1958 tarihinde ülkede ilk büyük devalüasyon yaşandı, ekonomik büyüme oranında ciddi bir düşüş meydana geldi.

Kaynakların montaj sanayinin ihtiyaçları doğrultusunda etkin kullanımı tekelci burjuvazinin temel bir talebiydi. 1960 sonrası süreçte bu yönde düzenlemelerle ekonominin işbirlikçi burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda yönlendirilmesi sağlanmaya çalışıldı. 1960-70 arasında kapitalist ekonomi gelişti. Bu gelişme dışa bağımlılığın da artması anlamına geliyordu. Bu yıllarda hızlanan kapitalist gelişmenin dolaysız sonuçları olarak, modern sınıf ilişkilerinin tüm toplum yüzeyinde yaygınlaşması, işbirlikçi tekelci sermayenin iktisadi ve siyasi gücünün artarak iktidarın etkin yönetici gücü haline gelmesi ve emperyalizme bağımlılığın artmasını söyleyebiliriz.

Aynı dönemde artan göç dalgasının etkisiyle de işgücü büyük bir sayısal artış gösterdi. 60’ta 300 bin olan sendikalı işçi sayısı, 70’lerde 1.5 milyona ulaştı. İşçi sınıfı sendikalar aracılığıyla sermayenin kâr oranlarını sınırlamaya başladı. Ülkede ilk defa ciddi bir sol potansiyel oluşuyor, anti-emperyalizm temelinde bir kitle mücadelesi ortaya çıkıyor, sosyalizm kitlelerin gündemine girmeye başlıyordu.

Artan sosyal muhalefet, bir kez daha karşılaşılan döviz kıtlığı, büyüme hızının düşmesinin yeni krize neden olması, 1971’de devlet partisi ordunun darbesini gündeme getirdi.

1971 faşist darbesi sermayenin derinleşen bunalımına bir çare üretmedi, yalnızca erteledi. Bu darbe işçi hareketini ve toplumsal muhalefeti sindirirken, alınan tedbirlerle tekelleşmeyi hızlandırdı. Yüksek enflasyon politikasıyla sermayeye kaynak aktarıldı. Bu dönemde köylüler de ciddi gelir kayıplarına uğradılar. Tekelci sermaye ise holdingler biçiminde örgütlenmeye yönelerek tekelci yapılarını kuvvetlendirdi.

1974’ten itibaren yükselerek gelişen ve militanlaşan toplumsal muhalefet, artan enflasyon ve işsizlik, kârların düşmesi, yeni yatırımların yapılamaması, yaşanan petrol krizi vb., 1977’den itibaren iktisadi göstergelerin iyice bozulmasına neden oldu. Bunalıma çare olarak, Türkiye “ihracata yönelik kalkınma modeli”ni seçmeliydi. Bu model İMF, Dünya Bankası vb. uluslararası finans kuruluşlarının reçetesiydi, aynı zamanda dünya kapitalist ekonomisinde öngörülen yeni işbölümü doğrultusundaydı.

12 Eylül faşist darbesiyle 24 Ocak Kararları hayata geçirildi. Bu dönem, Türkiye kapitalizminin gerek kendi yapısal özellikleri nedeniyle, gerekse dünya kapitalizminin bunalımının hızlandırıcı etkisiyle girmiş olduğu derin bunalımdan kurtulma arzusudur. Aynı zamanda dünya kapitalist işbölümündeki değişimlere uygun yeni bir birikim modeline geçiş çabasıdır.

1980 sonrası dönem ekonomide yatırımların azaldığı, emperyalizme bağımlılığın arttığı, tekelleşmenin hız kazandığı, emeğin verimliliği artarken gerçek ücretlerin önemli ölçüde düştüğü, tarımın desteklenmesinin sona erdiği ve tarımsal gelirlerin düştüğü bir dönem oldu. Bu süreçte servet-sefalet kutuplaşması daha da derinleşti.

Türkiye’de yaşanan kriz “sosyalizm ve devletçilikten doğuyor”muş!

Ancak, İktisat Profesörü Güneri Akalın’a göre; Türkiye’de yaşanan kriz “Doğu Avrupa ülkelerindeki krizler gibi sosyalizm ve devletçilikten doğuyor”muş. Bu tuzu kuru profesöre göre; “Türkiye’nin içinde Doğu Almanya gibi bir sosyalist ada var. Çünkü Doğu Avrupa gibi biz de iktisadi örgütlenmemizi Sovyetler’den ithal ettik. 1930’larda hem KİT’leri hem planlamayı Sovyetler’den aldık. 1980’e kadar Sovyet tipi bir kapalı ekonomi ve ithal ikameci model kurmaya çalıştık. ‘80’de bu model çatırdadı. Özal modelin yönünü döndürmek istedi ama başaramadı.” (Radikal, 19 Mart ‘01)

Dahası var: “Bu ülkede patron çiftçi ve esnaf, siyasetçiler sadece onların komisyoncusu”. “Kredisini ödemek istemeyen, taban fiyatının yüksek tutulmasını isteyen, tütün balyasının içine taş koyup satmak isteyen köylümüz, esnafımız”. “Milli gelirin yüzde 10-15’i bunlara akar”, “Enflasyon dediğimiz olay da aslında buradan” başlar!!!

Profesörümüze göre; bizdeki krediler Uzakdoğu’daki gibi beş şirkete gitmiyor. Yılda 30-35 gün çalışan 10 milyon köylü ve esnaf ailesine gidiyor. Bu adama siz bu ödemeyi yapmasanız açlık hattının altına düşebilir. Bu sorunu da devletçiliği tasfiye ederek çözebiliriz. Ama bunu ne bürokrasi, ne de siyasi iktidarı elinde tutan köylü ve esnaf istiyor.

Sermaye sınıfının saldırılarını ve işçi sınıfının yaşadığı yıkımı meşrulaştırmak için profesörümüz, krize son vermek için çaba sarfederken yaşayacağımız sorunları da şöyle sıralıyor:

“Doğu Avrupa’dakine benzer acılar yaşayacağız. İşsizlik olacak, birçok fabrikada üretim duracak. Bankalar kapanacak. Köylülerin taban fiyatları verilmeyecek. Devletçiliği tasfiye edip piyasa ekonomisine geçilecek. Bu kaos, eğer bir program yapılırsa, hedef gösterilirse atlatılabilir. Böylece yeni bir hayat başlayabilir.”

Tek alternatif işçi sınıfının devrimci programıdır!

Türkiye kapitalizminin içinde debelendiği kriz yapısaldır. Ne İMF-TÜSİAD soygun reçeteleri, ne ithal edilen süper bakanlar, ne de emekçilere estirilen koyu terör uygulamaları sermaye düzenini kurtarabilir. Bugün bir bütün olarak emperyalist dünya sistemi küresel krizler içerisinde debelenmektedir. Asalak burjuvazi toplumsal gelişmenin önünde engeldir.

Türkiye’nin ekonomik-sosyal gelişmesi devrimi zorunlu kılıyor. İşçi sınıfının sınıf savaşımını yükseltmekten başka bir çıkış yolu yoktur. İşçi sınıfının hedefi, devrimci sınıf mücadelesini geliştirerek, kapitalist üretim ilişkilerini, bu ilişkilere dayanan sınıf egemenliğini aşmak olmalıdır. Bu mücadeleye yol gösterecek program ise partimizin programından başkası değildir.