Yeni bir hayata işçi sınıfının
Son 50 yılın ekonomik-siyasi tablosu 1950li yıllardan sonra değişen dünya dengeleri içerisinde sermaye
sınıfı yeni arayışlara yönelmişti. Almanyanın savaştan yenik ve
diğer Avrupalı emperyalistlerin büyük zararlarla çıkmış olmalarının
ardından, ABD, kapitalist sistemde yeni düzenlemeleri planlıyor, emperyalist
dünyanın öncü gücü olma hesapları yapıyordu. Avrupalı emperyalistler, savaştan büyük zararlarla çıkmış olmaları,
yanısıra yükselen sosyalizm tehditi karşısında ABDnin otoritesine
boyun eğmek zorunda kaldılar. Türkiye burjuvazisi ise ABDnin otoritesine
baştan boyun eğmeye gönüllüydü. Yıpranan CHP hükümetinin yerine geçen DP, Türk burjuvazisinin bu tercihini
pervasızca yürüten siyasal temsilcisi oldu. Türkiyenin soğuk
savaşa aktif katılımı, Koreye asker gönderme, Sovyet
tehditine karşı Ortadoğuda siyasal pakt yaratma çabaları,
aynı çabanın Balkanlarda sürdürülmesi vb., bu tutumun başlıca
örnekleri. Savaş sonrası Türkiye Sovyet tehditine karşı
emperyalizmin Ortadoğu ve Balkanlar kuşağında bir ileri karakolu
olacaktı. Yatırım ve ara malları konusundaki bağımlılık kendini en somut olarak
döviz sorununda hissettirmekteydi. İthalat için önemli bir döviz rezervi
gerekiyor, döviz bulunamadığında ekonomi tıkanma noktasına geliyordu.
1960lı yıllara gelinirken, ekonomi ciddi bir döviz, dolayısıyla
dış ödeme güçlüğü içindeydi. 1958 tarihinde ülkede ilk büyük devalüasyon
yaşandı, ekonomik büyüme oranında ciddi bir düşüş meydana geldi. Kaynakların montaj sanayinin ihtiyaçları doğrultusunda etkin kullanımı
tekelci burjuvazinin temel bir talebiydi. 1960 sonrası süreçte bu yönde
düzenlemelerle ekonominin işbirlikçi burjuvazinin ihtiyaçları doğrultusunda
yönlendirilmesi sağlanmaya çalışıldı. 1960-70 arasında kapitalist ekonomi
gelişti. Bu gelişme dışa bağımlılığın da artması anlamına geliyordu.
Bu yıllarda hızlanan kapitalist gelişmenin dolaysız sonuçları olarak,
modern sınıf ilişkilerinin tüm toplum yüzeyinde yaygınlaşması, işbirlikçi
tekelci sermayenin iktisadi ve siyasi gücünün artarak iktidarın etkin
yönetici gücü haline gelmesi ve emperyalizme bağımlılığın artmasını
söyleyebiliriz. Aynı dönemde artan göç dalgasının etkisiyle de işgücü büyük bir sayısal
artış gösterdi. 60ta 300 bin olan sendikalı işçi sayısı, 70lerde
1.5 milyona ulaştı. İşçi sınıfı sendikalar aracılığıyla sermayenin kâr
oranlarını sınırlamaya başladı. Ülkede ilk defa ciddi bir sol potansiyel
oluşuyor, anti-emperyalizm temelinde bir kitle mücadelesi ortaya çıkıyor,
sosyalizm kitlelerin gündemine girmeye başlıyordu. Artan sosyal muhalefet, bir kez daha karşılaşılan döviz kıtlığı, büyüme
hızının düşmesinin yeni krize neden olması, 1971de devlet partisi
ordunun darbesini gündeme getirdi. 1971 faşist darbesi sermayenin derinleşen bunalımına bir çare üretmedi,
yalnızca erteledi. Bu darbe işçi hareketini ve toplumsal muhalefeti
sindirirken, alınan tedbirlerle tekelleşmeyi hızlandırdı. Yüksek enflasyon
politikasıyla sermayeye kaynak aktarıldı. Bu dönemde köylüler de ciddi
gelir kayıplarına uğradılar. Tekelci sermaye ise holdingler biçiminde
örgütlenmeye yönelerek tekelci yapılarını kuvvetlendirdi. 1974ten itibaren yükselerek gelişen ve militanlaşan toplumsal
muhalefet, artan enflasyon ve işsizlik, kârların düşmesi, yeni yatırımların
yapılamaması, yaşanan petrol krizi vb., 1977den itibaren iktisadi
göstergelerin iyice bozulmasına neden oldu. Bunalıma çare olarak, Türkiye
ihracata yönelik kalkınma modelini seçmeliydi. Bu model
İMF, Dünya Bankası vb. uluslararası finans kuruluşlarının reçetesiydi,
aynı zamanda dünya kapitalist ekonomisinde öngörülen yeni işbölümü doğrultusundaydı. 12 Eylül faşist darbesiyle 24 Ocak Kararları hayata geçirildi. Bu dönem,
Türkiye kapitalizminin gerek kendi yapısal özellikleri nedeniyle, gerekse
dünya kapitalizminin bunalımının hızlandırıcı etkisiyle girmiş olduğu
derin bunalımdan kurtulma arzusudur. Aynı zamanda dünya kapitalist işbölümündeki
değişimlere uygun yeni bir birikim modeline geçiş çabasıdır. 1980 sonrası dönem ekonomide yatırımların azaldığı, emperyalizme bağımlılığın
arttığı, tekelleşmenin hız kazandığı, emeğin verimliliği artarken gerçek
ücretlerin önemli ölçüde düştüğü, tarımın desteklenmesinin sona erdiği
ve tarımsal gelirlerin düştüğü bir dönem oldu. Bu süreçte servet-sefalet
kutuplaşması daha da derinleşti. Türkiyede yaşanan kriz sosyalizm ve devletçilikten doğuyormuş! Ancak, İktisat Profesörü Güneri Akalına göre; Türkiyede
yaşanan kriz Doğu Avrupa ülkelerindeki krizler gibi sosyalizm
ve devletçilikten doğuyormuş. Bu tuzu kuru profesöre göre;
Türkiyenin içinde Doğu Almanya gibi bir sosyalist ada
var. Çünkü Doğu Avrupa gibi biz de iktisadi örgütlenmemizi Sovyetlerden
ithal ettik. 1930larda hem KİTleri hem planlamayı Sovyetlerden
aldık. 1980e kadar Sovyet tipi bir kapalı ekonomi ve ithal ikameci
model kurmaya çalıştık. 80de bu model çatırdadı. Özal modelin
yönünü döndürmek istedi ama başaramadı. (Radikal, 19
Mart 01) Dahası var: Bu ülkede patron çiftçi ve esnaf, siyasetçiler
sadece onların komisyoncusu. Kredisini ödemek istemeyen,
taban fiyatının yüksek tutulmasını isteyen, tütün balyasının içine taş
koyup satmak isteyen köylümüz, esnafımız. Milli gelirin
yüzde 10-15i bunlara akar, Enflasyon dediğimiz olay
da aslında buradan başlar!!! Profesörümüze göre; bizdeki krediler Uzakdoğudaki gibi beş şirkete
gitmiyor. Yılda 30-35 gün çalışan 10 milyon köylü ve esnaf ailesine
gidiyor. Bu adama siz bu ödemeyi yapmasanız açlık hattının altına düşebilir.
Bu sorunu da devletçiliği tasfiye ederek çözebiliriz. Ama bunu ne bürokrasi,
ne de siyasi iktidarı elinde tutan köylü ve esnaf istiyor. Sermaye sınıfının saldırılarını ve işçi sınıfının yaşadığı yıkımı meşrulaştırmak
için profesörümüz, krize son vermek için çaba sarfederken yaşayacağımız
sorunları da şöyle sıralıyor: Doğu Avrupadakine benzer acılar yaşayacağız. İşsizlik
olacak, birçok fabrikada üretim duracak. Bankalar kapanacak. Köylülerin
taban fiyatları verilmeyecek. Devletçiliği tasfiye edip piyasa ekonomisine
geçilecek. Bu kaos, eğer bir program yapılırsa, hedef gösterilirse atlatılabilir.
Böylece yeni bir hayat başlayabilir. Tek alternatif işçi sınıfının devrimci programıdır! Türkiye kapitalizminin içinde debelendiği kriz yapısaldır. Ne İMF-TÜSİAD
soygun reçeteleri, ne ithal edilen süper bakanlar, ne de emekçilere
estirilen koyu terör uygulamaları sermaye düzenini kurtarabilir. Bugün
bir bütün olarak emperyalist dünya sistemi küresel krizler içerisinde
debelenmektedir. Asalak burjuvazi toplumsal gelişmenin önünde engeldir. Türkiyenin ekonomik-sosyal gelişmesi devrimi zorunlu kılıyor. İşçi sınıfının sınıf savaşımını yükseltmekten başka bir çıkış yolu yoktur. İşçi sınıfının hedefi, devrimci sınıf mücadelesini geliştirerek, kapitalist üretim ilişkilerini, bu ilişkilere dayanan sınıf egemenliğini aşmak olmalıdır. Bu mücadeleye yol gösterecek program ise partimizin programından başkası değildir. |
|||||