7 Eylül '02
Sayı: 35 (75)


  Kızıl Bayrak'tan
  "Stratejik müttefik"e stratejik uşaklık
  Alevi emekçilere kurulan tuzak...
  İttifak arayışları hangi ihtiyacın ürünü?
  CHP operasyonu sürüyor
  Emperyalist saldırganlık ve İsrail siyonizmi
  Devlet İMF programına sadakatte kararlı...
  Her düzeyde eşit ve parasız eğitim hakkı!
  Kayıt parası, katkı payı soygununa son!
  Seyhan Belediyesi'nde biten grevin ardından...
  Fatma Tokay Köse, hayat kurtarma işkencesi altında şehit düştü
  Topyekûn saldırıya karşı sınıf seferberliği!/2
  Tekellerin aşırı kâr hırsı insanlığı felakete sürüklüyor
  Dünyanın en büyük zirvesi fiyaskoyla sona erdi
   Fakirlere "vah vah" toplantısı
   6-7 Eylül olayları...
   1 Eylül eylem ve etkinliklerinden...
   Pendik İşçi Kültür Evi açıldı...
   Sosyal bir devrim için saygılarımızla"
   Barış ve Kürtler...
   Afganistan'da işler sarpa mı sarıyor?
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kızıl Bayrak'tan

Seçim tarihi yaklaştıkça Amerikancı düzen partileri arasındaki çekişme de kızışıyor. Karşılıklı suçlamalar artıyor. Ancak çekişmenin merkezinde hizmet vaadi ve yarışından ziyade, kim daha çok İMF’ci, kim daha çok ABD’ci, kim daha çok AB’ci tartışmaları yer alıyor. 11 Eylül’ün değiştirdiği dünyada, artık, kim daha çok müslüman tartışması bile yapmıyorlar. Tersine, İslamcı bir partinin (AK Parti) nerdeyse, ‘biz müslüman değiliz’e varan inkarını izliyoruz.

Oyu halktan toplayacaklar, ancak, emperyalizmin icazet ve desteği olmadan oy toplayamayacaklarını, toplasalar da kullanamayacaklarını hesap ediyor, halktan önce emperyalist efendilerine yaranma yarışına girişiyorlar.

Dolayısıyla, seçimlerden sonra hükümet etme görevi hangisine verilirse verilsin, Türkiye üzerindeki ABD vesayeti sürecektir. Her Amerikancı düzen partisi bunu böylece kabullenmiş, benimsemiş, içselleştirmiş durumdadır. Ve elbette, içerde de ordunun vesayeti aynı biçimde siyasal iktidarın üzerinde aynı, hatta daha etkin biçimde, ağırlığını koruyacaktır.

Bu ise, ABD’nin Asya ve Ortadoğu üzerindeki emellerine silah zoruyla ulaşma hesaplarında Türkiye’ye biçtiği piyonluk rolünün, yeni hükümet tarafından da gönüllü olarak sürdürüleceği anlamına geliyor. Bugünkü düzen partilerinden biri ya da bir kaçı tarafından oluşturulacak yeni hükümet döneminde Türkiye’nin, savaştan kaçınma şansı bulunmuyor.

Tabii, yeni hükümet döneminde de ipler tümden düzen güçlerinin eline bırakıldığı taktirde.

Savaştan kaçınmak, İMF-TÜSİAD yıkım programlarından kurtulmak, krizlerden kaçınmak, hatta, rahat bir nefes alabilmek için, işçi sınıfı ve emekçilerin önünde tek bir seçenek bulunuyor; sermaye düzeninin seçimlerden kendini güçlendirerek çıkmasını engellemek. Çünkü bu düzende güçlü bir iktidar, her zaman için işçi ve emekçilere karşı güç kullanan bir iktidar demektir. Aynı şekilde, zayıf bir işçi hareketi demektir.

İki imkanı iyi değerlendirmek gerekiyor.

Birincisi, işçi ve emekçi oyları Amerikancı düzen partilerinden birini güçlendirecek şekilde yöneltilememelidir. İkincisi ise, sınıf hareketi iktidarı zorlayacak (savaş kararını ve İMF programlarını uygulama kararlılığını zora sokacak) bir düzeye çıkartılmalıdır.

Seçimler, her toplumsal kesimin taleplerini elde edebilecekleri bir yeni hükümet için çaba gösterdiği bir siyasal dönem demektir. Herkes, çıkarlarını en iyi temsil edeceğini düşündüğü parti veya partileri destekleme yolunu seçmektedir. İşçi sınıfı henüz kendi çıkarları etrafında bütünleşmiş, siyasal temsiliyetini bulmuş durumda olmadığı için, bu seçim döneminde de ortak bir tutum, bir tercih ortaya koyamamaktadır. Böyle bir ortamda sınıf devrimcilerinin seçim faaliyeti, devrimci sınıf partisi ve programını sınıf kitlelerine tanıtmanın yanı sıra, sınıfın, talepleriyle sürece müdahalesini sağlamak üzere hak mücadelesinin yükseltilmesini de içermelidir.

Hali hazırda sınıf hareketi son derece durgun, sınıf kitleleri müthiş edilgen durumdadır.

Ancak, İMF yıkım programlarının işlemeyi sürdürdüğü, işsizlik, yoksulluk ve sefaletin katlanmaya devam ettiği koşullarda bu durumun daha uzunca bir zaman devam etmesi beklenemez. Kaldı ki, sınıf devrimciliğinde uygun koşulları beklemek diye bir şey de söz konusu değildir.

İkinci ve daha önemli bir konu ise, ABD saldırısının Türkiye’deki seçimleri önceleyen bir tarihte başlama ihtimalinin giderek yükselmesidir. Bu da, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin savaşa karşı uyarılması, örgütlenmesi ve mücadeleye sevkedilmesi görevinin önemini ve aciliyetini göstermektedir. Sınıf kitleleriyle birlikte, ülkenin anti-emperyalist, anti-militarist potansiyeli de toparlanmak ve mücadeleye yöneltilmek zorundadır. Seçim gündeminin tüm öteki sorunları örtecek biçimde öne çıkması, zaten son derece örgütsüz ve dağınık durumdaki bu potansiyelin harekete geçmesini daha da zorlaştırmış durumdadır. Sınıf devrimcileri, sınıfa karşı görevlerinin yanısıra, veya bu görevin bir parçası olarak, bu anti-emperyalist potansiyelin toparlanması ve harekete geçirilmesi için de çaba göstermelidir.