12 Ekim '02
Sayı: 40 (80)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist savaşa karşı işçi ve emekçi direnişi!
  Çankaya'da savaş hazırlığı
  Emperyalist saldırganlığa sesimizi yükseltmenin zamanıdır
  "BDSP" adaylarının işçi sınıfına ve emekçilere çağrısıdır...
  Kurtköy-Aydos'ta seçim çalışması deneyimleri
  Gülsuyu seçim çalışmaları deneyimi
  Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu'nu destekleyelim!
  İşçi ve emekçilerle seçim üzerine konuştuk...
  Hüseyingazi'de coşkulu açılış!
  Holdingçi "Genç Parti" üzerine
  Seçim kampanyası üzerine
  Kapitalizmde çocuk...
  Ankara Öncü İşçi-Emekçi Platformu Bülteni'nden...
   Esenyurt İşçi Bülteni'nden...
   Siyonistler Gazze Şeridi'ni işgal etmeye hazırlanıyorlar
   İşçi sınıfının kurtuluşu AB'de değil kendi sınıf mücadelesindedir
   Bir kez daha Güney Kürdistan üzerine...
   Seçimler ve parlamenter hayaller
   Dünya halkları emperyalist savaşa karşı seslerini yükseltiyorlar
   Dünyadan kısa kısa
   Bu gençlere dikkat!
   Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Seçimler ve parlamenter hayaller

M. Mert

Seçimlerin çok yaklaşmasına rağmen burjuva siyasal arena hala oldukça karışık durumda. Her türlü ittifak girişimi denenip meclise girmenin, mümkünse iktidar olmanın olanakları aranıyor. Sağından soluna tüm partilerde tam bir karmaşa var.

Reformist partiler de bu karmaşadan nasiplendiler ve burjuva ayak oyunlarında da ne kadar yetenekli olduklarını bir kez daha sergileme olanağını buldular. HADEP, EMEP ve SDP’nin DEHAP çatısı altında seçime girmelerinin kesinleşmesinin ardından, bu kez de tarafların hemen her konuda ayrı tellerden çaldıkları ortaya çıktı.

Bir yanda emperyalizme ve onun işbirlikçisi TÜSİAD patronlarına atıp tutan EMEP dururken, öte yanda daha düne kadar ABD’nin Irak’a saldırısını bir olanak olan gören, Kürt sorununun çözümünü emperyalistlerden dileyen HADEP bulunuyor. EMEP “emek yanlısı” bir parti olarak holding patronlarının örgütü TÜSİAD’a atıp tutarak demokrasinin ancak emekçilerin mücadeleyle kazanılabileceğini söylerken, HADEP AB kriterleri konusundaki sözde “ilerici” tavırları nedeniyle MGK karşısında TÜSİAD’ın ardına sığınıyordu. EMEP Irak’a düzenlenecek saldırı nedeniyle emperyalist saldırganlığa hayır derken, HADEP “Kahrolsun emperyalizm!” sloganı nedeniyle savaş karşıtı eylemlerden çekilebiliyordu.

Kısacası birçok bakımdan birbirinden farklı bu iki reformist parti salt meclise girebilme hevesi çerçevesinde biraraya gelmiş durumdalar. Burada ilkenin, politik tutarlılığın ve dürüstlüğün zerresi yok. HADEP hemen hemen tüm partilerle ittifak yolunu denemiş, ancak olumlu bir sonuç alamayınca yüzünü reformist sola dönmüştü. EMEP ise ilk ittifak girişimleri başarısız kalınca bir süre HADEP’e atıp tutuysa da, çok geçmeden söylediklerini yutup yeniden ittifak yoluna girdi. Ne de olsa meclise girebilmek herşeyin önünde ve üstünde bir heves ve hayaldi, uğruna neler feda etmeye değmezdi ki!

DEHAP, gerek ortaya koyduğu pratik gerekse açıkladığı seçim bildirgesi yoluyla kendi durduğu yeri belirledi. DEHAP çatısı altında blok kuranlar, demokratik sorunların çözümünden işçi-emekçilerin yaşamlarında ekonomik ve sosyal iyileştirmeler yapılmasına, Kürt sorunun çözümünden barış ve refahın elde edilmesine kadar tüm temel sorunların çözümünü parlamenter yola bağlanmış durumdalar. EMEP daha düne kadar seçim çalışmasında temel amacın seçilebilmek olmadığını dillendirirken, şimdi meclise girme umudunun artmasıyla birlikte artık tüm çözümlere meclis çatısı altında ulaşılabileceği sonucuna ulaşan bir seçim bildirgesine imza atıyor. EMEP’in bundan böyle asıl kaygısı, meclise girerek “emek yanlısı” bir parti olarak sistem içinde kendine bir yer edinebilmek. Yapabilirse ğer parlamenter yoldan kendi reformist programını kısmen de olsa hayata geçirebilmek. HADEP içinse sorun Kürt sorununun “çözümü” adına bir takım hak kırıntıları elde edebilmek.

Ancak ikisinin de atladığı, daha doğrusu kendi nesnel konumları nedeniyle görmezlikten geldiği bir durum var ortada. O da Türkiye kapitalizminin yaşadığı sıkışmışlık içerisinde küçük de olsa bir esneme payının olmamasıdır. DEHAP’ın seçim bildirisinde bir takım demokratik açılımlardan bahsedilip tam demokrasinin hayata geçirileceği vurgulanıyor. Oysa herkesin gördüğü üzere Türkiye’de en sıradan demokratik haklar dahi kullanılamamakta ve buna dönük her türlü girişim azgın bir devlet terörle ezilmektedir.

Düzenin efendileri ve bekçiler şiddeti çok sevdiklerinden değil buna zorunulu olduklarından bu azgın terör rejimini kurmuşlardır. Çünkü işçi-emekçilerin elde ettikleri her türlü hak kısa sürede burjuvaziyi vuran bir silaha dönüşmektedir. Ele geçirilen her demokratik hak yeni kazanımlara giden bir basamak olarak kullanıldığı ölçüde burjuvazinin esneme payı da bulunmamaktadıır. Zaten DEHAP’ın adaylarına yapılan kaba müdahalede bu anlamı taşımaktadır.

Reformistler demokrasiyi sınıf ilişkilerinden kopuk ele almalarına ve nasıl kazanılacağına dair tek kelime etmemelerine karşın, düzenin efendileri herhangi bir sürprizle karşılaşmamak için önden gereken önlemleri aldılar. Adeta kör göze parmak sokulmasına rağmen reformistler yine de bu demokrasi konusunda temel gerçekleri atlamayı seçtiler. MGK ve onun bekçiliğini yaptığı kapitalist sisteme ilişkin, bırakalım aşılabilmesi, kendi içinde reform edilmesine dönük bildik gevezelikler dışında bir şey söylemediler. Zaten buna olanakları da yoktu. Çünkü buna dönük her girişim, beraberinde sistemin aşılma zorunululuğunu vurgulamayı gerektirecekti. Bu ise reformistlerin kendi platformlarını boşa düşürmeleri demek olacaktı.

Ekonomik bir takım düzenlemelerden bahsedilirken de bunun nasıl yapılacağı konusu bilinçli olarak atlanmaktadır. Kriz, İMF politikaları ve borç batağı içinde debelenen Türkiye kapitalizminde işçi sınıfının güçlü bir savaşımı olmadan bu kazanımların nasıl elde edileceği ve korunacağı konusunda da aynı suskunluk sürmekte. İMF’den kurtulunacağı ve borç ödemelerinin durdurulacağı söylenmesine rağmen, bunun sistem içinde asıl başarılacağı henüz bir sır olarak önümüzde durmaktadır.

DEHAP bildirgesinin diğer bir özelliği, burjuva parlamentosunun işlevi konusunda da bilinçli bir sessizlik ve suskunluk içinde olmasıdır. Bunun da nedeni açık. Kapitalist sistemde parlamento burjuvazinin sınıf egemenliğini bir şal gibi örtmektir. Kitleler kendi oylarıyla kendilerini yönetecekleri kişileri seçtiklerini sanarken, aslında burjuvazinin çıkarlarının yeni bekçisini belirlerler ve her gelen burjuvazi adına işçi-emekçilerin boyunlarındaki ilmeği biraz daha sıkar sadece. Burjuvazi ancak işçi ve emekçileri dizginlemekte zorlandığı durumlarda, reformist partilere yönetime gelme olanağı tanır. Bu da ancak reformizmin işçi sınıfına tümden ihanet etmesi koşuluyla gerçekleştirilir. Bunun dışında her girişim kaba müdahaleler, gerektiğinde ise askeri darbelerle engellenir.

Reformistler asıl tehlikeyi sistem için değil işçi sınıfı için yaratırlar. Kitleler içinde reformist hayaller yayarak onları düzen içinde tutup, böylece burjuvaziye en büyük hizmetlerini sunarlar. Parlamentonun tek çözüm yolu olduğu yanılsamalarıyla kitleleri düzen politikalarına bağlarlar. Bu propagandanın etkisi altında kalan işçiler ve emekçiler kendi bağımsız sınıf tavırlarını ortaya koymak ve mücadele etmek yerine, meclise ve kendileri dışındaki güçlere bel bağlarlar. Bu ise bilinçli öncü işçi ve emekçileri edilgenliğe iterek, onları burjuvazinin saldırıları karşısında tümden savunmasız bırakır. Burjuvazi ve onun bekçiliğini yapanlar, tam da bu nedenle reformizme kendi içinde olanaklar sağlamaktan geri durmazlar ve onları kendi politik ihtiyaçları doğrultusunda kullanmak içn ellerinin altında tutarlar. Bu kollama bile reformizmin düzen açısından tuttuğu yeri ortaya koyar.

Reformizme karşı mücadele burjuvaziye karşı mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle işçi ve emekçiler içerisinde kaşarlanmış burjuva partilere karşı mücadele yürütürken bunu refomizme karşı mücadeleyle birlikte ele almalı, özellikle öncü işçiler arasında reformist yanılsamaları yok edebilmeliyiz. Ancak bu şekilde öncü işçileri düzen içi hayallerde boğulmaktan kurtarabilir, kendi bağımsız sınıf tavırlarını ortaya koymalarını sağlayabiliriz.
Bu konuda bağımsız sosyalist adayların seçime katıldığı yerlerde bu adaylar üzerinden, olamadığı yerlerde ise düzenin ve meclisin cepheden bir teşhirine dönük bir çalışma yürütebilmeliyiz. Seçimler nedeniyle kitleler kendiliklerinden bir politikleşme yaşamakta ve politik konular işçiler açısından ayaküstü sohbetler kadar olağanlaşmaktadır. Bu ise bize öncü işçileri kazanabilme konusunda muazzam olanaklar sağlamaktadır. Birkaç yılda bir karşımıza çıkan bu olanağı iyi kullanmak bize önümüzdeki süreçte yeni müdahalelerin kapısını açacaktır. Bu nedenle seçimlere sadece geçici bir dönemin sorunu olarak değil, bize sınıfa müdahale olanağı taşıyacak bir yoğunlaşma dönemi olarak ele almalı ve elimizdek her türlü olanağı bu doğrultuda kullanabilmeliyiz.



İÜ açılış şenliklerine kitlesel katılım

İstanbul Üniversitesi’nde artık gelenekselleşmiş olan açılış şenlikleri 5 Ekim’de Beyazıt Kampüsü’nde yapıldı.

Gerek şenliğe katılan müzik gruplarının tanınmışlığı, gerekse şenliğin gelenekselliği, katılımın geçen senelerde olduğundan daha güçlü ve kitlesel olmasını sağladı. Şenliğe 4 bin kişi katıldı.

Biz genç komünistler olarak geçen sene olduğu gibi bu sene de şenliğe müdahale ettik. Geçen sene deneyimsizliğimizden kaynaklanan eksikliklerimizi giderebilmek, müdahalemizi güçlendirebilmek için ön tartışmaları yapılmış planlı bir pratik sergiledik.

Seçim aldatmacasının ve emperyalist savaş rüzgarlarının estiği bir ortamda, bu sorunları gençliğin gündemine sokmak, düzenin kirli yüzünü teşhir etmek için bir hazırlık yaptık.

Şenlikte “Amerikancı düzen partilerine oy verme, Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu’nu destekle”, “Gençlik partiye, devrime, sosyalizme” pankartlarını açtık. Seçim öncesi çıkmış bildiri, afiş ve kuşlarımızı yaygın bir şekilde kullandık.

Şenliğin başlamasından hemen önce şenlik alanında bulunan Rektör Kemal Alemdarlıoğlu’nun geçtiğimiz senelerde estirdiği soruşturma ve okuldan atma terörünü protesto eden ortak bir eylem gerçekleştirildi.

Rektörlük tarafından ehlileştirilmeye, apolitikleştirilmeye çalışılan açılış şenliklerini politikleştirmek, gençliğe öncülük iddiasındaki genç komünistlerin görevidir. Sadece materyallerimizle değil daha yaratıcı etkinliklerle (tiyatro, sergi vb.) şenliğe müdahale etmek, kitlelere verilecek politik mesajı güçlendirmek önümüzde duran bir görevdir.

Ekim Gençliği/İstanbul Üniversitesi