27 Eylül'03
Sayı: 2003 (10)


  Kızıl Bayrak'tan
  Irak'a asker göndermek Türkiye ve Ortadoğu halklarına karşı savaş ilanıdır!
  Irak halkıyla omuz omuza emperyalist işgal koalisyonuna karşı direnişi büyütelim!
  İşgal taşeronlarının son manevraları ve bağımsız devrimci faaliyetin artan önemi
  Emperyalistler arası pazarlık kızışıyor..
  Sendika ağaları sendika kürsülerini emperyalist savaşın hizmetine sunuyor!
  Irak halkı katledilerek "özgürleştiriliyor",...
  Savaş kundakçılarının yalanlarının üstü örtülemiyor
  Gençliğin kampanyası sürüyor!
  Sınıfa ihanetin hesabı sorulmalıdır!
  Türkiye: Satılığa çıkarılmış bir ülke!
  Özelleştirme saldırısının yeni dönemi/2
  Katliamın 4. yılında Ulucanlar direnişi...
  Ulucanlar direnişi: Devrimin ve devrimin partisinin yenilmezliğine kanıt!
  Ulucanlar katliamının 4. yılında şehitlerimizi andık...
  On'lara sözümüz var...
  Emperyalistler arası pazarlık ve uzlaşmalar Irak halkının direnişini kıramayacaktır!
  İkinci intifadanın üçüncü yılı... Filistin direnişi sürüyor!
  Dünyada sınıf hareketi...
  Bültenlerden...
  Özel savaş ve KADEK...
  Dersini alanlar Irak'a asker gönderecek
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Irak halkıyla omuz omuza emperyalist işgal koalisyonuna karşı direnişi büyütelim!

Yedinci ayını geride bırakan işgalde ABD emperyalizmi tam anlamıyla kendi elleriyle yarattığı batağa saplandı. ABD emperyalizmi pek çok cepheden bir çözülme yaşıyor. Son bir kaç haftadır basın, hem savaş cephesinden hem de cephe gerisinden (ABD’den) peş peşe çözülme emarelerini işleyen haberlere yer vermeye başladı. Bu iki cephedeki çözülme emarelerine ABD’nin uluslararası cephede tavizler vermesi eşlik ediyor.

Paralı askerlerden yükselen rahatsızlık ve
haksız savaştan itirafnameler

Uzun bir süredir Irak’ta savaşan ABD’li askerler, gerek ailelerine gönderdikleri mektuplarla gerekse gazete(ci)lere verdikleri demeç ve makalerle, haksız ve vahşi savaşı teşhir ediyorlar. Bunların bir kısmı yeni yeni sansürden kurtularak “hür” (!) basının sayfalarında ve ekranlarda yer buluyor. Askerlerin üzerinde durdukları ortak temalar, Irak’ta işgalci konumda oldukları; Irak halkına özgürlük getirmekle, onların sorunlarıyla hiçbir biçimde ilgilenmedikleri; bu savaşın petrol için yapıldığını yeni yeni anladıkları ve bir an önce ya bu savaşın bitirilmesi gerektiği, ya da kendilerinin ülkelerine dönmek istedikleri biçiminde sıralanıp gidiyor. Zorlukların yanı sıra, ölüm korkusu yaşadıklarını da itiraf ediyorlar. Ve çoğu komutanlarına, savaşı başlatanlara ateş püskürüyor.

ABD, Irak topraklarını tamamı paralı askerlerden oluşan, iyi eğitilmiş profesyonel ve en son savaş teknolojisiyle desteklenmiş bir orduyla işgal etti. İşgal ve katliam ordusunun ABD toplumunun en alt tabakasındakilerden oluştuğunu söylemeye gerek yok. Yine çok önemli bir kısmı (10 bin kadarı) yalnızca ABD ya da İngiltere vatandaşlığına kabul edilmek için savaşa katılma yolunu seçmiş olan azgelişmiş ülkelerinden göç etmiş insanlardan oluşuyor.

Savaşın henüz başında, resmi rakamlara göre verilen kayıpların ikiyüzü bile bulmadığı, cephe savaşlarının, yoğun saldırıların yaşanmadığı bir durumda, üstelik paralı ve gönüllü olarak oraya gitmiş askerlerden yükselen bu tepki, askerlerin bireysel bir bunalımı olarak değil, bizzat haksız bir savaşın sonucu olarak görülmelidir. Çünkü onlara göre ortada bir savaş değil, bir işgal vardır. Neyi savunduklarını, kime karşı savaştıklarını bilememektedirler. Düşman diye hedef gösterilenler, orada yaşayan yoksul halklardan başkaları değildir. Orada bulunmak, işgal ve katliam yapmak için öne sürülen kitle imha silahlarının varlığı, Saddam’ın teröristliği ya da “terörizme karşı mücadele” gibi safsataların mantıklı bir yanını görememektedirler. Yani kendilerini bir taraf olarak hissetmeden, ikna olmadan savaşmakta-daha do&curen;rusu savaşmaya zorlanmaktadırlar.

Irak işgalinde yaşanan bu durum, daha en hafif çatışmaların yaşandığı bir aşamada bir çözülmenin yaşandığını göstermekte ve savaş cephesinde modern bir ordudan ve ölüm kusan silahlardan önce haklı, meşru gerekçelerin ve ölümüne savaşa adanmış bir savaşçı kararlılığının olmasının can alıcı önemine işaret etmektedir. Vietnam’da bile en azından “komünizme karşı mücadele” ve çağrıldıkları için geldikleri bir ülkede savaşıyor olmak gibi realize edilebilecek gerekçeleri kullanabilme avantajları vardı. Ama yine de devasa askeri üstünlükleri ve vahşetteki sınırsızlıkları onları kurtaramadı. 56 bin ceset, yüzbinlerce yaralı ve milyarlarca dolar maddi kayıpla Vietnam’ı terkederlerken, ruhlarını kemiren “Vietnam sendromu” olarak tanımlanan bir de hastalık kaptılar bu savaştan.

Vietnam sendromu espirisinin can alıcı yanı, Vietnam halkının en modern silahlara karşı ilkel silahlarla savaşma cüretini nereden bulduklarını bilememenin, bunu anlayamamanın beyinlerinde ve ruhlarında yarattığı tahribattı. Bu kadar geri ve ilkel bir güce niçin yenildiklerini anlayamamaktı. Yarattıkları vahşetin bir gün kendilerini de vuracağını kestirememekti.

Bugün işgal ordusunun paralı askerleri de çapulcu sürüsü, ilkel yaratıklar olarak gördükleri Irak halkının, Filistinliler’in niçin çatıştığını anlayamıyor. Bir insanın bedenini canlı bir bomba yapmasını anlayamıyor, daha doğrusu kabullenemiyor. Bunu ilkelliğin bir sonucu, bir yansıması olarak görüyor. Onun “modern” kafasında, onun dünyasında böyle bir ölüm biçimi, böyle bir savaş anlayışı yok. Çünkü onun ruhunda ve bilincinde, bu kadar güçlü bir özgürlük tutkusuyla savaşma gücü yok. Modern makinelerle sürdürülen savaşın ardından, sıra düşmanla sıcak temasa ve yüzleşmeye geldiğinde, savaş oyununun zevki ve heyecanı yerini, korkuya, kaygıya ve bu insanları anlayamamanın verdiği ruhsal çöküntüye bırakıyor. Ve makinelerin dehşetli gücü, direniş ruhu karşısınd çaresiz kalıyor.

Cephe gerisindeki çatlakların
uçları açılıyor

Basına yansıdığı kadarıyla cephedeki can sıkıcı gelişmeler savaş karşıtı muhalalefet üzerinde anlamlı bir etki yaratmış, şahinler cephesinde ise bir kaygı uyanmış gibi görünüyor. Her gün benzer temaları işleyen binlerce mektup yazılmaya, benzeri haberlere yer verilmeye başlayınca, asker aileleri de harekete geçtiler. O zamana kadar savaşa destek veren, kaygıyla ya da boş gözlerle gelişmeleri izleyen pek çok asker ailesi (her yerde olduğu gibi başını anneler çekiyor) harekete geçmiş bulunuyor. Pek çok kentte asker aileleri oluşturdukları derneklerde örgütleniyor, savaş protestoları örgütlüyor, savaş şahinlerine yazdıkları mektuplarla hesap soruyorlar. Şimdilik sayıları az (500-600), ama Irak’tan postalanan tabutların sayısı arttıkça, ortaya daha etkin ve daha yaygın bir hareketliliğin çıkacağı da açık.
Bush yönetiminin hesabını veremediği savaş bütçesini artırmak istemesi ve savaş rüşveti dağıtması üzerine yaşanan tartışmalar ise ABD sınırlarını aşarak tüm dünya kamuoyunun gündemine girmiş bulunuyor. Demokrat Parti senatörü E. Kennedy’e göre, Bush ve ekibi, Irak işgaline destek olması için bazı önde gelen devlet adamlarına 2 milyar dolar rüşvet dağıtmış. Senatodan geçen 87 milyar dolarlık bütçenin yarısının hesabı verilemiyor ve üstüne üstlük yeni bir savaş bütçesi isteniyor.

Kenndy’e göre Irak savaşı, başını Bush’un çektiği bir ekip tarafından Teksas’ta tezgahlanmış bir sahtekârlıktan ibaret. Savaşın kaymağını yiyen tekelci şirketler ile Bush ekibindeki yöneticiler arasındaki kirli çıkar ilişkileri ise daha işgal başlamadan önce dillendirilmişti. Bu bağlantıya ilişkin şüpheler, ithamlar giderek artmaktadır. Bu ekip şimdiye kadar bu yöndeki iddia ve ithamları yalanlayacak gücü kendinde bulamadı.

Bu tartışmalar sürerken savaşın mali yükünün Amerikan ekonomisi üzerinde bozucu etkileri giderek sistemin sahiplerini de kaygılandıracak boyutlar kazanarak devam ediyor. Savaş harcamalarının asıl yükünü emekçi kesimler çekiyor, ekonomik gerilemeden öncelikle bu kesim etkileniyor. İşşizlik oranı artarken, yoksulluk sınırında yaşayanlara her gün yenileri katılıyor. Son veriler, mutlak yoksulluk sınırının altında yaşayan ABD’lilerin 35-40 milyonu bulduğunu ortaya koyuyor. Öte taraftan, yoksullarla en zengin kaymak tabakası arasındaki gelir uçurumu, yoksullar aleyhinde gitgide büyüyor.
Kısacası, savaş iktisadi, siyasi ve ideolojik alandaki çatlakları daha da belirginleştiriyor. Ve kısa vadede, bu çatlakların sıvanması mümkün görünmüyor.

Uluslararası alanda ABD’nin geri adımı ve
savaş koalisyonunu güçlendirme arayışları

Uluslararası cephede atılan geri adımları şimdiden ABD adına bir yenilgi saymak mümkün. Bugün, dün uşağı İngiltere’yi yanına alarak diğer emperyalist ülkelere ve dünya halklarına meydan okuyan bir ABD yok. Irak halkının en örgütsüz haldeki direnişi bile ABD’nin işgalin ardından savurduğu süngüyü düşürmeye yetti. İşlerin bu kadar sarpa saracağını ABD’nin savaş kurmayları bile tahmin etmemişti. Böylece, “ya benden yanasın ya da düşmanımsın” politikası uluslararası planda -ve tabii ki ABD içinde- açık bir yenilgi olmasa da ağır bir yara aldı.

Nihayet ABD tek başına bu bataklıktan çıkamayacağını anlamış bulunuyor. Üstelik karşısında henüz örgütlü bir askeri güç yokken Irak’ın sömürgeleştirilmesinde karşılaştığı güçlükler, ortaya çıkan başarısızlıklar nedeniyle, işgalci kimliğinin yanında gücü de daha büyük ölçekte sorgulanıyor. Bunun yarattığı prestij kaybı da cabası. Başından beri hiçbir meşruiyet ve haklılık temeli bulunmayan ve basit bir operasyon olarak görülen bu savaşın sahnedeki baştemsilcisi Bush’un itirafları da bu açmazın doğal bir sonucu.

Gelinen yerde dünyanın en büyük ordusuna sahip bu koca dev, dün kendisine destek olmadığı için cezalandırmakla, savaş ganimetinden mahrum bırakmakla tehdit ettiği Almanya, Fransa ve kısmen de Rusya gibi diğer emperyalistlerin ayağına ya bizzat kendisi giderek ya da suç ortağı İngiltere’yi devreye sokarak, verecekleri destek karşılığında yağmadan cömertçe pay öneriyor, anlaşmak için tavizler veriyor. Üç kuruş kredi sözü vererek tam desteğini alamadığı Türkiye’yi, bu kez sözlerle, taahhütlerle değil, parasını peşin ödeyerek savaş cephesine sürmeye çalışıyor.

Bu geri adımlardan ve tavizlerden cesaret alan Chirac, “Bundan böyle kimse ortak çıkarlarımız adına ve buradan hareketle kendi başına davranamaz” diyerek, ABD emperyalizmine verilen dersi en veciz biçimde özetledi. BM Genel Sekreteri Kofi Annan da benzer açıklamalarda bulunarak, ABD’yi “orman kanunları”na başvurmaması gerektiği konusunda uyarıyor.

Bataklık büyüyor!

Kuşkusuz ki uluslararası planda şekillenmeye başlayan yeni durum, ne Irak halkı ne de savaşa karşı olan emekçi halkların hayrına yorumlanamaz. Emperyalist savaş koalisyonunun genişlemesi durumunda, işgale karşı direniş daha da zorlu bir hale geleceği açıktır. Fakat yine de bu zahiri bir görüntüdür ve yeni gelişmeler, zorlukların aşılmasının olanaklarını ve daha da kapsamlı çelişkileri de beraberinde getirmektedir. Zira Irak işgali, emperyalistler arasındaki yeni uzlaşmalara ve dengelere bağlı olmayan bir çözümü, Irak ve dünya halklarının gündemine sokmuş bulunuyor.

Emperyalistler hiçbir askeri takviyeyle kapatamayacakları bir siyasal açmazla karşı karşıyadırlar. Hem işgalciler hem de direnen Irak halkı için mesele, bu nedenle askeri olmaktan önce siyasaldır. Parayla satın alınan bazı gerici odaklar, ganimetten pay kapmak için işgale sessiz kalan bazı kesimler dışta bırakılırsa Irak halkı, dışardan gelen ve kendi özgür iradelerini dikkate almayan herkesi işgalci olarak gördüklerini ve işgalcilerin hak ettiği muamaleyle onları karşılayacaklarını ifade ediyorlar. İşgali kıracak, işgalcileri başarısızlığa mahkum edecek olan öncelikle bu açık siyasal tutumun kendisidir. Irak halkı, tüm zenginliklerinin talan edileceği, özgür iradesinin hiçbir biçimde tanınmayacağı, en vahşi en bağnaz sömürge koşullarında bir yaşamın dayatıldığı bir çözüme, arkasında kimlerin durduğuna bakarak değil, bunun ne anlama gediğine bakarak karşı çıkmaktadır.

Kısaca, ister müslüman isterse BM gücü kılığında gelsin, işgale katılacak yeni haydutlar işgal ve talanın meşruiyetini sağlayamayacaktır. Irak’ın yapılandırılması, insani yardım denen şeyin ne menem bir talan ve vahşet olduğunu, “Irak’a özgürlük” adı altında yapılan operasyondan biliyor. Eğer hayat bulma şansına kavuşursa oluşmaya başlayan yeni emperyalist savaş koalisyonunun, bataklığa yeni emperyalist ülkelerin de çekilmesinden başka bir anlama gelmediği kısa sürede görülecektir. Pay kapmak kaygısıyla Irak işgaline destek sunmaya hazır olan emperyalistler asker göndermeseler bile -ki, ABD her şeyden önce siyasal bir desteğin peşindedir- bataklığa girmeden, ellerini kirletmeden istediklerini alamazlar. Kuraldır; bataklığa düşen birini kurtarmak için, bataklığa girilmez.

Üstelik dünya kamuoyuna niçin dün değil de bugün işgale ortak olacaklarını anlatmak, dün işgal dedikleri kanlı operasyonu bugün “özgürlük”, “Irak’ın yapılandırılması” vb. adlar altında nasıl anlatacakları gibi bir sorunla da karşı karşıyalar. ABD içindeki çatlaklar ve büyüyen sorunlar bir yana, bunun ne kadar güç bir sorun olduğunun örneği bizzat ABD ve İngiltere’dir. Bush yönetimine verilen savaş desteği yüzde 70’lerden yüzde 50’nin altına düşmüş bulunuyor. Tony Blair hükümeti haksız ve meşru olmayan bir savaşa ortak olmanın bedelini yerel seçimlerde büyük bir hezimet yaşayarak ödüyor.

Emperyalist savaşa karşı
devrimci sınıf savaşını yükseltelim!

Irak işgaline karşı sürdürülen direniş, başarılması güç ama, tarihin de tanıklık ettiği gibi, halkların tek çözüm yoludur. Emperyalist savaş cephesinin içinde açılan çatlakların daha da derinleşmesi de, dolaysız olarak, güçlü bir direnişin sürdürülmesine bağlıdır. Önümüzdeki süreçte henüz devrimci bir önderlikten, örgütlü bir direnişten uzak olan Irak halkının direnişine verilecek militan, kitlesel destek büyük bir önem taşıyor. Unutulmamalıdır ki, ABD’nin açmazlarla karşı karşıya kalmasında işgal öncesi ve sonrası süreçte yükselen emperyalist savaş karşıtı hareketliliğin, bu temeldeki muhalefetin -yeterli düzeyde olamasa da- bir payı var. Şimdi, bu yöndeki mücadeleyi daha da ileriye taşıma göreviyle karşı karşıyayız. Haydutların çözülmelerinin çöküşle, kirli çıkar koalisyonlarının yenilgiyle sonuçlanmasını sağlayacak olan da budur.

İşgalci haydutlar yenilmez ve yıkılmazlarsa tüm bölge halkları ve işçi emekçi yığınlar yenilecek, yenilginin ağır faturasını ödemekle yüzyüze kalacaklardır. Sefil çıkarları için asker elbisesi giydirilmiş binlerce gencin Irak topraklarına ölmeye ve öldürmeye gönderilmeye hazırlanıldığı kritik bir dönemde Türkiyeli işçi ve emekçiler bu sorumluluğun yakıcılığıyla mücadeleye en ileri düzeyden hazırlanmalıdırlar. Her koşulda emperyalistler ve onların işbirlikçi uşakları maddi ve manevi bir bedel istemekte ve bunu dayatmaktadırlar. Her halükarda bir bedel ödenecek. Ödenecek bu bedel, işçi ve emekçilerin dünya halklarının çıkarları ve özgür geleceği uğruna olmalıdır.

Onların haksız savaşlarına karşı devrimci sınıf savaşını, halkların kardeşliği mücadelesini yükseltelim!



Bir hiç uğruna ölüp gidiyoruz

Tim Predmore

Altı aydır, çağımızın büyük bir yalanı olduğuna inandığım bir şeyin parçasıyım: Irak’a Özgürlük Operasyonu.

11 Eylül 2001’deki korkunç olayların ve Afganistan’daki savaşın ardından, Irak’ın işgali için gereken fon oluşturuldu. Irak’a Özgürlük Operasyonu başlarken dünyaya karşı gücün kullanılmasını tarif etmek için bulunan kelimeler ‘şok ve dehşet’ti. Bu, Amerikan ve Britanya ordularının askeri gücünün ve ileri teknolojisinin hiç sakınılmadan, dehşetli bir biçimde kullanılacağı anlamına geliyordu.

Şok ve dehşet mi?

Fakat Irak işgalinde yer alan bir asker olarak, ‘şok ve dehşet’ kelimelerinin benim ruhumdaki karşılığı çok daha derinlere gidiyor. Daha harekete geçmeye hazırlandığımız sırada, iki süpergüç, başkalarının uymasını istedikleri kuralları bizzat kendileri ihlal etti. ABD ve Britanya, BM’nin onayı olmaksızın ve kendi vatandaşlarının taleplerini görmezden gelerek Irak’ı işgal etti. ‘Şok ve dehşet’ mi? Evet, bu kelimeler duygularıma tam tercüman oluyor: Biz adaletle değil, ikiyüzlülükle hareket ediyoruz.

Bu sözde kurtuluş ve özgürlük savaşında ilk kurşun atıldığından beri ikiyüzlülük her yanı sarmış durumda.

Esir alınmış ve öldürülmüş ABD askerlerinin görüntüleri Arap televizyonlarında yayımlandıktan sonra, Amerikalı ve Britanyalı liderler bir yandan intikam yeminleri ederken, diğer yandan da bu tür yakışıksız görüntülere yer veren kanallara ateş püskürdü. Ancak Saddam Hüseyin’in oğullarının ölümünden sadece birkaç saat sonra ABD hükümeti cesetlerin korkunç görüntülerini bütün dünyanın gözleri önüne serdi. Yani yine,

‘Bizim dediğimizi yap, yaptığımızı yapma’ senaryosu.

Irak’ta görev yapan askerler olarak bize, amacımızın Irak halkına yardım etmek, onlara gereken askeri ve insani desteği sağlamak olduğu söylendi. Öyleyse biri bana, anneleri tarafından tıbbi bakım için ABD askeri kampına getirilen iki küçük çocuğa dair Stars and Stripes’ta (Amerikan ordusunun gazetesi) çıkan haberin neresinin insanca olduğunu anlatsın.

İki çocuk bilmeden buldukları patlayıcı kalıntılarıyla oynamış ve bunun sonucunda ciddi şekilde yanmıştı. Haberde, bir saatlik bekleyişin ardından Amerikalı doktorların bu iki çocuğu tedavi etmeyi nasıl reddettikleri anlatılıyordu. Bir asker olayı, ABD ordusu saflarında tanık olduğu birçok ‘vahşetten’ biri olarak niteliyordu.

Çok şükür ki şahsen vahşete tanık olmadım -ama elbette, ben de sizin gibi, Irak’taki savaşın bizzat kendisinin, vahşetin en uç örneği olduğunu düşünüyorum.

Amacımız ne?

Buradaki amacımız ne? Sık sık duyduğumuz gibi, bu savaş kitle imha silahlarından mı kaynaklandı? Eğer öyleyse, nerede bu silahlar? Bu işgale, Usame bin Ladin’le bağlantılı bir lideri ve onun rejimini devirmek için mi giriştik? Eğer öyleyse, kanıtlar nerede?

Yoksa derdimiz, kendi ekonomik çıkarlarımızı gözetmek mi?

Irak’ta, dünyanın en az maliyetle arıtılan petrolü var. Bu savaş, baskı altındaki bir halkı özgürleştirmek veya dünyayı acımasız bir diktatörden kurtarmak için değil, bir başka ülkenin doğal kaynaklarını ele geçirmek için başlatılan, modern bir Haçlı seferine benziyor. En azından bana, buradaki varlığımızın nedeni petrolmüş gibi geliyor.

Ortada tek bir gerçek var: Burada Amerikalılar ölüyor. Irak’ta görevli Amerikalı erkek ve kadınlara günde ortalama 10-14 saldırı düzenleniyor.

Ölü sayıları artıyor, ama ufukta bunun sona ereceğine dair hiçbir işaret yok.

Vaktiyle bir dava uğruna çaba gösterdiğime inanırdım: ‘ABD Anayasası’nı korumak ve savunmak.’ Artık buna inanmıyorum; inancımı ve kararlılığımı yitirdim. Yarım gerçekler ve büyük yalanlar üzerine kurulu olduğuna inandığım bu görevi artık kendime açıklayamıyorum, meşru göremiyorum.

Körü körüne inanmam

İnsan yaşlandıkça olgunlaşıyor ve 36 yaşında biri olarak artık bazı şeylere körce inandırılmam mümkün değil. Kentucky’deki Fort Campbell Üssü’nden buraya geldiğim geçen kasımdan beri yüreğim kurudu ve kuşkularım arttı. Zamanla kaybolan kuşkularım değil, verdiğim karar ve inancım oldu.

Benim burada görev yapmamı gerektiren bir şey kalmadı, birlikte savaştığım birçok arkadaşım da böyle düşünüyor. Irak’ta hiçbir meşruiyeti ve nedeni olmaksızın ölümle yüz yüze geldik. Daha kaç kişinin ölmesi gerekiyor? Amerikalılar uyanıncaya ve görevleri liderlerinin çıkarlarını korumak değil, ülkelerini savunmak olan erkek ve kadınların geri dönmesini talep edinceye dek, daha ne kadar gözyaşı dökülmek zorunda?

(Tim Predmore: Musul yakınlarındaki 101. Hava İndirme Tümeni’nde görevli bir Amerikan askeri, 18 Eylül 2003)

The Guardian
(Radikal, 22 Eylül ‘03)