11 Ocak '03
Sayı: 02 (92)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD'nin "tehditleri", Türk devletinin "çekinceleri"
  Amerikan uşağı A. Gül'ün savaş turu...
  Zorunlu tasarruflar bir defada ve nakden ödenmelidir!
  İMF heyetini karşılama hazırlığı
  "Esnek üretim" yasasında mutabakat sağlandı...
  Eylemlerden...
  EP Sonuç Bildirgesi açıklandı...
  Kıbrıs'ta kitle hareketi...
  ABD emperyalizmi Kürt halkının düşmanıdır
  "Demokratikleşme" görüntüsü altında baskı, terör ve yasaklara devam!
  Ciddiyetsizliğin son perdesi/3
  "Derin cinayet" ya da "su testisi su yolunda kırılır"
  YÖK-AKP çatışmasının perdeledikleri
  Eğitim-Sen 6 No'lu Şube Başkanı Hikmet Kaya ile konuştuk...
  Eğitim-Sen Ege Bölge Toplantısı'ndan...
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht
  Şakirpaşa İşçi Kültür Evi coşkulu ve canlı bir etkinlikle açıldı!
  Edirne F Tipi Cezaevi'ndeki devrimci tutsakların açıklaması...
  2003'e girerken.../2
  Kapitalizmde yoksulluk
  2002 güz, 2003 kara kış...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

  Amerikan uşağı Abdullah Gül’ün savaş turu...

Emperyalist savaş ve saldırganlık
politikasında aktif rol

Amerikancı Başbakan Abdullah Gül birden bire “Ortadoğu barış turu”na çıktı. Amerikan saldırganlığından doğrudan etkilenecek Suriye, Mısır ve Ürdün ilk ziyaret ettiği ülkeler oldu. Sırada Suudi Arabistan ve İran ziyaretleri var.

Gül gezisini “aktif barış diplomasisi” olarak adlandırdı. Burjuva medya da geziye barış misyonu yükledi. Ortaya atılan iddia; sorunun savaşsız çözülmesinin halen mümkün olduğu ve Gül’ün bunun için yoğun çaba harcadığı şeklinde. Başbakan, Ortadoğu ülkeleriyle işbirliği arayışlarının, “Irak ve bölgeye yönelik Amerikan politikasıyla uyumlu olduğunu” açıkladı. ABD ve BM tarafından da desteklendiği açıklanan Ortadoğu turu, Türkiye’nin savaş istemediğine dair bir kanıt olarak sunuldu.

Haydutbaşı Bush ve ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell barış mı istiyorlar? Ortadoğu turuna başlamadan önce Esenboğa Havaalanı’nda bir açıklama yapan A. Gül; Irak sorununun savaşsız bir şekilde halledilmesinin mümkün olduğunu, kendisinin bunun için çaba harcayacağını ve zaten Bush ve Powell’ın da yaptıkları kimi açıklamalarla savaşsız bir çözümün mümkün olduğunu dile getirdiklerini iddia etti. Bu açıklamaya bakılırsa, Başbakan Gül “Amerikan barış elçisi”!

Amerikan savaş çetesinin başını çeken Bush’un barış istediğini iddia etmek kuşkusuz ikiyüzlülüğün de çok ötesindedir. Bu iddianın hiçbir inandırıcılığı yoktur ve bunu en iyi de Amerikan uşağı Gül bilmektedir.

Körfez’e yapılan askeri yığınak ve Amerikan emperyalizminin Türk devletine dayattığı utanç verici işbirlikçi rol, haydutbaşı Bush ve çetesinin barış istediği iddiasını geçersiz kılmaya yeter. Bölgede konuşlanan işgalci Amerikan askeri sayısı 100 bine yaklaştı. İngiliz emperyalizmi 20 bini aşkın askeri birkaç gün içinde Körfez’e yığacak. Türkiye üzerinden Irak’a saldırmak için gerekli asker sayısı son olarak 85 bin olarak açıklandı. Bu arada Ankara’daki Amerikan uşaklarının itirazlarına karşın İngiliz askerlerinin de Türkiye’de konuşlanması gündemde. Türkiye’yi bugünlerde İngiliz Genelkurmay Başkanı ile Savunma Bakanı’nın ziyaret etmesi, ardından ABD Genelkurmay Başkanı’nın ziyaret edecek olması da savaş hazırlıklarının vardığı nokta hakkında fikir veriyor.

Gül savaşa hizmet etmek için bölgede

Savaş çığırtkanı Amerikan medyasında tam bir arsızlıkla Saddam Hüseyin sonrası ile ilgili planlar açıklanıyor. Irak işgal edildikten sonra ABD’nin neler yapacağı sıralanıyor. Bu planlarda, Irak’ın işgal edilmesi ve petrol sahalarının denetim altına alınması öne çıkıyor. Irak’la başlayıp tüm bölgeye yayılabilecek bu savaş ile hedeflenen sadece Irak petrolü değil. Yapılan hesaplara göre, bölgede ABD’nin petrol ihtiyacını 100 yıl süreyle karşılayacak bir rezerv bulunuyor. Yani hedef tüm Ortadoğu.

Tüm bu gerçekler apaçık yazılıp-çizilerken, Başbakan Gül Amerika’nın barış istediğini iddia ediyor. Savaşı engellemenin Irak’ın tutumuna bağlı olduğunu dile getirerek haydutbaşı Bush’tan ödünç alınmış sözlerle savaşın tüm sorumluluğunu Irak yönetiminin üzerine yıkıyor: “Şüphesiz savaşsız bir şekilde bu sorunun halledilebilmesi için Irak’a çok büyük görev düşmektedir. BM Güvenlik Konseyi kararlarını hiç tereddütsüz bir şekilde, şeffaf bir şekilde bütün dünyaya göstermesi gerekir. O bakımdan sorunun savaşsız bir şekilde çözümü için Irak’ın yapacağı katkı, herkesin yapacağı katkıdan çok daha büyüktür.” Bu açıklamaları Şam, Kahire ve Amman’da da tekrarlayıp duran Abdullah Gül, Bush’un sözcülüğü misyonunu yerine getiriyor.

Kendini “barış elçisi” olarak lanse eden “dini bütün” Türk Başbakan, Washington tarafından kendisine verildiği kesin olan görevi (Ortadoğu turu hakkında ABD’nin detaylı bilgi sahibi olduğunu, “çeşitli yollardan” bu bilgileri aktardığını bizzat Gül’ün kendisi açıkladı) büyük bir şevk ve misyon bilinciyle yerine getirerek, ne kadar sadık bir uşak olduğunu ispatlamaya çalışıyor.

Gül’ün aldığı tutum, emperyalist savaş kundakçılarını barış isteyen, Irak yönetimini ise savaşa yol açacak tavırlara giren bir konumda gösteriyor. Oysa Irak yönetimi, normal şartlarda hiçbir ülkenin kabul edemeyeceği dayatmalara onay vererek, Irak’ın yıkımı anlamına gelecek bir savaşı bir süreliğine de olsa ertelemeye çalışıyor. Bu koşullarda barışçı bir çözümün Irak yönetimine bağlı olduğu iddiası, savaş çığırtkanlığından başka bir anlam taşımıyor. Gerçekleri tersyüz eden açıklamalar, asıl niyetinin barışa değil savaşa hizmet etmek olduğunu ortaya koyuyor.

“Savaşa destek verin, zararınız daha az olsun!”

Gül’ün tavrı Amerikan savaşına destek vermekle de sınırlı değil. O, ABD emperyalizminin sadık bir uşağı olarak, bunun da ötesinde misyonlar yükleniyor. Barışı savunuyor havalarında yaptığı açıklamaların satır aralarına bölge ülkelerini tehdit eden ifadeler serpiştiriyor. Ola ki savaş kaçınılmaz hale geldi! O koşullarda BM Güvenlik Konseyi bu yönde bir savaş kararı alabilir. İşte bu durumda kimse üstüne düşenleri yerine getirme sorumluluğundan kaçınmamalı.

Ortadoğu turunun amacı ve Başbakan’ın gezisi sırasında yaptığı açıklamaların içinde yer alan belli vurgular asıl niyeti tüm açıklığıyla ortaya koyuyor. Ürdün ziyareti sırasında yaptığı bir açıklamada Gül, “bu bölgede eğer savaş çıkarsa, bunun sonuçları, tahminlerin ötesinde bölge aleyhine olacaktır” ifadelerine yer verdi. Yani bölgedeki istikrarsızlık artacak. Peki BM’den saldırı kararı çıkarsa ne olacak? İşte Türk Başbakan’ın gezisinin asıl amacının düğümlendiği yer (ya da Beyaz Saray tarafından kendisine yüklenen misyon) burasıdır. Gül, bölge ülkelerine böylesi bir karara kayıtsız kalınamayacağını hatırlatıyor.

Beyaz Saray “elçisi” Gül, bölge ülkeleri yönetimlerine, ABD emperyalizminin Irak saldırısına destek vermeleri gerektiğini, aksi durumda savaştan dolayı altından kalkamayacakları sorunlarla yüzyüze kalacakları yönünde uyarıyor. Yani Türk sermaye devletinin izlediği pazarlık yolunu onlara da salık veriyor, en mantıklı seçeneğin bu olduğunu telkin ediyor. Ya da ABD adına tehdit ediyor. “Barış elçisi”nin gösterdiği yol, emperyalist savaşa destek verin, zararınız daha az olsun.

Bölgedeki gerici rejimlerin açmazı

Bölgedeki gerici Arap rejimlerin emperyalist savaş hazırlığı karşısındaki tutumları utanç vericidir. Kendileri de savaşın doğrudan hedefleri arasında yer aldıkları halde, hiçbir ülke emperyalist savaşa karşı tavır alamıyor. Ama halk arasında yaygın olan Amerikan ve savaş karşıtı tepkiden çekindikleri için de en gerici olanı dahi savaşa açıktan destek veremiyor. Eyleme dönüşen emperyalist savaş karşıtı tepkileri şimdilik devlet terörüyle önlemeye çalışıyorlar. Dıştan ABD tehdidi, içten ise halk kitlelerinin tepkisi arasına sıkışmış bulunuyorlar.

Beyaz Saray’da hazırlanan, yerine getirme rolü Türk Başbakan Abdullah Gül’e verilen plan, aynı zamanda bu ikilem içinde bulunan bölge rejimlerini de rahatlatmayı hedefliyor. Irak’a saldırının başlaması durumunda, savaşsız bir çözüm için yoğun bir uğraş verdiklerini, ama Irak rejiminin üstüne düşen görevi yerine getirmediğini, bundan dolayı savaşın kaçınılmaz olduğunu vb. demagojik söylemleri kendi kamuoyları önünde gündeme getirebilmeleri mümkün olacak. Planın beklenen etkiyi yaratması durumunda, savaş karşısında alacakları tutumu daha rahat savunabilecekler. “Barışçıl bir çözüm için” ziyaret edilen ülkelerle görüşmelerin devam edeceği, yani planın bölge turuyla sınırlı olmadığı Abdullah Gül tarafından açıklandı.

Amerikan emperyalizmi ve Ankara’daki uşakları tarafından gündeme getirilen bu manevranın istenen sonucu verip vermeyeceği gelişmelere bağlı olacak. Ancak açıkça görünen şey, haydutbaşı Bush ve savaş çetesinin, Abdullah Gül aracılığıyla bölgedeki tüm gerici rejimleri savaşa destek verecek noktaya çekebilmek için yoğun bir çaba harcadıklarıdır.

Savaşı engelleyebilecek biricik güç
emekçi halkların direnişidir

Emperyalist savaş ve saldırganlığın önüne geçebilmenin, ne Amerikan uşağı Gül’ün yürüteceği diplomatik görüşmelerle, ne de Irak yönetimi tarafından atılacak adımlarla bir ilgisi vardır. Halkların ve ülkelerin yıkımı, kitlesel katliamlar ve onmilyonlarca emekçinin derin acılar çekmesi anlamına gelen emperyalist saldırganlık, ancak bölgedeki anti-emperyalist güçlerin enternasyonal dayanışması ve direnişi ile geriletilebilir.

İşbirlikçi Türk sermaye devleti, Ortadoğu’yu hedef alan emperyalist savaş ve saldırganlık politikasında aktif rol üstlenmiş durumdadır. Buradan hareketle Ortadoğu’da emperyalist savaş karşıtı enternasyonal dayanışmayı geliştirme noktasında Türkiye’deki anti-emperyalist, anti-kapitalist güçlere, işçi sınıfı ve emekçilere daha büyük sorumluluklar düşmektedir. Sürece bu bilinçle hazırlanılmalıdır.



Amerikancı medya
zehir kusmaya devam ediyor!

Emperyalist savaş hazırlığına ilişkin her gelişme, sahibinin sesi medyaya yeni malzemeler sunmaya devam ediyor. Böylece, medya gücü ve onu elinde bulunduran sahip konusuna da ışık tutuluyor.

Amerikancı medyada geçtiğimiz haftanın başlıca konusu ABD tehditleri oldu. Bu kez işi öylesine azıttılar ki, 9 sütuna manşet verilen haber başlıklarını gören sanır ki, okumakta olduğu gazete Hürriyet-Milliyet-Vatan değil de örneğin Washington Post’tur. “Ya bizimle girin ya da... Kuzey Irak’ı unutun” türünden başlıklarla artık doğrudan ve açıktan Amerikan ağzıyla yazmaya başladılar. Bu haber yapış tarzı, bu ifadeler, hangi basın kuruluşu ne kadar rüşvet aldı sorusunu akla getiriyor. Gerçi bu uşak ruhluların bu haberleri yapması için üste para vermek de gerekmiyor.

Sadece haber başlıkları değil elbette. “Önemli” gazetelerin, yine önemli köşe yazarları da kalemlerini aynı yönde işletiyorlar.

Örneğin; Hürriyet’in Özkök’ü, 9 Ocak tarihli nüshadaki köşesinde, “Hükümetin Irak konusunda izlediği politikanın yanlış” olduğunu “hiç çekinmeden” söylemekle yetinmiyor, “Saddam’dan yana taraf olacak geziler” gibi tabirlerle, Başbakan’ın Ortadoğu gezisi yüzünden hükümeti azarlıyor. AKP hükümeti, Askeri Şura kararları yüzünden asker tarafından azarlandığı yetmiyormuş gibi, devlet politikalarını hayata geçirme yönündeki tüm gayretlerine rağmen bir de medya tokatına maruz kalıyor. Özkök’ün adı geçen yazıdaki bir ara başlık ise şöyle: “O gidecek, biz kalacağız”. Altı okunmasa, durum üzerinden gidecek olanın ABD olduğu düşünülebilir. Ama değil, “Saddam er veya geç gidecek, ama biz eski dostlarla birlikte kalacağız” sözleriyle bitiriyor yazısını. Özkök’ün literatüründe, bölge, komşuluk, halklar gibi terimlerin bir anlamı elbette yok.

Aynı tarihli Vatan’daki başyazısında Güngör Mengi de aynı minval üzere sivriltmiş kalemini. O da, hükümetin canla-başla uygulamaya çalıştığı politikanın aslında bir devlet politikası olduğunu bilmezden geliyor. “Oysa Türkiye’nin şu andaki duruşu, parti maneviyatının sınırlayıcı bakış açısıyla hesabını doğru yapmamış bir hükümetin yarattığı kararsızlıkları yansıtıyor” gibi ifadelerle yüklendiği hükümeti günah keçisi haline getirmeye çalışıyor. Çünkü Mengi’ye göre, “Türkiye’nin Irak savaşı ile ilgili ‘olmazsa olmazlar listesi’, “Türkiye’nin güvenlik ve ekonomik geleceği adına haklı isteklerdir.” Ama Mengi’ye göre bu da, “savaş sonrası oluşacak ‘galipler masası’nda yer almamız” şartına bağlıdır. “Bu da savaşa tam destek koşuluna.” Sözü nereye getirdiği çok açık. Ama onun bir de ikna etme görevi var. Ne de olsa, kamuoyunun böyle bir savaşa karşı olduğunu onlar da biliyorlar. Taraf yapamasalar da en azından “tarafsızlaştırma” umuduyla “milli çıkarlar” üzerine binbir yalan uydurmak zorunda kalıyorlar. Mengi’nin bu yazısında “kesin” tespitiyle sunduğu ve bold kullanarak öne çıkarmaya çalıştığı ana yalan, “savaşın dışında kaldığı takdirde Türkiye’nin kayıpları mutlaka daha ağır olacaktır” şeklinde. Ancak kayıplarla ilgili bir liste vermediğine göre de, temel olarak, “Washington’un gönderdiği mesajlar, üstü kapalı yaptırım tehditleri içeriyor” ifadeleriyle verdiği “tehditlerin” içeriğini alıyor olmalı. Yani, “savaş zararları ve Irak’ın geleceğini belirleyecek kararlara katılma konusunda hak talebinde bulunamayacağımız”ı.

Oysa herkes biliyor ki, medyanın “hükümetin ayak sürümesi” olarak lanse etmeye çalıştığı tutumu, aslında pazarlıkta elini güçlendirmeye çalışan devletin bir politikasıdır. Dolayısıyla, Amerikancı medyamız sadece kendi verdikleri hizmetle yetinmiyorlar, devlet cephesinden aşağılık bir kan pazarlığı şeklinde sürdürülen politikaya dahi saldırıyor, bu pazarlıkta bile Amerikan çıkarlarının üstün gelmesine gayret ediyorlar. Amerika bugüne dek hangi işgal ve ilhakında maşa olarak kullandığı devletlere pay vermiştir ki, Türkiye’ye Irak’tan pay versin? Türkiye’nin bu savaşa dahil olması da, insanıyla, parasıyla, malzemesiyle Amerika’ya bedava hizmetten başka hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Bu kadarını, baştaki Amerikan uşakları bile kavradığı için, küçük de olsa parasal bir takım istekler peşinde koşuyorlar. Bunun adına savaş zarararı diyorlar ve esasta silah borçlarını ve yeni silah alımlarını içeriyor.

Fakat Amerikancı medyanın asıl marifeti, Amerika’nın bu savaşı mutlak biçimde kazanacağı imajı yaratmaya çalışmasındadır. Yaptıkları tüm hesaplar, hükümete yönelik tüm paylama ifadeleri bu temele dayanmaktadır. “Saddam sonrası Irak” tabiri, her kullanıldığı yerde Amerika’nın Irak’ı anlamına getiriliyor.

Ama bir de, Amerika sonrası Irak ve Ortadoğu ihtimali var. Vietnam, Kore, Küba örneklerini hatırlatalım. İşte o zaman, Özkök, Mengi ve benzerleri burada, öylece ve sahipsiz kala kalacaklar. Kendi kaderini kendi ellerine alan bölge halkları arasında, yalnız ve düşman.