Demokratikleşme oyununda 7. perde açıldı...
AKPnin orduya yönelik küçük manevraları
AKP, 6. Uyum Paketi henüz mecliste görüşülürken, 7. Uyum Paketinin hazırlıklarına başlamıştı. 6. paket, TMYnin 8. maddesinin kaldırılması üzerine yürüyen tartışmalar sonrası yasalaştı. Rejimin gerçek temsilcileri, 8. maddenin kaldırılmasına itiraz etmiş, düşünce suçları ile ilgili boşluk doğacağını savunmuşlardı. Cumhurbaşkanı da ilkinde 6. Uyum Paketini veto etmişti. Değişiklik yapılmadan ikinci kez kendisine geldiğinde onayladı ve yasa değişikliği HADEPin kapatılma kararının yayınlandığı 19 Temmuz tarihli Resmi Gazetede yayınlandı. Bu arada görüldü ki, TMYnin 8. maddesinin kaldırılması hiç de boşluk doğurmuyor. Zira önceleri bu madde kapsamında değerlendirilen fiiller, şimdi TCK 169un konusu yapılıyor. Yani düşünce suçu artık silahlı örgütlere yardım ve yataklık olrak cezalandırılıyor.
Aynı günlerde 7. paket üzerindeki tartışmalar da yoğunlaşmıştı. 7. Uyum Paketi demokratikleşme adına birkaç göstermelik düzenlemenin ötesinde, esasta AKPnin ordunun statüsünde gedikler açma manevrası sayılabilir. Nitekim paket üzerine tartışmalar günlerce bu minvalde sürdü. Demokratikleşme diye sunulan değişikliklerin ne denli göstermelik olduğunu görmek için taslaktaki en önemli birkaç maddeye bakmak yeterli.
7. Uyum Paketindeki demokratikleştirmeler
6. Uyum Paketi ile kaldırılan TMYnin 8. maddesinin içeriği, yeni pakette TMYnin 7. maddesine eklendi. Buna göre şiddete başvurmayı teşvik edecek şekilde örgütle ilgili propaganda yapanlara 1 yıldan 5 yıla kadar hapis ve 500 milyon ile 1 milyar arası ağır para cezası verilecek. Böylece, işin özünde eyleme dökülmemiş düşünceyi cezalandırma anlayışı aynen korunuyor. Yabancı dilde eğitim ve öğretim için MGKnın izin yetkisi kaldırılıyor, Bakanlar Kuruluna veriliyor. Derin devletin icazeti olmadan parmağını oynatamayan bir hükümetin olduğu yerde bu değişiklik hiçbir anlam ifade etmiyor. Türkiyedeki vakıfların yurtdışında şube açmalarında Bakanlar Kurulunun izin yetkisi, Dışişleri Bakanlığından görüş almak koşuluyla İçişleri Bakanlığına veriliyor. Toplantı ve gösteri yür¨yüşlerinde erteleme süresi 30 günden 10 güne indiriliyor. O an yapılması gereken bir eylem ya da toplantının 10 gün ya da 30 gün ertelenmesi arasındaki fark oldukça önemli olmalı ki, değişikliğe demokratikleşme deniliyor! TCKnın devlet kuvvetleri aleyhine cürümlerle ilgili maddesinde ceza alt sınırı düşürülüyor, yalnız eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamalarında ceza kaldırılıyor. Bu tü durumlarda resmen bir tırpan rolü oynayan bir yargının olduğu yerde cezanın alt sınırının düşürülmesi ve yalnız eleştiriye cezanın kaldırılması da demokratikleşme sayılıyor!
Bunlar dışındaki değişiklikler sermaye diktatörlüğünün karakterini unutanlar için sahiden demokratikleşme sayılabilir! Mesela barış dönemlerinde halkı askerlikten soğutmak sivil kişiler için suç sayılmayacak. Askeri yargılamada mesken arama yetkisi AİHSdeki uluslararası kurala bağlanacak. İtiraz süresi 3 günden 2 saate indirilecek. İdam, savaş ve seferberlik vb. haller dışında askeri yargıda da müebbet ağır hapse çevrilecek. Tüzel kişilikler dernek kurabilecek. Sivil toplum kuruluşu üyeleri uluslararası kuruluşlara üye olabilecek. Müstehcen yayınlar müsadere ve imha edilmeyecek, vs.
MGKya getirilen sınırlamalar
Şimdi 7. Uyum Paketinin bu kadar tartışılmasını sağlayan, MGK ve MGK Genel Sekreterliği ile ilgili yasalarda yapılan değişikliklere bakabiliriz. Yapılan değişikliğe göre, başlı başına bir kurumlaşma olan MGK Genel Sekreterliği sadece sekreterlik işlerini gören bir birim haline getiriliyor. Genel sekreterin asker olması şartı kaldırılıyor ve atama yetkisi başbakanın önerisini dikkate almak kaydıyla Cumhurbaşkanına veriliyor. Genelkurmay bu değişikliklere itiraz etti, fakat düzenleme taslaktaki gibi kaldı. Sadece genel sekreter askerler arasından seçildiğinde Genelkurmayın görüşünün alınması talebi karşılandı. MGKnın ilgili yasanın 4. maddesinde 7 ayrı fıkrada sıralanan görev ve yetkileri kaldırılıyor, devletin milli güvenlik siyaseti ile ilgili tavsiye kararları almakla sınırlandırılıyor. Kararların hayata geçirilmesi için tedbirler alma, kurulkararlarını takip gibi icracı diye nitelenen yetkiler MGKdan alınıyor. MGKnın toplanma periyotları iki aya çıkarılıyor. Askeri harcamalara denetim getiriliyor. Bu madde Genelkurmayın itirazı üzerine, askeri harcamaların denetiminin Anayasanın 160. maddesi gereğince gizlilik kuralları içinde yapılması biçiminde değiştirildi.
Düzenlemeler biçimseldir,
ordu rejimin efendisidir!
Demokratikleşme, askerin siyaset üzerindeki ağırlığının sınırlandırılması olarak sunulan değişiklikler bunlardan ibaret. MGKyı TSKnin ve özellikle Genelkurmayın üstünde, onu aşan bir kurum-yapı olarak görenler için elbette bu değişiklik demokratikleşme nitelemesini hak ediyor. Fakat MGKyi generallerin emirlerini dikte ettikleri bir yapı olarak değerlendirenler için durumda esaslı bir değişikliğin olmadığı ortada. Türkiyede MGK değil ama ordu-Genelkurmay, rejimin yaşamsal sorunları konusunda mutlak iradeyi elinde tutan bir güçtür. Bu öyle bir güçtür ki, yeri gelir idareyi açıktan eline alır, darbe yapar, yeri gelir hükümetleri, meclisi hizaya çeker, yeri gelir balans ayarı yapar. Ordunun bu gücünü, değil AKP, tekelci burjuvazi de dahil kimse elinden alma gücüne sahip de&urren;il. AKPnin fırsattan istifade yapmaya çalıştığı, generallerin manevra kabiliyetinde yaralar açmaktır. Bu kadarıyla generallerin siyaset üzerindeki ağırlığının sınırlanacağını sananlar ve bunu demokratikleşme olarak alkışlayanlar, kendilerini değilse bile halkı kandıran şahtekarlardır.
AKP manevralarının sınırı
Her ne kadar küçük tırtıklamalar da olsa AKPnin manevraları, generallerin kolay sindirebileceği düzenlemeler değil. Ama şu durumda bir bakıma eli kolu bağlı sayılır. Tekelci burjuvazinin (ki o bunu açıktan ifade etmese de demokrasi raporları ile, arada sırada Kürt sorunu, Kıbrıs vb. yaşamsal konulardaki farklı çözüm önerileriyle yansıtıyor) ordunun statüsüne dair öteden beri sıkıntısı vardı. Ayrıca tekelci burjuvazinin can attığı Avrupa Birliği ABDnin başlıca dayanağı olarak gördüğü TSKnın sınırlandırılmasını öteden beri istemekteydi. Bunlar ABDnin Türk generallerinin kulağını çektiği bugünlerde, AKP için bir parça da olsa elverişli bir zemin sağladı. Genelkurmay rest çekmek yerine, işin özüne dokunmayan küçük tırtıklamalara kıvrak itirazlar yöneltmekle yetini.
Aslında devlet solcularının itirazları yanında generallerinki itiraz bile sayılmaz. Böylelikle bu güruhun 12 Eylül zihniyetinin ülkedeki en sağlam taşıyıcısı olduğunu görmüş olduk. Onlar, demokrasi kültürünün olmadığı yerde, rejimi koruması için darbeci Türk ordusunun yetkilerine dokunulmamasının bir zorunluluk olduğunu savunabildiler.
Genelkurmayın bu değişiklikleri devlet solcuları kadar dert etmemesinin gerisinde elbette kendi konumuna ve gücüne olan güven var.
Kaldı ki AKPnin manevrası düzenin selameti açısından hayırlı sonuçlar yarattığı için, bundan en büyük çıkarı gene rejimin başefendisi olarak ordu sağlamış oluyor. Şimdi dini gericiliğin etkisindeki yığınlar daha sıkı AKPnin kuyruğuna sarılacaklar. Aynı şekilde liberal ve sol muhalefetten önemli bir kesim de demokratikleşmiş düzene sıkı sıkıya sarılacak.
Demokratik hak ve özgürlükler
mücadeleyle kazanılır
İşin esasında bir değişiklik olmadığını görmek için, 6 tane demokratikleşme paketi ve Anayasadaki değişikliklerden sonra, sermaye iktidarının uygulamalarına bakmak bile yeterli. Bu süre içinde devlete karşı gelmenin faturası ağırlaştırıldı. Örneğin cezalar arttırıldı. Polisin keyfi davranışlarında en ufak bir azalma olmadı. Devlet terörünün ve faşist baskıların dozu yükseltildi. F tipi cezaevlerinde şiddet tırmandı. Yeni tip hücrelerin inşası bitirilmek üzere. Kürt illerindeki baskılar, işkenceler arttı. Çalışma yaşamı işçi ve emekçiler için kölelik koşullarına kavuşturuldu.
Hem uyum paketlerinin içeriği hem de son dönem uygulamalarından anlaşılacağı gibi, sermaye iktidarının demokratikleşmeden kastı devletin tahkimatıdır. Bunlardan işçi ve emekçiler payına sadece daha fazla faşist baskı ve devlet terörü, daha fazla açlık, daha büyük aldatmacalar düşmektedir. Sermaye iktidarı koşullarında, demokratik hak ve özgürlükler ancak dişe diş mücadelelerle kazanılıp korunabilir. Bu mücadelenin olmadığı koşullarda, en demokratik değişiklik bile kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur. Ancak demokratik hak ve özgürlükler mücadelesi yükseltildiği koşullarda, yasalarda olsun ya da olmasın, birçok temel hak fiilen kullanılabilir hale gelecektir.
|