15 Haziran 2007 Sayı: 2007/23(23)

  Kızıl Bayrak'tan
   Faşist ırkçılığa ve darbe tehditlerine karşı
“İşçilerin birliği,
halkların kardeşliği!”
  Genelkurmay adım adım ülkeyi savaşa götürüyor!
Düzene karşı devrim
mücadelesini büyütelim!
Seçim sandığı Pandora’nın kutusudur!
15-16 Haziran Direnişi yol göstermeye devam ediyor...
Liseli gençlik ÖSS’ye ve geleceksizliğe karşı alanlara çıktı...
  İşçi-emekçi hareketinden....
  KESK eylemlerinden...
  Devrimci mirası yaşatmak, daha ileriye taşımakla mümkündür!
  Seçim faaliyetlerinden...
  Kadının kurtuluşu sosyalizmde!
  Seçim süreci ve emekçi kadın
çalışmamız üzeri
  G8 protestolarından...
  Venezüellalı emekçiler, ABD emperyalizmi
ile işbirlikçilerine geçit vermiyor!
  Kapitalizm ve doğanın yıkımı
  Bültenlerden...
  Basından...
  Birinci yılında Kızıl Bayrak sitesi...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kadının kurtuluşu sosyalizmde!

Sermaye düzenin ataerkil kimliği her kurumunda belirgin biçimde öne çıkmaktadır. Özellikle son günlerde medyada kadınların yaşadıkları sorunlara ilişkin yargıya intikal eden haberler yer almaktadır. Bu haberler bu sistemin kadına gerçek bakış açısını ortaya koyan oldukça çarpıcı örneklerdir. Kuşkusuz bu örnekler olmasa da yasalarda cinsiyetçi ayrım belirgin bir şekilde ortadadır. Ancak yine de kapitalist sistemin gerçekliğini ortaya seren bu haberler tüyler ürpertmekte, bu kadar da olmaz dedirtmektedir.

Yargıtay’ın verdiği ibretlik kararlara ilişkin birkaç örnekten bahsedebiliriz: “Adapazarı’nda kendisini taciz eden 2 çocuk babası doktor H.G.’yi çantasındaki gizli kamerayla görüntüleyen N.Ö. adlı kadın hasta ile bu görüntüleri ‘Tacizci doktor yakalandı’ başlığıyla yayımlayan televizyon kanalı, doktora tazminat ödemeye mahkûm edildi. Yargıtay, doktorun taciz görüntülerinin kayda alınmasını ve yayımlanmasını özel hayata saldırı olarak değerlendirdi.” Tacize uğrayan kadının “özel hayatı”na saldırılıyorken, bunu ortaya çıkarmak için kullanılan bir yöntem olarak taciz görüntülerinin kayda alınması suç sayılıyor. Yargıtay’ın cinsiyetçi kararına ilişkin bir başka örnek de Yargıtay’ın, “Tecavüze uğrayan bağırmıyorsa suç oluşmaz” gerekçesiyle, 15 yıl hapis cezasına çarptırılan tecavüz zanlısı A.B’nin mahkumiyet kararını bozmasıdır .” Tecavüzün, tacizin meşru görüldüğü, faillerin ödüllendirildiği, hak, hukuk ve mantık kavramlarıyla bağdaşmayan bu kararlar kadınları suçlu bulmaktadır. Yargıtay’ın kararları sistemin kadına bakıştaki ayrımcılığını net olarak göstermektedir. Kadınların yaşadığı tacizin, tecavüzün sorumlusu olarak kendi hal ve tavırlarının gösterilmesi, onu eve tıkayan zihniyetin “evinden ve benim kurallarımdan dışarı çıkarsan başına geleceklerden sen sorumlusun” dercesine verdiği bir intikam kararıdır.

Egemen kültür anlayışı içinde kadını aşağılayıp suçlayan, birçok gerici deyimin dile yansıdığı bu ülkede, eğitim kurumunun durumu da içler acısıdır. Sermaye devletinin kadına bakışı, her kurumda olduğu gibi Milli Eğitim’de de kendini göstermektedir. Bu konuda birçok örnek verilebilir ama en yakın örnek yine Adapazarı’nda Birinci Endüstri Meslek Lisesi’nde yaşanandır: “Sakarya Adapazarı’nda 3 lise öğrencisinin etek altı görüntülerini çekerek elden ele dolaştırmak suretiyle taciz ettiği öğretmen A.A’nın sözleşmesi, ‘dekolte giyindiği ve bazı öğrenciler ile çok yakın olduğu’ gerekçesi ile iptal edildi. Görüntüyü çeken öğrenciler ise birer gün okuldan uzaklaştırma cezası aldılar.” Kadının tacize uğramasını kendi suçu olarak gören bir eğitim anlayışıyla insan ”yetiştiren” bu kurumların durumu, gelecekte yaşanacak sorunların da bir işaretidir.

Kapitalist kültürün yozlaşmış her türden örneği medya aracılığıyla hergün beynimize kazınmaktadır. Gerici eğitim müfredatı ve yönetim zihniyetiyle eğitim kurumlarının durumu bellidir. Yargıtay kararlarından da anlaşılacağı üzere yasaların vehameti de ortadadır. Sistemdeki çürüme ve yozlaşma her alanda kolayca görülebilmektedir.

Kadına bu şekilde bakan sistemin makyaj tazeleme ihtiyacıyla düzenlediği erken seçimler vesilesiyle yine kadınlardan oy istenecektir. Kadınlar yine seçim reklamlarının malzemesi olarak kullanılacaktır. Vitrinlerinde kadın imajıyla oy toplamak isteyenler, kadınları aşağılayan, suçlayan yasalara karşı bir tepki dahi vermiş değildirler. Hatta kendileri “şanslı” bir azınlık olup da meclise girerlerse, bu yasaları değiştirmek bir yana, belki de daha vahim sonuçlar doğuracak yasalara imza atacaklardır. Kapitalist mantık gereği ürünlerin pazarlanmasında kullanılan kadınlar, şimdi de seçimler için kullanılacaklardır. Düzen partileri kadınları kandırmak için sahte vaatlerde bulunacak, kadın adaylarıyla sözde kadınlara ne kadar değer verdiklerini göstermeye çalışacaktır.

Oysa bu sistemin en çirkin yüzünü kadınlar yaşamaktadır. Baskı ve eşitsizliğe uğramasıyla, kimliğinin/kişiliğinin istismar edilmesiyle, bedeninin/cinselliğinin kullanılmasıyla, tacize/tecavüze uğramasıyla, kendini savunmak için hakkını aradığında “suçlu” sayılmasıyla kadınlar kapitalist sistem tarafından en çok mağdur edilen, en çok ezilen ve sömürülen kesimdir.

Bu sömürüden, dışlanmışlıktan, suçlanmaktan kurtulmanın tek yolu, örgütlü bir şekilde sistemi değiştirme mücadelesine taraf olmaktır. Çözüm, seçimler vesilesiyle kendilerine oy potansiyeli olarak bakan ve kullanan düzen partilerine hayır demektir. Düzenin seçim oyununa katılmamak, sınıfın bağımsız çıkarları için örgütlü mücadeleye davet eden bağımsız sosyalist adaylara oy vermektir. Çözüm, eşitlik ve özgürlük için mücadele etmek, bu kapitalist sistemden hesap sormak için örgütlenmektir. Çözüm, kadınların ve erkeklerin toplumsal yaşamın her alanında eşitlendiği bir sistem olan sosyalizmde kurtuluşu aramaktır.

Deniz Ümit


 

Siyaset sahnesinden kadın manzaraları!

Aylardır Türkiye’nin birçok yerinden kadın sesleri duyuyoruz. Sesleri yükselen bu kadınlar, “laiklik elden gidiyor” diyerek çeşitli bölgelerde sözüm ona cumhuriyet mitingleri örgütlediler. Peki, nedir cumhuriyet? Nedir bağımsızlık? Nedir demokrasi? Nedir laiklik? Bizler bu ülkenin kadın ve erkek işçileri olarak, yaşamın hangi alanında eşitliği gördük?

Asgari ücreti kendileri belirleyip, kölece yaşamı bizlere dayatan onlar. Demokratik haklarımızı talep ettiğimizde, sırtımıza jopları indirten ve bizleri tecrit eden yine onlar. Bağımsızlıktan bahsediyorlar, ama Kürt ulusunu haklı ve meşru taleplerini yok sayan, özgürlük ve eşitlik için mücadele eden Kürtleri katleden yine onlar. Bu ülkeyi Amerika’ya parça parça peşkeş çeken yine onlar! Bu ülkedeki işçi ve emekçileri ezen, sömüren, şovenizm tohumları ekerek bölen onlar! İmam hatiplerini açıp teşvik eden onlar! Bir de utanmadan “sözde” laikliğin elden gitmemesi için mitingler düzenliyorlar.

Düzenin kollayıcıları olan bu kadınlar kendi sistemlerinin seçim malzemesinden başka bir şey olamazlar. Bu kadınlar düzenledikleri mitinglerle de, siyaset sahnesinde yeralmak kaygısı taşıdıklarını göstermişlerdir.

Geçtiğimiz haftalarda Ali Kırca’nın yönettiği “Seçim Meydanı”nda “Partili kadınlar gündemi tartışıyor” adı altında gerçekleşen programın 4 ana başlığı vardı.

Bu başlıklardan ilki kadınlar meclise girmeli mi sorusuydu. Programa katılan yüzlerce kadın milletvekili aday adayı, “Kadınlar içinde bulundukları kadın konumundan kurtulmak için meclise girmelidir” dedi. Bu ülkedeki kadın sorununa sırtını dönmüş bu sözde “demokrat” kadınlar, AKP hükümetinin kadına yönelik bir şey yapmadığını, kendilerinin ise meclise girdiklerinde tüm kadınların kurtuluşunu sağlayacaklarını vaat ettiler. Fakat mecliste kadın sorunu ile ilgili ne gibi iyileştirme yapacaklarını bilmedikleri için, konuyu yine laikliğe getirdiler.

Bu tablo şunu gösteriyor. Bu “demokrat” kadınlar, kadın sorununda iyileştirmeler yapmak bir yana, kadın sorunu ile ilgilenmiyorlar bile. Bu kadınlar önümüzdeki seçim sahnesinde kendi partilerinin erkeklerinin çalamayacağı kapıyı ‘bizler partili kadınlar olarak çalarız’ sözleriyle, niyetlerini açıklıkla ortaya koyuyorlar. Sayıları beşyüzü bulan bu kadınların çıkış nedeni kadın sorununa çözüm bulmak değil, bu sistemin “kadın kolu” işlevini görmektir.

Kırca’nın “Kuzey Irak’a müdahale etmeli miyiz?” sorusuna hepsinin verdiği cevap ise, insan dehşete düşürse de şaşırtıcı değil. Bu tablo bize, bu kadınların emperyalizme, şovenizme, kapitalizme hizmet eden bu düzen partilerinin kadınları olduğu gerçeğini bir kez daha gösteriyor. Hiç tereddütsüz hepsi, “Evet, Irak’a gerekiyorsa girelim” yanıtını verebiliyorlar. Böylece gerçek kimliklerini, hangi sınıfa hizmet ettiklerin bütün çıplaklığı ile ortaya seriyorlar. “Kuzey Iraklı” kadınların ve çocukların bu savaşta katledilmesi, özgürlüğünün ellerinden alınması bu kadınların umurlarında bile değil. Hiç utanmadan kadınların savaş karşısında daha insani ve hassas olduklarını savunurken, bir yandan da gerekirse Türk kadınları Kuzey Irak’a yapılacak operasyonda yerlerini alacaktır diyorlar.

Bizler bu ülkede yaşayan işçi, emekçi ve devrimci kadınlar olarak biliyoruz ki, bu kadınlar, bizlere dayatılan sömürü sisteminin bir parçası olarak ve bu sömürü sisteminde söz sahibi olmak için öne çıkmışlardır.

Bizler, bu ülkenin onurlu kadınları olarak, düzen partilerinin kendilerine ve onların kadınlarına vereceğimiz cevap net ve toktur.

Çözüm ne seçimde ne mecliste, çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde!