25 Nisan 2014
Sayi: KB 2014/17

Sınıfı mücadelesinde
direnişçi eğilim güçleniyor
TKİP: 1 Mayıs'ta alanlara!
Haziran’ın ruhuyla
1 Mayıs’a, direnişe, Kızılay'a!
1 Mayıs’ta yasakları kıralım!
“Destanımızda yalnız
onların maceraları vardır”
Taksim’e ortak çağrı!
İlk yasak ve Taksim 1 Mayısı
Ankara DLB ve Ekim Gençliği’nden piknik!
Gericiliği parçalamak için daha fazla sokak,
daha fazla mücadele!
“İşgal, grev, direniş” korkusu Seyitömer işçisini tutuklattı

İşçiler özelleştirmelere karşı yürüdü

Mefar işçileri sendikal hakları için eylem yaptı
“İhanetçilerden hesap sorulan
bir döneme girdik!”
1 Mayıs - V. I. Lenin
Budaklar’ın ihanet şebekesinin kirli seceresinden kısa bir kesit…- B. Seyit
“Hesap sorduk, ellerimiz yakalarında!”
Castleblair’dan Greif’e ihanete karşı direniş…
“Bunun hesabını vermekten kaçamazlar!”
BDSP Greif direnişine yapılan operasyonu kınadı
Greif direnişiyle
dayanışma eylemleri
Greif direniş günlüğü
1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan 100 yıl sonra…
Emperyalist imparatorluğun
Asya’ya yönelimi
Ukrayna krizi devam ediyor
Denizler’in yolunda devrime yürüyelim!
TKİP şehidi Hatice Yürekli mezarı başında anıldı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Castleblair’dan Greif’e ihanete karşı direniş…

Hakları ve onuru için direnen Greif işçilerine selam olsun!

 

2004 yılında İstanbul Büyükçekmece Kıraç’ta bulunan Castleblair fabrikasında, DİSK Tekstil Sendikası’nda örgütlenen ve sendika ağalarının ihanetine uğrayan işçilerden biriyim.

Castleblair fabrikası, 1916’dan beri faaliyet yürüttüğü İskoçya’daki 3 şirketini fazla maliyetli olduğu gerekçesi ile kapatarak, burada çalışan ve işçi sendikası GMB’de örgütlü olan 400’e yakın işçiyi işten attıktan sonra bütün üretimini ‘ucuz iş gücü’ olarak gördüğü, İstanbul Büyükçekmece Kıraç’ta açtığı fabrikaya taşıdı. Ürünler, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya gibi ülkelere ihraç edildiği gibi “Marks & Spencer” için üretim yapılıyordu.

Castleblair fabrikasında binbir emekle örgütlenmeyi başardık ve DİSK Tekstil Sendikası’da örgütlendik. Fabrikamızdaki mücadelemizi; patronun düşük ücret ve performans dayatmasına karşı başlattık. Düşük ücret ve performans dayatmasına karşı çıkan 25 işçi işten atıldı. İçerde ve dışarda 3 günlük bir direniş gerçekleştirerek, hem işten atılan arkadaşlarımızı geri aldırdık, hem de ücretimizin bir parça yükseltilmesini sağladık. Yaşadığımız bu deneyimle, birlik ve dayanışmanın önemini gördük ve sendikalaşma kararı aldık. Örgütlenme sürecinde birçok zorluklarla karşılaştık. İşçi arkadaşlarımız, yanındaki işçi kardeşine, dahası kendine ve mücadeleye güvensizdi. Bilinçsizdik ama yılmadık. Örgütlenme sürecinde birçok karalamayla, engelle karşılaştık. Bütün engellemelere rağmen sendikamızda örgütlendik. İşveren, sendikada örgütlendiğimizi bilmesine rağmen, bizim birlik ve dayanışmamızdan çekindiği için sesini çıkartmadı. Fakat, çalışma koşullarını ağırlaştırdı. Üzerimizdeki baskıları günden güne arttırdı. Performansa göre ücret sistemi dayatıldı. Sudan gerekçelerle birçok arkadaşımız hakkında tutanak tutuldu, atma tehdidiyle işçiler sindirilmek istendi. İşçiler olarak elbette bunlara sessiz kalmadık. Yeri geldiğinde tepkimizi ortaya koymaktan kaçınmadık. Ama bizler sendikalıydık. Haklarımızı ve çıkarlarımızı işveren karşısında savunma konusunda sendikanın da yapması gereken şeyler vardı. Sendikamızı saldırılar konusunda defalarca uyardık. Sendikanın saldırılar karşısında söylediği şey, “yaparız, ederiz” demenin ötesine geçmedi. “Birşeyler yapmak gerekir” dediğimizde, bize her defasında: “Hele bir toplu sözleşme imzalansın, ondan sonra bakarız” dediler.

Sendikalaşma süreci tamamlandıktan sonra, patronla sendika arasında görüşmeler başladı. İdari maddelerde anlaşmaya varılmıştı. Ücret zammı ve ikramiyeler gibi üzerinde anlaşmaya varılamayan maddeler en sona bırakılmıştı. Biz zam oranını %20, ikramiyeler için üç ayda bir tam ikramiye talep etmiştik. Bunun üzerine sözleşme tıkandı. Sendika bu konuda hiçbir zaman iyi tutum almadı. Hatta sözleşme taslağını görmek istediğimizde sürekli bizden sakladılar ve hazırlanırken hiçbir maddesi bize sorulmadı. Bizim %20’lik zam talebimize karşılık patron %6 zam ve prim usulüne dayalı 6 ayda 200 milyon ikramiye dayatıyordu. Biz bunu kabul etmedik. Sendika ise imzalama taraftarıydı. Ancak, işçilerin tepkisinden çekindiği için sözleşmeyi imzalamaktan kaçınmış, hukuki süreçleri bahane ederek işçileri oyalamıştı. Sendikaya rağmen biz bu dayatmayı kabul etmeyince, patron üzerimizde çok yoğun baskı kurmaya başladı. Sürekli performans ölçerek, tutanak tutarak, işyerinin her tarafına kamera yerleştirerek baskı kurmaya çalıştı. Sendika ise bu süreci suskunlukla izleyerek, tepkili işçilere toplu sözleşme sürecinin beklenmesi gerektiğini söylemekten başka bir şey yapmadı.

Sonrasında yaşanan işten çıkarmalar ve bununla ilgili diğer gelişmeler patron ve sendikanın sözleşme üzerinde çoktan anlaştıklarını, bu satış sözleşmesinin imzalanmasına engel olan işçilerin direncini kırmak için de elele verdiklerini göstermekteydi. Biz sendikaya tutum aldıramayınca kendimiz komitelerimizi oluşturarak, iş yavaşlatma eylemine başladık. Sendikacılar ise işçiler ve temsilciler üzerinde baskı kurarak eylemi sürekli kırmaya çalıştılar. Süleyman Çelebi, işçilere; sendika olarak bu eylemliliğin arkasında olmadıklarını, atılanların geri aldırılmasının mümkün olmadığını, eylemdekilerin 300 kişinin ekmeği ile oynadıklarını söylemiş, “fakat bundan sonra bir tek işçi dahi atılırsa DİSK olarak bütün gücümüzle burada olacağız” diyerek namus ve şeref sözü vermişti. DİSK-Tekstil Sendikası Genel Sekreteri Muharrem Kılıç ise sürekli patronla görüşüp, patronun işçi atmayacağına dair söz verdiğini, buna rağmen işçi atılırsa sendika olarak her türlü eylemi yapacaklarına dair namus ve şeref sözü veriyordu. Muharrem Kılıç defalarca bu sözü verdi, her ‘söz’ verişinden sonra işçi atıldı. Toplantılarda sürekli, patronun dayattığı sözleşmeyi kabul etmezsek fabrika kapanır “Siz bunu kabul etmeseniz de bizim imzalama yetkimiz var” diyerek işçiler üzerinde basınç oluşturdular. Sendika hiçbir şey yapmadığı gibi, eylemimizi düşmanca bir tavırla kırmaya çalıştı. Fabrikaya gelerek, işveren temsilcilerinin karşısında; “Ya bizim sözümüzü dinleyip eyleme son verirsiniz, ya da sizin yanınızda yokuz!” gibi bir açıklama yaptı. Buna rağmen eyleme devam ettik. Sonra, Süleyman Çelebi devreye girdi, temsilcilerle görüşerek eylemi bitirdiler. Temsilciler işçilerle tek tek görüşerek, “eğer eyleme devam ederseniz sizi 2. maddeye dayanarak tazminatsız işten atacak” şeklinde tehdit ederek, işçilerin kafasını bulandırdılar. Böylece eylem kırıldı. Fabrikadaki örgütlülük yıprandıktan sonra, son olarak; sendikalaşma sürecinin başından itibaren, her türlü gelişmelere duyarlı davranan, örgütlenme konusunda emek harcayan işçiler, işverenle sendikanın ortak hazırladığı liste sonucu işten atıldı. İşten atıldıktan sonra fabrika önünde direniş kararı aldık. Aylarca bizden saklanan, imzalanmayan satış sözleşmesi, bizler işten atıldıktan sadece bir gün sonra alttan bir sözleşme olarak imzalandı. Yaşadığımız ihanete 3 ay direnerek yanıt verdik. Patronun atılacakları titizlikle seçtiği, hak arama bilincine ve duyarlılığa sahip bütün işçileri sözleşme yürürlüğe girmeden temizlemek isteği ortadaydı. Öncü işçi kıyımı, patronun mücadeleci işçilerden kurtulmaya kararlı olduğunu gösterdiği kadar, bu saldırılar karşısında parmağını dahi oynatmayan işbirlikçi DİSK Tekstil yönetiminin dikensiz gül bahçesini en az patron kadar istediğinin ispatıydı. Genel kurullarda; sınıf sendikacılığından, emekten, işçi mücadelesinden bahsedenler, işçinin atılma kararını patronla birlikte alabiliyorlar. Örgütlü olduğumuz DİSK Tekstil Sendikası yalnızca bize ihanet etmekle kalmadı, bu tutumuyla tüm tabanına, mücadeleye, bir sınıf olarak bize ihanet etti. Bizler fabrikamıza sendikayı getirmeyi başardık ama deneyimlerimizin az oluşundan dolayı sendikal mücadelede birçok eksiklerimiz de oldu.

Bugün, sınıf mücadelesinin diğer alanlarında olduğu gibi sendikal alanda da ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Sermaye sınıfı, sendika bürokratlarıyla işbirliği yaparak, sendikal alana yönelik politika geliştirmekte, sendikalara egemen olma ve onları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme mücadelesi vermektedir. Hain sendika bürokratlarının bu işbirliği işçi sınıfının mücadelesini baltalamaktadır.

Sizler, bu onurlu mücadeleyi en ileriye taşıyarak ‘işgal’ eylemi ile taçlandırdınız. Direniş sürecinde birçok zorluklarla, engellerle karşılaştınız. Gelinen yerde, sendika bürokratları ile mücadeleniz, sınıfa yol gösteriyor. Sendikalar, bizimdir ve işçilerin öz örgütüdür. İşçi sınıfı denetlemediği, sahip çıkmadığı koşullarda sendika bürokratları ihanet etmeye devam edecektir. Önemli olan eksikliklerimizi görüp, deneyimlerimizin ışığında başka Greifler örgütleyerek mücadeleyi yükseltmektir. Bu işçi satıcılarını sendikalarımızdan atıp yerine sınıf bilinçli, sınıfın çıkarlarını savunan öncü işçileri getirebiliriz. Ancak tabanda, fabrikalarda örgütlenerek, yeni Greifler yaratarak sendikalarımıza çöreklenmiş sendika ağalarından hesap sorabiliriz. Bunun için işçi sınıfının birleşik mücadelesinden başka seçeneği yoktur.

İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!

Yaşasın sınıf dayanışması!

Kahrolsun sendika ağaları!

Ayten Özdoğan Özmen / İhanete uğrayan Castleblair işçisi

 
§