10 Ocak 2020
Sayı: KB 2020/02

Halkların ortak zenginliklerini yağmalama savaşı
Burjuva muhalefetin “tezkere muhalefeti”!
Bölgesel gelişmeler yayılmacı heveslere malzeme yapılıyor
Sermayenin ve AKP’nin “yerli-milli” safsatası
Kanal İstanbul Projesi üzerine Dr. Savaş Karabulut ile konuştuk…
Birleşik Metal Genel Kurulu’nun gösterdikleri
Metal işçisi kuru gürültü değil, somut ve sonuç alıcı mücadele programı istiyor!
Metal İşçileri Birliği Merkez Yürütme Kurulu Ocak ayı toplantı tutanakları
Petrol-İş Gebze Şube Genel Kurulu’ndan yansıyanlar
Halk hareketleri, işçi sınıfı ve devrimci parti
Süleymani cinayeti ve Molla rejimi
Ortadoğu’da yeni bir dönem mi?
Kadına yönelik şiddete karşı genelge
Müşteri değil öğrenciyiz, parasız yemek hakkımız!
Kapitalizm savaş demektir!
Tarım yapılmayan tarım ülkesi
Özgürlüğün kapısını aralarken…
Bedeli ödenmemiş hiçbir kazanım yoktur!
Birleşik bir mücadele hedefiyle örgütlenen İzmir İşçi Kurultayı başarıyla gerçekleşti!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizm savaş demektir!

 

Emperyalist-kapitalist sistem kan ve barut kokusu olmadan ayakta kalamaz. Bu nedenle dünyanın çeşitli bölgelerinde giriştikleri savaş ve saldırganlık sonucu pek çok insan ölmekte, kentler yıkıma, doğa tahribata uğramaktadır. Tüm bunlar olurken, savaş baronları kazanmaya devam etmektedir. Emperyalist nüfuz mücadeleleri vekâlet savaşları halinde şimdilik bölgesel düzeyde yaşansa da, emperyalist ülkelerin üçüncü bir dünya savaşına hazırlandığı da ortadadır. ABD-İran gerilimiyle bölgesel savaş gündeme gelirken, özellikle bölge halklarını ciddi tehlikeler bekliyor. ABD emperyalizminin bölgesel hesapları çerçevesinde İran ile tırmandırılan gerilimin bu noktaya geleceği kimseyi şaşırtmamıştır.

Öte yandan İran’ın nasıl bir misilleme ile karşılık vereceği tartışılırken, bu durumu ABD’nin bölgeden çıkması için değerlendirmek istediği açıktır. ABD’nin kirli sicili bölge halklarının haklı tarihsel tepkisini çektiği için, ABD karşıtlığı bölgede farklı bir boyut kazanabilir. Tabii burada özellikle vurgulamak gerekmektedir ki, ABD karşıtlığı anti-emperyalist olmak demek değildir. Zira bugün Ortadoğu halklarında ABD’ye olan tarihsel kin, daha çok dinci gericiliğin ve milliyetçi akımların denetiminde kalmaktadır.

ABD’nin kirli sicili Türkiye halkları içinde oldukça nettir. Ancak bu konu Erdoğan’ın iç kamuoyunda prestijini artırmak için “ey Amerika!” diye çıkışlarında görüldüğü gibi istismara oldukça açıktır. Türkiye devrimci hareketinin emperyalizm karşıtı mücadelesinin dışında Türkiye’de de ulusalcıların ve dinsel gericiliğin ABD emperyalizmi karşıtı söylemlerle konuyu istismar ettiği bilinmektedir. Her renkten düzen siyasetinin ihtiyaçlarına göre tribünlere oynamak isteyenler, kimi zaman ABD’nin saldırgan politikalarını karşılarına alsalar da, her zaman emperyalist sisteme bağlı olmuşlardır.

Emperyalizm karşıtlığı kapitalizm karşıtlığını gerektirir!

Kapitalizmin tekelci aşaması demek olan emperyalizmi yenmek için kapitalizmi yıkmak gerekmektedir. Bu da bu mücadelenin öznesi olarak işçi sınıfının örgütlenmesi ve öne çıkmasıyla mümkündür. İşçi sınıfın bağımsız çıkarları gereği anti-emperyalist / anti-kapitalist mücadelenin öznesi olması gerekmektedir. Zira sınıf düşmanlarına verdiği savaş onun arkasındaki emperyalist efendilerini de hedeflemek durumundadır.

Ancak bugün emperyalizme karşı mücadele ile kapitalizme karşı mücadele bütünselliği kurulamadığı için emperyalizm karşıtlığının içi boşalmaktadır. Türkiye kapitalizmini emperyalist sistemle bağımlı ilişkisi göz ardı edilerek “bağımsızlık” kavramı yanlış kodlanmakta, ulusalcı-milliyetçi gericiliğin işçi ve emekçiler nezdinde etki bulmasını sağlamaktadır.

Aynı durum dinsel gericiliğin denetimde tuttuğu kitleler için de geçerlidir. İşçi ve emekçiler gericiliğin denetiminde gerçek çıkarlarını görememektedir. İçeride ve dışarıda savaş konseptiyle iktidarına tutunmaya çalışan Erdoğan AKP’sinin işçi ve emekçileri bu tür hamaset yüklü konuşmalarla kendi gerçek gündemlerinden uzaklaştırdığı ortadadır. Gerici iktidarın emperyalist nüfuz savaşlarından kırıntı kapmak adına son marifet Libya’ya yönelik savaş ve saldırganlık politikasını devreye sokmak oldu. Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halklarını çok yönlü sorunlarla tehdit eden bu saldırgan politikalarını yutturmak için yine söylemde emperyalistlere meydan okunmakta, sanki Türkiye “bağımsız” bir ülkeymiş gibi milli çıkarları korumaktan bahsedilmektedir. Oysa her zaman olduğu gibi emperyalist efendiler izin verdiği koşul ve sınırlarda, onların icazetiyle hareket etmek durumundadırlar.

Son olarak vurgulamak gerekir ki, işçi sınıfı bağımsız sınıf kimliğini kazanamadıkça, gerek emperyalizm karşıtı mücadele gerekse onun yerli işbirlikçilerine ve milliyetçi-dinsel gerici uzantılarına karşı mücadele doğru bir temele oturmayacaktır. Örgütlü bir sınıf olarak tutum alabilen işçi sınıfı mücadelenin önüne geçtiği koşullarda, emperyalist savaş ve saldırganlık politikalarına doğru temelde tepkiler verilebilecektir. Aynı şekilde emperyalist savaş ve saldırganlık politikalarının bölgesel taşeronu olma konusunda hevesli dinci-faşist iktidara karşı mücadele de ancak böyle başarı kazanabilecektir.

 

 

 

 

Eti geçti duydun mu? Bıçak kemikte!”*

 

Kapitalizmin dolaysız bir sonucu olarak yaşanan ekonomik kriz gerçeği, emekçilerin omuzlarına ağır yükler bindiriyor. Yoksulluk sınırının çok altında kalan, bir kölelik göstergesi olarak asgari ücret ve işsizlik toplumun boğazını sıkıyor. 7’den 70’e herkesin ortak kaygısını geleceksizlik oluşturuyor. Milyonların ortak problemi olan tüm bu sorunların karşısında çıkış yolunu göremeyen emekçiler “bireysel kurtuluş” yöntemlerine başvuruyorlar. Bu gerçeklik karşımıza ardı arkası kesilmeyen intiharlar olarak çıkıyor.

Marx, intihar için “kapitalizmin kara gerçekliğinden bir kaçıştır” der. Kısacası bu durum birey olarak kalmış insanın kendisine dair söyleyebileceği son sözdür bir bakıma. Ekonomik sıkıntıların yanı sıra toplumsal-siyasal atmosferi baskı ve gericilikle yoğuran kapitalizm, kişinin direnme ve dayanma kapasitesini de fazlasıyla kısıtlamaktadır. Aslında tüm bu intiharlar, çürümüşlüğün altında ezilen toplumun çaresizce haykırdığı bir tepki olarak dışa vuruyor. İsimlerini tek tek saysak da bu sayfalara sığdıramayacağımız, yaşamlarına kendi elleriyle son vermiş olan insanlar ülkesine dönüşüyor Türkiye.

Bir de diğerleri var. Yani aynı topraklara ayak bastığımız ama bambaşka yaşamlar sürenlerin gerçeği. Tüm bunlar olurken onlar ne mi yapıyor? Ekran karşısında timsah gözyaşları dökmedikleri zamanlarda kendi çürümüş, yoz ve şatafat içerisinde sürdürdükleri hayatlarına devam ediyorlar. Örneğin aynı gün içerisinde dört babanın geçinemedikleri için intihar ettikleri sırada, bir AKP milletvekili, Bitlis’te özel olarak yaptırdığı büryan kebabını yine özel uçağı ile Meclis’e getirtiyor. Bir emekçi evinin kirasını ödeyemediği için kendisini demirliklere asarak intihar etmeye çalıştığı gün, Emine Erdoğan yurtdışındaki gezisinde 50 bin dolarlık çantası ile mütevazı yaşamdan dem vurup “sadeliği” sergiliyor. Bir anne doğalgaz faturasını ödeyemediği için çocuklarını saç kurutma makinasında ısıttıktan sonra intihar ediyor ama bir yandan saraya dikilen hurma ağaçlarına milyon liralar akıtılarak ağaçlar özel elektrikli sistem ile alttan ısıtılıyor.

Tüm bu olanlar birkaç kendini bilmezin sergilemiş olduğu densizlikler değil, yanlış anlaşılmasın. Onlar tam da ait oldukları sınıfa yaraşır bir biçimde hareket ediyorlar. Onların bu görkemli yaşamı milyonların sırtına yük olarak biniyor. İşte tam da bunun adı vahşi kapitalizmdir! Ölenlerin de öldürenlerin de isimleri değişebilir ama bu düzen değişmediği sürece, yarattığı sonuçlar da değişmeyecektir. Bu düzen ki henüz 20’li yaşlarında gencecik bir kadına “Gidecek bir yerim yok, yaşamaya değer bir hayatım da” dedirtebiliyor. İster adına depresyon deyin, ister geçinememe hali. Tüm bu sorunları yaratan düzen işte karşımızda gün gibi duruyor.

Şimdi zaman, sorunlarımız karşısında “biz” olmayı becerebilmekten geçiyor. Zaman, kanımızı donduran, yüreklerimizi sızlatan tüm bu yaşananlara karşı hıncımızı-sınıf kinimizi bileyip mücadele etmekten geçiyor. Çünkü unutmayın “Bir olmazsak birer birer yok oluruz!”

M. Nevra

* Hasan Hüseyin Korkmazgil