Dinci eğitim, çocuk sömürüsü, örgütsüz-kişiliksiz öğretmen...
Eğitim, kişiye süreç içerisinde belirlenen istendik davranışlar çerçevesinde kimlik kazandırma sürecidir. Bu istendik davranışlar ahlaki, kültürel, siyasal, felsefi, ekonomik tercihlere göre belirlenir ve şekillenir. Kişi bu belirlenen çerçeveye göre var olan sistemin ihtiyaçlarına göre yeniden üretilir, yani sistemin ihtiyaçlarına uygun yeni bireyler yaratılmaya çalışılır. Diğer bir ifadeyle eğitimin asli görevi tıpkı aile, din, medya vb. kurumlar gibi sistem için en uygun kişiyi yaratmaktır. Devletin elinde kişiyi, demek oluyor ki giderek de toplumu biçimlendirmenin ideolojik bir aygıtı olarak iş görmektedir.
Gelinen noktada sistem bireyci, toplumsal çıkar yerine kendi çıkarını esas alan, şoven-milliyetçi, muhafazakar, çoğu zaman cinsiyetçi, tekçi, farklıyı kabul etmeyen, karşıtına düşman, onu yok etmeye yeminli ve temelde kapitalizmin ihtiyacına hizmet eden içerikte bir eğitimi esas alıyor.
Güncel olarak eğitim kamu hizmetlerinin en plansız, en kuralsız, en başına buyruk ve yıllardır toparlanamayan dağınıklığın yaşandığı bir alandır. Sorun sıklıkla bakanların değiştirilmesi değil, mevcut hükümetin planları sınırında bile bir sistemden yoksun olunmasıdır. Milli Eğitim Bakanlığı’nda (MEB) özel okullar, atanmayan öğretmenler, (öğretmen akademileri) Maarif modeli olarak isimlendirilen dinci, içi bomboş müfredat, yeni sınav sistemi, temizlik ve bakımdan sorumlu emekçilerin işten çıkarılması, okulların çöplüğe dönmesi gibi birikmiş birçok sorun bulunuyor. Bunların yanısıra, üç temel uygulama toplumsal düzeyde ürettikleri sorunlarla öne çıkıyor: Birincisi eğitimi dinselleştirme politikası kapsamında Millî Eğitim Bakanlığı’nın Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı ile imzaladığı “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) protokolüdür. İkincisi, ilkini tamamlamak amacıyla gündeme getirilen Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK) denilen ucube düzenlemedir. Üçüncüsü ise üretim yapan sanayi işletmeleri ile hizmet firmaları başta olmak üzere neredeyse tüm sektörlerin “elaman ihtiyacını karşılama” çabasının ürünü olan Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) uygulamasıdır.
İlkinden başlayacak olursak; proje kapsamında “manevi danışman” olarak görevlendirilen imam, vaiz, din hizmetleri uzmanı ve Kur’an kursu hocaları, okullara dinsel ritüel kıyafetleriyle gelerek öğrencilere “değerler eğitimi” adı altında ders ve seminerler veriyor.
Türkiye’nin farklı kentlerinde, ÇEDES kapsamında öğrenciler hem okullarda hem de okul dışı etkinliklerde din görevlileriyle zorla bir araya getiriliyor; bu amaçla camilere, il/ilçe müftülüklerine ya da AKP aparatı tarikatların açtığı çeşitli derneklere ziyaretler düzenleniyor. İş öyle bir boyut kazanmış ki, cami altlarında açılmış olan okul öncesi kuran kursları milli eğitim bilişim sistemleri aracılığıyla öğrenci kaydı yapabiliyor. Adrese dayalı olduğu için otomatik olarak ikamet ettiği yere yakın bir okula kaydı çıkan çocukları bile, ilgili okulun haberi olmadan cami sınıflarına kaydedebiliyorlar.
Burada amaç orta ve uzun vadede, Tayyip Erdoğan’ın istediği “dindar ve kindar” nesil yaratmak, bir anlamda kaba dayatmalarla herkesi Sünni-Hanefi haline getirmektir. Özellikle Alevi ve farklı inançlara mensup ailelerin çocukları asimile edilerek kendi değerlerinden uzaklaştırılmak hedefleniyor. Bu proje ne kadar başarılı olur bilinmez, ancak devletin 100 yıllık asimilasyon ve dinselleştirme projelerinin pervasız bir halkası olduğu açıktır.
Bir ayağı ÇEDES olan değişikliklerin ikinci ağayı MESEM projesidir. Yirmi yedi haftalık bir süreci kapsayan MESEM, kişilerin emek piyasasında geçerli olan işi yapmaları için gerekli olan bilgiyi ve davranışı kazanmalarını amaç ediniyor. Bir eğitim kurumu olarak tanımlanmasının yanı sıra, 6764 sayılı kanunla beraber çıraklık eğitimi de zorunlu eğitim alanlarından biri haline getirildi. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından verilen Ustalık Telafi Programı, mezuniyet alanlarının haricinde farklı bir alana yönelmek isteyenlere “destek” sağlıyor. Kişilerin altı buçuk aylık bir eğitimden geçmeleri sağlanıyor. Bu eğitimin tamamlanmasının ardından programı başarıyla bitirenlere ustalık belgesi veriliyor. Bu program, “planlı ve süreli olan bir teşvik programı” olarak ifade ediliyor.
Firmaların MESEM Ustalık Telafi Programı’ndan faydalanabilmesi için Mesleki Eğitim Merkezi’nde bulunan bölümlere uygun sektörlerde faaliyet göstermeleri gerekiyor. Fakat MESEM’de bulunan bölümler de zaten bölgenin iş gücü ihtiyacına göre belirleniyor. Böylelikle kimse pek de bir zorluk yaşamadan ihtiyacı olan belgeleri ve ucuz işgücü olan öğrenciyi temin edebiliyor. İşletmelere çekilen kıyaklardan biri de şudur; programdan yararlanabilmeniz için mezuniyet yılınız ve deneyiminiz önemsenmeden, lise ve üniversite mezunu olmanız yeterli oluyor. MESEM uygulamasının sonucu olarak, Türkiye›de lise çağındaki 15-17 yaş arasında çocukların işgücüne katılma oranları da sürekli artıyor. TÜİK verilerine göre 2020’de yüzde 16,2 olan bu oran, 2023 yılına gelindiğinde yüzde 22,1 ile son 10 yılın zirvesine çıktı.
İşgücüne katılma oranı erkek çocuklar için yüzde 32,2, kız çocuklar için yüzde 11,5 olarak tespit edildi. 9. sınıfta okuyan çocuklara işletmede çoğunlukla haftada 5 gün çalışması karşılığında asgari ücretin %30’u oranında ücret veriliyor. 12. sınıfa geldiklerinde bu oran ancak %50’ye yükseltiliyor.
ÇEDES›le itaatkar, aslına yabancı ve hatta kendini inkar eden, kindar ve dindar nesiller yaratmaya çalışan MEB, MESEM ile kapitalistlere ucuz ve hatta köle işçiler ordusu yaratmaya çalışıyor. Çocukların örgün eğitimden koparılması, giderek artan iş kazaları ve ölümler, kuralsız çalışma koşulları, henüz en temel hak talebi bilincinden yoksunluğun kapitalistlere verdiği pervasızlık ve kişiliklerin ezilmesi sömürüye vahşi bir boyut katıyor.
Son olarak eğitim emekçilerinin zaten sınırlı olan haklarını yok etmek, eğitimde görece de olsa yakın zamana kadar var olan öğretmenler arası eşitliği bozmak için Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK) çıkarıldı. Öğretmenlere “uzman” ve “başöğretmenlik” gibi unvanlar sağlayan, öğretmenlerin “kariyer” basamaklarını ve eğitim sisteminde yapısal değişiklikleri kapsayan bir düzenleme olan ÖMK, geçtiğimiz haftalarda TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildi. Teklifte Öğretmen adaylarının mesleğe hazırlanması, gelişimi ve kariyer basamaklarında ilerlemeleri için MEB bünyesinde “Milli Eğitim Akademisi” kuruluyor. Öğretmenlik mesleği yeterlikleri çerçevesinde belirlenen teorik ve uygulamalı derslerden oluşan hazırlık eğitimi, Milli Eğitim Akademisi tarafından verilecek. Ayrıca kanunla yöneticilerin ödev ve sorumlulukları da düzenleniyor. Öğretmen ataması içi KPSS şartı kaldırılıp akademiden başarılı olma şartını getirmeyi tartışıyorlar. Özet olarak, Eğitim Fakültesini bitirmiş kişiler Öğretmen Akademisi’ne gitmek gibi akıldışı bir sürece zorlanıyor.
ÇEDES›le eğitimin dinselleştirmesini hedefleyen, MESEM ile sermayeye ucuz ve itaatkar iş gücü sağlayan MEB, ÖMK ile de eğitim emekçilerinin eşit işe eşit ücret gibi kazanılmış en temel haklarını “apoletler” takarak tırpanlamaya, eşitsizliği derinleştirerek eğitim emekçileri arasındaki birlikteliği bozmaya, daha da beteri örgütlü bir güç olmalarının önüne engeller koymaya çalışıyor. Bu saldırı ile eğitim emekçilerinin örgütlü mücadele dinamiğini kırabileceğini varsayıyor.
Sonuç olarak, çok yönlü ve pervasız saldırı furyası ile eğitim alanı AKP-MHP rejimi ve sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmek isteniyor. Bu topyekün saldırıya karşı eğitim emekçileri olarak yapmamız gereken şey işyeri temelinde bir araya gelerek örgütlü/topyekün mücadele etmektir. “Eşit, parasız, kamusal, laik, nitelikli, anadilde, cinsiyet eşitliği temelinde eğitim” taleplerimizi yükseltmek ve kazanana kadar mücadeleyi sürdürmek gerekiyor.
Kamu Çalışanları Birliği
|