Burjuva medyanın kirli oyunları... Savaşta yığınların manipülasyonu Hiçbir savaş sadece savaş makinaları ve teknoloji ile yürütülemez. Teknoloji ve onun kullanımı savaşın sadece bir boyutudur. Oysa bir savaşın savaşa sürülen kitlelerce meşru görülmesi, onun haklılığına inanması gerekir. Bu da savaşın daha farklı boyutlarını gündeme getirir. İdeolojik mücadele ve kitlelerin psikolojisini istenen doğrultuda yönlendirmek bir ihtiyaç haline gelir. Bundandır ki; kapitalizmin ürettiği gerici, emperyalist savaşlarda silahlı birliklerin yanında binlerce psikolog, sosyolog ve bilimum sosyal bilimci savaşa seferber edilirler. Burjuvazi işçi sınıfının devrimci mücadelesine karşı bir savaşım söz konusu olduğunda bu tür araçları çok daha yaygın ve yoğun kullanır. Emperyalist
medya emperyalist Günümüzde psikolojik savaşın en önemli aracı kuşkusuz ki medyadır. Medya kitlesel rıza üretim biçim ve aracı olarak yoğun biçimde kullanılmaktadır. Medyanın, özellikle de televizyonun, geniş kesimlere ulaşabilme imkanı sunması, onu psikolojik savaşta olmazsa olmaz bir araç haline getirmektedir. Medya manipülatif bir pratik sergiler; elini attığı herşeyi kendine (temsil ettiği egemen sınıfa ve onun ihtiyaçlarına) göre şekillendirip, biçim verir. Nasıl ki Yugoslavya'ya müdahale emperyalistlerin bölgeye yerleşme harekatı olarak değil de, Kosovalıları "Sırp katliamından kurtarmak" biçiminde sunulmuşsa; bugün Afganistan'a müdahale de televizyonları başında oturan kitlelere "Afgan halkını yoksulluktan, Batı'daki sivilleri de terörden kurtarma savaşı" olarak sunulmaktadır. Söz konusu olan ABD'nin tüm saldırgan pratiğinin insani bir çerçevede yorumlanması ve aktarılmasıdır. Oysa bir parça geriye dönüp bakılsa, ABD'nin tarihinin bunu bin kez imkansızlaştırdığı rahatça görülür. Zaten medya da bunu bilir. Kitlelerin algılamasını istediği gibi biçimlendirebilmek için, bunun inandırıcı olması için Hiroşima, Vietnam, Latin Amerika vb. hiç yokmuş gibi davranır. Yani öncelikle toplumsal bellek yitimini sağlamak için uğraşır. Öyle ya Vietnam yenilgisi unutturulmadan kaç kişiyi gönlü rahat bir şekilde cepheye sürebilirsiniz? Ya da Vietnam halkının kıyımı-acısı unutturulmadan kitleler savaş vahşeti konusunda nasıl suskunluğu tercih edebilirler? Toplumun belleğini yoketmek misyonu Buradan şu sonucu çıkartabiliriz kolaylıkla; medyanın görevi toplumun giderek daha az anımsamasını sağlamaktır, toplumu Ôşu ana' veya "popüler olana" hapsederek geçmişten koparmaktır. Bu uğurda medya unutulmayan, daha doğrusu unutturulamayan olay ve olguları yaşandığı döneme özgü bir şeymiş gibi göstermeye, bu da olmuyorsa mümkün mertebe çarpıtmaya ve bulanıklaştırmaya başvurur. Bu anlamda medyanın işlevi son derece açık ve nettir: Gerçeği ters-yüz etmek, yanıltıcı, ilgisiz, parçalı ya da yüzeysel bilgilendirme yoluyla bilinçleri bulandırmak ve sonrasında yaratılan yanılsamanın sürekliliğini sağlamak. Herşeyi manipüle eden medya mevcut sistemi de tek, değişmez ve doğal bir biçim olarak kabullenir. Sözgelimi Amerikan emperyalizminin dünya egemenliği sarsılmazdır, kapitalizm mümkün olan tek toplum biçimidir, vb. ABD'nin ve özellikle de simgesel önemi olan Dünya Ticaret Örgütü ve Pentagon'un bombalanması, emperyalistleri olduğu kadar medyada görev alan sadık uşaklarını da sarsmıştır. Bundandır ki zaman kaybetmeden ABD'ye eski prestijini geri kazandırma görevini üstlendiler. ABD'nin ekonomik gücünün, devasa savaş aygıtının, teknolojisinin propagandasını bıkmak-usanmak bilmeden yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar. Oysa tarih sadece 11 Eylül'de değil daha öncesinde de, örneğin Vietnam'da da ABD'nin yenildiğini ve yenilebileceğini göstermiştir. Medya unutmayı-unutturmayı tercih etse de. Gerçeğin yerine uydurma gerçekler Gösteri- belki de göstergeler çağında yaşıyoruz (yaşamaya mahkum ediliyoruz). Hafızanın kaybolduğu -kaybettirilmeye çalışıldığı- algılamanın ve anlama yeteneğinin köreltildiği- medya aracılığıyla köreltilmeye çalışıldığı- bir çağ. Ancak medya kendisini bununla da sınırlandırmıyor. İdeologları (köşe yazarları, sözde bilim adamları...) gerçeğin yerine kendilerinin imal ettiği, ilerdeki davranışlarını/devletin yönelimlerini haklı çıkaracak yeni bir gerçek koyup bize sunuyorlar. 11 Eylül saldırısından hemen sonra Filistin'deki sevinç gösterileri ekranlara yansıdı. Hiçbir medya kuruluşu tarafından bu görüntülerin gerçekliği sorgulanmadı. Amaç İsrail işgalini, vahşetini ve bundan sonraki saldırılarını meşrulaştırmaktı. Oysa birkaç gün sonra görüntülerin iki yıl öncesine ait olduğu New York'taki bağımsız medya çevreleri tarafından açıklandı. Açıklama görmezlikten gelindi, hatalarını düzeltme gereği hissetmediler. Medya için önemli olan gerçek ya da yanlış değil, inandırıcı olabilmektir. Bugünlerde yaptıkları ise şundan ibaret: Ôbir yerlerde' yazılan kimyasal ve biyolojik silah terörü hikayelerini pazarlamak ve korkuyu toplumsallaştırmak. Biyolojik terör histerisiyle amaçlananlar ABD'de son zamanlarda Ôartan' şarbon vakalarının devlet-medya tarafından Irak'la ilişkilendirilmesi, ilk hikaye bu. Bu söylemle ABD birkaç amacına birden ulaşmayı hedefliyor. Resmi açıklama aşağı yukarı şöyle: Şarbonun öldürücü bir silah olarak kullanılması için yüksek teknoloji gerektiğini, bunun ise Afganistan'da bulunmadığını belirten yetkililer Irak üzerinde yoğunlaşıyor. Böylelikle hem toplum terörize edilip sindiriliyor, hem de Irak ikinci bir hedef olarak beyinlere kazınmış oluyor. Nasıl ki 11 Eylül saldırılarıyla Bin Ladin'in ilişkisini ortaya çıkaran hiçbir kanıt gösterilmemişse, kimyasal silah tehlikesiyle ilgili yürütülen propaganda çerçevesinde de hiçbir kanıt gösterilmiyor. Sadece söylem düzeyinde kalınmış (yani ABD'nin açıklamaları kanıt olarak sunulmuş!) ya da Avrupa'da, Milano'da yakalanan birkaç militanın gözaltına alınması ve sözde ifadeleri kanıt olarak gösterilmiştir. ABD'nin elinde varolan ve Vietnam savaşında açıkça kullanılan kimyasal silahlardan bahsedilmemektedir bu arada. Karşı çıkılan kimyasal silahların kullanımı değil, kimin kullandığıdır, "efendi"nin kullanımı hoş karşılanır. Kuşkusuz tüm bu tehditlerin tek nedeni, kitlelere emperyalist saldırganlığı onaylatmak değildir. Bir diğer amaç da kendi kamuoyunu sindirmek, muhtemel hak gasplarına karşı zemin düzlemek, demokrasinin kırıntılarını da terörle mücadele adı altında yok etmektir. Söylenen şudur: "Güvenlik için itaat et, Ôsınırsız özgürlük' harekatını destekle"! Afganistan'a
uygarlık, kadına özgürlük Medya tarafından organize edilen bir diğer saldırı da kavramların bulanıklaştırılmasıdır. Özellikle barış, demokrasi ve özgürlük kavramlarının. Çarpıcı bir örnek Türk medyasından bizlere yansıdı. Medyamız Afganistan'a asker gönderilmesini şu argümanla sundu. "Afganistan'a Türk Barış Gücü gönderiliyor". ABD Afganistan'a savaş ilan etmişken ve Türk devleti sonuna kadar ABD'nin yanında olduğunu açıklamışken, nasıl ve ne şekilde "barış" gücünden bahsediliyor!? Ancak şaşırtmıyor bu söylem; çünkü kapitalist sistemin tüm tarihi bu kavramların burjuvazi için barış, burjuvazi için özgürlük ve burjuvazi için demokrasi olduğunu; tersinden yığınlar için kölelik olduğunu göstermiştir. Medya çarpıcı biçimlerle işini görür. Derinlik-çözümleme medyadan beklenilemez. Afganistan halkının içinde yaşadığı ortaçağdan kalma koşullar işgalcilerin lehine kullanıma sunulur. Batı-ABD ve müttefikleri- savaşla yani yıkım ve açlıkla Afganistan'a uygarlık, kadına özgürlük ve çocuklara oyuncak götürecektir. Bu yardımın -uygarlaştırmanın- ilk örneği olarak da bombalarla birlikte Afganistan'a atılan yiyecek paketleri gösterilir. Nafile bir çabayla işgalciler sevimli ve insani gösterilmeye çalışılır. Sansür ve denetimin tamamlayıcı rolü Medya kapitalist ve kâr amaçlı bir kuruluşlar toplamından oluşur ve kendi varlık koşullarının devamı için, insanları toplumsal ilişkilerin doğal ve değiştirilemez olduğuna inandırmak zorundadır. Ancak bu oto kontrol dahi kimi zaman devlet için yeterli değildir. Bu noktada sansür ve denetim işin içine girer. Bölük pörçük de olsa medyaya yansıyan karşı çıkışların varlığını yoksayma-yoksaydırma. 11 Eylül sonrası ilk denetim örneği ABD'de gündeme geldi. Amerika'nın Sesi Radyosu'nun Taliban'ın demeçlerini yayınlaması engellendi. Yine Bush önde gelen TV kanallarıyla görüşerek Bin Ladin'e ait bantların yayınlanmasını ve El Cezire televizyonundan yayın yapılmamasını istedi. Yine Blair aynı istekle İngiliz TV kanallarıyla bir toplantı yaptı. Savaş kızıştıkça yeni sansürlerin gündeme geleceği de açıktır. Kitle iletişiminin devasa boyutlara ulaşan güç ve etkisiyle mücadele etmek bir zorunluluktur. Bunun tek yolu ise kitlelerin kendi varoluş koşullarının bilgisine ulaşmaları ile mümkündür. Devletin anlama yetisini köreltmesinin önüne geçildiğinde, medya tarafından üretilen, sunulan çarpıcı biçimlerin ötesine geçildiğinde, gerçek yerini bulur. |
|||||