Yasal çerçeveyle sınırlanma kamu emekçileri mücadelesini zaafa uğratıyor...
Hak kazanımının yolu Kamu sendikaları ile hükümet yetkililerinin sürdürdüğü görüşmelerin uzlaşmazlıkla sonuçlanması üzerine, konu 4 Eylülden itibaren Uzlaştırma Kurulunda görüşülmeye başlandı. 7 Eylüle kadar üç kere toplanan kurul sendika ve hükümet temsilcilerinin görüşlerini aldı. KESK ve Kamu-Sen tarafından Kurula iletilen görüşlerde, 2002 yılındaki enflasyon oranının, DPT tarafından belirlendiği gibi, yüzde 35 olmadığına dikkat çekilerek, yıl ortalamasının yüzde 40 olduğu bildirildi. Maaş artışlarında bu rakamın esas alınması istendi. Sendika temsilcileri 2003 yılında en düşük kamu çalışanının taban aylığının asgari geçim standardı esas alınarak net 638 milyon liraya çıkarılmasını ve aynı yıl için artış oranlarının da ilk altı ay için yüzde 20, ikinci altı ay için de yüzde 20 olarak belirlenmesini talep ettiler. Ayrıca, kamu çalışanlarının ücretleri arasındaki 1/16 oranındaki farklılığın da giderilmesini istediler. Kamu İşveren Kurulu ise, 2002 Eylül-Aralık dönemi için zam isteğine, bütçe büyüklüklerini saptıracağı gerekçesiyle karşı çıktığını bildirerek, 2003 yılı içinde kamu çalışanlarının aylıklarında yapılacak artışın ekonomik programda belirlenen hedefleri saptırmayacak şekilde ilk altı ay için yüzde 10, ikinci altı ay için yüzde 7 olarak belirlenmesini istedi. Uzlaştırma Kurulu tarafların görüşünü aldıktan sonra, Eylül ayından itibaren geçerli olmak üzere en düşük dereceli çalışana brüt 90, net 62 milyon, en yüksek dereceli çalışana ise brüt 65, net 40 milyon iyileştirme ve 2003 yılı için de toplam %25 zam artı %10 enflasyon farkı tavsiye etme kararı aldı. Uzlaştırma Kurulu, sosyal haklara yönelik önerisinde ise, net 22 milyon 855 bin lira olan aile yardımının 40 milyon 812 bin liraya, iki çocuklu bir aile için 3 milyon 165 bin lira olan çocuk yardımının 16 milyon 370 bin liraya, 31 milyon 17 bin lira olan ölüm yardımının 48 milyon 975 bin liraya, 2 milyon 448 bin lira olan doğum yardımının da 163 milyon liraya yükseltilmesini kararlaştırdı. Kurulun önerisi önce liderler zirvesinde görüşülecek, ardından Bakanlar Kurulunda ele alınarak bir karara bağlanacak. Devlet Bakanı Mehmet Keçecilerin uzlaşmanın brüt 80 milyon lira civarındaki bir artış üzerinde sağlanmakta olduğu yönlü açıklaması dışında, görüşmelerin vardığı son nokta bu. Konu Kurulda görüşülürken, KESK görüşmeleri lehlerine sonuçlandırmak amacıyla bir dizi ilde basın açıklaması, iş bırakma/yavaşlatma, faks çekme vb. eylemler düzenledi. Bu eylemler her eyleme katılan sınırlı sayıdaki aktif üyeler üzerinden planlandı. Zira iş bırakma gibi bir eylem biçimini önüne koyan bir sendikanın bunu işyerlerinde adım adım örmesi gerekirdi. Oysa KESK, eylem kararlarını apar topar almış, eylemleri bir gün önceden sendika şubelerine asarak duyurmuş, işyerlerini eylemlerin haberinden dahi yoksun bırakmıştır. KESK yönetiminin hedefi ücretlerde 100 milyonluk artış sağlamak ve devleti sosyal yardımlarda iyileştirmeye razı etmekti. Bu nedenle yapılacak eylemler hem devleti zora sokmayacak türden olmalı, hem de devletin izin verdiği çerçevede gerçekleşmeliydi. KESK yönetiminin bu geri tavrına rağmen 5 Eylül günü iş bırakarak alana çıkan, üstüne üstlük bir de yürüyüş yapan sınırlı sayıdaki kamu emekçisi devleti kızdırmaya yetti. İstanbulda eylemin yapıldığı akşam şube yöneticilerinin evleri geceyarısı basıldı, yöneticiler gözaltına alındı. Ertesi gün bu gözaltı terörü kitlesel olmayan eylem ve açıklamalarla protesto edildi. Devlet KESKten, Kamu-Sen gibi uslu eylemler bekliyordu. Bu beklentilerinin bir sonucu olsa gerek, Mehmet Keçecilerin Sami Evreni telefonla aradığı, 11 Eylüldeki Bakanar Kurulunda memurların taleplerinin ele alınacağını belirttiği ve eylemlerin bu tarihe kadar ertelenmesini istediği, Evrenin ise işyerleri önünde eylem yapan memurların şimdilik alanlara çıkmalarını engellediklerini, ancak eylemlerin dalga dalga büyüyeceğini söylediği basına yansıdı. KESK yönetimi, iki milyon kamu emekçisinin çıkarını ilgilendiren bir süreci devletle uzlaşma ve görüşme çerçevesinde, devletin çizdiği sınırlarda çözmek niyetinde. Sami Evren Kurul adeta devlet tarafı gibi davranmış, tarafsızlığına gölge düşürmüştür. Kurulun yaşanan gerçek ücret kayıplarını, yoksulluk ve sefaleti bir kenara bırakıp bütçe imkânlarını dikkate alan tavrı bizleri hayal kırıklığına uğratmıştır açıklamasıyla uslu olmasının karşılığını alamadıklarından dolayı yaşadığı hezimeti dile getirmiştir. Evrenin Uzlaşma Kurulundan beklentiye girebilmesi için bu Kurulun emekçi temsilcilerinden oluşması gerekirdi. Oysa Uzlaşma Kurulu Yüksek Hakem Kurulu Başkanının başkanlığında çalışma ekonomisinden 4 öğretim üyesi olmak üzere toplam 5 işiden oluşuyor. Kısaca Kurul, sermayenin hizmetinde olan kurumlardan seçilmiş kişilerden oluşmaktadır. Bu Kuruldan emekçilerin çıkarı için bir beklentiye girmek için ya politik açıdan kör ya da ihanet içinde olmak gerekir. Ekonomik hak kazanımlarının yanı sıra sosyal ve demokratik hak kazanımları için taleplerin net olarak belirlenmesi, planlı ve uzun vadeli bir eylem programının çıkarılması, iş bırakma, genel grev gibi hak alıcı eylem biçimlerinin adım adım örülmesi gerekmektedir. Uzlaşma Kurulunun kararına itiraz eden ve eylemlere devam edileceğine dair açıklamalarda bulanan Sami Evren, bugüne kadar uzlaşma mantığıyla yasal zemini kullanmıştır. Yasallıkla sınırlı bu zemin, hak kazandırmadığı gibi mevcut hakların da gaspına yol döşemiştir. Yasal çerçevenin kazanımı, kullanımı ve korunması için de fiili-meşru mücadele hattı gerekmektedir. Fiili-meşru zeminden yoksun, yasallıkla sınırlı bir mücadele kazanımdan çok kayıp getirmektedir. Mücadelenin ve kazanımların teminatı fiili-meşru mücadele hattıdır.
Eğitim emekçileri süreci ve KESKi tartışıyor Yeni eğitim-öğretim yılının başlamasıyla birlikte Eğitim-Sen 4 Nolu Şube bir genel üye toplantısı yaptı. Toplantının gündem maddelerinden biri olan TİS süreci ile ilgili olarak, şube yönetimi ve üyeler tarafından Genel Merkez ve KESKe yönelik eleştiriler oldukça fazlaydı. Sürecin başından beri KESKin aldığı tutum, uzaklaşılan fiili ve meşru mücadele hattı, görüşmeler sürerken şube ve üyelerin hiçbir şekilde bilgilendirilmemesi, bilgi almak için arandığında da görüşmeler hakkında bilgi verilmemesi vb. sıkça eleştirilen konulardı. Demokratik merkeziyetçi bir işleyiş değil de sadece merkeziyetçi bir sistemin hakim olduğunu dile getiren üyeler, TİS sürecindeki olumsuzlukların kaynağının sahte yasanın çıkış dönemine kadar uzandığını belirttiler. Toplusözleşmeye hazır olunması için işyeri temelinde örgütlenmiş bir sendika yaratma çalışmalarının yapılması gerektiği belirtilen toplantıda, TİS sürecinde sadece ekonomik taleplerin öne çıktığı, olayın sadece 70 milyon mu 100 milyon mu meselesine indirgendiği ve bunun taban tarafından benimsenmediği vurgulandı. KESKin artık sadece ücret sendikacılığı yaptığını ve bunu bile beceremediğini söyleyen emekçiler, demokratik, sosyal ve özlük hakların da TİSde öncelikli olması gerektiğini belirttiler. KESKin bu pasif tutumunu Kamu-Senle aynı masaya oturmuş olmasına bağlayan bir üye, bu hatadan bir an önce dönülmesi ve devlet eliyle kurulmuş bir sendikadan farkımızın ortaya konmasını istedi. 16 Eylülde Aksaray Metro önünde yapılacak olan bordro yakma eyleminin de gene emekçiler tarafından benimsenmeyen bir eylem biçimi olduğu, 90lı yılların başında sıkça yapılan bu eylem biçiminin günün ihtiyaçlarını karşılamadığı, sürecin bu ve benzeri içi boş eylemler değil, şalteri indirecek tarzda eylemleri dayattığı vurgulandı. Ve TÖS zamanında yapılan 4 günlük işbırakma eyleminin hala hafızalarda canlılığını koruduğuna ve böylesi eylemlere ihtiyaç olduğuna dikkat çekildi. KESKin kabul edilemez bu tutumlarının hesabının sorulması ve Eğitim-Sen 4 Nolu Şube üyeleri olarak bu konuda ortak bir tutum belirleyip basınç uygulanması gerekliliği üzerinde duruldu. Yeni eğitim-öğretim döneminin başlamasıyla birlikte gündemde olan eğitime katkı payı ve kayıt paraları konusunda Genel Merkezin net bir tutum belirlememesi de eleştirilen konular arasındaydı. Bir eğitim emekçisi/İstanbul |
|||||