İkinci yılında 11 Eylül...
Rüzgar eken fırtına biçer!
Bundan iki yıl önce, 11 Eylül 2001 tarihinde Amerikan emperyalizmi beyninden ve kalbinden aldığı darbelerle sarsılmıştı. Uçaklarla gerçekleştirilen saldırılar sonucu Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon binaları yerle bir olmuş, binlerce insan yıkıntılar altında can vermişti. Saldırı, yıkılan binalardaki insanlara değil ama en güçlü temsilcisi olan Amerika şahsında emperyalist sisteme yönelikti.
11 Eylül saldırısının hem Amerikan toplumunda hem de uluslararası alanda yarattığı ilk sonuçlar, başta ekonomi olmak üzere birçok cephede sıkışmış olan ABD emperyalizmi için adeta bulunmaz bir nimet oldu. İçinde bulunduğu güç durumu aşmak, durgunluk içindeki ekonomisini düze çıkarmak, diğer emperyalist güç merkezleriyle ilişkilerinde inisiyatifi ele almak ve dünya hakimiyetini büyütüp sağlamlaştırmak gibi amaçlarla yıllarca süreceğini ilan ettiği büyük bir savaş ve saldırı kampanyası başlattı.
Şimdi ABD emperyalizmi ve onun etrafında kenetlenen emperyalist NATO güçleri, saldırının bu çerçevede açtığı yarayı onarmak kaygısıyla mazlum halklara, onların temsilcisi olarak dünyanın tüm ilerici, devrimci güçlerine savaş ilan etmiş durumdalar. Kirli yok etme savaşlarının ustası olarak tanınan ve şu günlerde ABDde suç dosyasını ortaya koyan kitaplara konu olan Henry Kissenger, bu savaşın soğukkanlı ve acımasız olacağını, tam sonuç alınıncaya kadar sürdürüleceğini dile getirmiş bulunuyor. Benzer söylemler ABDli şeflerin yankısı olarak dünyanın dört bir yanında emperyalist ve gerici politikacılar ve medya organları tarafından şu günlerde hummalı bir kampanya olarak tekrarlanmaktadır. Bu kampanyada sisteme karşı her türlü ilerici ve devrimci ses ve çaba terörizm olarak kodlanmaktadır.
Uluslararası terörizme karşı mücadele adı altında dünya çapında ilerici, devrimci akımlara karşı bir cadı kazanı kaynatılacağı, bir sürek avı başlatılacağı açıkça ve küstahça ilan edilmektedir. (Kızıl Bayrak, sayı: 2001/26, Başyazı)
2 yıllık saldırının kısa bilançosu
Eski bir ABD tetikçisi olan Usame Bin Ladin 11 Eylül saldırılarının sorumlusu olarak ilan edilmişti. Usame Bin Ladin ve adamları Afganistan dağlarında üslendiğine göre, teröre karşı mücadelenin ilk hedefi de Afganistan olacaktı. Ve nitekim öyle oldu. ABD ve işbirlikçileri, Bin Ladini yok etmek gerekçesiyle Afganistana büyük bir askeri saldırıya giriştiler. Bu yoksul ülke önce günlerce bombalandı, sonra da onbinlerce askerin katıldığı bir kara harekatıyla işgal edildi. Afgan kentleri, Afganistan halkını teröristlerin elinden kurtarmak için yakılıp yıkıldı. Onbinden fazla Afganistanlı öldürüldü. Taliban rejimi devrilerek Afganistanda ABD güdümlü bir kukla hükümet kuruldu.
ABD istediklerinin büyük bölümünü elde etti. Kafkas petrollerini denetim altına almak, bölgede Çin ve Rusyanın egemenliğini sınırlamak için gerek duyduğu olanaklara kavuştu.
Afganistanda henüz sular durulmadı. Kabilde bir kukla yönetim kuruldu. Ama bu kukla yönetim, bırakalım ülkenin bütününe hakim olmayı, Kabili ve büyük kentleri bile güçlükle ve işgal güçlerinin terörü sayesinde denetiminde tutuyor. Kukla yönetimin başbakanı Karzai batılı güvenlik şirketlerinden kiralanmış korumalarla dolaşmak zorunda kalıyor.
ABD merkezli saldırı kampanyasının ikinci büyük hedefi Irak oldu. Amerika başlangıçta Saddam rejimini de Usame Bin Ladin ve 11 Eylül saldırılarıyla ilişkilendirmeye, buradan saldırı gerekçesi üretmeye çalıştı. Fakat bunun tutmadığını görünce Irakın elindeki kitle imha silahları ve Saddamın diktatörlüğü gibi tezler piyasaya sürüldü. Bir parça meseleyle ilgilenen herkes, ABDnin Iraka saldırmak istemesinin gerisinde, bu ülkedeki zengin petrol yataklarını denetimi altına alma arzusunun yattığını biliyordu.
Neredeyse bir yıldan fazla bir zamana yayılan hazırlık sürecinin ardından emperyalistler Iraka saldırdılar. Bu ülke de önce bombalandı, sonra işgal edildi. Kentler yakılıp yıkıldı, onbinlerce sivil yaşamını yitirdi. Nihayet 1 Mayıs 2003 günü Bush Iraktaki savaşın bittiğini ve zaferin kazanıldığını ilan etti.
Saldırının bahanesi olarak öne sürülen kitle imha silahları ortaya çıkmadı, en büyük hedef gösterilen Saddam da yakalanamadı. Fakat bu Amerika ve en büyük işbirlikçisi İngiltere için çok büyük bir problem değildi. Çünkü onlar asıl istediklerine kavuştular, petrol yataklarının ve boru hatlarının denetimini ellerine geçirdiler. Ortadoğunun en önemli coğrafyalarından birine 200-300 bin kişilik bir askeri güçle yerleştiler.
Bu saldırı kampanyasının iki yıllık bilançosuna, ABD ve AB ülkelerinde özellikle göçmenlere ve savaş karşıtlarına karşı gündeme gelen yeni baskı yasalarını, hak ihlallerini, polis devleti uygulamalarını ve gene Amerikanın İran ve Suriye gibi bir dizi ülkeyi de terörizme destek veren ülkeler sınıfında değerlendirip bunlara karşı sinsi politikalar geliştirmesini de eklemek gerekir.
Emperyalistler arası çıkar çatışmaları
giderek su yüzüne çıktı
Bu bilançoya bakarak, ABDnin 11 Eylülün yarattığı imkanları kendi dünya egemenliğini pekiştirmek için çok iyi değerlendirdiği sonucuna varılabilir. Ancak şimdilik böyle görünse bile, zaman ABDnin aleyhine işlemektedir.
Bir kere, 11 Eylülün ardından sağlanan emperyalistler arası işbirliği çoktan çökmüştür. Emperyalistler arası çıkar çatışmalarının giderek su yüzüne çıktığı ve çelişkilerin keskinleştiği, kutuplaşmaların oluştuğu bir süreç zaten 11 Eylül öncesinde yaşanıyordu. 11 Eylülde yaşanan saldırının doğrudan doğruya sistemi hedef aldığı düşüncesi, emperyalist güç odakları arasında ortak düşmana karşı ortak hareket etme tutumuna yol açmıştı. Eğer ABD ve İngiliz emperyalizmi, yürüttükleri savaş ve saldırı politikalarında diğer emperyalistlerin çıkarlarını da bir nebze gözetmiş olsalardı, sözü edilen işbirliğinin uzun ömürlü olması mümkün olabilirdi. Fakat ABD ve İngiltere özellikle Irakın işgalinden sonra Ortadoğuy tümüyle kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirme çabasına giriştiler ve başkalarının bu pastadan pay almasına müsaade etmediler. Teröre karşı mücadeleye destek ver, ama benim egemenliğimi tartışma; özellikle Almanya, Fransa ve Rusyaya dayatılan ABD politikası özünde bu oldu. Emperyalistler arasındaki bağlar gevşedi, yer yer sert tartışmalar ve restleşmeler yaşandı. Afganistana asker göndererek BDnin işgal politikasına destek olan ülkeler, aynı şeyi Irakta yapmaktan özellikle kaçındılar ve bölgede kendi çıkarlarını güvence altına alabilmek için farklı arayışlara yöneldiler.
Sonuç olarak ABD ve İngiltere ile Almanya, Fransa, Rusya ve Çin arasındaki ilişkiler çok kırılgan dengeler üzerinde durmaktadır.
Rüzgar ekenlerin fırtına biçeceği
günler yaklaşıyor
Diğer emperyalist güçlerden aldığı desteğin zayıflamasından ziyade ABD ve İngilterenin saldırgan politikalarının geleceğini asıl tehlikeye sokacak olan, giderek güçlenmekte olan anti-emperyalist, anti-Amerikancı harekettir. Bir yanıyla Afganistan, Irak, Filistin ve başka ülkelerde süren anti-emperyalist, anti-işgalci vb. direnişlerden, bir yanıyla da kapitalist metropollerde gelişen küreselleşme ve savaş karşıtı mücadeleden beslenen, parçalı ve heterojen bir yapıya sahip olan bu hareket şimdilik mayalanma evresindedir. Yanı sıra işçi sınıfı ve emekçiler dünyanın pek çok ülkesinde emperyalizmin sömürü ve savaş politikalarına karşı hatırı sayılır bir duyarlılık ve tepki içindedir.
Buradan kalkarak söylenmesi gereken şudur; emperyalizmin hesaplarını bozacak güçlerin gerçek anlamda mücadele sahnesine çıkması çok uzak değildir. İşçiler ve emekçiler, ezilen ve ülkeleri işgal edilen halklar militanca mücadele sahnesine çıktıkça, emperyalistler 11 Eylülde gerçekleşen türden saldırıları arar hale geleceklerdir.
|