Gizli genelgenin açık sonuçları ve görevlerimiz:
Gizliliğe karşı gizlilik, kirli savaşa karşı
devrimci sınıf mücadelesi!
ABye uyum, MGKnin sivilleştirilmesi derken, iş MGKnin gizli görevlerine gelip çattı. Meğer MGKnin görevleri 12 Eylül Anayasasına bile aykırı gizli bir genelge ile belirlenmişmiş. Bu gizlilik 20 yıldan sonra, şimdi, açığa çıkıyormuş, vs., vs
Bir kere; genelgede de belirtildiği gibi, MGK söz konusu gizli genelge ile, hükümetler başta olmak üzere, ordusundan MİTine, TRTsinden eğitim kurumlarına kadar hemen tüm devlet kurumlarına görevler yükleme yetkisine sahiptir. Dolayısıyla, bu kurumların başında ve içinde, psikolojik harekatlara katılmış kişilerin varlığı söz konusudur. Özellikle de son 20 yılda gelip geçmiş tüm hükümetler bu harekatların bir parçası, dolayısıyla gizlilikten muaf durumdadır. Demek ki, gizlilik sadece kendisine karşı psikolojik savaş yürütülen halk kitleleri için geçerlidir. Bu da savaşın ve gizliliğin mantığı içinde bir anlam içermektedir.
İkinci olarak; genelgeleri, yasaları gizli damgalarıyla gözlerden uzak tutmak mümkünse de, savaşlar gizli yürütülemediği için, aslında, halk kitlelerinin de gelişmelerden pek habersiz olduğu söylenemez. Yazılı hukukun dışında kalan (ve onun üzerinden takibata uğraması mümkün olsa suç teşkil eden) her türlü saldırıya onlar maruz kaldı. Evleri basılan, sorgusuz sualsiz alınıp götürülen, yargısız infaz edilen, ürünleri ormanları yakılan, hayvanları sürüleri kırılan, gözaltında işkencede ölen, kaçırılıp katledilen, dışkı yedirilen onlardı. Onlar, balığı yakalamak için kurutulan deniz oldu bu savaşta.
Hem zaten, Susurlukta ortaya dökülen neydi ki? Gizli genelge ile örgütlenen gizli savaşın ilişkileri değil mi? Fark genelgede mafyaya da görev verilir yazmaması mı? Genelgede hapisten alınan suçlulara da görev verilir demiyor ama, hatırlanacak olursa Yeşil olayını ilgili hiç kimse reddetmedi. Hatta, en ilgili şahıslardan M. Ağar, 1000 operasyon yaptıkları övünmesiyle sahiplendi bile.
Bunca yaşanandan sonra, doğrusu, gizli ibareli genelgelerle halka karşı bir savaşın örgütlenebilmiş olmasına şaşıranlara şaşırmamak elde değil.
Süreç 12 Eylülle başlamış değildir
Gizliliği ortaya çıkaranlar, genelge tarihinden hareketle, Türkiyede gizli örgütlenme ve psikolojik savaşın 12 Eylülle başlatıldığını da iddia ediyorlar bir bakıma. Oysa NATO, CİA, ABD ve ilgili olan her merkez çoktan itiraf etti ki, kontr-gerilla adı verilen bu suç örgütlenmelerinin tarihi çok daha eskiye dayanmaktadır. İkinci emperyalist paylaşım savaşı, dünyanın üçte birinin kapitalist sistemden kopmasına yol açınca; ve Hitler macerası göz önüne alındığında Sosyalist Sovyetler Birliğini silahla altetmenin o kadar da kolay olmadığı da anlaşılınca, gerçeğe dönüşmüş bu heyuladan kurtulmanın farklı araçları, farklı imkanları aranmaya başlandı.
Kontr-gerilla böyle icat edildi.
Hiç kuşkusuz, gizli örgütlenmeler sistemin yabancısı değildi. Bu soygun ve suç düzeni baştan beri böyle örgütlenmelere ve savaşlara girişmiş, benzer suçları çok işlemişti. Yeni ve farklı olan, kapsamın genişlemiş, örgütlenmenin merkezileştirilmiş olmasıydı. Şimdi dünya halkları, tek merkezden (ABD-CİA) örgütlenip yönetilen bir topyekûn savaşla karşı karşıyaydı. Soğuk savaşın Sosyalist Sovyetlere karşı açıldığı ve yürütüldüğü iddia edilmekle birlikte -ki bu hiç kuşkusuz doğruydu-, Latin Amerika başta olmak üzere, dünyanın dört bir yanında gerçekleştirilen Amerikan destekli askeri-faşist darbeler, komplolar, suikastler, müdahaleler göstermiştir ki, soğuk savaşın muhatabı, zaten sistemin dışına çıkmış olan Sovyetlerden ziyade, çıkma ihtiyacı duyan-çıkmak isteyen diğer hlklardır.
ABD, böyle pek çok ülkede örgütlediği kontr-gerillanın yanı sıra, sık sık doğrudan müdahalelere de ihtiyaç duymuştur. Ya da şöyle söylenebilir; bir ülkede kontr-gerilla örgütlenmesi ne kadar güçlü ve yaygınsa, ABDnin doğrudan müdahalesi o kadar gereksiz hale gelmiştir.
Türkiye de bu şanslı ülkelerden biri olmuştur.
Türk devletinde gizlilik geleneği
daha köklü ve eskidir
Türkiye Cumhuriyeti, gerek kurucuları şahsında, gerekse de kuruluş biçimi, yasaları, organları açısından önemli ölçüde Osmanlının devamı oldu denebilir. Cumhuriyet rejimleri genelde ve esas itibarıyla, burjuvaziye ait, onun tarafından yaratılıp geliştirilmiş bir siyasal sistem olduğuna ve Türkiyede cumhuriyetin kuruluşu bu sınıf tarafından, eski sınıfa ve iktidarına karşı yürüttüğü bir savaş sonucu gerçekleşmediğine göre, bu devamlılığın anlaşılmasında bir zorluk bulunmasa gerektir.
Yine kolay anlaşılması gerektiğine göre, yeni devlet hemen her konuda eski gelenekleri sürdürecektir. Nitekim sürdürmüştür de. Konumuz itibarıyla, burada, sıkı sıkıya sahip çıkılan ve sürdürülen bu geleneklerden sadece gizli örgütlenme ve devlet eliyle işlenen suçlara değineceğiz.
Meşrutiyet ilanında olduğu gibi Cumhuriyet ilanında da etkin rol oynayan örgütlerin başında İttihat ve Terakki geliyor, örgüt olarak olmasa bile kadrolarıyla bu böyle. Bu örgüt gizliliğe öylesine önem veriyordu ki, Meşrutiyet döneminde hükümet kurduğu süreçlerde bile legale geçmedi. Yani tarihte eşine az rastlanacak bir tarzda, illegal bir örgütçe kurulmuş bir hükümet tarafından yönetildi Osmanlı devleti bir dönem. İttihat ve Terakki, sadece kendi yasadışılığı ile yetinmeyecek, çok sonraları dünyanın CİA ve NATO üzerinden tanıdığı kontr-gerillaya benzer bir suç şebekesini, Teşkilat-ı Mahsusayı da örgütleyecekti. Teşkilat-ı Mahsusanın, her devlette bulunan yasal istihbarat örgütünden farkı, yasadışı olarak örgütlenmesi, dolayısıyla da her türlü suçu işleme konusuna sınırsız bir özgürlük alanına sahip olmasıdır.
Teşkilat-ı Mahsusanın şefi Enver Paşadır. Birinci paylaşım savaşı yıllarında, örgüt, Almanyanın tüm Anadoluda, hatta Kafkaslardan Iraka kadar uzanan bir coğrafyada Alman ajanlarının cirit atmasına aracılık etmiş, yine Alman emperyalizminin çıkarları gereği, sözde müttefiki olan Osmanlı topraklarında halkların birbirine kırdırılmasında maşa olarak kullanılmıştır. Teşkil edilen çetelere gelince, bunların efradı ekseriyetle Rize havalisinde dolaşan eşkiyadan alınmıştı (1. Dünya Savaşında Teşkilat-ı Mahsusa, Arif Cemilin anıları, sf.84, Arba yay.)
Teşkilat-ı Mahsusanın dünya savaşı sırasında kullandığı bu eşkiyalardan bir kısmının, sonraları da (ve taze Cumhuriyet eliyle) iç savaşta kullanıldığı biliniyor. En bilinen olay ise Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katlidir. Sonrasında, bunların en ünlülerinden Topal Osman, yıllarca (15lerin katlinde Ankaranın parmağı olduğunu ortaya çıkaran Trabzon mebusu ve M. Kemal muhalifi Ali Şükrüyü öldürdükten sonra kendisi de öldürülünceye kadar) silahlı çetesiyle birlikte M. Kemalin korumalığını yapmıştır. Suphilerin katliamının baş rol oyuncusu Yahya Kaptan da Topal Osmana bağlı olarak çalışıyordu. Sanki bütün işlerde ben tek başıma mı idim. Daha üstüme varırlarsa, her şeyi olduğu gibi ortaya dökerim dedi; fakat ortaya dökemeden, 3 Temmuz 1922de faili mechul bir suikastle ortadan kaldırıldı. Tıpkı, reisi Topal Osmanın da kısa bir süre sonra başına geldiği gibi.
Yöntemler, araçlar, ifadeler ne kadar tanıdık değil mi?
CİA-NATO gizli örgütünün neden Türkiyede bu derece rahat ve köklü yapılanabildiği, neden açığa çıkan pek çok ülkede tasfiye edilmesine rağmen bizde hala dokunulamadığını da açıklıyor olmalı bu aşinalık.
Genelge üzerine tartışmalar
gizli örgütün boyutlarına da işaret ediyor
Bir günlük gazete (Radikal) tarafından, gizli bir genelgenin varlığı ve içeriği tartışmaya açılınca, bu genelge doğrultusunda psikolojik savaşa dahil edilmiş olanlar da kendini ortaya koymaya başladı. Kimi diyor ki, MGK gereklidir, ama gizlilik ortadan kaldırılmalıdır. Kimi, halka karşı yürütülen bir kirli savaşı açıktan desteklerken, başkaları susarak üstleniyor rolünü.
Genelgede hükümetlere biçilen misyon son derece açıkken, eski başbakanlardan bir teki bile kalkıp üstlendiği kirli rolü savunamıyor. Fakat susmaları, inkara kalkışmamaları bile yeterlidir. Tümü de, CİAnın, NATOnun birer maşası olarak kendi halkına karşı kirli savaş yürütmeyi içlerine sindirmişlerdir. Dolayısıyla tümü de tarih önünde, halklar karşısında suçludurlar. Ülkeye ve halka ihanetlerinin bedelini ödemeyi hak etmektedirler.
Çizme yalayıcılara gelince
Gelinen yerde faşist MHP ile Kızıl Elma koalisyonunda buluşan İP çetesinin orduya millilik vasfı uydurma çabaları biliniyor. Bu nasıl bir milliyetçiliktir ki, Türk ordusu Türk milletine karşı gizli olarak örgütlenerek kirli bir savaşın yürütücüsü olabilmektedir? Uygulanan değilse de kast ve reklam edilen anlamda milliyetçilik, kendi milletini diğer milletlerden üstün görme, kayırma, üste çıkarmak için uğraşma manasına gelmiyor mu? Milliyetçi bir Türk ordusunun Türk milletinin yüksek menfaatlerini koruması, geliştirmesi, diğer milletlerin (mesela Amerikanın) üstünde tutması gerekmiyor mu?
Iraka asker gönderme konusunun Amerikalı generallerle (gene halktan gizli olarak) görüşüldüğü bir sırada, öte yandan Irakta kimlerin hangi menfaatler peşinde koştuğu ortada ve tüm dünyanın malumuyken, kontracı Türk ordusunu hala milliyetçilik şalına büründürme çabası sürdürenlerin de artık bu orduyla aynı kontracı kefeye konması, aynı Amerikan oğlanları kategorisine dahil edilmesi gerekmektedir. Kaldı ki, bu çetenin başı daha 12 Eylül zindanlarından çıkmadan tıynetini göstermiş, konsepte ne kadar kolay dahil edilebildiğini kanıtlamıştı. Sonrasındaki tüm icraatı, kontr-gerillanın psikolojik savaşında üstlendiği rolü ifşa etmeye yetecek ayrıntılarla doludur. Başlıca görevi ise, ordunun soldan destekçi ve aklayıcısı olmaktır. Fakat Kızıl Elma koalisyonuyla birlikte artık görevini farklı br yafta altında yürütmesi gerekiyor.
Gizliliğin gücü nereye kadar?
Buraya kadar, Türkiyede kontr-gerillanın, geleneksel köklerinin de desteğiyle, oldukça yaygın ve güçlü bir örgütlenmeye sahip olduğunu anlatmaya çalıştık. Ancak bu anlatımdan, asla, onun yenilmezliği gibi bir sonuç çıkarılmamalıdır. Geçmişe ilişkin veriler sadece günü algılamak ve çözmek için kullanıldığı takdirde işlevlidir.
Direnen halk yenilmezdir tabiri kesinlikle, boş bir propaganda cümlesi değil, tarihteki pek çok örnekle kanıtlanmış somut, toplumsal bir olgudur. Bu olgudan da hareketle, halka karşı her örgütlenme ve girişimin, ne kadar köklü ya da güçlü, ya da dış destekli olursa olsun, son tahlilde yenilmeye mahkum olduğu, akıldan ve gönülden kabul ve ilan edilmelidir. Emperyalizmin orduları gizli-açık örgütlenmelerle halka karşı savaş açmışlar, büyük suçlar işlemişler ve hala işlemeye devam ediyorlarsa, işçi sınıfı savaşçılarının bundan çıkaracağı sonuç, halkların savunulması için sınıfın örgütlenmesi ve silahlandırılması, daha yaygın/daha güçlü örgütlenme, daha fazla silahlanma olmalıdır.
MGKnin yetkilerini sınırlandırmak, MGK tarafından gizli görevle donatılmış hükümetlerin harcı değildir. Astın üstünün görev ve yetki alanına girdiği, hele hele onu kısıtladığı nerde görülmüştür ki? MGKnin yetkileri kontr-gerilla ağının dışında, ast-üst hiyerarşisinden muaf, kirli savaşın hedefi konumundaki halk kitlelerinin, onlara önderlik edebilecek tek sınıfın, işçi sınıfının devrimci mücadelesinin gücü dahilindedir. Kontr-gerilla örgütlenmesini açığa çıkarıp dağıtabilecek, işlenen suçların hesabını sorabilecek tek güç de yine işçi sınıfıdır.
Kapitalistlerin tersine, işçi sınıfı, sisteme ve suçlarına karşı savaşını açıkça ilan eder. Çünkü ancak bu açıklık sayesinde kitleleri peşine takabileceğini bilir. Bu açlık ve zulüm, bu suç ve cinayet sisteminden kurtuluşun tek yolunun işçi sınıfının iktidarından geçtiğini görmeye başladığında, emekçi halk kitlelerinin devrimci sınıf mücadelesine desteği de görülmemiş boyutlara çıkacaktır.
Bunun için daha yoğun, daha açık bir propaganda, daha aktif daha gizli bir örgütlenme faaliyeti şarttır.
|