18 Haziran 2005
Sayı: 2005/24 (24)


  Kızıl Bayrak'tan
  Devrimci güçlerin önünde Amerikan
saldırı planını bozma görevi duruyor!
  Tayyip Erdoğan’dan Suriye’ye tehdit!
  Her yer Eti her yer direniş!
  Seydişehir işçilerinin 10 Haziran Ankara eylemi
  15-16 Haziran'ın yıldönümünde DİSK’ten yürüyüş
  AB Anayasası’na hayır demek AB’ye hayır demektir!
  Eğitim-Sen tüzük değişikliğine gidiyor
  CHP’nin tarihi ABD emperyalizmine
hizmetin tarihidir
  DTCF’de faşizme geçit yok!
  Ekstra Metal işçisi saldırılara karşı direniyor!
  Dünyada 171 milyon çocuk tehlikeli
işlerde çalışıyor!
  Uluslararası sermayenin küreselleşme saldırısı içinde özelleştirmenin yeri ve önemi (Orta sayfa)
  Sendikalar sınıfsal mücadele vermek
zorunda
  F tiplerinde devrimci tutsaklara yeni saldırılar
  Pakistan işçi sınıfı mücadele tarihinde
yeni bir sayfa açtı

  Bolivyalı işçi ve emekçiler “geçici ateşkes" ilan etti

  Filistin yönetimi: “Filistinli direnişçilerin silahsızlandırılması
gündemimizde yok...”
  İranlı Araplar’ın yaşadığı Huzistan
eyaletinde gerginlik artıyor
  İLGP’den ÖSS’ye karşı basın açıklaması
  Mamak İşçi Kültür Evleri’nden coşkulu ve kitlesel piknik
  Bültenlerden/Genç İşçi
  Bültenlerden/Esenyurt
  Sözleşmeli öğretmen saldırısı; Eğitimde özelleştirmenin ön adımı
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Beyaz Saray'da Erdoğan'ın önüne “Amerikan karşıtlığıyla mücadele” planı konuldu…

Devrimci güçlerin önünde Amerikan saldırı planını bozma görevi duruyor!

Bush-Erdoğan görüşmesinin en önemli gündem başlıklarından birini, belki de birincisini Türkiye'deki Amerikan karşıtlığı oluşturmaktaydı. Öyle ki görüşme, “bozulan ilişkileri tamir odaklı” biçiminde tanımlanmaktaydı.

ABD'nin bu mesele hakkındaki tutumu, çeşitli vesilelerle ve farklı ağızlardan görüşme öncesinde de defalarca ortaya konulmuştu. ABD'nin yaklaşımı, Türkiye'de yüzde 80'leri bulan Amerikan karşıtlığının hükümetin yalpalayan ve “mevcut ilişkileri sahiplenmeyen” tavrı nedeniyle oldukça yoğunlaşmış olduğu ve eğer önlem alınmazsa bu durumun “ilişkileri sürdürülemez hale getireceği” biçimindeydi. Öyle ya, ABD'nin Ortadoğu'yu tam denetimi altına alma planı olan GOP'un model ülkesi olma payesi ile bu projeyi delme ihtimali olan dinamiklerin yoğunlaştığı bir ülke olma hali, birbirini dıştalamaktadır. Dolayısıyla Türkiye'nin egemen sınıf iktidarı eğer GOP'un model ülkesi olma konusundaki şevkini kanıtlamak istiyorsa bu dinamikleri ezmek ve ülkeyi “Amerikansever”liğin güçlü bir kalesi haline getirmek zorundadır. Bu sorun halledilmeksizin diğer alanlarda süren işbirliği ve uşaklığın herhangi bir kıymeti harbiyesi ve geleceği olamayacaktır.

AKP hükümeti ve ordu tarafından ABD'nin bu tavrına karşı verilen yanıt ise, iktidarın ABD ile ilişkilerindeki öncelik ve sadakatte herhangi bir değişim yaşanmadığı, Kuzey Irak vb. konularda yaşanan sıkıntıların ise ilişkilerin önüne geçecek kadar hayati olmadığı ve Türkiye'nin bu konulardaki “hassasiyetleri”ni ABD'nin çıkarları doğrultusunda bir tarafa itebileceği şeklindeydi. Bu tutumun lafta kalmayacağı Erdoğan'ın Beyaz Saray'a kabulü öncesinde atılan pratik adımlarla da kanıtlanmaya çalışılmıştı. Ancak bu adımlar her ne kadar Beyaz Saray'a kabul edilmek için yeterli olduysa da yeni bir balayı döneminin başlatılması için yeterli görülmeyeceği anlaşılmıştı. Çünkü ilk olarak ABD, AKP hükümetinden ilişkilerin açık ve meydan okurcasına savunulmasını, ikinci olarak bunu ilişkilere daha ileri boyutlar kazandıracak yeni adımlarla birleştirerek yapmasını talep etmekteydi. Erdoğan ve ekibini Beyaz Saray'da bekleyen sınav, işte bu talepler karşısında yeterli güvence ve güveni vermesi ve somut-girişken bir tavrın ilk örneklerini göstermesi planındaydı.

Huzura alınan AKP ve Erdoğan olunca bu sınavın özel bir boyutu daha bulunmaktaydı. Bu boyut Erdoğan ve AKP'sinin bugünkü konumunu tam anlamıyla ABD'ye borçlu olmasından kaynaklanmaktaydı. Erdoğan ve AKP'si eğer 3 Kasım seçimlerinde ordunun zılgıtını yemeden sessiz ve engelsizce yolundan yürüdüyse bu ancak, ABD'nin kendisini görülmedik bir hürmetle Beyaz Saray'da ağırlamasıyla mümkün olabilmiştir. Erdoğan bu ağırlamada henüz hapisten yeni çıkmış bir siyasal sima olarak, ABD'de Amerikan çıkarlarının keskin bir savunuculuğunu yapmış ve açık teminatlar vermişti. Ama 3 Kasım seçimleri sonrasında her ne kadar Erdoğan ve hükümeti 1 Mart tezkeresinde olduğu gibi bu yolda ellerinden geleni yapmışlarsa da yeterli başarıyı sağlayamamış ve akabinde de özelde tabanının Amerikan karşıtı duyguları karşısında bir ölçüde teslim olmuştu. Erdoğan ve ekibi bunu yaparken ellerinden geldiğince Amerikan uşaklığı pratiği ile tabanını tatmin edecek düzeyde aksi bir söylemi bir arada götürebileceğini hesaplamaktaydı.

Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Çünkü önü alınamayan bir Amerikan karşıtı halk muhalefeti eninde sonunda Amerikan çıkarlarını tehdit edebilecek bir harekete dönüşebilir, ayrıca bu yolda sermaye iktidarının elini kolunu bağlayabilirdi. ABD'nin gördüğü tehlike buydu ve bundan dolayı Erdoğan ve AKP'sini hizaya çekme ihtiyacı duydu. Şimdi de Beyaz Saray'da huzura alınan Erdoğan'a işte bu borcu hatırlatılmakta ve nankör muamelesi yapılarak, tabanı ile kendisi arasında yaşadığı sıkışmada safını açıkça kendisinden yana yapması talep edilmekte; eğer tersi bir davranış çizgisinde ısrar edilirse, bu durumda sonunun da geleceği kendisine yeterli açıklıkta hatırlatılmaktadır.

ABD yönetiminin bu tutumunu bir takım sözlerle kanıtlama gereği yoktur. Zira sadece Erdoğan'ın bu son görüşmesiyle başbakan olmadan önceki görüşmesinde gördüğü muamele arasındaki çarpıcı tezatlık (ki bu ABD yönetimi tarafından özel olarak hissettirilmiştir) bile bu bakımdan yeterince açıklayıcıdır. O dönem mahpustan yeni çıkmış bir siyasi sima olarak neredeyse kırmızı halılarla karşılanan Erdoğan'a bu kez, törensiz ve kapıdan dahi karşılanmaya gerek duyulmayacak biçimde açıkça uşak muamelesi yapılmıştır.

ABD'nin bu tutumuyla karşılaşacağının bilinciyle Erdoğan, daha ABD yolunda hesap verme ihtiyacı duymuş ve bu gerçeği veciz sözlerle ortaya koymuştur. Erdoğan'ın uçakta demeç verdiği medya mensuplarına söylediği “bizim asıl sorunumuz ana muhalefet partisinin de anti-Amerikancı olmasıdır”, “asıl anti-Amerikancı CHP'dir” biçimindeki sözleri bu bakımdan oldukça aydınlatıcıdır. CHP'nin anti-Amerikancılığı'nın ne olduğu bir yana, Erdoğan'ın bu sözlerle vermek istediği mesajın ABD'ye yönelik olduğu açıktır. Şöyle ki, Erdoğan, hükümete gelmenin yolunun ABD'den geçtiği bilinciyle, ABD'ye kendilerinden başka alternatiflerinin olmadığı mesajını göndermiş; tamam, biz hata yaptık, ama CHP de bizden farklı değildir, demek istemiştir. Böylelikle “ilişkileri tamire odaklı” görüşmede sadakat sınavını verirken elini güçlendirmeyi amaçlamıştır.

Erdoğan Bush'la görüşmesinin hemen ardından yaptığı açıklamalarda ise, bu kez hedefi değiştirerek Amerikan karşıtlığının kaynağı olarak “marjinal sağ ve sol gruplar”ı göstermiş ve hükümetin bu gruplara karşı tavrını söylemde değil uygulamada göstereceğini, çünkü sözün tepki yaratacağını söylemiştir. Amerikanın sesi hüviyetindeki Yasemin Çongar gibi kalemler, bu sözlerin ABD yönetimi tarafından “talihsizlik” olarak değerlendirildiğini bildirmektedirler. Anlaşıldığı kadarıyla Erdoğan ABD'nin bu konudaki taleplerini ya tam kapsamıyla anlamamış, ya da manevra yapayım derken bir kez daha pot kırmıştır.

Ama tüm bunlardan hareketle, gizli görüşmede ABD'nin Erdoğan'ın önüne koyduğu Amerikan karşıtlığıyla mücadele planının ana hatlarını çıkartmak da mümkün olmaktadır.

Bu planın bir boyutunu “marjinal sağ ve sol”un politik etkisini zayıflatmak amacıyla hükümetin (elbette bir bütün olarak Amerikancı cephenin) Amerikancı kimliği cepheden savunması oluşturmaktadır (ki Erdoğan'ın “tepki doğurur” diyerek kaçınmaya çalıştığı, ancak uygulamada parlak örneklerini vermeye başladığı bir boyuttur bu). Planın ikinci boyutu ise Erdoğan tarafından açıklanmış haliyle, “marjinal sağ ve sol”un “uygulama” ile, yani ezilerek etkisizleştirilmesidir. Elbette gerçek “uygulama”da, söylemde “marjinal sağ ve sol” olarak aynı kefeye konulan sol-sosyalist ve devrimci güçler ile gerici milliyetçi-dinci akımlara karşı tutum farklılaşacaktır. Örneğin bugünlerde “sağın ideologu” iddiasını taşıyan burjuva basındaki kimi kalemlerin (aslında fikri planda doğru bir yaklaşımla) Amerikan karşıtlığının sola ait bir düşünce olduğunu ve bu fikirleri taşıyan sağcıların sola kayarak kimliksizleştiklerini belirten bir takım yazılarının çoğalması, bu “uygulama” farklılığının ne olacağına şimdiden açıklık kazandırmaktadır.

Amerikan karşıtlığına karşı mücadelede Amerikan planının asıl hedefi ve “uygulama” sahası genel olarak sol olacaktır. Zira “marjinal sağ” olarak tanımlanan gerici bir takım kesimlerin Amerikan karşıtlığı esasta oldukça cılız ya da halkın Amerikan karşıtlığından nemalanma amacına bağlıdır. Zaten geleneksel olarak bu kesimler devlet kontrolünde ve güdümünde olduğu ölçüde kesin emirlerle yola getirilmeleri zor olmayacaktır. Diğer taraftan ABD planının sola yönelik “uygulaması” da kendi içerisinde çeşitlilik arzedecektir. Yani bir taraftan liberal sol akımlar, kişi ve çevrelere yönelik terbiye operasyonları yürütülürken, diğer taraftan devrimci güçlere ve mevcut siyasal konumda ısrar gösteren çevrelere karşı faşist baskı ve zorun dozu arttırılacaktır. Bu çerçevede örgütlenecek baskı ve zor, en hafifiyle söz-basın-örgütlenme ve toplantı özgürlüğünün alabildiğine daraltılmasını, daha ötesinde ise fiziki tasfiye yönünde daha saldırgan polisiye operasyonları içerecektir.

ABD uşaklığında bölgesel ölçekte yeni ve kapsamlı adımların atılacağı bir dönemde, ayrıca halkın sosyal hoşnutsuzluğunu yatıştıracak araçlardan yoksunluk koşullarında, “uygulama”nın ideolojik-politik olmaktan ziyade çıplak faşist baskı ve zor biçiminde olacağı da kesinlik kazanmaktadır. Egemenler, sadece güncel Amerikan çıkarları itibariyle değil daha genel ve stratejik çıkarlar bakımından mevcut birçok toplumsal veriye baktıklarında da buna mecbur olduklarını görmektedirler. Öyle ki, Amerikan karşıtlığı ve diğer taraftan büyümekte olan AB karşıtlığı emperyalist-kapitalist sistemin zayıf halkası durumunda olan Türkiye'nin kırılma ihtimalini her geçen gün yükseltmektedir. Emperyalizm karşıtlığının güçlü ve giderilmesi pek mümkün görünmeyen bir sosyal hoşnutsuzluk temeline dayanıyor olması, düzen açısından büyük bir risk öğesidir.

Sonuç olarak, ABD'nin Erdoğan şahsında sermaye iktidarının önüne koyduğu Amerikan karşıtlığıyla mücadele planı, devrimci güçler tarafından özenle, tarihsel bir perspektif ve misyon bilinciyle ele alınmak durumundadır. Ancak böyle yapıldığında güncel siyasal ve örgütsel görevlerin önem ve aciliyeti gereğince anlaşılabilecektir. Bizleri bekleyen acil siyasal ve örgütsel görevlerin ana eksenini, anti-emperyalist ve anti-kapitalist politik hedefler doğrultusunda işçi-emekçi hareketini kazanmak (en genel ifadesiyle işçi ve emekçileri sosyal-siyasal talepler doğrultusunda mücadeleye seferber ederek eğitmek ve bu yoldan sosyalizmi gerçek bir alternatif haline getirmek) ve bunu yaparken düzenin her türlü saldırısına karşı ihtilalci ruhu ve disiplini her açıdan hakim kılmaktır.