AB demokrasisi ‘keskin nişancı'lara emanet...
Burjuva demokrasisi gerçek yüzünü ortaya seriyor
İngiltere, Avrupa metropolleri içinde burjuva demokrasisinin en gelişmiş örneği sayılırdı. Göçmenlere nispeten ‘rahat' bir ortam sağlayan bu ülkede resmi polis silah taşımazdı. Dünyanın dört bir yanından gelen insanların yaşadığı Londra'da, kentin mozaik yapısı övünç kaynağıydı.
Bu yaygın ‘efsane' hızlı ve kolay bir şekilde çökmeye başladı. Bunun gerçekleşmesi için kentte iki defa bomba patlatılması yeterli oldu. İpleri gevşetilen ırkçı-faşist sürülerin saldırganlığı arttırması, medyanın zehrini ortalığa kusması, oluşmakta olan kirli tabloyu tamamlıyor.
İlk kurban Brezilyalı elektrik teknisyeni Charles de Menezes
7 Temmuz'da gerçekleşen ilk bombalamanın ardından ‘teröre karşı mücadele' bahanesiyle polis devleti uygulamaları hız kazandı. Buna uygun yasal düzenlemelerle bu adımlar tamamlandı.
Bu icraatların bu kadar kısa sürede, hem de açık bir katliamla başlaması karşısında ‘şoke olanlar'ın sayısı hiç de az değildi. Buna karşın yargısız infazlara başlayan Britanya polisi son derece rahat görünüyor. Katillerin rahatlığının kaynağını, İngiliz basınında çıkan bir haber gösteriyor. Financial Times gazetesinde çıkan habere göre; polis ve istihbarat yetkililerine verilen emirde, ‘şüphelinin bomba taşıması ‘ihtimali'ne karşı, başından vurulması' tavsiye ediliyor. Bu yasaya göre İngiliz polisi, öldürdüğü herkes için, ‘bomba taşıma ihtimali var' diyerek, yasal takibata uğramaktan kurtulacak.
Hem Brezilyalı genç emekçi Menezes'in yargısız infaza kurban gitmesi, hem de polis şeflerinin olaya dair pervasız açıklamaları, bu günlerde İngiltere'de bulunan tüm ‘esmer' gençlerin her an ölümle burun buruna yaşadığını gösterdi. Menezes, adresi belli olan, nerede çalıştığı bilinen, evi polis tarafından izlemeye alınan bir gençti. Katledildiği gün de evden çıktığı andan itibaren İngiliz ajanlar tarafından takip altına alınmıştı. Yani polis şefleri isteseydi, Menezes'i gözaltına alarak sorgulayabilirdi.
Cinayete şahit olan Mark Whitby anlatıyor:'Vagonda oturuyordum. Birden sesler duydum, polisin adama ‘ya çık ya yere yat' diye bağırdığını gördüm. Daha sonra polis adamı yere yatırarak 5 kez ateş etti ve adam öldü' dedi. Whitby, ‘Onu yere ittiler, üzerine çullandılar ve beş mermi boşalttılar' diyerek, infazı gözler önüne serdi.
‘Üzgünüz, ama kafadan vurmaya devam edeceğiz'!
Londra'da polisin katlettiği genç emekçinin masum olduğunun ortaya çıkmasından sonra Londra Metropolitan Polis Şefi Sir Ian Blair; ‘Bu bir trajedi, Metropolitan Polisi bu olayda tüm sorumluluğu üstleniyor. Aileye ise ancak derin üzüntülerimi sunabilirim. Ama yapılan mantıksız bir eylem değil. Polis, gerektiğinde ‘şüpheliler'i kafalarından vurabilir.' dedi
Gazetecilerin sorularını yanıtlayan polis şefi Blair, son derece soğukkanlı bir katil olduğunu ilan etti. ‘Bu gibi durumlarda polisin öldürmek amacıyla vurma yetkisine sahip olup olmadığına' ilişkin soruya polis şefi; ‘Öyle olmak zorunda. Çünkü bombaları yerleştirmiş olabileceği göğsüne ateş etmenin bir anlamı yok' yanıtını verdi. Blair, ‘Başka bir yere ateş etmenin bir anlamı yok. Çünkü eğer düşseler bile bombaları patlatabilirler. Bu uygulama, Sri Lanka dahil diğer ülkelerin tecrübelerinden alındı. Bu durumla başa çıkmanın tek yolu kafaya ateş etmektir' şeklinde yanıtladı.
İlham kaynağı siyonist katiller
Faşizan uygulamalara ağırlık vermeye başlayan İngiliz emperyalizmi, kentlerin ‘güvenliğini' sivil keskin nişancılara emanet ediyor. Resmi açıklamaya göre, sadece Londra'da 2 bin keskin nişancı dolaşacak. Bu katil sürüsü, ‘şüpheli'lerin kafalarına ateş etme yetkisini istediği gibi kullanabilecek. Londralılar, -özellikle esmer olanlar- kafalarına kurşun sıkılmasını göze alarak, son derece ‘güvenli' bir şekilde yaşamaya başlayacaklar.
Britanya polisine esin kaynağı olan, dünyanın en soğukkanlı katillerini istihdam eden İsrail kolluk kuvvetlerinden başkası değildir. İsrail ordusuna mensup keskin nişancıların, kafalarına sıktıkları tek kurşunla Filistinli çocukları katlettiği bilinmektedir. Siyonist katil sürüleri, cinayet işlemenin ‘eğlenceli' olduğunu dünya basını önünde söyleyecek kadar pervasızdır. Zira bu katiller hakkında soruşturma açılmadığı gibi, ‘kahraman' ilan ediliyorlar.
İşte İngiliz polisi de aynı yolu izliyor. Menezes'in katlinden sorumlu olan polis şefinin açıklamasındaki pervasızlığa bakıldığında, dersini iyi çalıştığı görülüyor. Artık Britanya'nın ‘güvenliği' için işlenecek cinayetlere herkes alışmak zorundadır.
Kolluk kuvvetleri yeni yetkiler istiyor
Başta Arap müslümanlar olmak üzere göçmenlerin fişlenmeye başladığı bu günlerde, düşünce ‘suçu' işleyenler de takibata alınacak. Hal böyleyken, güvenlik önlemlerinin yetersiz kaldığını öne süren Londra polisi, hükümete ültimatom vererek yetkilerinin artırılmasını istedi. Başbakan Tony Blair, Londra polis şefi Ian Blair ile acil toplanarak bu talepleri görüştü.
Londra polisinin istekleri şunlar: Yasayla 14 gün olarak belirlenen gözaltı süresi 3 aya çıkarılsın; teröristlerin birbiriyle haberleştiği belirlenen internet sitelerini kapatma yetkisi verilsin; yapılan bir baskın sırasında şüpheli bilgiler içerdiğinden kuşkulanılan bir bilgisayar ele geçirilirse, bilgisayar sahibi makinenin şifresini polise vermediği takdirde tutuklama hakkı tanınsın; telefon dinleme yetkileri genişletilsin ve kayıtların mahkemede delil olarak kabul edilmesi sağlansın; tüm şirketlerde ‘firmanın güvenliği tam anlamıyla sağlanacak' şekilde güvenlik yetkilileri konuşlandırılması zorunlu hale getirilsin; güvenliği artırıcı önlemler için özel sektöre bir kereye mahsus ek bir ‘güvenlik vergisi' getirilsin; araç plakalarını ve şüphelilerin yüzlerini net bir şekilde tespit edebilen yeni nesil kapalı devre kamera sistemleri için 90 milyon dolarlık bütçe aktarılsın; Londra'ya giriş çıkışları kontrol için özel bir ‘sınır güvenlik timi' kurulsun...
AB üzerinden demokrasi vaadeden neo-liberallerin maskesi düşüyor
Son yıllarda, Türkiye'nin AB'ye girerek demokratikleşeceği, bu sayede emekçilerin de refaha kavuşacağı iddiasına dayanan demagojilerden geçilmiyordu. İşçi ve emekçileri aldatmaya dayalı bu kampanyayı sadece sermaye sözcüleri değil, kimi sol kılıklı çevreler ile ihanetçi sendika bürokrasisi de yürütüyordu.
Bu safsatanın ikinci kısmı baştan inandırıcı değildi. Çünkü Avrupa sermayesi, bir bütün olarak işçi sınıfının ekonomik-sosyal kazanımlarını gaspetmek için azgın bir saldırı yürütüyordu. Dahası pek çok ülkede bu yönde kayda değer adımlar atabildi. Örneğin Almanya, Fransa gibi ülkelerde bile haftalık iş saatleri yeniden uzatılabildi. Yani AB sermayesi, kıta işçi sınıfının yaşam standardını bağımlı ülkelerdeki kardeşlerinin düzeyine indirmek için uğraşıyordu.
‘Demokrasi' sorununa dair demagojinin ise, düne kadar nispeten bir karşılığı vardı. Zira faşizan bir rejimin egemenliği altında yaşayan bir toplum için AB ülkelerindeki nispi kazanımlar cazip görünebiliyordu. Londra'da yaşananlar, burjuva devletin demokratik olamayacağını, herşeye rağmen katlandığı demokratik kazanımları ise, düzenin bekası için anında çöpe atacağının çarpıcı örneğidir. Yargısız infaz gerçekleştirip arkasında duran bir rejim ne kadar demokratik olabilir ki'
Bu olaylar, demokratik-sosyal hakları kazanmanın da, onları düzenin saldırılarına karşı korumanın da sınıf mücadelesinden geçtiğini yeniden teyit etmiştir.
|