10 Aralık 2005 Sayı: 2005/48 (48)

  Kızıl Bayrak'tan
  17 Aralık Ankara eylemi üzerine
  BDSP'nin açıklaması; 17 Aralık'ta Ankara'ya, mücadele alanlarına!
  İnsanca yaşanacak ücret talebi ve sermayenin vergi politikaları
  Şemdinli protestoları sürüyor
Sendikalar Yasası değişiyor; Sendikal örgütlenme önündeki tüm engeller kaldırılsın!
Kadın ve çocuğa yönelik şiddete karşı genelge ve devletin ikiyüzlülüğü
  Kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin çıkmazı ve gerçek çözüm
  "Türk aydınları"ndan Türk milletine bildiri ve ötesi...
  Türk Metal 12. Genel Kurulu; Faşist-ırkçı güruh yeniden yönetimde
  Sigorta hakkının kullanımı, ihlaller ve ihlale karşı mücadele
  İşçi kurultayı hazırlık çalışmaarından
  Eski çöplük mahallesi halkı barınma hakkı için mücadeleyi sürdürüyor
  Ümraniye işçi kurultayı hazırlık komitesi; "Sınıfın devrimci temellerde birliğini hedefliyoruz"
  Milli Güvenlik Siyaset Belgesi üzerine/3 İran ve Suriye konusunda Amerikancı politika
  Burjuvazisin ideolojik saldırısı ve sınıf devrimcilerinin görevleri / Haluk Gerger
  İşkence uçakları skandalının üstü örtülemiyor
  Felluce'de işgal ordusuna ağır darbe
  ABD emperyalizmi bir yalan imparatorluğudur
  General Motors iflasın eşiğinde; Fatura yine işçilere kesilecek
  Bu dünyada "siyah" olmak!
  "Üst-kimlik", "alt-kimlik" ve ötesi... /Sosyalist-Şoreşger
  Picasso ve burjuva ikiyüzlülüğü!
  Gençlik mücadelesi ve etkinliklerinden
  Suriye abluka altında
  2006'ya doğru / E. Yıldızoğlu
  19 Aralık katliamını unutmadık, unutturmayacağız!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Milli Güvenlik Siyaset Belgesi üzerine.../3

İran ve Suriye konusunda Amerikancı politika

H. Fırat

(Yakın günlerde verilmiş bir konferansın kayıtlarıdır...)

Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne ilişkin haberi düzenleyen gazeteci Balbay belgede komşu ülkelere ilişkin olarak ortaya konulanları şöyle sunuyor:Cumhuriyet’in tümünü ele geçirdiği MGSB’de çevre ülkelerle ciddi sorunlar çıkması halinde bunun çözüm yollarına ilişkin net ifadeler yeraldı. Türkiye’nin bu ülkelerle bugünkü ilişkilerini zedelememek için bu bölümleri aktarmayacağız.” Sorunlar çıktığı takdirde çözüm yolları ile ilgili “net ifadeler”, yani savaşa dair ifadeler! Suriye ve İran’la ilgili Amerikan savaşlarına Türkiye katılabilir durum bunu gerektirirse eğer, demek oluyor bu herhalde. Mustafa Balbay’ın “Türkiye’nin bu ülkelerle bugünkü ilişkilerini zedelememek için bu bölümleri aktarmayacağız”, demesinin başkaca ne anlamı olabilir?

Bu gerçekte fazlasıyla önemli bir nokta. Büyük Ortadoğu Projesi’nde “ABD ile birlikte davranmak stratejik çıkarımızadır” dedikleri bir noktada, ABD’nin de bu aynı BOP politikasını savaş serisiyle uyguladığı bir gerçek olduğuna göre, tabii ki yeri geldiğinde savaşın içinde yeralmak durumunda kalacaklardır. Kazaya uğrayıp Irak savaşında yeralmadılar, faturasını aşağılanma ve Kürt devleti ile ödediler, hala da bunun acısını duyuyorlar. Yaşadıklarından çıkarılmış derslerin ışığında bakıyorlar ABD ile bundan sonraki ilişkilerine, öyle anlaşılıyor.

“Belgede, İran ve Irak’taki gelişmeler de ayrı maddeler olarak yeralıyor. İran’ın rejiminin Türkiye’den farklılığına dikkat çekiliyor, buna rağmen iki ülke ilişkilerinin iyi komşuluk çerçevesinde sürdürüleceği belirtiliyor. Bu ilişkilerde içişlerine karışmamaya özel bir vurgu yapılıyor.”

Bunlar fazlaca anlamı olmayan genel sözler. Dahası işin aldatıcı, yanıltmaya yönelik yanı bu sözlerden yansıyan. Sorunun asıl gerçek ve kritik yönü daha önce aktardığım cümlelerde yansıyor.

Bunun bir Yunanistan boyutu da var kuşkusuz. Türk burjuvazisi, Amerikan emperyalizminin kölesi de olsa, kendi dolaysız egemenlik alanında sorunlar çıktığı durumlarda politikasında ABD ile şu veya bu ölçüde farklılaşabiliyor. Yıllardır buna yeri geldikçe dikkat çekiyoruz (Bağımsızlık ve Devrim kitabında buna ilişkin bazı yararlı açıklamalar var). Kıbrıs ve Kürt meselelerindeki farklılık buradan geliyor, örneğin. Kıbrıs, Türk burjuvazisi için tarihsel bir etki alanı, önemli bir stratejik ada. Kendisini siyasi ve askeri açıdan güçlendiren bu mevziyi doğal olarak kolay kolay terketmek istemiyor. Sonuçta bugün bu alanda önemli tavizler verecek bir noktaya gelmiş olması ayrı bir sorun, fakat uzun yıllar boyunca bunun çok önemli bir “milli politika” sorunu olageldiğini biliyoruz. Emperyalizme aşırı bağımlılık sonuçta bir biçimde bu denli hassas bir meselede de etkisini gösteriyor. Burjuvazinin bir kesimi, özellikle de ekonomik ve mali açıdan en etkin kesimi, artık Kıbrıs’ta ciddi tavizler verilmesini istiyor. Ama öteki bir kesim ile devletin hakim kurumları direniyor ve sonuçta hiç değilse halihazırda hala ağır basabiliyor. Nitekim son biçimiyle Milli Siyaset Belgesi’nin hala Kıbrıs sorununda belirgin bir hassasiyet sergilemesi bunu gösteriyor.

Yunanistan ile olan çeşitli türden sorunlar, Kıbrıs sorunu, Kürt sorunu vb., Türk burjuvazisinin gerektiğinde efendisi ABD ile belli bakımlardan çelişebildiği, sorunlu hale gelebildiği alanlar. Bu çerçevede Milli Siyaset Belgesi’nde komşu ülkelerle ilişkilerden ve sorunlardan sözedilirken elbette bunun içinde Yunanistan da var. Yunanistan kara sularını 6 mil ilan ederse, bu savaş nedeni olacaktır diye var. Bu tespit ve tutum eskiden beri var. Avrupa Birliği ve ABD bunu kaldırmak için sistemli biçimde ve belirgin bir işbirliği ile uğraşıyorlar. Meclis Başkanı Bülent Arınç bir ara AKP payına buna sözcülük de etmeye çalıştı, birkaç kez demeç verdi; “Casus Belli” hükmünün (“savaş nedeni” demek oluyor) yasal bir temeli yok, zira Meclis’in geçmişten bugüne bu yönde bir kararı yok, bu nedenle mevcut meclis bu hükmü geçersiz ilan etmelidir, dedi. Bunu ABD ve Avrupalı emperyalistlerin AKP üzerinden bu soruna müdahalesi olarak algılayabiliriz. Zira her ne kadar Türkiye ve Yunanistan ilişkilerindeki sorunlar her zaman emperyalistlerin bu iki ülke üzerinde daha sıkı bir denetim kurmalarını kolaylaştırmışsa da, yine de aralarında savaş nedeni olabilecek bir potansiyel gerginliğin varlığı çok da işlerine gelmez. Hele de AB için ve Yunanistan AB üyesi konumundayken, yani bu ülke resmen AB sınırları içindeyken.

Fakat yansıyan bilgilere bakılırsa sermaye iktidarı bu sorunu, karasularının 12 mile çıkarılmasını, Milli Siyaset Belgesi üzerinden önemli bir “milli dava” olarak tanımlamayı sürdürüyor. Bunun bir mantığı da var kuşkusuz. Bütün Ege şeridinde yakın mesafeden bir dizi Yunan adasının dizili olduğunu düşünürseniz, bu aşırı hassasiyetin nereden geldiğini anlayabilirsiniz. Nitekim ilgili haber özetlemesinde bu nispeten genişçe böyle de sunuluyor: “Ege Denizi, Türkiye’nin güvenliği ve ekonomisi açısından çok önemlidir. Yunanistan’ın 6 mil olan karasularını arttırma girişimleri kabul edilemez. Bunun savaş sebebi olduğu yönündeki caydırıcılığımızı korumamız gerekir. Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki adacık ve kayalıklarda fiili durumlar yaratmasına izin verilmemelidir...”

Yunanistan’a ve kardeş Yunan halkına karşı kine varan bir düşmanlık Türkiye’nin 80 yıllık “milli siyaseti”, yani cumhuriyetin kuruluşundan beri bu böyle. 50 yıl boyunca NATO’da ve aynı emperyalist blokun hizmetinde birarada bulunmak, birlikte NATO’nun Güneydoğu kanadını oluşturmak bile bu sorunun çözümüne, düşmanlık ilişkilerinin hiç değilse o ikiyüzlü burjuva diplomasi dilinin ifadesiyle “iyi komşuluk ilişkileri” haline gelmesine yetmedi. Son yılların AB sürecinde ilişkiler bir parça yumuşamış gibi görünüyordu; bu biraz da Yunanistan’ın sorunları AB süreci üzerinden çözebileceği umudu ve öte yandan aynı süreçten dolayı Türk burjuvazisinin belli konularda tavizkar görünmesi nedeniyle olanaklı olabildi. Fakat sorunların çözülmüş olması bir yana alt alta nasıl süregittiğinin en kestirme kanıtı bizzat Milli Siyaset Belgesi’nin kendisidir. Belgede komşu ülkelerle ilişkiler kapsamında Yunanistan’la tarihsel husumetin yeralması bu çerçevede şaşırtıcı da değildir. Fakat sorunun bu yönü zaten iyi bilinmektedir ve bunun belgenin yeni biçiminde yeralmayı sürdürmesinin ifade uygunsa haber değeri de yoktur. Haber değeri olmadığı ölçüde, yani işin bu cephesinde yeni bir durum olmadığı içindir ki, gazeteci Balbay da buna haber özetlemesinde genişçe ve sakınmasız olarak yer veriyor.

Demek ki bu durumda sakınılan, yani ilişkileri bozacağı kaygısıyla gizlenen bölümler öteki komşuları, daha somut olarak da Suriye ve İran’ı ilgilendiriyor. Okuduğum parçada Yunanistan’a ilişkin “caydırıcı” savaş tehditi zaten açıkça yeraldığına göre bunun böyle olduğuna kuşku duyamayız. Kaldı ki konuya ilişkin olarak daha önce özellikle Amerikancı çizgideki basın organlarında çıkmış haberler bu konuda bir tereddüt de bırakmıyor. Amerikancı çizgideki basın bu tutumu gizlemek bir yana kamuoyu oluşturmak amacıyla özellikle öne çıkarıyor, “millici” ve ABD’nin Ortadoğu macerasına muhalif bir gazete olarak Cumhuriyet’in bundan sakınması ise anlaşılabilir bir şey.

 Özetle bizim için önemli olan ve haber değeri bulunan “milli siyaset” tespitleri İran ve Suriye politikalarına, bu çerçevede Amerikan emperyalizminin hizmetinde girilebilecek muhtemel yeni maceralara ilişkin olanları.

ABD İran’a savaş açar mı ya da Suriye’ye yönelik halihazırdaki uluslararası operasyonu askeri biçimlere vardırır mı? ABD’nin buna cesaret edip edemeyeceği fazlasıyla tartışmalı. Zira ABD Irak macerasından fena bir ders almış durumda. Ona yeni bir Vietnam sendromu yaşatan bu ders olmasaydı yeni savaşlar şimdi çoktan gündeme gelmiş olurdu. Hedefteki ülkelerin ise İran ve Suriye olduğunu biliyoruz. ABD’nin bu ülkelere yönelik olarak yeni savaş maceralarına girişip girişmeyeceği halen tartışmalı olmakla birlikte, girişmesi durumunda Türk devletinin bunun içinde bir biçimde yeralacağının ciddi belirtilerini öteki şeyler yanında bize bizzat Milli Siyaset Belgesi bildiriyor.

İran’ı Amerikan ağzıyla ve en üst seviyeden “nükleer tehdit” ilan edip durmaları, ABD’nin son aylarda Suriye’ye uyguladığı kuşatmanın gönüllü militanları olarak hareket etmeleri bundan dolayıdır. Sermaye iktidarının bu konudaki tutumu fazlasıyla ikiyüzlü ve düzenbazca. Abdullah Gül ikide bir apar topar Şam’a gidiyor. Bununla ilkin dost görünenlerin ağzından Suriye hükümetine Amerikan tehditleri iletilmiş oluyor. Öte yandan yarınki suç ortaklığına bugünden hazırlık yapılıyor. Bununla yarın; zamanında gittik, anlattık ve uyardık, bütün olanakları kullanarak doğru tutuma ikna etmeye, uluslararası camiayı dikkate almaya çağırdık, ama dinletemedik, bu durumda olanlar katlanacaklardır ve biz de Türkiye olarak bu konuda uluslararası camia ile birlikte hareket etmek durumundayız, diyebilmek için... Yani günü geldiğinde Türkiye ve bölge halkları karşısında ABD askeri olarak hareket edebilmeyi bir nebze olsun mazur gösterebilmenin koşulları bugünden yaratılmaya çalışılıyor. Irak krizinde bunu gereğince yapamadık, kendimizi kamuoyuna anlatamadık, bu savaşa girmemizi zora soktu ve sonuçta zor durumda kaldık diye düşündüklerine göre, bundan böyle bunun dersleriyle hareket edeceklerdir ve nitekim öyle de yapıyorlar. Bütün bunlarla savaşı istediklerini söylemek istemiyorum, tersine bu çabalarla Amerikan iradesini sözkonusu ülkelere dayatarak olanaklıysa savaşa gerek kalmaksızın sorun bir sonuca bağlansın istiyorlar. Bu hummalı çabalar biraz da bunun için kuşkusuz. Fakat sonuçta kendi istek ve iradelerinin değil ABD tercihlerinin belirleyici olacağını da iyi bildikleri için, gerçekte korktukları ihtimale de bugünden hazırlık yapıyorlar.

Bu çerçevede bugün Türkiye’yi burjuvazi adına yönetenlerin kaderi Amerika’nın tercihlerine bağlı. Ve Amerika’nın tercihleri ise bölge halklarının direniş kapasitesine, daha somut olarak da Irak’taki direnişin seyrine bağlı. Amerika, Irak macerasına rağmen cesaret eder de İran’a savaş açarsa, Türkiye’nin işbirlikçi takımı bu savaşta bir biçimde yeralacaktır, ki bizi de burada sorunun bu yönü ilgilendirmektedir. Kuşkusuz buna bir dizi başka bahane de bulmaya çalışacaklardır. Yılların “molla rejimi” karşıtlığına dayalı yalan propagandası bunun için zaten peşinen bir olanak. Nitekim Belge’de iç ilişkilerine karışmamaya özellikle vurgu yapıyorlar. Türk kontr-gerillasının cinayetine kurban gittiklerine dair çok ciddi belirtiler bulunan bir dizi aydın cinayetinin hep de İran’ın üzerine yıkılması zaten Amerikancı politikanın bir izdüşümüydü. Günü geldiğinde, ihtiyaç doğduğunda bunlar hep ABD hizmetinde İran’a karşı saf tutup cephe açmanın malzemesi olarak ısıtılıp yeniden kullanılacak. Bütün bunlar “İran iç işlerimize karışıyor”, “irticayı kışkırtıyor”un malzemesi olacak. Bunlarla Amerika’nın hizmetinde İran’a karşı savaşa katılmanın atmosferi yaratılmaya çalışılacak. Buna bir de İran’ın komşuları için bir “nükleer tehdit” oluşturduğu, “1000-1300 kilometre menzilli Şahap 3 füzeleri”nin Türkiye’yi vurabildiği söylemlerini ekleyiniz. Nitekim başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere üst düzey yetkililer bunu olur olmaz yineleyip duruyorlar, bu konuda tamı tamına Amerikan ağzıyla konuşuyorlar son zamanlarda.

Bütün bunlarla İran’la savaşmak hevesinde olduklarını söylemek istemediğimi yineliyorum. Tersine bunu hiç arzu etmiyorlar, Amerika Irak’ta biraz daha sıkıntıya girse de böyle bir şeye gerek kalmasa diye düşündüklerini bile düşünebiliriz. Ama, Amerika gündeme getirirse ve biz de dışında kalırsak bu kez tümden mahvoluruz diye bakıyorlar olaya. Yoksa Kasr-ı Şirin Antlaşması’ndan beri, neredeyse 400 yıl demek oluyor bu, hiçbir sorun yaşamadıkları bir ülke İran. Elbette durduk yere bu ülkeyle savaşmak akıl kârı değil.

Sorunun özü bu kez efendi güçten, Amerika’dan ayrı düşmemek. Düşünce, bundan çok zararlı çıkacağına inanmanın getirdiği bir mesele. Bu doğru anlaşılmalı. Kaldı ki, İran’la, Suriye ile savaşması, Türk devletinin Kürt politikasını zora soktuğu için, ayrıca çıkarlarına değil. Tersinden ise İran, Suriye ile birlikte, Kürt sorunu üzerinden ve bizzat ABD-İsrail himayesinde gelişen tatsız süreçlere karşı kendileri için doğal birer müttefik de. İran’a bir Amerikan müdahalesi İran’ı bölebilir de. İran’ın bir tarafı Azerbaycan, bir tarafı Kürdistan, öte yanda Doğu bölgelerinde yakından tanımadığımız başka halklar var... Büyük bir halklar mozaiği İran aslında. Egemen ulus olarak Farslar bu ülkede gerçekte azınlıkta ve bu tarihsel olarak da böyle. Amerika İran’a savaş ilan ederse, kesinlikle onu bölmek ister, Azeri bölgesini Azerbaycan’la birleştirerek büyük Azerbaycan ister. Doğu Kürdistan’ı şimdilik Güney Kürdistan’la birleştirek yarının büyük Kürdistan’ına yeni bir adım atmak ister. Amerika’nın kazanacağı savaşın sonucu da bu olur. Kaldı ki Irak’ta halen kazanamadığı savaşın kendiliğinden sonucu da buna benzer olacak gibi görünüyor.

Ama İran’da yeni bir Kürdistan, Doğu ve Güney Kürdistan’ın birleşmesini kolaylaştıracak gelişmeler, Türkiye’deki Kürt sorununun tüm dizginlerinden boşalması ve bu arada Güney’deki feodal-burjuva Kürt liderliğinin büyük Kürdistan’a yönelik heveslerinin yeni bir ivme kazanması demek. Bu da Türkiye’yi yöneten Amerikancı işbirlikçi takımı için bir başka büyük açmaz anlamına geliyor. Dolayısıyla, normalde İran ya da Suriye’ye karşı bir savaşı istemezler. Sadece, ipleri öylesine Amerika’nın elinde ki, Amerika neticede bunu gündeme getirirse biz bunun dışında kalamayız diye bakıyorlar, sorun bu. Demirel Irak’a müdahaleye karşıydı aslında. Ama belli ki ABD bunu yapacak, biz bunun dışında kalmayalım, yoksa bize bunu fena ödetir Amerika diyordu. Herşey bir yana, zamanında kendisine 12 Mart’ta ödetmiş, bunu biliyor. Kıbrıs müdahalesini izleyen silah ambargosu ile ödetmiş, bunu biliyor, dolayısıyla öz deneyimleriyle konuşuyor. “Çok kindar bir ülkedir” diyor ABD için, boşuna değil.

60 yıllık bağımlılığın getirdiği bir mecburiyet olarak kavramak gerekir bunu. ABD’den ayrı düştük mü kaybederiz diyorlar. Ben diyorum ki, yanına düştüklerinde gene kaybedecekler. Herşey bir yana, bir tek Kürt sorunu üzerinden bile bu kendileri için mukadder bir sonuç. Bu, bölgede Amerikan taşeronluğuna soyunan Amerikancı düzenin büyük açmazı.

Aslında burjuvazinin bir kesimi, elbette has Amerikancı kesimi, Kürt sorunundan gelen bu açmazın bilincinde olarak farklı bir politikanın daha doğru olduğunu gitgide daha çok düşünüyor. Bunlar Kürtler’i hasım ve sorun olarak görmek yerine müttefik ve olanak olarak ele almanın gelinen yerde daha doğru olacağını savunuyorlar. Mahir Kaynak gibi eski bir MİT görevlisi daha yıllar öncesinden Kürtler ABD-İsrail-Türkiye ittifakının dördüncü ayağı olabilirler diye görüşler dile getirmişti. Başta Cengiz Çandar olmak üzere tüm sicilli Amerikancılar basında bunun sürekli olarak propagandasını yapıp duruyorlar. Zamanında Özal da bu politikayı savunuyordu. Kürdistan ayrılsa da birleşse de bizim müttefiğimizdir ve iktisadi etki alanımız olarak kalabilir, biz niye kendimize dert ediyoruz; Ortadoğu’nun değişen siyasal coğrafyasında Kürtler bize düşman değil müttefiktir, diyor böyleleri. Böyle bir kanat var düzenin kendi bünyesinde. Aslında ABD’nin dolaysız bir uzantısı olarak TÜSİAD’ın destek verdiği eğilim de bu. Ama TÜSİAD ekonomide çok etkin olsa da, sömürü ve yağmayı ilgilendiren ekonomik ve mali politikalar sözkonusu olduğunda, onun istek ve tercihleri çoğu durumda aynen uygulansa da, iş “milli politika” alanına gelince, bu düzenin devlet aygıtı üzerinden geleneksel bekçileri var ve onlar yeri geldiğinde, hele de sorun Kürt sorunu olduğunda, TÜSİAD’ın eğilimlerine de kendilerine göre gem vurabiliyorlar. ‘90’lı yıllarda Kürt sorunu üzerinden gördük bunu. Bunu halen AB ve Kıbrıs üzerinden gösterilen direnişte de görüyoruz. Sömürü ve soygun politikaları ya da toplumsal muhalefetin dizginlenip ezilmesi değil de “milli dava” konusu sorunlar sözkonusu olduğunda (Kıbrıs, Kürt sorun vb, bu kapsamdadır) devletin bazı zirvelerini tutanlar basitçe TÜSİAD askeri konumunda değiller. Ordu yalnızca bir sınıfsal baskı aygıtı olarak değil fakat dolaysız bir sermaye gücü olarak de tekelci sermayenin bir parçası. Tekelci sermaye ile organik ilişkileri çok güçlü. Kaldı ki kendileri de artık en büyük sermaye grupları sıralamasının ilk üç kademesinde yeralacak kadar sermayedar. Eskiden Koç, Sabancı ve Eczacıbaşı derdik, şimdi Koç, Sabancı ve OYAK dememiz gerekiyor artık. Ayrıca şirket ve banka yönetim kurullarına koyarak emekli generalleri dolgun ücretlerle hizmete bağlamak tekelci burjuvazinin geleneksel bir uygulaması ve bu orduyu dolaysız olarak kontrol etmenin bir başka kurumsallaşmış mekanizması. Bütün bunlar yeterince açık. Ama gene de, “milli dava”ları ilgilendiren politikalar sözkonusu olduğunda, ordu ve onunla birlikte devletin zirvesini tutan bazı başka güçler, ben sizin çıkarlarınızı sizden daha iyi bilir ve kollarım diyen bir tavırla hareket edebiliyor tekelci burjuvazinin karşısında.

Ve ordu, hiç değilse onun ağırlıklı kanadı, tüm Amerikancı ruhuna rağmen, halen Amerika’nın alttan alta Türk burjuvazisine empoze ettiği yeni Kürt politikasına direniyor. Bunu tehlikeli sonuçlar doğuracak büyük bir belirsizliğe kapı aralamak olarak görüyor. Haksız da sayılmaz; zira Güney Kürdistan üzerinden Kürtler’i bölgede yeni müttefik olarak tanımak, beraberinde onları ulus olarak kabullenmeyi ve bu çerçevede müttefik Kürtler’in asıl büyük bölümünü oluşturan kendi Kürtleri’nin temel ulusal haklarını gündeme getirecektir. Bu kapının aralanması durumunda işlerin nerede duracağının bilinemeyeceğinden duyulan belirgin bir korku var. Peki, bu direniş gösterirken ABD ile ilişkiler konusunda karşı politikaları ne? Direniş gösterdikleri kanatla tamı tamına aynı. Hatta daha da fazlası. İncirlik’le ilgili yeni gizli anlaşmalara ilk destek ve onayın bizzat ordudan gelmesi boşuna değil. Kaderimizi ABD’ye bağlar, daha çok Amerikancı çizgide davranırsak, böylece etki ve inisiyatif kazanır, istenmeyen gelişmelerin önünün daha kolay alırız diye düşünüyorlar. Elbette tümüyle yanılıyorlar. ABD hizmetinde İran ve Suriye’ye karşı girişecekleri maceralar, ya da kendileri doğrudan katılmasalar bile ABD maceralarına verecekleri destek, dönüp Kürt sorunu üzerinden kendilerini vuracaktır. Zira, yineliyorum, ABD’nin İran ve Suriye’ye yönelik müdahalesi, hele de bunda elde edebileceği her başarı, Kürt sorununu bölge düzeyinde gitgide daha çok ön plana çıkaracaktır. BOP üzerinden Amerikan emperyalizminin yeni Ortadoğu macerasına bu denli angaje olmak, nereden bakarsanız bakın, Türk burjuvazisi hesabına büyük bir macera demektir. Ama bunun akılsızlığın ya da dizginlenemeyen heveslerin değil fakat aşırı bağımlılığın getirdiği büyük bir açmazın ürünü olduğunu da akıl tutmak durumundayız.

(Devam edecek...)

------------------------------------------------------------------------------------------

Komşular da risk!

Hürriyet, basına yansıması olay olan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde (MGSB) Yunanistan dışında Türkiye’nin komşu ülkeleri ve diğer bölgesel sorunlarla yapılan değerlendirmelerin de ayrıntısına ulaştı. Türkiye’ye komşu ülkelerle ilgili bölümde en ayrıntılı değerlendirme, Irak ve İran konusunda yapıldı. Irak’ın toprak ve siyasi birliğinin korunmasının tüm bölge ülkeleri için önemine değinilirken, Irak’ta uzun vadede bağımsız bir Kürdistan devleti kurulması yönünde atılacak adımların, beraberinde ciddi tehlikeleri getireceğine işaret edildi.

Nükleer faaliyet

Aynı şekilde İran’ın nükleer faaliyetlerinin insani amaç dışında ilerlemesinin de bir tehdit unsuru olduğu vurgulanırken, bunun ileride bölgeye yeni bir müdahale ortamı yaratmasından endişe edildiği vurgulandı. Bundan dolayı belgede, ‘Her iki ülkenin Türkiye için belirsizlik ve risk yarattığı’ belirtildi.

‘ŞAHAP’lar tehdit

MGSB’de İran’ın yeni ürettiği 1000-1300 kilometre menzilli Şahap 3 füzelerine de dikkat çekildi. İran’ın Şahap 4 ve Şahap 5 çalışmaları yaptığına ilişkin değişik ülke istihbarat birimlerinin duyumlar aldığına işaret edildi.

Suriye izleniyor

Suriye’deki gelişmelerin de mercek altına alındığı belgede, Kafkaslar’ın bölgedeki doğal kaynak zenginliklerinin transferinde stratejik önemine değinildi. Bölgede huzur ve istikrar yaratılmasının şart olduğu belirtildi.

Kıbrıs 1. sırada

Belgede Kıbrıs’ta her iki tarafın üzerinde mutabık kalıp kabul edebileceği adil, kalıcı ve yaşayabilir bir çözümün sağlanmasının önemi vurgulanırken, Ada’nın Türkiye’nin güvenliği için ‘birinci derecede’ önem taşıdığı vurgulandı. Buradaki haklardan kesinlikle vazgeçilemeyeceği kaydedildi. (Hürriyet/5 Kasım 2005)