06 Ekim 2006 Sayı: 2006/39 (39)
  Kızıl Bayrak'tan
   Düzen ordusunun dizginleri ele almaya
yönelik çıkışları
  Türkiye'nin gerçek anayasası ya da
kontrgerilla devleti gerçeği!
  Egemenlerin utanç verici Amerikancılık
yarışı
  Erdoğan'ın ABD ziyaretinden yansıyanlar
  PKK'nin yeni ateşkes süreci ve ötesi
Üniversitelerde sertleşen süreç ve
büyüyen tepki
Kadın emeğinin istihdama katılımı
çalışmaları ve kapitalist düzen gerçeği
Yasaların dili ve
sendikaların tututumu/ Yüksel Akkaya
Darbe şakşakçıları vazife başında!
 Gelişen saldırıları göğüslemek için
Devrimci birleşik mücadelenin artan
önemi / Orta sayfa
  Ulucanlar anmalarından
  Emekli-Sen Kartal Şube Başkanı Emir
Babakuş'la 7 Ekim mitingi üzerine
konuştuk
  Ders din kültürü ve ahlak bilgisi... Konu
Kneipp kürü!
  Türkiye Sosyal Forumu
etkinliklerinden
  Genel-İş Sendikası işyeri temsilcisi Göker
Şahin ile sınıf hareketinin durumu ve İstanbul İşçi Kurultayı’nı konuştuk
  Gürcistan: NATO-Rusya çekişme arenası
  Ortadoğu'da savaş cephesini genişletme
tehditleri!
  Meksika'da öğretmenlerin grevi sürüyor
  Brezilyaída başkanlık seçimleri ikinci
tura kaldı.
  Sorgulanan Doğu
  ESP ile dayanışma eylemlerinden
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Sorgulanan Doğu

Abu Şehmuz Demir

Ortadoğu ne şekle girerse girsin, Batı'nın incelikli mağrur kibrinden ABD ve İsrail'in en kaba saldırganlığına kadar, çeşitli biçimler altında Doğu insanını küçümseme, varlığına el koyma ve yaşamını ipotek altına alma hareketi Ortaçağ'dan bu yana hep ters tepmiştir. 1800'lerde Napolyon'un Doğu'ya başlattığı sömürge seferinin istenen sonucu alamayıp başarısızlığa uğraması ve böylece Batılılar'ın birbirine girmesinde dönüm noktası oluşturması gibi, 21.yüzyılda da Doğu emperyalist güçlerin kanlı kavgalı bir savaş iklimine doğru çekiliyor. Yani ABD, Suriye ve İran gibi devletlere (birkaç hava saldırısı hariç) savaş açtığı zaman, Napolyon'un Mısır'a saldırıp İngiltere ve diğer sömürgeci güçlerle girdiği sürecin bir benzerinin yaşanmayacağını kim garanti edebilir. Çünkü açgözlü Batı devletlerinin hiçbiri de beni buralar ilgilendirmez, neyime lazım diyemez. Tersine, Doğu'nun bağrında barındırdığı fosil kaynaklar ve Doğu'nun politik açıdan önemi, bugüne kadar herkesin geleceğini derinden etkilediği gibi bundan böyle de etkilemeye devam edecektir.

ABD-İngiltere emperyalist bloku, Afganistan'dan sonra Irak'a yönelik olarak başlattıkları açık işgalle kapitalist sistemlerinin 21. yüzyılda karşılaştığı sorunlara bir çözüm bulabilmek peşindeler. Daha da önemlisi, ABD'nin 21. yüzyılda dünyanın egemen gücü olarak ayakta kalabilmek hesabı ve hedefiyle Asya'nın geniş yataklarına çullanmasıdır.

Onları bu işgal hareketlerine yönlendiren dürtünün bir diğer ayağı da kapitalist-emperyalist sistem ile dünya halkları arasında gitgide büyüyen çelişki ve çatışmadır. Ancak her dönem olduğu gibi, emperyalist güç merkezleri arasındaki hegemonya kavgası çatışma ile uzlaşma arasında kol kola yürüse de temelde çıkar kavgaları devam ediyor. Yani irili ufaklı herkes kendi cephesinden siyasal ve sınıfsal savaşlara hazırlanıyor.

Batı sömürge merkezlerinin ortaçağdan bu yana seferler düzenleyip leş kargaları gibi her defasında bölgeye dalışları, bölgenin temel önemde bir tarihsel özelliğidir. Doğu'nun bu özelliği, onun yataklarında kara altının (petrolün) bulunması nedeniyle, Batı merkezlerinde, iki yüzyıla yakındır birbirleri arasında Doğu'nun geleceği ve denetimi hep tartışma ve çekişme sahası olmuştur. Yani dünya siyasetinin dengeleri dün olduğu gibi bugün de Ortadoğu merkezli şekilleniyor ve emperyalist merkezler dış politikalarını ona göre ayarlıyorlar. Bin yılı aşkındır bölgenin emek, birikim ve yeraltı (altın, maden, petrol vs.) zenginliklerine sahip olmaya çalışan Batı merkezleri, geçmişte olduğu gibi, 21. yüzyılın bölgeye yönelik seferlerini de din eksenine çekmeleri ve ilişkilendirmeye çalışmaları saçmalığın ta kendisidir. Emperyalist işgal siyasetinin ön plana çıkardığı ve tüm İslam coğrafyasını da içerisine alan Doğu'nun işgali, öte yandan siyasal İslamı eksenine alması, kapitalist-emperyalist siyasetin yarım asırdır bir ürünü olup, kalıcı değil geçicidir.

Ortadoğu merkezli gelişen bu siyaset içerisinde de Doğu insanı yönünü arıyor. Yönünü arayan Doğu insanı üç başlı mızrak misali şekilleniyor. Bunun biri anti-emperyalist olduğunu iddia eden siyasal İslamcı hareketler, ötekisi bölge gerici rejimleri ve müttefikleri, diğeri ise sınıfsal ve toplumsal kavganın ateşini yakmaya çalışan bölge ilerici-devrimci güçleridir. Bu gerici güçler ile bölge ilerici güçleri arasında, tarihe ve sürece yön verecek kanlı kavgalı hesaplaşma da süreç içerisinde şekillenecektir.

Ortaçağ'dan bu yana Vatikan Cizvit'i ekseninde Doğu'ya yönelik çapulcu seferleri, salt “Kudüs'ü kurtarma” (böyle bir şeyin aslı astarı yok, tersine her şey politik amaçlıydı) bahanesi altında sürdürdükleri işgal hareketleri, bugüne kadar Doğu'nun sorgulanmasına neden olmuştur.

Batı emperyalist merkezlerinin Doğu'ya bu bakış açıları, bölgeye politik önem ve saygınlık kazandırmasının yanı sıra, terkilerine aldıkları bölge rejimleri ve gerici güçleri ile birlikte, bölgenin mazlum halklarına yönelik yarım asırdır sürdürdükleri vahşi saldırılarının da nedenidir. İsrail-Lübnan savaşından bu yana dünya diplomasinin Ortadoğu'yu sorgulayan trafiği ve Lübnan'a gönderilen BM denetimindeki çok uluslu “mülayim” NATO orduları ve İran'a yönelik yaptırımların tartışması çerçevesinde bölge sorgulanıyor.

Burada bir parantez açarak tekrar konuya döneceğiz ve bunu başka bir yazıda ele alacağız. (BM'nin 1701'nolu kararını NATO kararı olarak algılarsak, NATO'nun 1996'dan sonra Ortadoğu'ya yerleşme konsepti gerçekleşmiş oluyor. İsrail'in bekasını korumak ve Lübnan Hizbullah'ının kontrol altına alınması için gönderilen çok uluslu NATO orduları bölge dengeleri bazında tatmin edici değil. Adil ve tatmin edici olmadığı gibi, süreç içinde İsrail-Lübnan (Hizbullah) çatışmasının yanı sıra Lübnan iç çatışma sürecine girerse şaşmamak gerekiyor. Bu da salt Hizbullah'la sınırlı kalmaz).

Şu an için emperyalist merkezlere kulluk etmeye yanaşmayan veya onların dayatmalarına evet anlamında kafa sallamayan İran, Suriye, Lübnan (Hizbullah) ve Filistin'e (Hamas), Irak işgalinden bu yana bu merkezlerce diz çökertilmeye çalışılıyor. Her ne olursa olsun, şu son yıllarda bölgede İran bu sorgulanmanın baş sorumlusu olarak köprü başında tutuluyor. Bunu çok iyi bilen İran mollalar rejimi kendisine yönelik diz çökertme veya teslim alma siyasetine karşı da birçok manevra ve taktikleri devreye sokarak, ret cephesinden siyaseti devam ettiriyor. Mollalar, İran üzerinde uluslararası baskının dozajı artıkça, kendilerine saldıracak güçlere karşı ne yapabileceklerini göstermeye çalışıyorlar. Çünkü İran'a yapılacak bir saldırı durumunda, saldırgan güçlere karşı İran bölgede birçok cepheden çoban ateşini ateşleyeceğinin sinyalini veriyor.

Eğer bir ABD-İran arası çatışma olursa, bu çatışma salt bu iki güçle sınırlı kalmayacak. Bunun tarafları İran ve müttefiklerinin yanısıra İsrail, Fransa, Avrupa'nın kimi ülkeleri ve bölge güçleri olacaktır aynı zamanda. Örneğin Irak Şiileri, ABD ve müttefiklerine yönelik olarak Irak'ı bir cehenneme çevirebilirler. Hizbullah Lübnan'a yerleşen BM müttefik güçlerine yönelik saldırıyı başlatabilir. Hatta dikkat edilirse İran, Lübnan'a yerleşen BM güçlerine öyle ahım şahım karşı çıkmadı. İran bir yanıyla bunları tuzağa düşürülecek av misali görüyor. Yani İran mollalar rejimi, kendilerine dayatılan süreci nasıl bloke edeceklerini Lübnan Hizbullah kanalıyla gösterdiği gibi, birçok kanaldan da beterin beteri var dedirttirebilir. Genel anlamda dünyada, Latin Amerika'da ve Ortadoğu'da gelişen anti-emperyalist milliyetçi sol, devrimci demokrat hareketten komünist harekete ve İslami akımlara kadar zengin bir muhalefet şekilleniyor. İran Mollalar rejimi ABD saldırganlığı karşısındaki bu dik siyasal duruşunu Asya (ŞİÖ) ülkeleri ve Latin Amerika'nın ilerici devrimci iktidarlarıyla ilişkilerini pekiştiriyor ve ABD karşıtı bu güçlerden gıdasını alıyor.

Bu sayede de İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, İran'ın nükleer sorunuyla ilgili Avrupa'nın birçok teklifini “fandok'u we peste” (fıstık ve çikolata) olarak niteliyor ve nükleer konusunda ısrarcı davranıyor. İran'ın şu anki bu kararlı duruşu nedeniyle, ABD ve AB arasında İran konusunda varolan kimi görüş birliğinin yanı sıra, ABD'nin İran'a yönelik izolasyon ve ambargo gibi yaptırımları konusunda AB'nin kendi içerisinde de farklı eğilimler sözkonusu. AB'nin söz sahibi ülkelerinden Almanya dış politikasını her ne kadar ABD dış siyasetine uygun davranıp ona göre sürdürse de, Fransa tersine yakın siyaset izlemeyi tercih ediyor ve çıkarları gereği AB'de bir Fransız dış siyasetinin çizgilerinin ağırlığını oluşturmaya çalışıyor. Bu nedenle Fransa, İran'a karşı uygulanacak bir yaptırımdan ziyade sorunun diyalog yoluyla çözülmesinden yana olduğunu açıklıyor.

Bu anlamda Irak savaşında, AB'nin kimi ülkeleri dışında kenarda kalan Avrupa Birliği, Ortadoğu'da gelişecek sürecin dışında kalmaktan yana değil. Bu açıdan herkes ittifakın gittiği yere kadar bölgede gözü olan güçlerle birlikte yürümeyi sürdürecektir. Ancak emperyalist merkezler açısından, Ortadoğu'nun salt bir gücün egemenliği altına girmesine ve bölgenin ekonomik tek merkezli işleyişine kimse kendi cephesinden razı olmaktan yana değil ve karşı duracaklardır. Burada Çin ve Rusya'nın konumu önemlidir. Zira Ortadoğu'da gözü olan herkesi gözönüne getirdiğimizde, bu güçler birbirini kullandığı gibi, bunların da gizli ve açık herkes ile çok yönlü ve birbirine karşı ittifakları mevcuttur. Batı merkezleri, İran ve Suriye eksenli bloğun dizginlenmesi çerçevesinde, bölgenin diğer güçleriyle ittifak içerisindeler. Yine bölgenin salt ABD merkezli olmasına karşı olan aynı Batı merkezleri, İran-Suriye bloğuyla da ABD'nin tekerine çomak sokulmasından yanalar. Hakeza aynı güçlerin bileşenleri, İran'a ve Suriye'ye ABD ve İsrail tarafından (birkaç hava saldırısı hariç) yürütülecek bir savaşta, hiç kimse “benim çıkarlarım yok” diyemez. Bunu bilen İran da domino oyununun kurallarını çok iyi oynamayı sürdürüyor.

İran, bölgede bölgesel bir güç olduğunu, Batı merkezlerinin anlamasını/kabullenmesini dayatıyor ve bir yılıdır nükleer konusunda ha bugün ha yarın yanıt vereceğiz diyerek, “adım adım Fars diplomasisinin” inceliklerini nazlı bir gelin gibi ustaca oynayarak, hayır yanıtında ısrar ediyor. İran Mollalar rejiminin genel söylemleri, “Batıya bizim ihtiyacımız yok, onlar bize muhtaçtır, ne söylerse söylesinler İran yoluna devam edecek” politikasında şu an kararlı olduklarını gösteriyor. İran açısından dayatmalara boyun eğmemenin altında yatan birçok neden bulunmakta. Bunlardan birincisi; “şeytan” dediği ABD öncülüğünde yirmi yılı aşkın bir süredir kendilerine dayatılan siyasi ve ekonomik sürece boyun eğmemek. İkincisi; yine yirmi yılı aşkın bir süredir İslam adına bölgede oynadığı rol ve en önemlisi de Irak işgalinden sonra bölgede elde ettiği siyasi üstünlük...

İran'ın, Irak, Lübnan ve Filistin'e kadar olan alanda var olan siyasi etkinliği ve ayrıca bölgenin diğer önemli ülkelerinden Suudi Arabistan vb. Körfez ülkelerinde Şii topluluğu içerisinde örgütlü olması konumunu daha da güçlendirmektedir. Her ne kadar coğrafi olarak İran Lübnan'a hayli uzak olsa da, İran ile Hizbullah arasında ruhani ve siyasi bağın olması, Mollaların deyimiyle “Ortadoğu'nun gelini Lübnan” devletinin kendilerine yakın durmasını sağlıyor. İran'ın bölge üzerindeki bu etkinliği başta Suudi Arabistan'ın Vahabi rejimi olmak üzere, bölgenin diğer önemli ülkelerinden Mısır ve Ürdün rejimlerini de derinden ürkütmektedir. Çünkü İran'ın Arap bir ülkesi olmadığı halde İslam adına Arap dünyasında konumunu güçlendirmesi, bahsi geçen ülkeleri hem rejim hem de mezhep babında endişelendirmektedir. Zaten Irak'ta başta Şii topluluğu olmak üzere El-Kaide'nin Şiilere karşı sürdürdüğü saldırıları göz önüne getirirsek, Ortadoğu'nun birçok noktasında, özellikle Irak'ta Şii-Sünni çatışmasının zemini epeyden beridir yoklanıyor. Özellikle Hizbullah-İsrail çatışmasından sonra, İran'ın etkisinin önüne geçilmesi için, süreç içerisinde Lübnan'da vb. yerlerde bunun altı kazınacaktır. Bunun kim tarafından yapılacağı pek de önemli değil. Bunun muhatapları belli.

Özetle, bölgede İran ve Suriye eksenli gelişen blok karşısında, Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün eksenli ittifak ile İran etkinliğinin kırılması için İsrail'in ve Türkiye'nin de içinde bulunduğu ABD cephesi mevcut. Hakeza bu cephe içerisinde yer alan AB de, Suriye'yi İran'dan koparmak için bu cephe adına çabalamaktadır. Yani İran'ı istenilen düzeye çekmenin stratejisi için çaba harcanıyor. Suriye'nin öyle fazla gazı, petrolü olmasa da, Arap dünyasında siyasal konumu önemlidir. Sonuç itibariyle Mısır ve Suudi Arabistan'ın başını çektiği cephe, Hizbullah'ın İsrail-Lübnan savaşında kendilerine danışmadan hareket etmesine de bir karışılık olarak, İsrail'in saldırganlığı karşısında adeta Lübnan'ın yok edilmesine gözlerini kapamışlardır.

Bu aynı Arap rejimleri, İran'ın Arap dünyasına yönelik etkinliğinin zayıflatılması babında dahi “Sünni” Hamas'a karşı da mesafeli davranmayı sürdürüyorlar. Şu anda da Filistin hükümetinin Batı merkezlerince bloke edilmesine çıt çıkardıkları yok. Cinsi cibilliyeti ne olursa olsun, Filistin'de demokratik yollarla iktidara gelen Hamas hükümeti işlevsiz kılınarak, Filistin'i yeni bir seçim sürecine çekiyorlar, dünyaya “demokrasi” yaydıklarını söyleyen Batı merkezleri Filistin'e bu süreci dayatıyorlar.

Tüm bunlar içerisinde Türkiye devleti ise, çok yönlü pisliklere elini sokarak, kirli ittifakları geliştirmeye çalışıyor. Eğer ABD ve müttefikleri Suriye ve İran'a savaş başlatırsa, Türkiye hem NATO terkisinde hem de İsrail ile var olan askeri işbirliği çerçevesinde komşu devletlerine karşı savaşa dahil olmuş olacak. Öte yandan aynı komşu devletleriyle birlikte Türkiye, Kürt halkının imhası için kirli ittifakın içerisinde yer alıyor ve İran'la birlikte Kürtler'e yönelik imha stratejisinde birleşerek, Kasr-ı Şirin ittifakını oluşturmaya çalışıyor. Kısacası Ortadoğu'nun çetrefilli sorunları içerisinde kimin eli kimin cebinde veya kim kimi kullanıyor denirse, herkes herkesi kullanıyor.

27 Eylül ‘06

---------------------------------------------------------------------------------

Lübnan üzerine kirli hesaplar!

Lübnan'a yerleşme süreci devam eden işgal gücü UNIFIL'e belli tereddütlerin ardından komuta etmeye karar veren Fransız rejimi, Lübnan'a, Hizbullah'ı silahsızlandırmak için asker göndereceğini ilan etmişti. Ancak bu işin altından kalkamayacağını kısa sürede anlayarak, bir süre sonra iddiasını geri çekmek zorunda kalmıştı.

İşgal gücünü Lübnan topraklarına yerleştirmeye karar veren emperyalist güçlerin asıl amacı, elbette Lübnan halkının direnişini kırmak, mümkünse tamamen tasfiye etmektir. Verili koşullarda ise bunun yolu, Hizbullah'ı silahsızlandırmaktan geçiyor. Fakat işgal gücü UNIFIL'ın bu yönde bir girişimde bulunması pek kolay değil. Bundan dolayı işgal gücüne komuta eden Fransız emperyalizmi, bu işi Lübnan hükümetine havale etmeye çalışıyor. Bunun anlamı ise Lübnanlıları birbirine kırdırtmaktır.

Kirli planla ilgili açıklamayı yapan Fransa Dışişleri Bakanı Philippe Douste Blazy, “Hizbullah'ın ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullah'ın faaliyetlerini engelleyebilmek için tek yol, Fuad Sinyore Başbakanlığı'ndaki Lübnan hükümetine ülkenin yapımı konusunda destek vermektir” dedi.

Lübnan'ın uzun vadeli olarak yeniden yapılandırılması için uluslararası bir konferans düzenlenmesi gerektiğini savunan Fransız Bakan, “Güney Lübnan halkını kendi başına bırakmamak ve ülkenin yeniden yapılandırılması için Lübnan başbakanına gerekli imkânları sağlamalıyız” diye konuştu.

Emperyalist merkezlerden yapılan bu çağrının ne anlama geldiğini çok iyi bilen Lübnan başbakanı Fuad Sinyore ise, Hizbullah'la karşı karşıya gelmek istemediğini söyledi. Sinyore, “hükümet Hizbullah'la karşı karşıya gelmek istiyor mu?” şeklindeki bir soruya “Hizbullah Lübnan'a ait bir partidir, mecliste milletvekilleri, hükümette ise bakanları bulunmaktadır. Biz yasal çerçevede bu partiyle işbirliği yapma konusunda herkesle anlaşmaya vardık” diye cevap verdi. Böylece Sinyore, emperyalist/siyonist güçlerin Fransız bakan aracılığıyla dile getirdikleri iğrenç taleplerine, en azından şimdilik olumlu bir karşılık vermeyeceğini ortaya koymuş oldu.

Direnişin hakkını da teslim eden Sinyore, kendilerinin de Lübnan'da devlet dışında silahlı güç istemediklerini, ancak bu hedefe Hizbullah'la varılacak anlaşmalar yoluyla ulaşmak istediklerini ifade etti.

Kuşkusu emperyalist-siyonist güçlerle Lübnan'daki düşkün işbirlikçileri, bu kirli heveslerinden vazgeçmeyecekler. Bu girişimlerin karşılık bulup bulmayacağı ise Lübnan'daki somut gelişmelerin seyrine bağlı olacaktır.

---------------------------------------------------------------------------------

Berlin: “Toplumla Mücadele Yasasına hayır!”

Devletin toplumsal mücadeleyi bastırmak ve boğmak amacıyla çıkardığı “Toplumla Mücadele Yasası” kapsamında 8-12 Eylül tarihleri arasında onlarca devrimci gözaltına alındı. Başta Atılım Gazetesi genel yayın yönetmeni İbrahim Çiçek olmak üzere ESP, Beksav, Limter-İş, Özgür Radyo kurumları hedef alınarak, çok sayıda devrimci tutuklandı.

Bizler de Berlin'de bulunan BİR-KAR, AGİF, ADHF, P. Devrimci Duruş, Navenda Kurd kurumları olarak devletin bu saldırılarını protesto etmek için, “Türkiyede faşist devlet terörüne son!” adı altında 30 Eylül tarihinde bir miting düzenledik. Türkiyeliler'in yoğun olarak yaşadığı Kreuzberg semtinde gerçekleştirilen mitinge yaklaşık 100 kişi katıldı. Mitingde devlet terörünü ve TMY'yi kınayan birçok konuşma yapıldı, TMY karşıtı sloganlar atıldı.

BİR-KAR/Berlin

---------------------------------------------------------------------------------

İLGP: Liselilerin Sesi yükseliyor!

İLGP olarak Haziran ayından itibaren Liselilerin Sesi dergimizin militan satışını sürdürüyoruz. Yaz sürecinde 100'ün üzerinde dergi dağıttık. Satışlar sırasında birçok liseli arkadaşla tanıştık. Yaz tatilinde dergi satışımıza bir süre ara vermiştik. Yeni öğretim yılının başlamasıyla birlikte militan satışları yoğunlaştırarak sürdürme kararı aldık. Geçen dönemin deneyimleri üzerinden daha etkili ajitasyon konuşmalarının, insanlarla birebir ilişki geliştirmenin önemini gördük.

30 Eylül günü Taksim'de, 1 Ekim günü Kadıköy'de gerçekleştirdiğimiz dergi satışı başarıyla gerçekleştirildi. 1.5 saat süren satışlarda yaklaşık 50 dergi dağıttık. Birçok liseliyle tanıştık. Dergi satışı yeni dönemde gerçekleştireceğimiz kampanyanın duyurusunu yapmak açısından da etkili oldu. Lübnan'a asker gönderme ve paralı eğitim konularını işleyeceğimiz kampanyamızın tanıtımını ajitasyon konuşmaları eşliğinde yaptık. Bir kez daha militan satışın önemini gördük.

Özellikle Kadıköy satışının yarattığı politik etki kolluk güçlerini rahatsız etti. Polisin satışı engelleme girişimi kararlı tutumumuz sayesinde boşa düşürüldü.

İLGP olarak militan satışlarımıza bundan sonra da devam edeceğiz. Hem Anadolu Yakası'nda hem de Avrupa Yakası'nda militan satışlarımızı yoğunlaştırmayı hedefliyoruz.

İstanbul Liseli Gençlik Platformu (İLGP)