17 Kasım 2006 Sayı: 2006/45 (45)
  Kızıl Bayrak'tan
   İstanbul İşçi Kurultayı... Devrimci sınıf çizgisinde kararlı ve soluklu bir çalışmanın belirgin başarısı!
  Nitelik ve nicelik olarak güçlü bir devrimci sınıf hareketi etkinliği!
  KHK temsilcisi’nin Kurultay’da yaptığı konuşma...
  Kurultay’a gelen mesajlardan...
Sınıf bilinçli işçiler İstanbul İşçi Kurultayı’nı değerlendiriyor...
Burjuva ideolojik egemenliğe karşı mücadele ve sınıf hareketi
İşçi sınıfının toplumsal konumu ve tarihsel devrimci misyonu (Orta Sayfa)
 Kürt sorununun çözümünde boş hayaller
  Susurluk düzeninin mahkemesi Susurlukçu Sedat Bucak’ı akladı
  Asgari ücret hakkı için sesimizi yükseltelim!
  Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu 3. Toplantısı Sonuç Bildirgesi:
  ODTÜ’de soruşturma saldırısına karşı “Arkadaşıma Dokunma!” kampanyası
  Enosis, Taksim, milliyetçilik ve Kıbrıs: AB yolunda engel mi? - Yüksel Akkaya
  Amerikan rejimi Irak konusundan politika değişikliği arayışında…
  Emperyalist-kapitalist düzenin efendileri siyonistlerin suç ortaklarıdır!
  “Medeniyetler buluşması” mı, emperyalist saldırganlığa hizmet mi?
  Ateşkes süreci... M. Can Yüce
  Sözkonusu olan ticarettir! - Mumia Abu-Jamal
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

“Medeniyetler buluşması” mı, emperyalist saldırganlığa hizmet mi?

Haydut Amerikan-İngiliz rejimlerinin başını çektiği emperyalist saldırganlık ve savaş projesi, işçi ve emekçiler ile ezilen halklara, “medeniyetler çatışması” diye yutturulmak isteniyor. Bu tez ile emperyalist saldırganlığın altında yatan sınıfsal nedenlerin üstü örtülüyor, çatışmanın dinsel, etnik, bölgesel vb. sorunlardan kaynaklandığı iddia edilerek, emekçilerin “büyük Ortadoğu/büyük İsrail” projesine destek vermesi isteniyor.

Savaş borazanı medya kuruluşlarının yanı sıra çok sayıda “yazar”, “araştırmacı”, “gazeteci”, “akademisyen” tarafından da işlenen bu tez, gerçekliğin tersyüz edilmesi, bilinçlerin bulandırılması, özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işçi ve emekçilerin sersemletilmesi için kullanılan ideolojik bir zehirdir. Halklar arası ırkçılığı da kışkırtan bu tez, ortaçağvari gerici bir yaklaşımın adıdır aynı zamanda.

Bu gerici tezin doğruluğunu kanıtlama misyonu üstlenenler, “medeniyetler çatışması”na çözüm bulmak adına, Müslüman Türkiye ile Hıristiyan İspanya’nın eşbaşkanlığını yaptığı BM destekli “Medeniyetler İttifakı Girişimi”ni birkaç yıl önce başlatmışlardı. Girişimin İstanbul’da gerçekleşen son toplantısında, “20 Akil Adam” tarafından hazırlanan rapor Başbakan Recep Tayyip, İspanya Başbakanı Rodriguez Zapatero ile BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından kamuoyuna sunuldu.

Rapora göre, “Filistin, Irak, Afganistan gibi ülkelerdeki sorunlar çözülmedikçe, Batı ile İslam arasındaki gerilimi azaltma yönündeki tüm çabalar boşa çıkacak.” Bu tespite göre esas sorun “Batı ile İslam arasında” cereyan ediyor. Oysa asıl sorunun emperyalist saldırı, sömürü ve yağmadan kaynaklandığı; ezilen halkların da batıya ya da Hıristiyanlığa değil, bu vahşi saldırganlığa karşı tepki gösterdiği, buna direndiği ortadadır. Halkların bu öfkesini istismar eden bir takım gerici dinci akımların ise bizzat emperyalistler tarafından eğitilip silahlandırıldığı da adı geçen raporda gözardı ediliyor.

Bu arada rapor, “batılı ülkelerin” askeri müdahalelerine de değiniyor. Ancak emperyalist/siyonist saldırganlığı mahkum etmek bir yana, iğreti bir kınamadan bile kaçınıyor. Batılı, yani emperyalist/siyonist güçlere, “politikalarınızı olmasa da araçlarınızı gözden geçirmelisiniz” tavsiyesinde bulunuyor. Bu tavsiyenin gerekçesi, araçların, yani vahşi saldırganlığın yarattığı tepkinin günden güne kabarması.

Raporu kamuoyuna açıklayan Annan, Erdoğan, Zapatero üçlüsünün basın toplantısında, İspanyol lider, “Burada İslam ve Batı dünyası için önemli bir anlaşma yaptık, barışı yok etmek isteyenlere karşı barışın yok edilemeyecek bir değer olduğunu söylemeliyiz” derken, fanatizm ve radikalizme prim vermeyeceklerini öne süren Tayyip Erdoğan ise “Medeniyetler ittifakı, 21. yüzyılın küresel barış projesidir. Farklı inanç ve kültürler arasında saygıya dayalı paradigma geliştirerek kapsamlı bir koalisyon hedefliyoruz” türünden sözler sarfetti.

Barışa dair sarfedilen bu iddialı sözlerin çirkin bir riyakarlıktan ibaret olduğu, daha basın toplantısı devam ederken, İsrail ve ABD saldırganlığına dair sorulara verilen yanıtlardan anlaşıldı. Irak’ta yüzbinleri katleden ABD’ye söyleyecek sözleri olmadığı gibi, toplantıyla aynı günlerde İsrail’in Beyt Hanun’da gerçekleştirdiği vahşi katliamı kınamak gibi bir dertleri de yoktu “barış havarileri”nin. Zaten “medeniyetler çatışması” tezini emekçilere yutturmak için çaba harcayan böylesi bir oluşumdan faklı bir tutum beklemek de gerçekçi değil.

Dinci gericiliğin bazı bölgelerde güçlenmesi, emperyalist/siyonist güçlerin bu tezinin yutturulmasına hizmet etse de; savaş kundakçıları “islamofaşist” gibi ırkçı söylemlerle bu tezi güçlendirmeye çalışsa da, asıl çelişkinin emperyalist saldırganlarla ezilen halklar arasında cereyan ettiğini gizlemek kolay değil. Zira emperyalist ordular sadece Müslüman halkları sömürüp baskı altına almıyor.

50 yıldır kuşatma altında tutulan Küba’nın, son yıllarda emekçilere yakın duran başkanlar tarafından yönetilen Venezüella, Bolivya gibi Amerikan baskısı altındaki ülkelerin halkları Müslüman değil. Ayrıca Latin Amerika ülkelerinde CIA’nın organize ettiği sayısız askeri faşist darbe de Müslüman halklara karşı tezgahlanmamıştı. Dahası siyonistlerin “Müslüman” Filistin halkına karşı giriştiği vahşi saldırılara en sert tepki, “Müslüman” devlet veya örgütlerden değil, “Hıristiyan” Hugo Chavez’den gelmişti.

Bu haliyle “medeniyetler çatışması” söylemi, emperyalist/siyonist saldırganlığın ideolojik zehiridir. Anti-emperyalist/anti-siyonist mücadeleyi yükselten güçler de, Ortaçağ’dan kalma bu tezi her fırsatta teşhir etmeli, çelişki ve çatışmanın emperyalistlerle ezilen halklar arasında yaşandığını döne döne vurgulamalıdır.


Lübnan’da siyasi gerilim tırmandırılıyor

Beşi Şii, biri Hıristiyan altı bakanın istifa etmesi, Lübnan siyasi arenasını hareketlendirdi. İstifalar, ulusal birlik hükümeti kurma toplantılarının başarısızlığa uğramasından sonra geldi.

Başbakan Fuad Sinyora istifaları kabul etmezken, birlikte harekete eden Şii-Hıristiyan güçler, bu şartlar altında hükümette yer almalarının sözkonusu olmayacağını belirttiler. Meclis başkanı Nebih Berri ise, 14 Martçılar’ın ulusal birlik hükümeti kurulması gündemiyle düzenlenen istişare toplantılarında takındıkları olumsuz tutumun Hizbullah ve Emel Bakanları’nın istifa etmesine sebep olduğunu belirtti.

İstifaların ardından kabineyi toplayan ABD destekli “14 Martçılar”, Refik Hariri cinayetiyle ilgili uluslararası mahkeme kurulmasını öngören tasarıyı onayladı. Böyle bir tasarıyı emperyalist güçlerle onların hizmetindeki BM talep etmişti. Zira Suriye’yi baskı altına alacak bir BM kararının meşruiyeti için böyle bir formalite gerekiyordu. 14 Martçılar da bu isteğe uyarak, Lübnan yönetimi açısından utanç verici bir karara imza attılar. Çünkü tasarı, yönetimin, onlarca kişiyle birlikte eski başbakanlarının ölümüne yol açan suikastı soruşturmaktan aciz olduğunun kabulü anlamına da geliyor.

Tasarının kabulü Hizbullah ve bazı Hıristiyan güçler tarafından tepkiyle karşılandı. 14 Martçılar’ın onayladığı yeni karara ilişkin hiçbir sorumluluğu bulunmadığı ve kararı onaylamadığını ifade eden Cumhurbaşkanı Emil Lahud da, alınan kararın Lübnan anayasasının “uluslararası pazarlıkların yönetilmesinden cumhurbaşkanı sorumludur” şeklindeki 52. maddesine aykırı olduğunu vurgulayarak, kararın geçersiz olduğunu söyledi.

Hizbullah ise, 14 Martçılar’ın ulusal birlik hükümetinin kurulmasına yanaşmaması ve uluslararası mahkeme kurma tasarısını onaylaması üzerine, hükümet karşıtı kitle eylemlerinin başlayacağını ilan etti. Hükümetin hiçbir itibarının kalmadığını savunan Hizbullah yetkilileri, yeni bir hükümetin kurulması gerektiğini belirttiler.

Bu arada İsrail saldırısından zarar gören ailelere hitaben bir konuşma yapan Hasan Nasrullah, “Temiz ve güvenilir bir hükümet çok yakında kurulacak ve Lübnan’ın yaralarını saracak. Biz Lübnan halkını yalnız bırakmayacağız” dedi.

“Bu hükümet gidecek, diğer bakanların istifasından sonra bizimle hiçbir ilişkisi kalmayacak ve yeni hükümet kurulacak” diyen Hizbullah lideri, bazı güçlerin halkı iç savaşla korkutmaya çalıştığını, ancak kendilerinin Lübnan’a sahip çıkarak buna fırsat vermeyeceklerini söyledi.

Zaten hareketli olan Lübnan siyaset sahnesi, ABD destekli “Suriye karşıtı” 14 Martçılar’ın dayatmaları devam ederse gergin bir sürece girebilir. Bu ise, emperyalist/siyonist güçlerin doğrudan veya işbirlikçileri aracılığıyla yaptıkları müdahalelerin boşa düşürülmesinin, Lübnan hakları açısından taşıdığı hayati önemi günden güne arttırıyor.