9 Şubat 2007 Sayı: 2007/05(05)

  Kızıl Bayrak'tan
   Tırmanan bölgesel gerici savaş karşısında güncel devrimci görevler
  “Derin devlet” tartışmaları neye hizmet ediyor?
  DİSK ve 2007!
  Merkez Bankası Başkanı uyardı, Türk-İş ağalarına peşreve çıkmak şart oldu!..
Birleşik Metal-İş ve “ulusal çıkarlar”
Kadınlara yönelik etkinlikler ve 8 Mart çalışmalarından...
Ücretsiz, nitelikli kreş istiyoruz!
 Hrant’ın katili sermaye devleti!
  Güçlü politik ve örgütsel bir hazırlıkla 8 Mart’ı ve baharı kazanmaya!
  Dünyadan...
  Emperyalistler Ortadoğu’dan defolsun!
  Eğitim-Sen Program Kurultayı üzerine notlar...
  Sermayenin kasasında “bilim insanlığı”
  İstanbul’da Devrim Okulu tartışmaları
  Bertold Brecht (10 Şubat 1898- 14 Ağustos 1956): Proleter sanatın çalışkan işçisi... - A Aras
  Dünyanın bütün dillerini konuşuyoruz!
  Bir cinayet ve ortaya çıkardığı gerçekler -
M. Can Yüce
  Günlük Kızıl Bayrak sitesi Ocak ayı rakamları:
  Basından...
  Mücadele postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İşçi sınıfını temsil etme iddiasında olan bir emek örgütü sermayenin iç çatışmalarında taraf olabilir mi?

Birleşik Metal-İş ve “ulusal çıkarlar”

Genel Temsilciler Kurulu’nu 27 Ocak 2007 tarihinde Kocaeli Derbent’te toplayan Birleşik Metal-İş Sendikası, “gündemdeki konuları” görüşerek kamuoyuna sonuç bildirgesini açıkladı. (Bkz. BMİS internet sitesi)

Sonuç bildirgesi farklı yönlerden irdelenebilir kuşkusuz, ancak biz sermayenin iki kesimi arasında sertleşme ihtimali yüksek olan çatışmada taraf olmayı ifade eden birkaç vurgu ve bu vurguların siyasal gündemle bağlantısı üzerinde durmakla yetineceğiz.

Öncelikle sonuç bildirgesinin sitede yayına konulduğu tarihin (30.01.2007), malum merkezler tarafından koordine edilen ırkçı-faşist saldırganlığın gemi azıya alarak ülkenin gündemine damgasını vurmaya çalıştığı günlere denk düştüğünü hatırlatalım. Bilindiği gibi bu arsız saldırganlık, Hrant Dink cinayetine tepki gösteren onbinlerin ırkçı-faşist zihniyete karşı sesini yükseltme duyarlılığı ve cesareti göstermesiyle tedirgin olan sivil-üniformalı, resmi-gayri resmi tüm ırkçı/şoven/faşist güçler tarafından kışkırtılmaktadır. Bu fütursuzluk, Susurluk benzeri kanlı ilişkiler ağının ortalığa saçılmasına rağmen yapılıyor. Zira artık ırkçı-faşist zihniyetin temsilcileri Nazilere özendiklerini gizleme gereği duymayacak kadar pervasızlaşmış durumdalar.

Irkçı-faşist saldırganlık BMİS yönetimini ilgilendirmiyor mu?

Hal böyleyken, ezilen halkları yanısıra ilerici-devrimci güçleri, işçi sınıfı ve emekçileri bir bütün olarak hedef alan ırkçı-faşist kudurganlık BMİS’in Genel Temsilciler Kurulu’nun gündemindeki konulara dahil edilmemiştir. En azından yayınlanan sonuç bildirgesinde konuya dair tek bir kelime geçmemektedir. Bu tür bir ihmal kimi zaman dikkatsizlikten de kaynaklanabilir, oysa sonuç bildirgesinin içeriğine dikkatle bakıldığında, bunun hiç de bir tesadüf olmadığı anlaşılmaktadır.

Güncel planda ırkçı-faşist saldırganlık kardeş Ermeni ve Kürt haklarına karşı iğrenç bir düşmanlık kampanyası eşliğinde yürütülmektedir. Buna karşın faşizmin esas hedefi her zaman için işçi sınıfı ve emekçilerdir. Öncelikle de emekçilerin önüne düşerek anti-emperyalist, anti-kapitalist mücadeleyi omuzlayanlardır. Bu böyleyse eğer, emek mücadelesinden söz eden bir kurum, ülkenin atmosferini zehirleyen, giderek işçi sınıfını etnik, dinsel, mezhepsel temelde parçalamayı hedefleyen böyle bir tehlikeyi görmezden gelebilir mi? Emek mücadelesi yürütme iddiasında asgari bir samimiyeti olan hiçbir kişi veya kurumun bu soruya olumlu yanıt vermesi mümkün değildir.

İşçi sınıfı, cumhuriyetin hangi kuruluş ilkesini örnek alacaktır?

“Siyasi iktidarın dış politikayı AB’ye, ekonomiyi de IMF’ye teslim ettiğine işaret eden Kurulumuz; Cumhuriyetin kuruluş ilkeleri ile Cumhuriyetimizin anti-emperyalist niteliğinin ihmal edilmemesi gerektiğini özellikle vurgulamaktadır…”

Sonuç bildirgesinde yer alan bu ifadeler, işçi sınıfı adına konuşanlardan çok, farklı hesaplar peşinde olanların sözlerini çağrıştırıyor. İlkin siyasal iktidarın “dış politikayı AB’ye teslim ettiği” iddiası Türkiye gerçekliğine uymamaktadır. Bunu anlamak için son 60 yıllık süreci bir yana bırakıp sadece güncel gelişmeler bakmak yeterlidir. Örneğin sonuç bildirgesi yayınlandığında, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül Washington yolundaydı, Genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt ise Washington yolcuğunun son hazırlıklarına başlamıştı. Dahası Başbakan öncelikli sorunun AB değil Irak olduğunu ilan etmişti. Bilindiği gibi Irak AB’nin değil fakat ABD emperyalizminin de öncelikli sorunudur. Demek ki, dış politika AB’ye değil, ABD’ye teslim edilmiştir. Buna dair sayısız örnek vermek mümkündür. Peki, BMİS yöneticileri bu gerçeği çarpıtmaya neden ihtiyaç duymuştur? Dahası dış politikayı emperyalistlere teslim eden salt hükümet midir? Yoksa işbirlikçi burjuvazi ve onun sınıfsal çıkarlarını korumakla mükellef olan tüm kurumlarıyla kapitalist devleti mi?

Burjuva bir cumhuriyete “anti-emperyalistlik” payesi biçmek abesle iştigaldir. Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti’nin anti-emperyalist olduğuna dair tek bir veriye bile rastlamak mümkün olmadığı gibi, daha kuruluş sürecinde bile kapitalist/emperyalist sisteme tabi olunacağı konusunda emperyalist güçlere teminat verilmiş, bu söze de sonuna kadar sadık kalınmıştır. Şovenizmin doruklarda seyrettiği bu günlerde, BMİS yönetimi, hangi saiklerle cumhuriyeti emperyalizm karşıtlığıyla taltif etme ihtiyacı duymuştur?

BMİS’in, cumhuriyetin kuruluş ilkeleriyle işçi sınıfının güncel sorun veya talepleri arasında nasıl bir bağ kurduğu da merak konusudur. Sonrası bir yana, daha kuruluş aşamasında iken komünistleri katleden, Koçgiri’de akıllara durgunluk veren katliamlar yapan, Kürt halkını kıyımdan geçiren, sendikaları kapatan, grevleri önce jandarma kurşunuyla bastıran ardından yasaklayan, 50 yıl boyunca 1 Mayıs’ın kutlanmasını engelleyen süreci başlatan… bir cumhuriyetin hangi kuruluş ilkesini savunacak işçi sınıfı?

Sermayenin farklı kesimleri arasındaki çatışmada işçi sınıfı taraf olabilir mi?

“Kurulumuz; 2007 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde toplumsal bir gerilim yaşanmasına gerek olmadığını, yaklaşan parlamento seçimini de dikkate alarak Genel Seçimlerden sonra yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminin ulusal çıkarlarımız ve ülkemizde istikrar açısından daha uygun bulmaktadır…”

BMİS Genel Temsilciler Kurulu’nun sonuç bildirgesinde yukarıdaki ifadeler de yer alıyor.

İçerik olarak bu sözlerin aynısını, AKP’li birinin cumhurbaşkanı olmasını istemeyen laik-şeriat çatışmasını körükleyen sermayenin “laik” kesiminden sık sık duymaktayız. Geçerken belirtelim ki, sermayenin bu kesimi, ırkçı-faşist histerinin de kışkırtıcısı ve koordinatörüdür.

Şeriatçı kesimle bugünlerde ırkçı-faşist histeriyi kışkırtan güçler arasında bir çatışma yaşandığı, cumhurbaşkanlığı mevkisinin bu çatışmada önemli bir sembol olduğu bilinmektedir. Ancak bu çatışmanın nedenine inildiğinde, asıl meselenin işçi sınıfının ürettiği artı-değerin yağmasından daha büyük pay alma kavgası olduğunu görmekte hiç bir zorluk yoktur. Dolayısıyla BMİS’in ifadesi, düpedüz sermaye kesimlerinden birine yedeklenmek anlamına gelmektedir. Böylesi bir tutumun emek mücadelesi ya da işçi sınıfı davasını savunmakla herhangi bir ilgisi olabilir mi?

İktidar dalaşı içinde bulunan burjuvazinin faklı kesimleri gerçekte “tek yumurta ikizleri”dir. Çıkarları gereği kimi olay veya sorunlara politik yaklaşımları arasında elbette fark vardır. Ancak temel meselelerde aralarında öze dair fark görmek mümkün değil. Örneğin, taraflar -AB’den çok- ABD emperyalizmine yaranmak için tam bir yarış içindeler. Zira iktidar dalaşında Washington’dan gelecek desteğin önemini her iki taraf da deneyimleriyle çok iyi bilmektedir. Devrimci-ilerici harekete, işçi sınıfı ve emekçilere düşmanlıkta da yıllardır birbiriyle yarışıyor sermayenin bu faklı kesimleri. Bir diğer önemli ortak noktaları ise, emperyalist/siyonist güçlerin Ortadoğu’da izlediği halkları parçalama politikasını ülke koşullarına uyarlamak için yoğun çaba sarf etmeleridir. Biri dinsel inancı istismar ederek emekçileri sersemletme, giderek mücadele dinamiklerini çürütmeye çalışırken, diğeri ırkçı-şoven propaganda ile işçilerin birliğini parçalamaya, halkları birbirine düşman yapmaya çalışıyor. Bu politikalar, emperyalizmin halkları etnik, dinsel, mezhepsel parçalara ayırma taktiklerinin Türkiye’ye uyarlanmış halinden başka bir şey değildir.

Yazık ki sorun bununla da bitmiyor. BMİS yönetimi “ulusal çıkarlarımız”ı keşfederek ipin ucunu büsbütün kaçırmış.

Bilindiği üzere “ulusal çıkarlarımız” söylemi kapitalist sınıflar ve onların tüm paralı uşakları tarafından en sık kullanılan kavramlardır. İşçi sınıfı ve emekçileri şovenizmle sersemletmenin, bilinçlerini dumura uğratmanın, emek-sermaye çelişkisinin/çatışmasının üstünü örtmenin ana teması, hemen her zaman “ulusal çıkarlarımız” demagojisinde ifadesini bulur.

“Ulusal çıkarlarımız” söylemi tam bir demagojidir, sınıflar arasında derin uçurumların bulunduğu kapitalist bir toplumda, iki temel sınıfın, işçi sınıfı ile kapitalistlerin çıkarları birbirine zıttır. Birinin çıkarı diğerinin zararınadır. “Ulusal çıkarlarımız” söylemi ise sınıfsal ayrımı yok saydığı için egemen olana, yani sermayeye hizmet eder.

Sınıf sendikacılığı çizgisi izleyeceğini vaadederek başa geçen BMİS yönetimi, “ulusal çıkarların” savunuculuğuna mı soyunuyor?

Bazı istisnalar dışında sendikaların sermaye ajanları tarafından içten ele geçirildiği bir dönemde, BMİS yönetimi kendisini söz konusu anlayışlardan farklı bir yere koyuyor, kendine özgü bir takım çabalar harcıyor. Bu kadarı iyi de, BMİS yönetimi ırkçı-faşist histeriye karşı işçilerin birliğini, halkların kardeşliğini savunacağı yerde, cumhuriyetin “kuruluş ilkeleri”nden, “ulusal çıkarlarımız”dan dem vurarak, ya da sermayenin farklı kesimleri arasında devam eden iktidar dalaşına taraf olarak mı gösteriyor bu farkını?

Sermayenin ekonomik-sosyal kazanımları ortadan kaldırma, demokratik hakları tırpanlama, kapitalizme karşı yükselen her sesi boğma saldırısını ırkçı-faşist histerinin kışkırtılması ve şeriat karanlığının yaygınlaştırılması tamamlamaktadır. Bu çok yönlü kuşatmaya karşı durmak, mücadeleyi işçilerin birliği/halkların kardeşliği ekseninde geliştirmek, bu şiarı her zamankinden daha çok öne çıkarmak günümüzde emek örgütü sıfatı taşımanın da asgari koşuludur.