31 Ağustos 2007 Sayı: 2007/34(34)

  Kızıl Bayrak'tan
   İşçi sınıfı saldırıları meşru-militan
mücadeleyle karşılamalıdır!
  Gül Cumhurbaşkanı oldu, düzenin krizi sürüyor...
Hak ve özgürlükler sınıf
mücadelesiyle kazanılabilir!
Grev hakkı sermaye medyasının
hedef tahtasında!
Liberal sol için bir pusula ya da islami
demokratik faşizmin işçi sınıfı ile imtihanı / II
Yüksel Akkaya
Toplu görüşme oyununda sona gelindi...
  Siyonizm destekçilerinin ikiyüzlülüğü!
  Sermayenin saldırılarına karşı taban inisiyatifini geliştirelim...
  Seçimler ve yeni dönem/3
Dinsel gericiliğin güçlenmesinde dış etkenler
  Anayasa değişikliğinin perde arkası
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu’yla iş cinayetleri üzerine konuştuk…
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Texim işçileri mücadeleyi yükseltiyor!
  Tarım işçilerinin sömürü ve baskıya karşı
örgütlenmekten başka yolu yok!
  4. Mamak Kültür-Sanat Festivali başarıyla gerçekleşti!
  Gerçek barış, sosyalizm uğruna
savaşılarak kazanılır!
  Kürdistan’da AKP’nin oyları
neden yükselişte?
M. Can Yüce
  İdeolojik ve ekonomik zorun konsantrasyonu: Özelleştirmeler
Volkan Yaraşır
  Dünyadan...
  Bir-Kar Gençliği temsilcisi ile konuştuk...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kürdistan’da AKP’nin oyları neden yükselişte?

M. Can Yüce

Gündemimizin önceliğini başka konular işgal ettiği için bugüne kadar bu konuya değinme fırsatımız olmadı. Oysa bu konuda bir değerlendirme yapmak, kafalardaki soru işaretlerine belli yanıtlar getirmeye çalışmak önemli, Kürdistan’daki siyasal gelişmeleri daha doğru kavramak ve gelişmelere daha doğru ve etkin etkide bulunmak için gereklidir.

Konuya girmeden önce bir tespit yapmakta yarar görüyoruz. Kürdistan ve Türkiye’de ortaya çıkan seçim sonuçlarına, oy oranlarına olduğundan büyük anlamlar yüklememek gerekir. Seçim sonuçları ve oy oranları politik güç dengelerini yansıtmak bakımından belirleyici bir gösterge değildir. Elbette bu sonuçların belli bir politik anlamı var, Türkiye’de siyaset kurumunun bileşimini şekillendirmede çok önemli bir rol oynamaktadır. Ancak politik güç dengelerini, politik güç dinamiklerini ve ilişkilerini kavramada bu sonuçları belirleyici gösterge ve ölçü olarak almak son derece yanıltıcıdır! Bu durum genel için olduğu gibi, Kürdistan açısından çok daha böyledir.

Bu kısa tespitten sonra yazımızın başlığındaki sorunun yanıtına geçebiliriz. AKP, 22 Temmuz seçimlerinde Kürdistan’da oylarını katlayarak arttırdı. Kimi bölgelerde %70’lere kadar varan bir oy aldı. Buna karşılık DTP’nin oylarında önemli bir düşüşün olduğu gözlendi. Bu büyük oy artışı ne anlama geliyor? Bundan hangi sonuçları çıkarmak gerekir? Daha da önemlisi, bu büyük oy patlamasının ardındaki temel nedenler ve etkenler nelerdir? Bu soruların yanıtlarını ana çizgileriyle tartışmaya çalışalım:

Bir: 1925-40 direniş ve ayaklanmalarından sonra Kürt egemen sınıflarının örgütlü yapılarına dağıtıcı bir darbe vuruldu. Katliam, sürgün ve diğer bastırma hareketleriyle bunlar tasfiye ve iğdiş edilerek düzene bağlanmaya çalışıldı. 1946’da “Çok partili sisteme” geçildikten sonra Kürt egemen sınıfları; geleneksel feodal bey, ağa, aşiret reisi, şeyh, tüccarlar; devletle ilişkilerini partiler üzerinden yeniden biçimlendirdiler. Burada örgütlü, “ulusal bir sınıf” olarak değil, parçalı, aşiretsel, ailesel bağlamda gerçekleşen bir ilişkiden sözetmek gerekir. Devlet partisi olan CHP bu ilişkide başlangıçta aracı bir rol oynayamazdı. Ancak DP ilk önemli adrestir, Kürt egemen sınıfları için soluklandırıcı bir araç işlevini görür. DP ve daha sonraki dönemlerde kurulan partiler üzerinden gerçekleşen ilişkide Kürt sorunu, Kürt talepleri kesinlikle gündemde değildir. Gündemde ve belirleyici olan unsurlar, ailesel, bireysel ekonomik ve toplumsal konumlarını, yerel otoritelerini güçlendirmek, bunun için devlet olanaklarından sonuna kadar yararlanmak düşüncesi olmuştur. Feodal nüfuzun etkisindeki geniş köylü yığınlar, aşiret üyeleri bu ilişkinin sonuçlarından hiçbir biçimde yararlanmaz, tersine iradesi ve istemleri hiçe sayılan bir kullanım nesnesi olarak değerlendirilir. Ağa, aşiret reisi, şeyh ne derse o olur, oylar onun işaret ettiği partiye gider. Bu ilişkinin karşılığında ağa, bey, şeyh para, ihale, politik nüfuz elde eder… Kürt ulusal sorunu açısından bu ilişki biçimi, devletin sömürgeci egemenliğinin oturması, kurumlaşması, ulusal inkar ve imha sürecinin yerel ayaklara ulaşarak derinleşmesi sonucunu getiriyordu. Bu ilişki biçimi, Kürdistan’daki geleneksel toplumsal yapıyı, ağalık, şeylik ve aşiret kurumlarını güçlendiren bir rol oynuyordu. Bu ikisinin sonucunda modern toplumsal gelişmelerin önü de kesilmiş oluyordu. Partiler aracılığıyla gerçekleşen bu ilişkiye rağmen devlet dipçiğini eksik etmiyor, egemen sınıflara mensup aileleri ve ileri gelenlerini ezmeyi ihmal etmiyordu. Bu, sınıf olarak dağıtma ve direniş kırıntılarını bitirme operasyonunun finali işlevini görüyordu.

1960 darbesi anılan bu sürecin finali niteliğindedir. Bundan sonra partiler üzerinden geliştirilen bu somut ilişkinin oturduğunu ve kurumlaştığını görüyoruz. “Bizim ağalar, beyler, aşiret reisleri, şeyhler”, DP’den sonra AP ve Milli Nizam-Selamet Partisi içinde yer almışlardır. Aşiret ve şeyhlik kurumları Kürdistan’da etkindir ve bunun geçmişe dayanan boyutları vardır. Tarikatlar, özellikle Nakşîlik önemli bir dinsel, politik bir nüfuza sahiptir. Erbakan’ın MNP-MSP’si bu geleneksel yapıyı ustaca kullanmış ve kendisi için oy deposu haline getirmiştir. AP de bu geleneksel ilişki ve kurumları kullanmış, ama Erbakan kadar başarılı olamamıştır. 1970’li yıllarda MSP’nin Kürdistan’da hatırı sayılır bir oy oranına ulaşması boşuna değildir; anılan geleneksel ve dinsel kurumların etkisiyle açıklanmalıdır. Bunda devletin laikçi yapısıyla yaşadığı kimi çelişkilerin etkisini de saymak gerekir. Bu oy potansiyelinde belli kaymalar olmakla birlikte belli düzeyde korunmuş olmasını, yine bu geçmişe dayanan ve güncel gelişmelerle beslenen etkenlerle ilişkilendirmek gerekir. Bugün AKP Kürdistan’da önemli bir oy patlaması yapmışsa bunda, geçmişe dayanan ve hep belli bir düzeyde korunan bu potansiyelin etkisini göz ardı etmemek gerekir. Kuşkusuz bu etken tek başına bir anlam ifade etmez. Öyle olsaydı, Saadet Partisi bu oyları alırdı. Ancak başka önemli etkenler var, bunları da değerlendirmek ve tabloyu tamamlamak durumundayız. Kendi çıkarlarını devlet partilerinde gören Kürt egemen sınıflarının belli unsurları anılan bu ilişkiyi sürdürmeyi, devlet partileri aracılığıyla çıkarlarını korumayı esas almışlardır. Bunların da bu süreçte AKP’yi seçmelerinde yadırganacak bir yan yoktur. Devrimci kurtuluş seçeneğinin devre dışı kaldığı bir dönemde düzen partileri içinde çıkarlarını sürdüren, herhangi bir ulusal derdi olmayan Kürt egemen sınıflarının “iktidarın en güçlü adayı” partiye oynamalarında şaşılacak bir yan yoktur; tersine bunu, gelişmeleri çok iyi koklamalarına bağlamak gerekir.

İki: 1970’li yılların ikinci yarısında gelişen KUKM, bu geleneksel yapıyı karşısına aldı, devletle olan ilişkilerini deşifre etti, etkin bir ideolojik ve politik mücadeleyle kitleleri uyandırma ve ulusal bilinç etrafında örgütleme çabalarını yürüttü ve giderek bütün toplumu ve politik ilişkileri etkileyecek bir düzeye geldi. Bunların ayrıntıları, politik gelişim süreci ayrıntılarıyla biliniyor, tekrarlamanın bir anlamı yok. İmralı süreciyle birlikte bütün bu politik ve moral kazanımlar tasfiye sürecine alındı. Ancak buna karşılık devrimci ulusal kurutuluş seçeneği de geliştirilemedi ve ortaya büyük bir boşluk çıktı. Bu boşluğun tasfiye süreciyle birlikte, değerlerdeki aşınmayla daha da büyüdüğünü vurgulamamız gerekiyor. Devlete hizmet, devletle bütünleşme çizgisi 20-30 yıllık kazanımları adım adım tüketmeye başladı. Bunun sonucu bitme noktasına gelmiş düzen partileri Kürdistan’da yeniden boy vermeye başladılar. Bu, ulusal demokratik mücadele açısından ciddi bir kayıptır. Ortaya çıkan boşluğu AKP dışında başka partilerin kapatması olanaksızdı. Hükümet olanaklarıyla birlikte açlık sınırındaki halkın güncel bazı taleplerinin yerine getirilmesi, en azından bu doğrultuda kimi adımların atılması halk nezdinde AKP’nin “ehven-i şer” bir onay görmesine vesile olmuştur. Ama burada en önemli etken şudur: Ulusal kurtuluş bilinci ve çizgisindeki tahribatlar ve politik olarak ortaya çıkan büyük boşluk AKP’nin önünü açmıştır!

Üç: İki dönemdir yerel yönetimleri kazanan HADEP-DTP geleneğindeki çizgi, halkın önüne somut, inandırıcı ve umut vaadedici bir proje, somut ve çekici bir seçenek sunmamıştır. Etkisinde olduğu politik çizgi nedeniyle alternatif bir toplumsal proje ve uygulama sunmaları mümkün değildi. Buna bireysel yetersizlikleri, geleneksel siyaset anlayışındaki yolsuzluk gibi ahlaki olmayan davranışları da eklediğimizde bu olanaksızlığın derinliği daha iyi anlaşılır. Yerel yönetimlerde halkın somut taleplerini karşılayacak somut çözümler önermeyen, bunların içinde uygulanabilirliği olanları uygulamayan, geleneksel yozlaşmaları yaşayan HADEP-DTP geleneğindeki çizginin ve kadroların halkın gözünden düşeceği ve bir kenara itileceği çok açıktır. AKP’nin oylarındaki patlamanın önemli bir nedeni de budur!

Dört: Bu son seçimde DTP, genel olarak halkın eğilimlerini hesaba katmak yerine, öteden beri yasal partilerde çöreklenmiş, bireysel ve ailesel çıkarlarını esas alan, daha çok Kürt egemen ve orta sınıflarına mensup bireyleri tepeden atamıştır. Yine döküntü diyebileceğimiz reformist solun kimi unsurlarını ilkesiz bir tarzda aday olarak belirlemiştir. Adayların belirlenmesi sürecinde geleneksel siyasal ölçülerin, aşiretsel değer yargılarının ve tepeden dayatmacı yöntemlerin kullanıldığını vurgulamamız gerekiyor. Demokrasi havarisi kesilen bir partinin en despotik yöntemleri benimsemesi, geleneksel ölçüleri esas alması, kuşkusuz halkın tepkisini çekecekti. Bir yönüyle gerçekleşen de bu oldu!

DTP, 22 Temmuz seçimlerinde Kürt sorununu, Kürtler’in en temel taleplerini, halkın en temel güncel ihtiyaçlarını çözüm programına oturtan bir politika değil, devleti ikna etmeyi, kendisini ona kabul ettirmeyi kampanyasının odağına oturtmayı esas aldı. Her açıdan halktan kopan, somut bir bilinç ve çözüm programı götürmeyen, tepeden inmeci kadro dayatmalarıyla tepki toplayan DTP’nin bu seçimde yenilgiye uğraması kaçınılmazdı. İdeolojik ve politik olarak siz devleti ve onun kurumlarını Kürdistan’a, halkın bilincine taşırsanız, bunu sistematik bir tarzda yaparsanız, elbette bu, düzen partilerinin Kürdistan’daki politik zeminini, toplumsal tabanını güçlendirmekten başka bir sonuç vermez. Olan da bundan başkası değildir!

Kısacası, devrimci ulusal kurtuluş değerlerindeki sistemli aşındırma, bu sürecin derinleştirilmesi devletin ve onun partilerinin değirmenine su taşıyor! Devrimci seçeneğin gelişmemiş olması işlerini son derece kolaylaştırıyor. Yapılması gereken çok açıktır: Değerlerin tasfiyesi devletin tüm kurum ve kuruluşlarıyla, politik ve psikolojik varlığı ile ülkemizde ve halkımızın bilincinde yer etmesi ve derinleşmesi anlamına geliyor.

Bu süreci tersine çevirmek, gerçekten topyekûn devrimci mücadele programıyla mümkündür! Bunun dışında başka bir seçeneği geliştirmek ve sonuç almak mümkün değildir!

28 Ağustos 2007