20 Kasım 2009
Sayı: SİKB 2009/45

  Kızıl Bayrak'tan
  Süresiz iş bırakma
eylemi örgütlenmelidir!
  Düzenin çözümsüz denklemleri
Sermaye devletinin kulakları: “Telekulak”!
“Ücretsiz ulaşım hakkı için
mücadeleye!”.
Metal işçileri Netaş grevinin
yıldönümünde MESS önündeydi!
  25 Kasım uyarı grevi hazırlıklarından.
  25 Kasım üzerine konuştuk.
  Sınıf hareketinden…
  Küçükçekmece’de eğitim seminerleri sürüyor
  Yaşasın Karahan Tekstil
direnişimiz!
  TKİP III. Kongresi toplandı!
  III. Parti Kongresi Gündemi
  Kapitalist kriz tipleri
- Volkan Yaraşır
  25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’de emekçi kadınlar bir adım öne
  “Mühendislik, Mimarlık ve Şehir Planlamada Toplumcu Eksen”
çıkarken...
  Öğrenci gençlik neoliberal
saldırılara başkaldırdı!
  Pentagon’un savaş baronları namluları yeniden Latin Amerika halklarına çeviriyor...
  Ulusal soruna devrimci yaklaşımın paradoksları - 2 - M. Can Yüce.
  Zere’den mektup var!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzenin çözümsüz denklemleri

“Açılım” konusu gündemdeki yerini koruyor. Tartışmalar daha çok burjuva siyaset sahnesinde yaşanıyor. Sorun üzerinden birbirlerine adeta diş bileyen düzen partileri, “açılım”a ilişkin meclis görüşmelerini ise bir iç hesaplaşma alanına çevirdiler. AKP konuyu meclise taşıyarak, hem açılıma bir “milli irade” görüntüsü kazandırmak istiyor, hem de sürece karşı keskin bir muhalefet yürüten CHP ve MHP’yi etkisizleştirmenin hesabını yapıyordu. Ama meclisten bir mutabakat tablosunun çıkmayacağı baştan belliydi. Ortaya çıkan sonuç bu nedenle şaşırtıcı olmadı. Ancak burjuva muhalefetinin etkisizleştirilmesi bakımından oldukça önemli kazanımlar elde edildiği açık. Özellikle de Onur Öymen ile devleti savunmak çizgisinde hareket eden CHP tam olarak çuvallamış durumda.

Devlet bürokrasisinin en derin noktalarında görev yapan ve kendini hep devletle özdeşleştirmiş olan bu zat, gerçek düşüncelerini dosdoğru ortaya koyunca, açılım görüşmelerini fırsata çevirmek isteyen CHP’nin hesapları da tümüyle boşa çıktı. AKP’yi zayıflatma hesabı yaparken kendisi hedef haline geldi. Gerçek bir siyasal yenilgi anlamına geleceği için Onur Öymen’in istifasından kaçınan CHP yönetimi, bir an önce durumun üstünü kapatma yolunu seçti. Ancak Alevi emekçileri başta olmak üzere toplumun farklı kesimlerinden yükselen büyük tepki karşısında çok zor bir duruma düştü. Bu noktada tek bir manevra yapma şansı vardır; o da, AKP cephesinin konuyu istismar etmesi gerçeğinden hareketle, Alevi emekçileri İslamcı gericilikle korkutmaktır. Ancak bu imkan da giderek yitirilmektedir. Çünkü, Alevi emekçileri bugün bir mücadele dinamiği olarak hareket edebilecek düzeyde örgütlüdür.

Bu noktada belirtmek gerekir ki, Onur Öymen sadece CHP’nin gerçek kimliğine ışık tutmuş, devletin kurucu partisi olarak işlediği suçlara işaret etmiştir. Bu da onyıllar boyunca gericilik korkusuyla CHP’ye bel bağlayan ve Kemalizm’in temel toplumsal dayanaklarından biri haline gelen Alevi emekçileri için sarsıcı ve uyarıcı olmuştur. Bu, toplumsal mücadelelenin geleceği açısından önemli bir gelişmedir. “Devletin Alevisi olmayacağız” diyerek alanları dolduran Alevi emekçileri, düzenin has partisi CHP’nin de Alevisi olmamak için önemli bir adım atmışlardır. CHP açısından ana oy depolarından birinin boşalması anlamına gelen bu durumun, onun iç bunalımını ayrıca derinleştireceği kesindir.

Öte yandan AKP ve onunla aynı safta duran düzen güçlerinin ikiyüzlülükleri de unutulmamalıdır. Onlar da siyasal çizgileri ve tarihsel pratikleriyle CHP ile aynı yerde durmaktadırlar. Bugün açılım planının gerekleri onları başka türlü davranmaya itse de, gerçekte devletin katliamları karşısında farklı bir tutum içerisinde değillerdir. Hiç değilse CHP tarihinin bir döneminde düzen siyasetinin solunu tutmak üzere politik çizgisinde değişiklikler yaparken, bu son döneme kadar dinci gericiler Alevi ve Kürt düşmanlığı yapmış, devlet katliamlarına sahip çıkmış ve dahası bu katliamlarda kullanılmışlardır. Bugün “amacımız analar ağlamasındır” diyen Erdoğan’ın, daha birkaç yıl önce kolluk güçlerini kadın ve çocukları katletmeye çağırdığı unutulmamalıdır. Sivas ve Gazi gibi katliamlarda bu gericilerin katliama nasıl katıldıkları ve nasıl savundukları bilinmektedir. Bu gerici odaklar bugünkü halleriyle koyun postuna bürünmüş kurttan farksızdırlar. Gerek Aleviler, Kürtler ve gerekse de devlet katliamları karşısındaki durumları tam olarak böyledir. Dolayısıyla, bu gericilerin ikiyüzlülüklerinin teşhir edilmesi de günün önemli siyasal görevlerindendir.

Diğer taraftan, açılım sürecinin bugünkü seyrine baktığımızda, hükümet cephesinden bir eşiğin aşılmak üzere olduğu da açıktır. Kandil ve Mahmur’dan gelen PKK’li grupların Kürt halkı tarafından görkemli gösterilerle karşılanması nedeniyle düzen cephesinden ortaya çıkan sarsıntılar üzerine hükümet açılıma ara verdiğini ve açılım planını yürürlüğe koymak için şartları yeniden olgunlaştırmaya çalışacağını duyurmuştu. Bu, gerek düzen siyasetine ve gerekse de Kürt hareketine bir balans ayarı çekileceği anlamına geliyordu. Sürecin başa döneceği konusunda yapılan tehditler Kürt hareketine yönelik olanıydı. Konunun meclise getirilmesi ise burjuva siyasetine yapılacak balans ayarı kapsamındaydı. Bu plan yukarıda da belirttiğimiz gibi belli bir başarıya ulaşmış durumda. Tüm bunlardan sonra açılım sürecine verilen ara geride bırakılarak yeni adımların atılması muhtemeldir. Öcalan’ın şartlarının “iyileştirilmesi” çerçevesinde bir takım adımlar atılmış bulunmaktadır. Bu arada yeni PKK’li grupların ülkeye girişi de sözkonusu olabilir.

Ama bunlar açılım sürecinin önünde engel kalmadığı anlamına gelmiyor. Tersine bu süreç, kurulu düzen açısından bakıldığında aşılması güç engellerle doludur. Zira sorun sadece burjuva muhalefetin kontrolü ya da PKK’nin tasfiyeye ikna edilmesi sorunu değildir. Sorun aynı zamanda düzenin bekası sorunudur. Zira CHP ve MHP gibi partiler bir yere kadar denetim altında tutulabilirler belki ama, şovenizmle zehirlenmiş ve kirli savaş propagandasıyla kandırılmış toplumun geri yığınlarını kontrol etmek o kadar kolay değildir. Diğer taraftan, bir takım ödünlerle PKK tasfiye sürecine sokulabilir ama, bu süreç pekala Kürt halkının çok daha ileri siyasal taleplerle mücadeleye sarılmasına da yol açabilir. Kandil ve Mahmur’dan gelenlerle ortaya çıkan tablo bu bakımdan dikkat çekicidir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, düzen açısından bir bıçak sırtı durumudur bu. Bir yandan Kürt hareketini ve halkını sürece ikna edecek bir siyasal ortamın hazırlanması, diğer yandan bunu yaparken toplumun geri kesimlerini öfkelendirecek tabloların ortaya çıkmamasına özen gösterilmesi gerekmektedir. Sorun sadece bir denge politikası olarak da ortaya çıkmamaktadır. Aynı zamanda gerici yığınları Kürt halkına karşı kullanma ihtiyacı vardır ki, bunun da ölçülü bir biçimde yapılması gerekmektedir.

Düzenin en önemli handikaplarından biri ise, böyle bir süreci iç iktidar mücadelesinden kaynaklı bir siyasal krizle karşılıyor olmasıdır. Her ne kadar hükümet döne döne açılım sürecinin bir devlet politikası olduğunun altını çizse de, sürecin siyasal sorumluluğunu üstlenmiş durumdadır. Ordu cephesi ise, açılım sürecinin altında imzası olmakla birlikte, bu süreçte hükümetin yıpranabileceği beklentisiyle elini taşın altına koymaktan uzak durmaktadır. Bu arada düzen içi mücadele sertleşme eğilimi göstermektedir, ki her an yeni bir siyasal krizin kapıda olması demektir bu. Islak imzayla ilgili ihbar mektubu böyle bir işlev görebilirdi, fakat taraflar arasında yapılan görüşmelerin belli bir mutabakatla sonuçlandığı anlaşılıyor. Ancak bunun geçici olduğu açık. Dinleme skandallarıyla gerilim en üst seviyede seyretmeye devam ediyor. Yeni bir kriz sarsıcı sonuçlara yol açabilir ki, bu da açılım sürecinin sonunu hazırlayabilir.

Bu noktada belirtmek gerekir ki, bu riskler karşısında düzen cephesinden bazı çıkış yolları da aranmaktadır. Bu çerçevede çatışan güçler arasında yeni bir ittifak arayışı sözkonusu olabilir. Özellikle AKP ile organik bağları olan tekelci burjuvazi ile tekelci burjuvazinin TÜSİAD’da temsil edilen kesimleri arasında yan yana geliş yollarının arandığı, buna ilişkin bir takım girişimler olduğu gözlemlenmektedir. Bu girişimlerden bir sonuç çıkıp çıkmayacağı bilenemez ancak bu ihtimalin de mevcut denklemler içerisinde dikkate alınması gerektiği açıktır.

Tüm bu denklemlerden farklı sonuçlar üretilse de, bunlardan hiçbirinin Kürt halkı ve emekçilerinin yararına olmayacağı açıktır. Çünkü bu denklemlerden hiçbiri Kürt halkının ulusal özgürlük ve eşitlik istemlerine yanıt vermemektedir. Bunun için, bu denklemlerin Kürt halkı ve emekçileri yararına yeni baştan kurulması gerekmektedir. Bu ise ancak mevcut düzeni aşmayı hedefleyen devrimci bir mücadele programı ve yönelimiyle mümkündür. Kürt sorununda gerçek ve kalıcı bir çözüme ulaşmanın bunun dışında bir yolu yoktur.