06 Ağustos 2010 Sayı: SİKB 2010/31

 Kızıl Bayrak'tan
Düzenin referandum oyunu ve “demokratikleşme” yalanlarına kanılmamalı
“Emekçilerin ve Ezilenlerin Boykot Cephesi” de anayasal hayaller peşinde sürükleniyor!..
Gericilikte yarışanlar bir kez daha terör edebiyatına sığınıyor!
Kirli savaş itirafları...
“Tecrit-tredman insanlık suçudur!”.
Sendikal ihanetin
faturasını işçiler ödüyor!
İnsanca yaşam sosyalizmde!..
“UPS’ye sendika
halaylarla girecek!”
İşçi ve emekçi hareketinden.
İşgal silahını kuşanan direnişçi ÇEL-MER işçileri yol gösteriyor!
ÇEL-MER işçisi sendikal hakları için fabrikasını işgal etti..
ÇEL-MER işçilerinin aileleri ve desteğe gelen direnişçi UPS işçileriyle konuştuk..
Metal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu Ağustos Ayı Toplantısı Sonuçları
65. yıldönümünde Hiroşima ve Nagazaki katliamları
“İşçilerin birliği halkların kardeşliği!” şiarını yükseltelim
Afganistan’da kadınları emperyalist işgalciler mi kurtaracak?
Referandum ve
devrimci yurtsever tavır… - M. Can Yüce.
Mamak'ta festival heyecanı...
10. Munzur Kültür ve
Doğa Festivali gerçekleştirildi
ÇEL-MER direnişçisinden
mektup var!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kirli savaş itirafları...

Türk sömürgeci sermaye devletinin kirli savaş uygulamaları birer birer açığa çıkmaya devam ediyor. Emekli Koramiral Atilla Kıyat’ın, bir televizyonda Türk devletinin eylemlerini doğrulayan çarpıcı açıklamaları bunun son bir örneği oldu. Bununla beraber yine basına yansıyan video görüntülü bir habere göre, Genelkurmay’ın PKK´nin “Hantepe” karakol baskınına göz yumarak askerlerin ölümüne seyirci kaldığı anlaşıldı. Böylece asker cenazelerini şovenizmi tırmandırmak için nasıl bir malzeme olarak kullandıkları da bir kez daha deşifre oldu.

Emekli Koramiral Atilla Kıyat, ‘93-‘97 yılları arasında işlenen “faili meçhul cinayetler”in devlet politikası olduğunu, o dönem yüzbaşı, üsteğmen olan kişilerin emir üzerine bu cinayetleri işlediklerine işaret etti.

Kıyat’ın, 1990’la 2000 yılları arasında yapılanların bir devlet politikası olduğunu itiraf ettiği sözleri ise şunlar: “Bugün Ergenekon’da faili meçhul cinayetlerden dolayı suçlanan ve içeride olan kimseler vardır. Ama ben devamlı söylüyorum. Bu arkadaşlar o zaman (şimdi albay bunlar) üsteğmendi, yüzbaşıydı. Şimdi diyorlar ki ‘Sen Cizre’deyken muhtarı öldürdün’ ya da muhtarla beraber oldun filancayı öldürdün. ‘Sene kaç? 1994, 1995... Şimdi ben de diyorum ki, lütfen ‘94’ün, ‘95’in, ‘93’ün, ‘96’nın, 97’nin başbakanları, cumhurbaşkanları, genelkurmay başkanları, OHAL valileri... Yatağınızda nasıl rahat uyursunuz! Lütfen çıkıp açıklayın, bu yıllarda işlenen faili meçhuller terörle mücadele için devlet politikası mıydı ve bu çocuklar devlet politikası mı uyguladılar? ‘Hayır böyle bir devlet politikası yok’ diyorsanız, söyleyin. Hayır söylemiyorlar.”

Öte yandan Hakkari’nin Çukurca İlçesi’nde yedi askerin yaşamını yitirdiği Hantepe baskınının başta Genelkurmay olmak üzere 30’ya yakın birim tarafından canlı olarak izlendiği deşifre oldu.

Basına yansıyan bilgilere göre, saldırıdan 20 dakika önce bölgeye giden Heron, PKK baskınını saniye saniye karargâha iletti. Heron’un çektiği görüntülere göre mevzilere yaklaşan PKK’lilerin, askerlerin üzerine attığı bombalar büyük gürültüyle patlıyor. Bu sırada kaçışan askerler, pusuya yatan PKK’liler tarafından kurşun yağmuruna tutuluyor.

Kardeş halklar arasında düşmanlık tohumları ekmek ve Kürdistan’da yapılan operasyonları meşrulaştırmak için kullanılan asker cenazelerinin Türk devleti için hiçbir anlam taşımadığı da bu örnek üzerinden bir kez daha görülmüş oldu.



 

Dörtyol’un ayrıntıları...

Hatay’ın Dörtyol ilçesinde 26 Temmuz akşamı meydana gelen faşist provokasyon hakkında yeni bilgiler ortaya çıkmaya başladı. Dört polisin öldürüldüğü HPG eylemi gerekçe gösterilerek gözaltına alınan 4 kişiden biri olan Mehmet Bozkurt, yoğun bakımdan çıktıktan sonra yaşadıklarını anlattı.

26 Temmuz akşamı polis aracına dönük HPG eyleminin ardından kullandıkları araçları durdurularak gözaltına alınan dört kişi Dörtyol Emniyet Müdürlüğü’ne götürülürken, ilçede aynı dakikalarda “Polisleri vuranlar yakalandı” söylentisi yayılmıştı. Karakol önünde toplanan güruh gözaltına alınanları linç etmeye çalışırken, yaralı Mehmet Bozkurt linççi güruhun arasında ambulansa bindirilerek hastaneye kaldırılmıştı.

Urfa’da çiftçilik yapan Bozkurt, olay gecesini şöyle anlattı:

“Arabayı ben kullanıyordum. Silah sesi duydum. Sonradan öğrendik ki polisler vurulmuş. Arabadaki arkadaşlarım ‘dur’ dedi, durmadım. Mermi sıkılan yerden 300-400 metre uzaklıkta polis aracını görünce durduk. Panikledik, ne olduğunun farkında değildik. Polis bizi aldıktan sonra ben ‘Suçumuz nedir, ağabey?’ diye sordum. ‘Suçunuz polis vurmak’ dediler.

(...) Bizi gözaltına alan polis direksiyona geçti ve aracı ters yönde giderek kullandı. Hızla gittik. Araçtan inerken emniyet bahçesinin ortasında iki sivil kişi ateş açtı. Polis de olabilir, vatandaş da olabilir. Tartışma olmadı. Terörist diye gösterip vurdular bizi. Emniyet bahçesinde birileri arabaya girdiler. Araba da hasar gördü, paramparça oldu. Beş-altı kişiydiler. Belden aşağımdan sekiz kurşun yedim. Hakkımızı istiyoruz. Mağduruz. İnsan olan hakkımı arasın. Herkes elini vicdanına koysun. Olayın yaşandığı an Dörtyol Emniyet’i bizi korumadı.”




Cumartesi Anneleri’nden
Erdoğan’a tepki

Cumartesi Anneleri, oturma eylemlerinin 279. haftasında Galatasaray Lisesi önünde biraraya gelerek, Erdoğan’ın, “Onları hiç duymadım, onların ne iş yaptıklarını bilmiyorum!” sözlerine tepki gösterdi.

Kayıp yakınlarının gönderdiği ve Erdoğan’ın sözlerine tepkilerini ifade eden mesajların okunduğu eylemde ilk olarak gözaltında kaybedilen Rıdvan Karakoç’un kardeşi Hasan Karakoç söz aldı.

Yıllardır sistemli işkencelerle ortadan kaybedilen kişilerin sorumlularının yargılanmadığını belirterek, şunları söyledi:

“15 yıldır burada oturuyoruz. Bizleri dünya duydu, devlet duymadı. Yuh yani! 15 yıldır burada oturduk. Hindistan’dan, Almanya’dan dünyanın birçok yerinden geldiler. 70 yaşında anneleri saçlarından sürüklediler. Yazıklar olsun.”

1995 yılında gözaltında kaybedilen 18 yaşındaki Abdurrahman Coşkun’un annesi Hediye Coşkun mesajında, 15 yıldır tüm baskılara rağmen oğlunu aramaktan vazgeçmediğini belirterek, “Başbakan ne yaptığımı bilmiyormuş. 73 yaşındayım, ölmeden önce oğlumun akıbetini öğrenmek için mücadele ediyorum. Dünya alem duydu da 15 yıldır başbakan sesimizi duymamış, bizi görmemiş” sözleri ile Erdoğan’a tepkisini dile getirdi.

20 Temmuz 1992 yılında gözaltında kaybedilen Hasan Gülünay’ın eşi Birsen Gülünay, “18 yıldır eşimi arıyorum. Coplandım, yerlerde sürüklendim, gözaltına alındım, 1 ay hapiste yattım, vazgeçmedim. Artık eşimin yaşamadığını biliyorum. 4 çocuğumu yetim bırakanlar yargılansın istiyorum. Karanfil koyabilecek bir mezarımız olsun istiyorum. Başka anneler, eşler, çocuklar ağlamasın istiyorum. Başbakan kayıp yakınlarına kinayeli sözler söyleyeceğine, kaybedilen yakınlarımızın akıbetini açığa çıkaracak mekanizmaları hayata geçirsin” sözleriyle tepkisini ifade ederken, 29 Ekim 1995’te gözaltında kaybedilen Seyhan Doğan’ın babası Ramazan Doğan ise “Gözaltında kaybedilen Seyhan Doğan’ın babasıyım. Bizim bilgimiz dışında nüfus kütüğümüze Seyhan’ın öldüğünü yazmışlar. Başbakan bizi suçlayacağına bu kaydı düşenleri araştırsın. Benim oğlum daha çocuktu, onu benim kucağımdan alıp götürdüler. Başbakan ne yaptığımı bilmiyorsa söyleyeyim. Ben oğlumun kemiklerini arıyorum...” sözleriyle seslendi.

13 Eylül 1980 yılında gözaltında kaybedilen Cemil Kırbayır’ın annesi Berfo Kırbayır mesajında, 30 yıldır Cemil’in yolunu beklediğini belirterek şunları belirtti: “Gelir de duymam diye kapım açık uyuyorum. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kenan Evren’i köşkte ağırlarken içim kan ağladı. Benim oğlum 12 Eylül’ün ilk gözaltında kaybıdır. Başbakana sesleniyorum: Ben 100 yaşını geçtim. Cemil’imin akıbetini öğrenmek için ölüme direndim. Kaybedilen evlatlarımızı ve bizi görmezden gelmeye devam edersen iki cihanda ellerim yakanda olacak.”

18 Ocak 1996 tarihinde gözaltında kaybedilen İsmail Şahin’in eşi Kiraz Şahin ise mesajında, 14 yıldır eşinin başına ne geldiğini öğrenmeye çalıştığını, elbiselerini dolapta gelip giyecekmiş gibi temiz tuttuğunu belirterek Erdoğan’a “Başbakan’a soruyorum İsmail ne oldu? Arkadaşlarımın çocuklarına eşlerine ne oldu? Bunu açıklamak sizin göreviniz değil mi?” diye sordu.

12 Nisan 1981 tarihinde gözaltında kaybedilen 27 yaşındaki Nurettin Yedigöl’ün annesi Zeycan Yedigöl mesajında, 29 yıldır oğlundan bir haber almak için beklediğini, Nurettin’i sorgulayan ekibin, işkence yapan polislerin belli olmasına ve tüm başvurulara rağmen soruşturma yapmayan DGM savcısının da kim olduğunun bilindiğini, belli olmayan tek şeyin ise oğlunun akıbeti olduğunu ifade ederek, Erdoğan’a şu sözlerle seslendi: “Başbakana sesleniyorum: Madem 12 Eylül’le hesaplaşacağız diyorsun neden 8 yıllık başbakanlığın boyunca benim, Berfo Kırbayır’ın, Cevriye Altunbaş’ın, Elmas Eren’in, Fatma Morsümbül’ün ve diğer 12 Eylül’de kaybedilenlerin annelerinin sesini duymuyor musun?”

Kızıl Bayrak / İstanbul