14 Eylül 2012
Sayı: SİKB 2012/04 (37)

  Kızıl Bayrak'tan
  Sermayenin saldırıları ve
biriken olanaklar
  Dinci partinin gücü ve pervasızlığı
nereden geliyor?
  Afyon’daki 25 asker ölümü üzerine...
Alaattin’i katleden, katilini terfi ettiren ve onu tutuklamayan siyasi iktidardır!
12 Eylül ülke genelinde lanetlendi!
MİB değerlendirme ve kararlar
  “Dernek sınıfın örgütlenmesinde
bir araç olacaktır”
  İzmir’de emekçiler “İşçilerin birliği halkların kardeşliği” gecesinde...
  Senkromeç’te 12 Eylül pankartı
  4+4+4’e karşı binler meydanlardaydı!
  4 + 4 + 4 uygulaması ve Ankara mitingi üzerine Eğitim Sen şube yöneticileri ile konuştuk...
  Eylem ve sokak yol gösteriyor!
Volkan Yaraşır
  Lufthansa grevi ve sonuçları...
  İşgalin ve neoliberalizmin kıskacındaki Filistinliler intifadanın izinde…
  Batı Şeria’da protestolar şiddetleniyor
  Üniversitelerde “yeni” bir dönem başlıyor...
  Beytepe’de cemaatlere geçit yok!
  DLB: Yeni öğretim yılında mücadeleyi yükseltelim!
  Ekim ayında 30 ilde aynı anda yıkımlar başlayacak…
  Şili’de faşist darbenin 39 yılı geride kalırken...
  Metin Kurt’un anısına...
  Üç başlık ve Ermenistan
  Karaburun notları...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Şili’de faşist darbenin 39 yılı geride kalırken...

Şili’de yüzler umuda ve güneşe dönük!

 

Ezgilerimiz anlatıyor tarihin canlı yapraklarındaki o siyah düşlerimizi. Onlar ki her biri ayrı bir hayalin ürünüydüler. Özgürlük ve eşitlik toprak üstündeki insanlara hiç bu kadar yakın olmamıştı belki de. Ne de olsa yeni bir düştü. Evet, Bolşevikler’in kırdığı buzdan yol alan son gemilerden kendini akıntıya bırakarak tatlı düş sarhoşluğuyla tedbirsiz kalan Şili’deki sosyalizm düşü...
Öyle bir düş ki ne bilinir sonu ne de inşası mümkün olur. Parlamentonun duvarlarıyla başkanlık binası arasında kalan sosyalizm düşü 11 Eylül 1973 sabahı Başkanlık Sarayı La Moneda’nın bombalamasıyla dağılır.
Ve de gölge düşmüş sokaklar! Sert bir düşüşle uyanılan karanlık. Sonsuz bir kuyu dibi gibi içine çekildiği ölüm mahzenlerinde dünkü düşlerin sesi dahi kalmamıştı. Umudu yaşatan, çiçekleri yeşerten bir mırıldanış kalsa da yarına o günler ölümün boy verdiği kara deryalardı. Pinochet’in pis kahkalarına kurban edilen binlerin ardından düşler yasaklanarak ‘demokrasiye geçiş’ sağlandı. Burjuvazi için demokrasi, sınırları çizilen ufku icazetle eşdeğer bir yönetimdir. Ezilenlere hep diktatörlük, ezenlereyse hep özgürlük sunar.
“Ülkesinin insanlarının sorumsuzluğu yüzünden bir ülkenin komünist olmasına seyirci kalamayız. Meseleler, Şilili seçmenlerin kararına bırakılamayacak kadar önemlidir.”
Böyle buyuruyordu Henry Kissinger. ABD Başkanı Nixon’ın önce ulusal güvenlik danışmanı, daha sonraysa dışişleri bakanı olan ve Nazi zulmünden kaçıp Amerikan zulmünü inşa eden Kissinger.
1973 yılında Nobel Barış Ödülü’nü alarak dünyanın dört bir yanında insanların katledilmesinde oynadığı rol takdir edilen Kissinger, arka bahçeyi temizleme görevini Pinochet’e verdiğinde acaba Nobel Barış Ödülü neredeydi?
1960’ların düşleri ‘70’lerin kabuslarıyla boğulurken 21. yüzyılın inşaası da tamamlanıyordu. Nihai zaferi açıklamak bir gösteriye dönüştüğünde değişimin esintisiyle kandırıldı emekçiler. Ama kibir ve hırs sabretmedi yalanlarla ördüğü dünyanın birkaç yıl daha ayakta durmasına... Yıktı, yaktı gasp etti ve katletti. Stadyumlar sistemin gördüğü gibi kitleleri tutsak etmek için kullanıldı. Fakat stadyumda tek ses işkence çığlığı değildi. Victor Jara ile yüzler zulme, yoksulluğa karşı “Venceremos” marşını haykırıyorlardı.* 
Yıllar geçti. Darbe yönetimi ‘seçimle’ görevini takım elbiseli temsilcilerine devretti. Yıllar geçti darbeciler emekliliklerini yaşarken öğrenciler, işçiler aynı kaderi yaşamaya, aynı geçmiş özlemi taşımaya devam ettiler. Ne zaman özlemin yerini öfke alsa, ne zaman umut için taşlar havada uçuşsa düzen saldırganlığın yanına yanılsamalar ekleyerek durdurdu onları. Darbeciler yargılandı! Fakat her yanılsama gibi burada da gerçek, ışık huzmesi olup boşluklardan sızdı. 11 Eylül 2012 günü yani Allende’nin ölüm, darbenin doğum gününde Santiago Temyiz Mahkemesi, Allande’nin ölümüyle ilgili geçen sene başlatılan soruşturmayı resmi olarak kapattığını açıkladı.
Yıllar, geçmişin bekçisi, ileriye gitmek istendiğinde ayağında pranga. Zira zaman en büyük düşman. Unutulmuş tarihin tecrübelerinde acıyla kazanılmış olan yaralar deşiliyor. Bırakılan, unutulan hayallere sıkışan özgürlük ve eşitlik düşleri boğuluyor işte.

Burjuvazi ifadeyi özgürleştirmek isterse...

Şili’de geçen 39 yıla güvenen burjuvazi şimdi bir yandan sömürüyü katmerlerken diğer yandan darbe övgüleriyle iktidarını perçinliyor.
Çok eski değil, geçtiğimiz haziran ayıydı emekçilerle darbecilerin tekrar karşılaşması. Santiago’da darbeyi öven belgeselin gösterimi Caupolican tiyatrosunda gerçekleştirildi. Başkent Belediye Başkanı Pablo Zalaquet ise yüzlerce Pinochet karşıtı göstericinin “eşzamanlı saldırılar” gerçekleştirmeye devam ettiğini iddia etti.
“Daha öncede söylediğim gibi gösterimin gerçekleştirilmemesini tercih ederdim, zira hepimiz neler olacağını biliyorduk” dedi. “Şili’nin geleceğe bakması gerekiyor. Yorgunuz. Pek çok insan haklarını savunmak üzere sokaklarda olduklarını anlatıyor ama yaptıkları sadece talan ve yağma.”
Belediye başkanına sokakta çatışarak yanıt veren darbe döneminde katledilenlerden birinin akrabasının sözleri anlatır tüm yalınlığıyla oynanan oyunun kirliliğini: “İnsan hakları ihlali yapan onlar. Bugün de bizi baskı altına almak, bize şiddet uygulamaktan başka yaptıkları bir şey yok. Bu soykırımcılar şimdi Caupolican Tiyatrosu’ndalar.”
Şili polisinin saldırı silahlarındaki gelişmişlik bile ülkede umudun hala sürdüğünü kanıtlar nitelikte. Polis panzerlerinde çift su namlusu, zırhlı araçlardan gaz sıkma özelliği, çevik kuvvet ekiplerinde boyalı plastik mermi atan tüfekler...
“Bugün Şilili işçiler mücadeleye yeniden başlıyor. Kendi deneyimlerinin ortaya koyduğu dersleri öğrenmelerine izin verilmemesi, tarih sahnesinde korkunç bir çelişki yaratacaktır.”**
Meydanları boş kalmayan, umudun, Victor Jara’nın türküleriyle büyümüş, Allende’yi kalbinde yaşatan bir halk için geçmişi geride bırakmak hakaretlerin en büyüğüdür. Geride bırakılacak bir geçmiş hiç olmadı Şilili emekçiler için. Var olan geçmişi geleceğe taşıma hayalleriyken patronlar ve devlet erkanı tiyatro salonlarında kendilerini kandırmaya devam edecek. Asalaklar takımı Şili’de 39 yıldır rahat nefes alıyor olabilir fakat güneş sonsuza kadar batmadı. Santiago Stadı hafızalarda hala hapishane, devletse hala katil... Ve taşınan çelişki diyalektiğe göre er ya da geç açığa çıkacak!
Bir ışık huzmesi vuruyor yüzümüze. Şarkının nakaratına takılıp mırıldandığınız anda, tüm enstürmanların sustuğu anda ve hep bir ağızdan söylenen kavga marşlarını duyduğunuz anda bilin ki bizimkiler geliyor. Latin Amerika’nın unutulmuş topraklarına devrim uzak kalsa da bugün emekçiler hala sokakta! Darbecileri öven belgesel gösterisinde, paralı eğitim dayatmalarında sokaklar bayram yeri. On yılların kin birikimiyle polise karşı savaşarak, geri durmadan çatışarak hakların kazanılacağını içselleştirmiş bir kültürün ürünü olarak işçiler, gençler sokakta!
Ve bir dövize yazılmış tek gerçek...

‘Faşist yönetime hatırlatma:
Eğer rüya görmemize izin vermezseniz biz de sizi uyutmayız’***

Şili’yi paralı eğitimin dünya üzerindeki neoliberal deney alanı kılanlara karşı sokaktan bir cevap. Geçmişi geride bırakmak yok gözlerde. Döviz sımsıkı tutularak burjuvaziye, darbecilere, onun uşak takımının da yüzlerine çarpılarak söyleniyor söz.
Nazım ustanın dediği gibi “gündüzleri sömürülen geceleri aç yatılan” bir sınıfın evlatları için rüya görmek en temel insani hakkın savunusudur. Yaşanmış hayatın rüyalara taşınmasında bile tahammülü olmayan gerici-faşist güçleri uyaran genç rüyalarını istiyor. Rüyalarını çalana kabus o...
Şimdi emekçiler huzurla uyuyor. Düşlerini unutmadan, gerçeğe bir adım daha yaklaşarak bu sefer parlamentonun oy sandıklarının arasında değil sokakta aranarak sürüyor düş...

T. Kor

* Şili’de darbeyi izleyen Pravda gazetesi muhabiri Vladimir Çernisev umudun türküsünü haykıran Victor Jara’nın son anlarını şöyle anlatıyordu: “Victor Jara dudaklarında şarkıyla öldü. Onu yanından hiç ayırmadığı yoldaşı, gitarıyla birlikte stadyuma getirdiler. Ve şarkı söylemeye başladı. Öbür tutuklular, gardiyanların ateş açma tehdidine rağmen melodiye eşlik etmeye başladılar. Sonra bir subayın emri ile askerler Victor’un ellerini kırdılar. Artık gitar çalmıyordu, ama zayıf bir sesle şarkı söylemeyi sürdürdü. Bir dipçikle kafasını parçaladılar ve diğer tutuklulara ibret olsun diye ellerini kesip tribünlerin önüne astılar.”
** “Devrim provaları” Colin Barker Yordam Kitap
*** Fotoğraftaki dövizin çevirisi