14 Eylül 2012
Sayı: SİKB 2012/04 (37)

  Kızıl Bayrak'tan
  Sermayenin saldırıları ve
biriken olanaklar
  Dinci partinin gücü ve pervasızlığı
nereden geliyor?
  Afyon’daki 25 asker ölümü üzerine...
Alaattin’i katleden, katilini terfi ettiren ve onu tutuklamayan siyasi iktidardır!
12 Eylül ülke genelinde lanetlendi!
MİB değerlendirme ve kararlar
  “Dernek sınıfın örgütlenmesinde
bir araç olacaktır”
  İzmir’de emekçiler “İşçilerin birliği halkların kardeşliği” gecesinde...
  Senkromeç’te 12 Eylül pankartı
  4+4+4’e karşı binler meydanlardaydı!
  4 + 4 + 4 uygulaması ve Ankara mitingi üzerine Eğitim Sen şube yöneticileri ile konuştuk...
  Eylem ve sokak yol gösteriyor!
Volkan Yaraşır
  Lufthansa grevi ve sonuçları...
  İşgalin ve neoliberalizmin kıskacındaki Filistinliler intifadanın izinde…
  Batı Şeria’da protestolar şiddetleniyor
  Üniversitelerde “yeni” bir dönem başlıyor...
  Beytepe’de cemaatlere geçit yok!
  DLB: Yeni öğretim yılında mücadeleyi yükseltelim!
  Ekim ayında 30 ilde aynı anda yıkımlar başlayacak…
  Şili’de faşist darbenin 39 yılı geride kalırken...
  Metin Kurt’un anısına...
  Üç başlık ve Ermenistan
  Karaburun notları...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Üç başlık ve Ermenistan

Bu yaz, sınır ve milliyet anlayışı olmayan Fransız arkadaşımın cesaretlendirmeleri üzerine, ona, uzunca bir süre -ilk denememdi ve yalnızca bir ay ile sınırlı kaldı- Türkiye sınırları dışında bulunarak tek başıma seyahat edebileceğimi kanıtlamak üzere yola çıktım. Gideceğim yer sınır komşusu olduğumuz ülkelerden birisi olacaktı. Böylece, kendimi, çok yakın ve çok uzak bir ülkede, Ermenistan’da buldum. Ve işte sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim.

Ararat

Konum Ermenistan olunca -şaşırtıcı bir başlangıç yapamama riskini göze alarak- yazıma, Ararat ve Aragat dağlarının hikayesini anlatarak başlayacağım. Bu hikayeyi, Erivan-Tiflis yolu boyunca Marshrutka’da hemen şoförün yanındaki ikili koltuğu paylaşarak seyahat ettiğimiz hoş bir kadından öğrendim. Marshrutka pek konforlu sayılmazdı. Buna rağmen hiç bıkıp usanmadan bana bölgeyi tanıtan, manastırlar ile ilgili çok özel hikayeler anlatan rehberimin varlığı ve bütün Marshrutka yolcularının isteği doğrultusunda orada burada durup alınmaya değer kayısı bulma uğraşımızın samimiyetinin etkisi ile karmaşık zamanlara ait güzel bir seyahat olmuştu. Hikayeye gelince… Efsaneye göre, Ararat ve Aragat Dağları iki kız kardeşlerdir. Güzellik yarışında olan bu iki kız kardeş, sürekli olarak birbirleriyle kavgaya tutuşurlar. Bir süre sonra bundan bıkan babaları, onları birbirlerinden ayırır. Bu trajik olay sonucunda Aragat gözyaşlarına boğulur. Dağdan inen nehir onun gözyaşlarıdır. Ve Ararat’ın kalbi buz tutar. Onun doruklarında asla erimeyen kar, buz tutmuş kalbinin simgesidir.

Sisian’a doğru yolculuk ederken Ararat Dağı’nı ilk kez bu kadar net görüyorum. Ermenistan’dan ayrılan Cristopher’a (hotelde tanıştığım PeaceCorps gönüllüsü) Ararat’ı görürsem fotoğrafını çekip göndereceğimi söylemiştim. Çünkü uzun süre burada kaldığı halde yalnızca silüetini görebilmişti. Oysa Ararat ile karşılaştığım o anda fotoğraf çekmiyorum, öylece ona bakıyorum ve biraz ağlamaklı oluyorum, çünkü az çok bu dağın Ermeniler için ne anlamlara geldiğini biliyorum.

Ermenistan’a gideceğimi söylediğimde bazı arkadaşlarım kötü tepkilerle karşılaşabileceğimi söylemişlerdi. “Nerelisin?” sorusuna “İstanbul’dan geldim” cevabında ısrar ediyorum. Korktuğumdan değil, daha çok utandığımdan. Ve karşımdaki kişi de ısrarcı olursa, o anlatılması zor –Toni Morrison’un travmatik olaylar için kullandığı deyim ile “anlatılamayanı anlatmak”- ve bir o kadar da mecburi olan konu ya da onu yüzeye çıkaracak durum istikametine doğru ilerliyoruz. İşte diyorum kendi kendime. …sonra biraz suskunluk ve bazen de dolan gözler…

Genel olarak uzun bir tartışmanın en son noktasında, bütün ülkelerin tarihinde böyle şeyler yaşanmış, geçmişte kalmış, özür dilenecek de ne olacak diyen Türklere soykırımın ne demek olduğunu nasıl anlatabilirim bilemiyorum: “Devlet tarafından yürütülen sistemli bir yok etme politikası başka bir şey…Toplumsal travmalar nesiller boyu devam ediyor… Yaşanan şiddetli şokun etkisiyle bastırılanlar ancak çok daha sonraları ortaya çıkıyor ve her şeyden önemlisi, eğer bir ülkede bir konu hala tabuysa bu konuda yeterince konuşulmuş olması mümkün olamaz mantıken…” Ama güç sahibi olmanın en önemli değer olduğu, kendi başınıza gelen kötü olayları bile hemen o anda unutup, saklayıp geride bırakıp nasıl hiçbir şeyden etkilenmediğinizi gösterebilmenin olumlu bir vasıf olduğu bir ülkede yaşarken, insanları, acıları hissetmek ve onları hafifletme yolunda çaba sarf etmeye sevk etmek çok zor. Aynı rotadan devam ettiğimizde bu ruh halinin nasıl oluştuğunu tarihsel olaylar çerçevesinde açıklamak da çok mümkün. Her şey kocaman sıkı bir düğüm gibi…

Erivan

Erivan diasporanın varlığı ile ilişikli bir şekilde yer ediyor hafızamda. Her yaz Erivan’da buluşuluyor. Ve tıpkı her yolun Ermenistan’a geri dönmesi gibi şehirdeki her sokak HanrapetutyanHraparak’a çıkıyor. Bu şehirde kaybolmak çok zor. Her sokak köşesinde Ermenice-İngilizce sokak isimlerini belirten tabelalar, sizi, düzenli bir şehre misafir olacağınıza ikna ediyor. Bu şehir heyecanla atan kalplerin etkisi altında: Eski ve yeni diaspora…1915 yılında soykırımdan kurtulup nar taneleri gibi başka başka ülkelerde yaşama sarılanların üçüncü kuşakları dışında, bir de son zamanlarda, ailelere para getirmek üzere başka ülkelere göç edenler var. Çünkü aslında tüm bu coşkun varoluşa rağmen, Doğu Ermenistan’da zorlukla kendisine gelmeye çalışan bir hayat ile karşı karşıyayız. Eski Sovyet binalarında zorlu bir yaşam sürdüren Ermeniler, her ne kadar Ermeni reggie grubu Reincarnation’un oldukça matrak “Eli Lava” şarkısındaki gibi “böyle de kalsa iyi” -Ermeni arkadaşım aslında bu sözcüklerin yalnızca Ermenice’de tam olarak anlamını bulabileceğini ama az çok bu şekilde çevrilebileceğini söylemişti- diyerek büyük bir yaşam sevinci ile ailelerine, arkadaşlarına, çocuklarına bağlı olsalar da, zaman zaman günlük ihtiyaçları karşılamanın güçlüklerinden yorgun düşüyorlar. Şehirde büyük yeni binalar da yapılıyor ancak kimsenin bu binalarda yaşamaya gücü yetmeyeceğinden dolayı öylece bomboş duracaklar. Opera binasının önünde paten kayan çocukları izlerken belki de zamanla her şey iyileşir diyorum ve kendi kötülüğümüzden kaçmak için orada bulunduğumu düşünüyorum. İçimde hep bu duygu var… Bunu kendime anlatmak bile çok zor. Sıklıkla, Amerikan cinsiyetçiliğini şiddetli bir şekilde eleştiren Sylvia Plath’ın intiharın eşiğinde yazdığı tüyler ürpertici Lady Lazarus’tan bir bölüm aklıma geliyor: “Baylar, Bayanlar/ Bunlar ellerim benim/ Bunlar dizlerim/ Bir deri bir kemik olabilirim / Bir Japon olabilirim”* Plath, Amerika’da, ırkçılık ve cinsiyetçiliğe karşı önemli bir direnişin sergilenmesine sahne olan 1960’lı yılların başında hayatına son vermişti, bunalımları eşliğinde zaman zaman öfke dolu sembolik anlatımlarla, bizi, basit bir insani duyarlılığı yerine getirmeye, kendimizi saldırıya açık olanın yerine koyabilmeye zorluyordu. Türkiye’de bu duyarlılık bir yana, ırkçılık ve cinsiyetçilik bir an olsun hız kesmiyorken, Amerika’nın kolonist saldırganlığını, geçmişte siyahilere, Kızılderililere yapılanları dillerinden düşürmeyenlerin, Türkiye’de yaşananları gerçekçi bir şekilde değerlendirmekten kaçınması yalnızca güvensizlik duygusu yaratıyor bende. Bu şekilde, geçmişimizdeki karanlıklar aydınlanmadıkça, inkar edildikçe, yalanlandıkça her geçen gün kendimize yabancılaştığımızı düşünüyorum. Her gün başka başka (ya da aynı) çelişkileri yaşarken, söylenirken ve yalanlarımızın tekrarını yaparken bir yandan da yere göğe “ne mutlu” olduğumuzu yazmayı ihmal etmememiz yalnızca trajik bir durum.

Sınır

Üç gün sonra Ermenistan’dan ayrılacağımdan dolayı biraz üzgünüm. Ermenistan’ın güneyinde yer alan Sisian küçük, sakin ve doğal bir şehir. Burada, Erivan’da okuyan ve yazları da ailelerinin yanına Sisian’a dönen üniversite öğrencileri ile tanışıyorum ve onlarla düşüncelerimizi paylaşıyoruz: Öncelikle Ermenistan’da, özellikle de Erivan’da, yaşam hiç de ucuz değil. Bazı şeyler, mesela giyecek ve yiyecek için böyle olmadığını söyleyebilirim en azından. Gürcistan’daki fiyatlar ile karşılaştırma yaptığınızda fark edebiliyorsunuz bunu. Tıpkı Gürcistan’da olduğu gibi burada da Türkiye’de üretilmiş, Türkiye’den gelen mallar var. Fakat bunlar, Türkiye Ermenistan sınırı kapalı olduğu için ya oldukça pahalı bir nakliyat aracılığıyla uçaklarla buraya taşınıyorlar ya da fazladan gümrük vergisine tabii olarak Gürcistan üzerinden getiriliyorlar. Sınır hakkında konuşurken üniversiteli kızlardan birisi, “sınır kapısının açılması hem iyi olur hem de kötü. Çünkü sınır açık olursa kötü insanlar da gelecek” diyor. Bu kötü insanlar aklımda cisimleşiyor sonra, “üstün” ve işadamı olarak buraya taşınacak olan ırkçı Türkler, ucuz işgücü en kutsal kavramdır anlayışı ile varlık göstermek isteyecekler Ermenistan’da. Bunu düşündüğümde diasporanın ilkeli olmasını elbette takdirle karşılıyorum.

Bana haklarında konuşma izni verilmeyen tüm haksızlıkları, saldırgan politikaları ve cinayetleri düşünüyorum ve bu tarafta olduğumu vurgulamak için “shadvhat!” diye tekrarlıyorum kendi kendime. Fakat bu kez bana izin çıkmıyor. Başka bir deyişle, bu şekilde üzüntümü yatıştırma girişimim pek bir işe yaramıyor. Ve böylece, tüm umutlarımı, herkese, kendimi bu kadar yakın hissettiğim insanların bu kadar uzağına düşmenin ne kadar kötü olduğunu anlatmaya başlama durumunda kalıyorum.

Ermanistan’a giden bir eğitim

emekçisinin gözlemleri

* Ünlü eleştirmen Alvarez, Plath’i sert bir şekilde eleştirerek, onu, şiirden bu satırı çıkarmaya ikna etmişti. Alvarez daha sonra bundan pişmanlık duyduğunu belirtiyor. A. Alvarez, “İntihar: Kan Dökücü Tanrı”.