05 Nisan 2013
Sayı: KB 2013/14

 Kızıl Bayrak'tan
“İmralı sürecinin” yeni aşaması
Sermaye ve düzeninden bağımsız, bürokratik yozlaşmadan arınmış devrimci bir DİSK için öncü işçiler görev başına!
İşçilerin birliği, halkların kardeşliği için
1 Mayıs’a!
“Geri çekilme” tartışmaları sürüyor
4+4+4 gericiliğine son!
“Sınıfın devrimci tutumunu
ortaya koymayı amaçlıyoruz!”
“Kurultay önemli bir eşiktir!”
MESS dayatmalarına karşı Birleşik Metal-İş’ten yürüyüşler
Türk Metal’den “uyuşmazlık” eylemleri
Bosch işçileri direnişte!
MİB MYK Nisan Ayı Toplantısı

Ulusal sorun ve kuyrukçu sol
H. Fırat

Çin’de ‘yeni dönem’
Geleneksel Paskalya yürüyüşleri
Latin Amerika’da sol dalga
Fas’ta sendikalar
dinci-gerici hükümeti uyardı
Kapitalist kriz kıskacında Kıbrıs
Halep’te çatışmalar
Kürt mahallelerine sıçradı
1 Mayıs’ta kavga alanlarına!
Genç komünistler
Çayan’ın mezarı başındaydı!
ON’ların mirası
komünistlerin elinde!
Avukatlara yönelik polis terörü sürüyor
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Çin’de ‘yeni dönem’

 

Kapitalizme içkin olan ‘eşitsiz gelişim yasası’, büyük güç odakları arasındaki hegemonya çatışmasını, belli dönemlerde ise savaşını kaçınılmaz kılıyor. Kapitalist sistemin gelişimine bağlı olarak sırasıyla Hollanda, Büyük Britanya ve ABD hegemon güç olarak öne çıktılar. Gelinen yerde ise, sistem, bir kez daha hegemonya krizi ile yüz yüze bulunuyor.

ABD hegemonyası sarsılıyor

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ardından güçlenme süreci ivme kazanan ABD emperyalizmi, ikinci paylaşım savaşında ağır bir yıkıma uğrayan Avrupa’nın iyice zayıflamasından da yararlanarak, emperyalist hegemonyayı ele geçirdi. Ancak görece kısa sayılabilecek bir dönemde, ABD hegemonyası sarsılmaya başladı. 50-60 yıl gibi, dünya tarihinde oldukça kısa bir dönemde gerileme sürecine giren Amerikan hegemonyası, son yıllarda ciddi açmazlarla karşı karşıya gelmeye başladı. Ortadoğu başta olmak üzere, devam eden bölgesel savaş ve çatışmaların tümü, kapitalist/emperyalizmin yaşadığı hegemonya kriziyle doğrudan bağlantılıdır.

ABD hegemonyası gerileme sürecinde iken, sistemde tek başına hegemon güç olabilecek bir kuvvetin yerkürede bulunmaması, kapitalist/emperyalist sistemi bir ‘hegemonya krizi’ ile karşı karşıya getirdi. Hegemonya krizinin yanı sıra kapitalizmin küresel mali krizi ve dünyanın dört bir tarafına yayılan sosyal kriz, sistemi pek çok açıdan ciddi açmazlarla yüz yüze bırakmıştır.

Yeni Başkan’ın ‘Çin Rüyası’

Mart ayının ortalarına doğru Çin Devlet Başkanı seçilen Şi Jinping’in ilk konuşmalarında dikkat çeken ifadeler öne çıktı.

Seçildiği toplantının sonunda yaptığı konuşmada, seçilmesinin “şanlı misyon” ve “derin sorumluluk” anlamına geldiğini belirten Jinping’in, “Çin rüyası” ifadesini sık kullanması, Çin yönetiminin yeni bir yönelime gireceğinin işareti olarak değerlendirildi.

“Çin rüyasını gerçekleştirmek için sürekli çaba sarf edeceğini” belirten Jinping, ilk gezisini Rusya’ya gerçekleştirdi; devamında ise rotayı Afrika’ya çevirdi. Yeni Çin Başkanı’nın açıklamaları ve attığı somut adımlar, süreci hızlı işletme eğilimi ve kararlılığına işaret ediyor.

Yeni başkanın hem verdiği ilk mesajlar hem attığı somut adımlar, Çin’de geleneksel siyaset tarzını değiştirme konusundaki kararlılığın göstergesi kabul ediliyor.

Rusya ile ilişkileri derinleştirme çabaları…

Çin-Rusya ilişkilerinde son yıllarda dikkat çekici bir yakınlaşma var. Diplomasinin yanı sıra ekonomik, siyasi, askeri, ticari ve diğer alanlarda belirgin bir artış gözleniyor. Yeni seçilen Çin devlet başkanlarının ilk ziyaretlerini Rusya’ya yapmaları da, neredeyse bir gelenek haline geldi. Nitekim Şi Jinping’in ilk dış gezisinin adresi de Moskova oldu.

Moskova ziyareti sırasında “yeni dünya düzeni”ne dikkat çeken Çin lideri, şöyle konuştu; “Değişen bir çağa şahit oluyoruz ve değişen bir dünya ile karşı karşıyayız. Bu dünyada kalkınma, işbirliği ve kazan kazan formülü zamanın trendine dönüştü. Eski sömürge sistemi çökmüştür. Soğuk Savaş döneminin grupları arasındaki uyuşmazlıklar artık yok. Dünya tek bir ülke ya da blok tarafından yönetilemez.”

Jinping’in sözleri hem Çin’in yeni yönelimi hem ivme kazanan Rusya-Çin ilişkilerinin yakın gelecek için öngörülen hedeflerinin mahiyetini ortaya koyması açısından açıklayıcıdır. Nitekim Rusya-Çin ilişkilerinin bir “güç odağı” oluşturma yönünde seyrettiğini gösteren veriler de giderek artıyor.

Halihazırda “BM kararlarının uygulanması ve Uluslararası anlaşmalara uyulması” temelinde tutum belirleyen Rusya-Çin ikilisinin, buna uygun davrandığı gözleniyor. Suriye’yi hedef alan yıkıcı savaşla ilgili net bir tutum almaları, İran’la geliştirdikleri ilişkiler, sorunların askeri müdahale ile değil diplomatik yollarla çözülmesi için çaba harcamaları, Asya, Ortadoğu ve Afrika ülkelerindeki yerel veya bölgesel sorunlara dair tutumları vb.. tüm bunlar, söz konusu politikaya denk düşen örneklerdir.

Rusya-Çin koalisyonu, ABD’nin Orta Asya’da kurmak istediği etkinliğe karşı da birlikte hareket ediyor. Hem Çin hem Rusya ABD’nin bu bölgeye nüfuz etmesini engellemek için mali, askeri, diplomatik alanlarda karşı hamleler geliştiriyor.

Askeri teknolojiler alanında da işbirliğini geliştiren Çin-Rusya ikilisi, özellikle enerji alanında bir dizi anlaşma imzalandılar. Enerji kaynaklar geniş olan Rusya ile enerji ihtiyacı giderek artan Çin’in, bu alandaki işbirliğini arttırmaları her iki taraf açısından kaçınılmaz görünüyor.

Her alanda olmasa da, pek çok alanda çıkarları çakışan iki büyük devletin liderleri, karşılıklı ilişkileri geliştirmek için çaba harcıyor. Çin, dünyanın ikinci büyük ekonomisi iken, Rusya’da askeri alanda dünyanın ikinci büyük gücüdür. Bu iki büyük devletin belli çıkarlar etrafında yakınlaşması, dünyada etkili bir güç odağı oluşturmaya aday kabul edilmelerini sağlıyor.

Çin-Afrika ilişkilerinde hızlı gelişme

Yeni Çin liderinin Moskova’dan Afrika’ya geçmesi bir rastlantı değil. Bu ziyaretin sonunda Güney Afrika’nın Durban kentinde düzenlenen BRICS zirvesine katılsa da, Jinping’in ilk denizaşırı ziyareti Afrika’ya düzenlemesi, Çin’in bu siyah anakaraya verdiği önemin de göstergesidir aynı zamanda.

Jinping’in, Moskova’dan sonraki durağı Tanzanya oldu; bu seçim, Afrika’nın, Çin’in ekonomik ve siyasi çıkarları açısından taşıdığı öneme işaret ediyor. Çin’in ihtiyaç duyduğu doğal kaynakların azımsanmayacak bir kısmı Afrika’da mevcut. Öte yandan Afrika kıtası da, Çin mallarının kolaylıkla alıcı bulabildiği bir Pazar konumundadır. Çin ile Afrika ülkeleri arasındaki karşılıklı ticaret hacminin 2000 yılında 7.7 milyar Euro iken, 2011’de 128 milyar Euro’ya sıçraması, ilişkilerin gelişim hızı hakkında fikir veriyor.

Afrika’nın eski sömürgeci gücü ve halen Mali’de savaş icra eden Fransa ile ABD’nin Afrika’da hegemonya kurma çekişmesi devam ederken, Çin’in farklı araçlarla kıtaya girmesi, batılı emperyalistleri rahatsız ediyor. Bu da Çin ile batılı emperyalistler arasındaki çelişkileri arttırıyor. Ancak bundan dolayı Çin’in Afrika’dan vazgeçmesi söz konusu değil. Kıta ülkeleriyle kurduğu ilişkilerin niteliğinden dolayı, —ABD-Fransa ikilisine rağmen—, Çin’in kıta üzerindeki etkisini arttırmaya devam etmesi bekleniyor.

Kendi bölgesinde daha aktif bir duruş…

Çin’in yeni yöneliminin ilk izleri kendi bölgesinde başlamıştı doğal olarak. Bölgesel sorunlarda genelde diplomatik araçlara öncelik veren Çin, geçen yılın sonlarına doğru Japonya ile yaşadığı gerilimde ilk defa savaş gemilerini ve savaş uçaklarını harekete geçirdi.

Çin’in ‘Diaoyü’, Japonya’nın ise ‘Senkaku’ adını verdiği insansız ada parçaları üzerinde her iki tarafında da hak iddia etmesinden dolayı yaşanan gerginlik sırasında, Çin’in gösterdiği sert tepki, bölgesel politikadaki değişimin göstergelerinden biri olarak değerlendiriliyor.

Öte yandan ABD, Çin’i bölgesel güç sınırlarında tutmaya çalışıyor. Bu amaçla Japonya, Avustralya, Yeni Zelanda, hatta 1960’lı-70’li yıllarda yakıp yıktığı Vietnam ile işbirliği yapıyor, askeri paktlar oluşturmaya çalışıyor. Japonya, Güney Kore ve bazı Pasifik adalarında askeri üsleri bulunan ABD, tüm bu olanakları kullanarak Çin’i kuşatmaya çalışıyor.

Elbette Çin yönetimi, ABD ile bölgedeki işbirlikçilerinin planlarının farkındadır. Buna rağmen, Japonya ile yaşanan gerginlikten dolayı savaş gemileri ile savaş uçaklarını ortaya çıkarması, bölgede, ekonomik ve siyasi gücüne denk düşen askeri bir rol oynamaktan da geri durmayacağını göstermiş oldu.

Yakın gelecekteki hegemonya çatışmasının Ortadoğu’dan çok Asya’da yaşanacağının dile getirilmesinin temel nedenlerinden biri, ABD’nin Çin’i kuşatma çabası, Çin’in ise bu kuşatmayı parçalama noktasında gösterdiği kararlılıktır.

Etkili bir dünya gücü olabilmek için…

Vurgulamak gerekiyor ki, Çin’de yaşanan yönetim değişikliği sadece devlet başkanı ile başbakandan ibaret değil; yanı sıra parti yönetimi, tüm kabine ve yüksek yargı da yeni isimlerden oluşturuldu. “Çin’in yumuşak dönüşümü” olarak tanımlanan bu yenileme, Jinping’in sözünü ettiği “Çin Rüyası”nı gerçekleştirecek ekibin işbaşına geçtiği anlamına geliyor.

Yönetimin yenilendiği Çin’de geleneksel siyaseti değiştirme tartışmaları devam ederken, Çin in askeri paktlar oluşturmasını savunan kesimlerin sesini yükseltmeye başladığına dair veriler de artıyor.

Kısa süre öncesine kadar Çin, Rusya’nın çizgisini desteklerdi. Oysa gelinen yerde artık kendi bağımsız çizgisini izlemeye başladı.

Çin’in ithal ettiği petrolün %80’i Malakka Boğazı’ndan geçmek zorunda, oysa bu boğaz ABD savaş aygıtının kontrolünde bulunuyor. Bu durumda rahatsız olan Çin, Pakistan´a ait Gwadar Limanı’nın yönetim hakkını satın alarak, ABD kuşatmasında büyük bir gedik açtı.

Pakistan’ın güneybatısında bulunan Gwadar Liman’ı, Hürmüz Boğazı’nın girişinde bulunuyor ve bu özelliği ile stratejik bir öneme sahip. Çin’in attığı bu önemli adım, uluslararası ilişkilerde büyük yankı yarattı.

Tüm bu veriler, gelinen aşamada Çin’in ekonomik gücüne bağlı olarak askeri, siyasi, diplomatik ve diğer alanlarda dünyada etkili bir güç olmaya hazırlandığını gösteren somut delillerdir.

 

 

 

 

Toprak Günü”nde intifada görüntüleri

 

Filistin halkı, 1976’dan beri Toprak Günü anması düzenliyor. Her yılın 30 Mart’ında düzenlenen Toprak Günü anmalarının 37.’si gerçekleştirildi. Filistin halkını birleştiren Toprak Günü anmaları Batı Şeria, Gazze Şeridi, Doğu Kudüs, 48 Filistinlileri ve sürgündeki Filistinliler tarafından düzenleniyor.

Bu yılki anma etkinliklerinde, toprağı savunma kararlılığı ve siyonist işgale karşı mücadele ısrarı bir kez daha dile getirildi.

İşgal altındaki Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze’de düzenlenen eylemlerde işgalci İsrail askerleriyle çatışan Filistinliler, birçok kentte siyonistlerin kurduğu kontrol noktalarına yüklendiler. Aynı anda Mısır-Filistin sınırındaki Refah kapısının her iki tarafında eylem gerçekleştirilirken, İsrail’in içinde bulunan 48 Filistinlileri de, Filistin topraklarını yapay olarak parçalayan İsrail askerlerinin kontrol noktalarına doğru yürüyüşe geçtiler.

Eylemlere Filistinli parti ve örgütlerin tümü katılırken, halkın katılımı da yüksek oldu. “Toprak olmadan vatan, vatan olmadan bağımsız devlet olmaz” şiarını yükselten Filistinliler, önlerine barikatlar kuran, yoğun bir şekilde gaz bombaları kullanan İsrail askerlerine, her noktada direnişle karşılık verdiler.

Eylemlerin yaygınlığı ve işgalci İsrail askerlerine karşı sergilenen militan direniş, anma etkinliklerinin “intifada hali” ile kıyaslanmasına yol açtı. Gerçekten de bir çok noktada sergilenen direniş, intifadayı andıran görüntülerin oraya çıkmasına neden oldu.



 

Selefi şeyhler vahşeti kışkırtıyor!

 

Suriye’de birçok kenti enkaza çeviren, on binlerce insanın yaşamına mal olan, ülke ekonomisini uçurumun eşiğine getiren gerici savaşın kışkırtılıp yaygınlaştırılmasında, fetvalar veren Selefi şeyhlerin büyük bir payı olmuştur.

Katar emirinin direktiflerine göre yayın yapan El Cezire kanalı ve Suudi sermayesi ile finanse edilen bazı uydu kanallarını mesken edinen şeyh kılıklı ucubeler, iki yıldan beri buradan fetvalar vererek savaş kundakçılığı yaptılar/yapıyorlar. Etnik, dinsel, mezhepsel ayrımları körükleyerek işe başlayan selefi şeyhleri, gelinen yerde arsızlığı uç noktalara vardırmış durumdalar.

Suriye’de emekçilerin, demokratik hak ve özgürlükler uğruna başlattıkları hareketin yozlaştırılıp amacından saptırılması için ilk günden, direktifle harekete geçirilen bu şeyh kılıklılar, ABD-İsrail politikalarına büyük hizmetlerde bulundular/bulunuyorlar.

Suudi Arabistan ve Katar’dan akıtılan petro-dolarlarla beslenen Selefi şeyhler sürüsü, Suriye’yi “cihat alanı” ilan ederek, kökten dinci çetelerin bu ülkeye yığılmasında da önemi bir rol oyandılar. Yazık ki, çoğunluğu yoksul ailelere mensup gençlerden oluşan on binlerce kişi, Suriye’deki yıkıcı savaşa, “cihat adına” ama gerçekte emperyalist/siyonist güçlerin tetikçiliğini yapmak için katıldı.

20’yi aşkın ülkeden devşirilen, çoğunluğu Türkiye üzerinden ve AKP iktidarının suç ortaklığı ile Suriye’ye taşınan bu katiller sürüsüne, “kadın sağlama” işini de üstlenen şeyh kılıklılar, ilkin inançlı Müslüman kadınları, “cihat adına seks köleliği” yapmaya çağırdılar.

Bununla ilgili ilk fetvalarda, kızların veya eşinden boşanmış kadınların, “mücahitlerle” bir saatlik nikahlar yapabilecekleri, bunu yapan kadınların önünde cennet kapılarının açılacağına dair çağrılar, fetva adı altında uydu kanalları aracılığıyla servis edildi. 15-16 yaşlarındaki kızların kandırılarak veya zorla kökten dinci çeteler tarafından seks kölesi olarak kullanılmaya başladığına dair çok sayıda haber ve görüntüler yayınlandı. Bu görüntüler arasında kızları ellerinden alınan ailelerin dramatik feryatları da var.

Ancak iki yıldır ulu orta konuşan, fetvalar veren bu ucubeler, arsızlıkta sınır tanımadıklarını, Ürdünlü Selefi bir şeyhin servis edilen sonra fetvası ile bir kez daha gözler önüne serdi. Lübnan merkezli El Mayadin kanalının da yayınladığı görüntülerde şeyh kılıklı kişi, “Alevi ve Hristiyan kadınların kafir/köle olduğunu, bundan dolayı ‘savaşta ele geçirilen ganimet’ sayılması gerektiğini ve bu kadınların mücahitlere helal olduğunu” söylüyor.

Bu fetva, aleni bir şekilde sistemli ve toplu tecavüzlere çağrı niteliği taşımaktadır. Bu çağrıyı yapan kişi ise, halen “saygın şeyh” havalarından ortalıkta dolaşabilmektedir.

Belirtmek gerekiyor ki, 21. yüzyılda bu ucube yaratıkları ve onların sözlerini ciddiye alabilecek on binlerce genci, ancak kapitalizm gibi kokuşmuş bir sistem üretebilir.

Ortadoğu’da yaşanan süreçte, anti-emperyalist/anti-siyonist mücadelenin özelde kökten dincilere, daha genel planda ise dinci-gericiliğe karşı kapsamda ele almak zorunlu hale gelmiştir. Zira gelinen yerde, ortaçağ karanlığını dayatan dinsel gericilik, halkları hedef alan karşı-devrimci koalisyonun en tehlikeli kesimini oluşturmaya başladı.