20 Eylül 2013
Sayı: KB 2013/37

AKP’nin sarsıntılarını
düzenin depremine çevirelim!
Demokratikleşme paketi ve AKP’nin gerici hesapları
Devlet terörüne karşı mücadeleye!
Polis cinayeti düzenin temel bir pratiğidir
Gözaltından “çıkan”lar...
İstanbul forumları
devam ediyor!
“Özgürlük ve eşitlik için ortak mücadele zeminleri yaratmalıyız”
Tuzluçayır talepleri için sokaklarda!
Direniş ruhu her yerde
Kıdem tazminatının gaspına “taşeron” süsü
Feniş direnişiyle dayanışma ve
destek ziyaretleri
Feniş dinenişi kararlılıkla sürüyor!
Ankara İşçi Okulu’nda
ilk gün
Grev ve direnişler sürüyor!
Ulucanlar katliamı ve ötesi
Ulucanlar’ı ulu kılan kavga neferlerine saygıyla...
Emperyalist saldırganlığa karşı
mücadele ve görevler

Emperyalist savaş çığırtkanlığına karşı eylem!

Savaş koalisyonu tehditlerini sürdürüyor!
Irak halkı cihatçı canilerin hedefinde
Eylem dalgası dört yanı sarıyor
Cinsel saldırı
skandalları devam ediyor!
ODTÜ’de gericiliğe yer yok!
Gençlik mücadeleye yasakları delerek başladı!
İstanbul Üniversitesi’nde yasaklara karşı yanıt mücadele oldu!
Eğitimde gerici tavsiyeler
Ruhi Su ve Musa Anter’i saygıyla anıyoruz!
Kavganın sürdüğü her yerde Neruda ve şiiri yaşıyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Polis cinayeti
düzenin temel bir pratiğidir

 

Eylül ayının başında direniş eylemleri nedeniyle iki kişi daha katledildi. Antakya’da polis tarafından katledilen Abdullah Cömert için yapılan anmalar sırasında 10 Eylül günü Ahmet Atakan katledildi. Hemen ardından 13 Eylül günü Kadıköy’de günlerce biber gazının etkisine maruz kalan Serdar Kadakal hayatını kaybetti.

Devlet katlediyor! Nasıl olduğundan, hangi araç ve silah kullanıldığından bağımsız olarak sermaye düzeninin çıkarlarını savunmak için katlediyor. Ve her cinayetin ardından aynı sistematik ve pervasızlıkla bu sefer cinayetin aklanması ve gerçeğin örtbas edilmesi için çalışıyor. Her iki cinayet durumunda da bunun somut emarelerini görmek mümkün.

Serdar Kadakal Kadıköy’de evi bulunan, yine Kadıköy’de bir barda çalışan bir kişiydi. Polis 3 gün boyunca eylemcilere gaz bombalarıyla saldırdığı için eylemlere katılmasa da gaza maruz kalmıştı. Kadakal’ın biber gazının etkisinden öldüğü yakınları ve arkadaşları tarafından ifade edildi. Konuyla ilgili yapılan açıklamalar, devlet tarafından “Halkı kışkırtmaya yönelik” olarak tarif edildi. “Haber yapılması şaşkınlıkla izlenmektedir” diyen sermaye devleti, Kadakal’ın fişleme dosyalarında çok detay bulunamamış olacak ki, sigara ve alkol kullandığını ‘titizlikle” açığa çıkardı. “İlaçlarını düzenli kullanmadığını” dahi iddia eden polis, Kadakal’ın öldüğü gün biber gazı kullanılmamış olmasını kendine en büyük dayanak olarak sundu. Fakat bilimsel veriler biber gazının kalp hastalarında hayati risk doğurabildiğini ortaya koyuyor. Haziran Direnişi sürecinde benzer durumlara maruz kalan Ankara’da temizlik işçisi İrfan Tuna, İstanbul’da Selim Önder ve yine İstanbul’dan Zeynep Eryaşar biber gazının dolaylı etkisiyle hayatını kaybettiler. Çayan Birben, Metin Lokumcu, Hacı Zengin gibi örneklerle de biber gazının öldürücü silah olduğu zaten biliniyor. Fakat yapılan açıklama, şaşkınlık ibaresi, alkol ve sigara kullanımına vurgu manipülasyon için yeterli görülüyor.

Antakya’da Ahmet Atakan’ın hayatını kaybetmesinin hemen ardından polis, Akrep denen zırhlı araç kameralarından alınan görüntüleri öncelikle devlet ajansına, ardından da burjuva basına servis etti. Polis ayrıca yaptığı açıklamayla bir kez daha katledilen kişinin polise saldırı durumunda olduğunu savundu. Tayyip Erdoğan’ın da kullandığı “polise şiddet uygularken ölenler” tanımıyla cinayet meşrulaştırılmaya çalışıldı. Bu kez Ahmet Atakan’ın çatıdaki güneş panellerini polise atmak için sökerken düştüğü senaryosu yazılmıştı. Fakat olay yerine gidildiğinde bu savın mesnetsiz olduğu çok açık ortaya çıkıyordu. Güneş panelleri beton ayaklarla yere sabitlenmiş, Atakan’ın düştüğü belirtilen noktaya 14 metre mesafedeydi. Bu da aslında iddianın gerçekle ilişkisinin hiç aranmadan ifade edildiğini gösteriyor. Polis, cinayetin ardından yaptığı bu açıklamalarla suyu bulandırmayı, işçi ve emekçilerin bir kısmında dahi olsa kuşku uyandırmayı amaçlıyor. Keza gerici-dinci güruhun kara propaganda yöntemleriyle birlikte gündeme gelen bu türden açıklamalar kendisine daha geniş bir etki alanı bulabiliyor.

Polis şiddetinin bir bütün olarak düzen güçleri tarafından sahiplenilmesinin nedeni bunun temel bir düzen pratiği olmasıdır. Bunun için kolluk güçlerinden basınına, yargısından hükümetine kadar her açıklama ve uygulama birbirine paraleldir. Polis Ahmet Şahbaz Ethem Sarısülük’ü katleder, MOBESE başındaki polis kamerayı farklı yöne çevirir, mahkeme tutuksuz ‘yargılar’, sermaye hükümeti sözcüleri polise atılan taş sayısını sayar, polise şiddet uygulayanın öldüğünü söyler, burjuva basın katledilenin eylem fotoğraflarını sıralayarak “terörist” profili yaratmaya çalışır. Bu senaryo bugün de Ahmet Atakan için eksiksiz hayata geçirilmiştir. Yargı hala polisler hakkında soruşturmada adım atmazken gerici basın Ahmet’in “Allah’a küfür ettiği” görüntüleri yayınladı, “arkadaşlarının aşağıya attığı” imalarını yaydı. Ve düzen sözcüleri adına bu sefer Egemen Bağış kin kustu.

AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, katıldığı bir programda dinci-gerici AKP’nin nefret diliyle katledilen direnişçiler için şunları söyledi: “Suriye’de iki yılda 100 bin kişi öldü. Gıkı çıkmayan uluslararası medya, Taksim’deki basit bir gösteri için 8 saat aralıksız yayın yaptı. Sanki dünyaya bir iç savaş yaşıyormuşuz gibi gösterdi” dedi. Program sunucusunun “Basit demeyelim isterseniz. İnsanlar hayatlarını kaybettiler” sözü üzerineyse “Suriye’de 100 bin kişinin hayatını kaybettiği olaylarla kıyaslarsanız devede kulak...” ifadelerini kullandı.

Egemen zihniyetin yeni cinayetlere teşvik sunan açıklamalarının yansıması olarak Bağış, Gezi Parkı’nın polis terörüyle boşaltıldığı gün de “Şu saatten sonra orda bulunanları devlet terör örgütü mensubu olarak değerlendirmek zorunda kalacaktır” demişti.

Görünen o ki, bugün AKP eliyle polisin yetkileri artırılarak, saldırı alanı genişletilerek işçi ve emekçilerin mücadelesine karşı şiddet politikası sistematik bir şekilde hayata geçirilerek Haziran Direnişi’nde yerle bir olan korku duvarlarını yeniden inşa etmeye çalışıyorlar.

 

 

 

 

Kadıköy’de işkence ve çıplak arama

 

Geçtiğimiz hafta Ahmet Atakan’ın polis tarafından katledilmesi binleri bir kez daha sokaklara dökmüş, Türkiye’nin dört bir yanında eylemler gerçekleştirilmişti. Her fırsatta Eylül korkusunu dillendiren sermaye devleti ise Ahmet’i anmak için sokağa çıkan kitlelere bir kez daha azgınca saldırmış, dizginsiz polis terörü sokaklarda kol gezmişti.

İstanbul Kadıköy, polis terörünün ve direnişin en şiddetli yaşandığı yerlerden birisi oldu. Polis bir taraftan kitleye TOMA’larla, gaz bombası ve plastik mermilerle saldırmış öte yandan onlarca kişiyi sokak ortasında işkence yaparak gözaltına almıştı.

Sokak ortasında işkence

12 Eylül günü yaplan eylemde gözaltına alınanlara yönelik baskı ve işkence daha sokak ortasında başladı. Gerçek Gündem’de yer alan bir habere göre, gece yarısına kadar süren eylem sırasında Süreyya Operası önünden gözaltına alınan T.K isimli bir kadın eylemci, yaşadıklarını şu sözlerle anlattı; “Yanımıza 7-8 çevik kuvvet polisi geldi. Gazdan nefes alamadığım için yere yattım. Bir polis karşımıza geçip, ‘Direnin bakalım şimdi’ diyerek plastik mermi sıkmaya başladı. Yarım metre bile yoktu aramızda. Herkes yere yattı, polisler ‘Kalkın’ diye bağırdılar. Kalkamadım, tökezledim. Bunun üzerine bir polis ‘Kalk diyorum sana’ diyerek sağ ayağıma tekme atmaya başladı. Vurduğu ayağım 3 ay önce kırılmış, alçıdan çıkalı henüz 2 ay olmuştu. Canım çok acıdı ve tüm gece acı çektim.”

Sokak ortasında işkenceye maruz kalan T.K, polis tarafından İskele Polis Merkezi’ne götürüldüğünü, işkencenin karakolda da sürdüğünü belirtti.

Karakolda işkence ve çıplak arama dayatması

T.K, yaşadığı işkencenin İskele Polis Merkezi’nde devam ettiğini belirterek şunları söyledi: “Yol boyunca hakarete maruz kaldım. İskele Polis Merkezi’ne götürüldüğümüzde 10 kadındık. Teker teker odaya alınıp, ifade vermemiz istendi. Avukatsız konuşmak istemediğimi söyledim. Ben ve bir kadın dışında 8 kadın serbest bırakıldı. Önce diğer kadını arama için odaya aldılar, ardından beni. Odaya alındığımda fark ettim ki oda gaz kokuyor ve odaya giren öksürüyordu; öksürmekten duramadım. Kadın polis üstümdeki her şeyi çıkarmamı istediğinde itiraz ettim. ‘Hayır, çıkaracaksın’ dediğinde hem nefes alamadığım için hem de ayağımın ağrısından gücüm kalmadı, daha fazla direnemedim. Üzerimdeki her şeyi çıkarttıktan sonra benden eğilip, kalkmamı istedi, zaten öksürmeye devam ediyordum.”

Gözaltı boyunca polis şiddetine maruz kalan T.K sağlık kontrolü için Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne götürüldü. Yapılan kontrollerde ayağında çatlak olduğu belirlenen T.K’nın ayağı alçıya alındıktan sonra serbest bırakıldı.

 
§