12 Eylül 2014
Sayı: KB 2014/37

Günün çağrısı: İşgal, grev, direniş!
Beyzbol sopasının gölgesinde “model ortaklık” - K. Toprak
Yeni Türkiye’de değişen bir şey yok...
12 Eylül’den AKP’ye, işkence sürüyor!
Sermaye uzanan eli tuttu
Saldırılara karşı barikat başına!
Torun Center’da
organize işçi katliamı
"Ayağa kalkalım,
hesap soralım!"
Sermayenin torbasından sömürü ve kölelik çıktı!
“Bu ekmek davası, buradan kaçış yok!”

Birlik, direniş, dayanışma!

"İşçi güvenliğinde denetim işçi sınıfının örgütlülüğüdür!"
Anadolu Adalet Sarayı’nda taşeron işçiler kazandı
Yeni bir emperyalist savaş zirvesi
İşte Amerikan rüyası
Husiler Yemen rejimini sallıyor - M. Ak
“Bak işte yaklaşıyor fırtına”
DGB’liler özgürlük çağrısını yükseltiyor!
Hacettepe’de
yasakçı tutum sürüyor!
İşçi sınıfının ihtiyacı daha güçlü ve günlük bir gazete olan Kızıl Bayrak'tır! - H. Yağmur
11. Mamak Kültür Sanat Festivali’nin ardından...
Halkların direnişini ve özgürlük mücadelesini birlikte büyütelim!
Yoksul ülkenin kırık gitarı, Şili'nin dilsiz ozanı: Victor Jara
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Saldırılara karşı barikat başına!

 

Özal: Satarız hem de çok iyi satarız, alan da çıkar

Calp: Satamazsınız beyefendi

Özal: Satarız gayet rahat satarız

Calp: Lafla satarsınız

Özal: Gelirini satıyoruz sonuçta

Calp: Kaç yıllık geliri satıyorsunuz ila nihaye mi

Özal: O fiyata

Calp: Güldürmeyin...

Cumhuriyet tarihinin en büyük işçi düşmanı başbakan ve cumhurbaşkanlarından biri olma ünvanını taşıyan Turgut Özal, 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesinin ardından sermaye sınıfının yeni dönem politikalarının başarılı bir şekilde hayata geçirilmesi için burjuva cumhuriyetin başına getirilmişti. Özal’ın, metal patronlarının örgütü MESS’in başından burjuva cumhuriyetin tepesine getirilmesinin nedeni buydu.

İşbirlikçi burjuvazi ve emperyalizme hizmet konusunda özel bir tercih olarak seçilen Özal, 1983 seçimleri sırasında, özelleştirmelerle ilgili bir tartışmada Halkçı Parti Lideri Necdet Calp’e yukarıdaki (Satarız hem de çok iyi satarız) gibi yanıt vermişti. Sermaye sınıfının yürüttüğü saldırı politikaları Özal’ın açtığı yoldan yeni özelleştirme saldırıları ile tam gaz devam etti. AKP döneminde ise yeni Özallar sahneye çıktı.

Özal’ın devamcısı olan düzen politikacıları da ondan devraldıkları bayrağı hakkıyla taşıdılar. AKP’li Maliye Eski Bakanı Kemal Unakıtan "Babalar gibi satarım" diyerek AKP iktidarının Özal’ın yolunda emin adımlarla yürüdüğünü gösterdi. Bu iddiasını bir dizi özelleştirme saldırısıyla kanıtlayan AKP döneminde birçok kamu işletmesi yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekildi.

İşçi sınıfı ve emekçilerin kazanılmış haklarının tırpanlanması, güvencesizliğin yaygınlaştırılması, dünya genelinde gündeme gelen neoliberal politikaların harfiyen uygulanması, IMF-TÜSİAD politikaları gereği uygulanan KİT’lerin yağması ve özelleştirilmesi burjuvazinin hizmetindeki hükümetlerin alışılageldik pratikleri oldu.

Hükümetler bütün bu yağmadan parmak yalayan kuklalar olageldiler. Özelleştirme saldırılarıyla bir yandan kamunun elindeki işletmeler yok pahasına tekellere peşkeş çekilirken beraberinde de bu işletmelerde çalışan işçilerin boynundaki kölelik zincirleri kalınlaştı.

Özelleştirmelere karşı direniş deneyimleri

Sermaye, işçi sınıfı ve emekçilere yönelik katmerli saldırılarını sürdürürken saldırının hedefi olan sınıf bölükleri de bu saldırılar karşısında yer yer militan mücadeleler ortaya koydular.

Özelleştirmelere karşı yürütülen kararlı ve militan mücadele örnekleri, güncel olarak benzer bir saldırının hedefindeki Yatağan işçilerinin direnişiyle başlamadı.

Şimdiye kadar Tekel, SEKA, Tüpraş, Petkim, Sümerbank, Telekom ve daha pek çok alanda uygulanan özelleştirme saldırısında sermaye sınıfı lehine sonuçlar ortaya çıksa da bir dizi mücadele deneyimi sınıfın hafızasında birikti. Sermaye sınıfı, özelleştirme saldırısını zamana yayarak, ancak her adımında bir kaleyi düşürerek bu başarıyı yakalayabildi.

Tüm bu saldırılara karşı işçi bölükleri anlamlı mücadele örnekleri ortaya koydular. Örneğin, İzmit’teki Seka Kağıt fabrikasının özelleştirilmesi sürecinde Selüloz-İş Sendikası üyesi işçiler haklarına ve geleceklerine sahip çıktılar. Fabrikalarını işgal eden işçiler, lokal planda yürüyen bu mücadelede güçlü bir taban örgütlülüğüne dayanmamaları, yeterli sınıf dayanışmasının örgütlenmemesi ve sendikal bürokrasinin ayak oyunları nedeniyle mücadelelerini zaferle sonuçlandıramadılar.

Yine, 2006 yılında Tüpraş’ın yüzde 51’lik bölümüne ilişkin ihaleyi Koç-Shell Ortak Girişim Grubu’nun kazanması, Tüpraş işçileri ve işçilerin örgütlü olduğu Petrol-İş Sendikası tarafından eylemlerle karşılansa da yenilginin daha en başta kabullenildiği ortadaydı. Yapılan eylemler hava boşaltmadan öteye gidemedi. Üretimden gelen güç, birkaç saatlik iş bırakma eylemleri dışında kullanılmadı.

Özelleştirilen diğer kamu işletmelerinde de benzer süreçler yaşandı. Bu işletmelerdeki işçiler belli tepkiler ortaya koysalar da özelleştirme saldırıları durdurulamadı. Gerçekleştirilirken bu büyük peşkeş furyasını hep işçilerin haklarına yönelik büyük gasplar izledi.

Elbette ki, sermayenin saldırılarına karşı sadece tek bir işletmedeki mücadelenin geri adım attırması zordu. Sermaye ve onun hizmetindeki hükümetlerin izledikleri saldırı programı tekil olmadığına göre buna karşı lokal anlamda yürütülen mücadelelerin sonuç vermesi beklenemezdi. Bu mücadelelerin başarıya ulaşması her şeyden önce ülke genelinde oluşan dayanışma ağlarının yaygınlığına, güçlülüğüne ve direnişin taleplerinin toplumsal kesimlerle buluşmasına bağlıydı. Bu olmadan, sermayenin özelleştirme saldırıları karşısında geri adım atması beklenemezdi ve öyle de oldu.

Örneğin, bugün için özelleştirme saldırısına direnen işçiler, saldırının kapsamını gören bir bilinçten yoksun oldukları için dün Seka’nın, Tekel’in, Tüpraş’ın özelleştirilmesi süreçlerini izlemekle yetindiler. Bu seyredişteki en büyük pay hiç kuşkusuz sendikal ihanet çetelerine aittir.

Sınıf hareketinde yeni dönem ve Yatağan direnişi

İşte, 1. yılını dolduran Yatağan direnişi de, Türkiye sınıf hareketinin biriktirdiği bu deneyimlerin üzerine geldi. Yatağan Termik Santrali ve Güney Ege Linyitleri İşletmesi’nde çalışan TES-İş ve Maden-İş üyesi işçiler, özelleştirme saldırısına karşı işletmelerinde ve Ankara’da Özelleştirme İdaresi Başkanlığı önünde sürdürdükleri direnişleriyle anlamlı bir karşı koyuş gösterdiler. İşçiler, mücadelelerini sahiplenmeyen Türk-İş çetesine yönelik tepkilerini ise Türk-İş Genel Merkezi’ni işgal ederek gösterdiler. Mücadeleleriyle, alt kademe sendika bürokratlarını önlerine kattılar.

Yatağan işçileri, özelleştirme saldırısına karşı bu mücadelelerinde 1997 ve 2000 yıllarından bir deneyime de sahipler. Yatağan’da daha önce de 1997 ve 2000 yıllarında, özelleştirme kararı verilen santralde saldırı girişimi işçilerin mücadelesi sonucu püskürtülmüştü. İşçiler bu yılın Ocak ayında da termik santralin ihalesinin yapılmasını engelleyerek kararlılıklarını gösterdiler. Ancak, işçilerin kararlılığına rağmen sermaye sınıfı da kararlıydı ve bu politikanın er ya da geç hayata geçirilmesi gerekiyordu. Yürütülen mücadeleye rağmen Yatağan Termik Santrali ve Güney Ege Linyitleri İşletmesi’nin ihalesi tamamlandı.

Yatağan direnişinin sesi, soluğu olma görevi

Yatağan işçileri, yıllardır ter döktükleri işyerlerine ihaleyi alan kan emici patronların girmesine izin vermiyorlar. Haklarına ve geleceklerine sahip çıkarak termik santralin giriş ve çıkışlarına barikatlar kurarak mücadeleyi büyütüyorlar. Yatağan işçilerinin mücadelesi, tıpkı geçmişteki örneklerde olduğu gibi yalnız bırakılırsa, direnişle sınıf dayanışması hak ettiği gibi örülmezse AKP iktidarı ve efendisi sermaye sınıfı işçi sınıfının bir kalesini daha düşürecek.

Her ne kadar Yatağan’daki maden ve enerji işçilerinin örgütlü olduğu sendikalar, mücadelenin antikapitalist bir çizgiye oturmasına engel olsalar da Yatağan işçisi bu saldırıya karşı mücadele kararlılığını koruyor. Yatağan işçisinin açtığı mücadele yolundan yürümek ve sermayenin işçi sınıfına yönelik kapsamlı saldırı dalgasına barikat örmek için Yatağan direnişinin sınıf bölüklerine ve toplumun geniş kesimlerine taşınması önem taşıyor. Ve hiç kuşkusuz, işçi sınıfının sermayeye karşı mücadelesinde yürünmesi gereken yolu, işgal ve direnişin onurunu taşıyan Greif işçileri gösteriyor.

Şimdi bu ruhu sanayi havzalarına, fabrikalara yayma zamanı! Şimdi, tıpkı Yatağan işçilerinin yaptığı gibi sınıfa yönelik saldırılara karşı barikat başına geçme zamanı!


 
§