11 Aralık 2015
Sayı: KB 2015/46

Emperyalist savaşa karşı birleşik direniş!
2015: Düzen cephesinde “istikrar” arayışı ile geçen bir yıl
Gözdağı değil, topyekûn cezalandırma!
Devlet terörünün kılıfı: Sokağa çıkma yasakları
Bir infazın anatomisi - Av. Zeycan Balcı Şimşek
İçerde de dışarıda da kirli savaş tırmandırılıyor
Kaşıkla verip kepçeyle alacaklar!
DİSK: Asgari ücret net 1900 TL olsun!
“Metal fırtınası yol gösteriyor”
Metal fırtınası’nın işe iade davaları sürüyor
Tekstil grup toplu sözleşme süreci üzerine
Tekstil işkolunda 16 sendika var, kaç tanesi tekstil işçileri için mücadele ediyor?
“Adalet saraylarında köle olmayacağız!”
400 bin Suriyeli kaçak işçi
NATO: Bir saldırı, savaş ve iç savaş örgütü - 1 - H. Fırat
Hegemonya savaşı yeni bir aşamada!
“Suriye ateşine odun taşıyanlar” ve IŞİD’in “sosyolojik analizini” yapmaya bayılan IŞİD sempatizanları
İşçi-emekçi kadın çalışması...
Kadın emansipasyonu: 
“Eşitlik”
Özgecan davası sonuçlandı
İstanbul Üniversitesi'nde polis ve IŞİD çeteleri birlikte hareket ediyor
Zordur bu ülkede öğretmen olmak
Ortadoğu’dan üniversitelere gericiliğin, saldırganlığın, savaşın adı: sermaye düzeni
Faşist saldırılara ve devlet terörüne karşı mücadeleyi büyüteceğiz
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizmde kadın sorununun “çözümü”...

Kadın emansipasyonu: “Eşitlik”

 

Bu yazıda günümüz modern burjuva toplumlarında kadınların yaşadıkları sorunların feminist hareketlerin iddia ettigi gibi “erkek egemen-ataerkil toplum” safsatası ile, “erkeklerin önyargıları” efsanesi ile alakası olmadığını göstermek istiyorum.

Siyasi emansipasyon-yasal hak eşitliği günümüz modern kapitalist toplumlarında baskı ve ayrımcılığa uğrayan grup ve katmanların bu sorunlarının devlet tarafından tanınması anlamına geliyor. Sözkonusu bu tanınma, baskı ve ayrımcılığa uğrayan toplumsal grupların siyasal yönetimde temsil edilmeleri sureti ile gercekleşiyor.

Devletin, toplumsal bir sorunun varlığını “realite” olarak tanıma yoluyla çözme iddiası “yedek çözüm”den başka bir anlama gelmez. Bu yöntemle sözkonusu sorunu üreten nedenler ortadan kaldırılmıyor; sadece siyasi anlamda “temsil hakkı”na kavuşturulmak sureti ile sorun tanınmış oluyor. Bu şekilde “çözüm”e kavuşturulan problemlerden biri de kapitalist toplumda kadının eriştiği yurttaşlık statüsüdür. Kadın hareketlerinin bu konudaki başarısını bir zamanların işçi hareketi veya siyahilerin ırkçılığa karşı mücadelesi ile karşılaştırmak yanlış olmaz. Gelişmiş kapitalist toplumları gözönünde bulundurarak söylersek, kadın bugün toplumun yasal haklarla donanmış özgür bir bireyi durumunda. Fakat kadınların erkeklerle yasal-hukuki tam hak eşitliği statüsü, her ne hikmetse kadınların en azından büyük coğunluğunun sosyal-ekonomik durumunda ciddi bir iyileşmeye yol acmadı. İşin tuhaf yanı, bu durum kadın hareketlerinin de dikkatini çekmiyor.

Kadınların kapitalist toplumdaki rolü sorusunu, kadın hareketleri en başından itibaren “erkeklerle eşitlik“ talebi ile cevaplandırdılar. Kadın hareketleri, devletin kendilerine biçtiği toplumsal “kadınlık rolü”nün sebep ve amaçlarını eleştirmek orda kalsın, bunların ne olduğunu öğrenmek bile istemediler.

Kadın sorunu özünde yasal-hukuksal bir sorun olmayıp, devletin kendi siyasi-ekonomik programı doğrultusunda vatandaşlarına yüklediği roller ve serbest piyasa ekonomisinin rekabet prensibinin bir ürünüydü. Çalışanların ücretlerinin masraf-gider olarak hesaplandığı kapitalist ekonomide patronlar, “mümkün olan en az ücretle en yüksek verim“ hesabi ile iş piyasasında her zaman bol miktarda bulunan işçi adayları arasında seçim yapma hakkına sahiptir. Kapitalist iş piyasasında iş bulmak için birbirleri ile yarışan, yarışmak zorunda olan işçi adayları için örnegin sağlık sorunları, ilerlemiş yaş, küçük çocuk sahibi olma gibi durumlar dezavantaj anlamına gelir. Kapitalist patron kadın bir işçiyi işe alırken onun birgün çocuk doğurma ihtimalini hesaplar. Bunun işveren için anlamı, anne olan bir işçi kadın en azından belli bir süre için işe ara vermek zorundadır. Tekrar edersek kapitalist işletmelerin işçinin emeğinden mümkün mertebe en fazla kar yapma, -“minimum ücret, maximum kar”- prensibinden dolayı iş piyasasında kadın olmak, yaşlılık, mesleksiz-diplomasız olmak, engelli olmak başlı başına bir dezavantajdır. İşveren, işçi adaylarının bu tür “açıklarını“ birbirine karşı kullanıp, daha az ücret ödeyerek karını arttırma yollarına bakar. Devletin yasa ile işverene, işçi adayları arasında ayrımcılık yapmasını yasaklamasının pratikte bir faydası yoktur. Bir kadın işçi adayının bir işvereni: “kadın oldugum icin beni işe almadı“ şeklinde şikayet etmesi durumunda, işveren, bunun yasal olarak yasak olduğunu bildiği için mahkeme önünde bir başka sebep öne sürer. Demek ki kadınların hala bazı sektörlerde erkeklere nazaran daha az ücretle çalıştırılmalarının sebebi ekonomiktir, feministlerin iddiası olan “kadın düşmanı toplum" safsatası ile alakası yoktur. “Eşit işe eşit ücret" talebinde bulunan kadın hareketleri için, erkeklerin aldıkları ücret ile insanca yaşayıp yaşayamadıklarının bir önemi yoktu, önemli olan kadınlarla erkeklerin ücretlerinin eşit olmasıydı. Bazı iş sektörlerinde işverenler, “eşit işe eşit ücret” talebini kadınların ücretini arttırarak değil, erkeklerin ücretlerini kadınların seviyesine düşürerek, “al sana eşitlik“ dercesine kendileri açısından kara dönüştürmüşlerdir.

Her şeyin ekonomiye endeksli olduğu, toplumun ekonominin hizmetine koşulduğu kapitalist sistemde tümüyle biyolojik/doğal bir durum olan cinsiyetin, kadınlar açısından ekonomik bir “handikap“a dönüştürüldüğünü yukarda belirtmiştik. Kapitalist toplumda zaten “eşit muamele” işlemi sonucu ortaya çıkan eşitsiz durumu, yine “eşitlik“ talebi ile düzeltmek isteyen kadın hareketlerinin bu talebinin neden yanliş olduğunu göstermek icin bir örnek daha verelim. Bir işyerinde çalışan farklı özelliklere sahip insanları düşünelim: kadın-erkek, genç-yaşlı, sağlıklı-hasta, çocuklu-çocuksuz vs. Serbest piyasa ekonomisinde kapitalist yukarda saydığımız farklı özelliklere sahip insanların hepsine eşit muamele yapar ve hepsinde aynı başarıyı, aynı iş verimini görmek ister. Yani yaşli bir işçiye yada evde bakılması gereken küçük çocukları olan işçi bir kadına daha toleranslı davranmaz. Kapitalist toplumda böylesi problemler “özel problem” kategorisine girer; kapitalist de devlet de “şahsi problemler” için sorumluluk almaz. Hal böyleyken, kadın hareketlerinin “eşitlik isteriz, herkese eşit muamele yapılsın“ talebinin anlamsızlığı ortaya cıkmış oluyor: Şikayet konusu eşitsizlik zaten insanlara yapılan “eşit muamele“nin ürünü. Kadın hareketlerinin bu eşitlik idealizmi, kadınların askerlik gibi insan öldürme mesleklerinde de erkeklerden geri kalmamaları gerektiğini savunacak kadar uç boyutlara varmıştır.

Kadın hareketleri devletin aileye yüklediği ulusun-devletin “üreme hücresi“ rolünü ve yasa ile eşleri birbirine bakmaya yükümlü kılma işini de eleştirmediler. Evli yada boşanmış eşlerin yasal olarak birbirlerine bakma mecburiyeti, aldığı ücret ile kıt kanaat yaşayan ücretli kesim için de geçerlidir. Kendilerine bakacak kadar yeterli gelire sahip zenginler için böyle bir yasa gerekmez. Devletin böyle bir yasa ile amaçladığı, ücretli çalışanların kendini yeniden üretimi-neslin devam ettirilmesi işini devlete ve ekonomiye yük olmadan kendi sınırlı imkanları ile gerçekleştirmeleri. Kadın hareketlerinin aile konusundaki talepleri, yükün-sorumluluğun karı ve kocaya eşit bir şekilde dağıtılmasından ibaretti. “Bedenim benimdir“ gibi sloganlar da aslında “annelik rolünü reddetmiyorum ama ne zaman çocuk yapacağıma ve annelik ile iş kariyerini nasıl bağdaştıracağıma ben karar vermek istiyorum“ demekten başka bir anlama gelmiyordu.

Kadın hareketleri tarafından bir özgürlük eylemi gibi idealize edilen kadınların “meslek hayatına atılması, üretime katılması“, meslek hiyerarşisinde tepeye tırmanma başarısını göstermiş kadınlar hariç, geri kalan çoğunluğun durumunda sosyo-ekonomik bir iyileşmeye yol açmamıştır. Hatta kadının yükü artmıştır. Almanya’da2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında gelişen ekonominin ihtiyaçları doğrultusunda yedekte bekletilen kadınlar, ucuz işgücü rezervleri olarak devlet tarafından iş piyasasına sürülmüşlerdir. Aynı dönemde kadınların kitlesel olarak okul ve mesleki eğitime tabi tutulmaları da yine gelişmekte olan Alman ekonomisinin kalifiye işçi ihtiyacı içindi. Kadın hareketleri kapitalist meslek hiyerarşisini de eleştiriye değer bulmamışlardır. Sadece hiyerarşinin tepesindeki yönetici-şef makamlarının kadın ve erkekler arasında eşit paylaşılmasını talep etmişlerdir.

Feminist cinsiyet ideolojisinin en temel argümanlarından biri de şudur: “Kadınız, mağduruz, mağdur olduğumuz için de haklıyız.” Almanya’da başbakanlık koltuğunda ya da IMF gibi dünyayı çekip çeviren kurumların başında kadınların olması da, kadın hareketlerinin: “Kadınlar olarak hepimiz erkek milletinin mağduruyuz“ argümanını dillendirmeye devam etmelerine engel değildir. Dünyanın neresinde şiddet içerikli bir olay yaşansa, kadın hareketlerinin yaptıkları ilk iş kurbanların ve faillerin cinsiyetine bakmaktır: “Kurbanlar içinde kadın var mı, fail erkek mi?“ Bundan dolayıdır ki kadın hareketlerinin internet sayfaları şöyle haberlerle doludur: “iki kadın daha öldürüldü, bir kadın daha taciz edildi vs…“

Cinsel taciz, şiddet gibi olaylar tek başına tek tek erkeklerin zihniyeti ile, feodal kültürün kalıntıları ile açıklanamaz. Zira bunu döne döne üreten bizzat kapitalizmdir. Bu tür olayların gelişmiş kapitalist ülkeler de dahil bir türlü bitmemesinin kaynağı da, kapitalist toplumun hiyerarşik sosyo-ekonomik yapısı ve ekonomik bağımlılık ilişkileridir. Bir işyerinde sekretere yapılan cinsel tacizin, o işyerinin temizliğini yapan işçi tarafından değil de o işyerinin patronu tarafından yapılması bir tesadüf değildir. Cinsel tacizin, şiddetin mantığı şudur: “Patron olarak bu benim hakkım.” Aynı şekilde, yatılı okullarda öğretmenlere emanet edilen kız ve erkek çocuklara ya da çocuk cezaevlerinde gardiyanlar tarafından çocuk mahkumlara yönelik cinsel taciz ve şiddet de, söz konusu bu hiyerarşik toplum düzeni, yani suçu isleyen kişinin sahip olduğu yasal güç, yetki ve makam ile alakalıdır.

Sonuç: Modern burjuva toplum varolduğu müddetçe feminist eleştiri de kapitalist sisteme eşlik eden bir çeşit fon müziği olarak devam edecektir. Çünkü feminist eleştiri tam da kapitalist rekabet ölçülerini esas almaktadır: Bireyler arasındaki mesleki kariyer ve para kazanma yarışı eşit şartlarda hayat bulmalı, toplumun ürettiği zenginlikten herkes kişisel başarısına, performansına göre pay almalıdır.

Kadın hareketlerinin bugün “kadınlık” kimliğini sahiplenip ön plana çıkarmaları, feminist eleştirinin çıkış noktası olan devletin vatandaşlarına biçtiği kadın-erkek rollerinin benimsenmesinden başka bir anlama gelmez. Kadın hareketlerinin kendilerini her şeyden önce cinsiyet üzerinden tanımlama işi, toplumu “kadınlar-iyiler (kadın kolektifi)”, “erkekler-kötüler (erkek kolektifi)” şeklinde iki karşıt cepheye bölerek, bir çeşit cins-cinsiyet ırkçılığına kadar varmış durumdadır.

Akan Aslan

 

 

 

 

 

Cami tuvaletinde taciz

 

Düzen yargısı ‘iyi hal’ indirimleriyle kadın tacizcilerini 'ödüllendirmeye' devam ediyor. İstanbul’da bir etiket firmasında desinatör olarak çalışan 26 yaşındaki O.K., geçen yıl 10 Eylül’de bulunduğu sanayi sitesinin cami tuvaletinde tacize uğradı. O.K.’nin iddiasına göre tuvaleti işleten 63 yaşındaki Ö.Ö. adlı kişi, kadınlar kısmı tadilata alınınca kendisini erkekler bölümüne yönlendirdi.

O.K.’nın iddiasına göre, tuvaletten ayrılırken, çıkış kapısının kapalı olduğunu gördü. Ellerini yıkayıp çıkmak isterken Ö.Ö. yanına geldi. “Bugün saçlarını salmışsın, ne güzel. Çok güzelsin, çok tatlısın” diyerek, göğsünün üzerinden O.K.’nin saçlarını okşadı. Ardından, “Seni sırtıma alıp gezdireyim. Gel seni öpeyim, bir sarılayım” diyen Ö.Ö., genç kadına sarıldı ve yüzünü yanağına dayadı. Ö.Ö.’yü itip kaçan O.K., şikayetçi oldu. O.K., yaşlı adamın önceki günlerde de “Eşim çok şişman, kucaklayamıyorum” dediğini ileri sürdü. Ö.Ö. taciz iddiasını reddederek, O.K.’ye ‘Kızım giysilerin çok kısa. Burası sanayi bölgesi. Biraz daha kapalı giyinsen iyi olur” dediğini savundu.

Geliniyle yaşadığı sorunun aklına gelmesi üzerine O.K.’ye “Senin gibi temiz bir gelinim olsa sırtımda taşırım” diye konuştuğunu iddia etti.

İsmail Saymaz’ın Radikal’de yer alan haberine göre, Ö.Ö.’ye Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 102/1. maddesine göre ‘cinsel saldırı’ suçundan beş yıldan on yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. Bakırköy 37. Asliye Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın son duruşması, 16 Ekim’de görüldü. Mahkeme heyeti, Ö.Ö.’nün eylemini sarkıntılık kabul ederek, aynı maddenin ikinci fıkrasına göre iki yıl hapis cezası verdi. Ö.Ö.’nün sabıkasız geçmişi göz önünde bulundurularak, cezası bir yıl sekiz aya indirildi.

Ardından “sabıkasız kişiliği, duruşmadaki tutum ve davranışları itibariyle yeniden suç işlemeyeceği konusunda olumlu kanaat oluştuğu” gerekçesiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlaştırıldı.

 
§