29 Temmuz 2016
Sayı: KB 2016/28

Karanlığa son verecek yegâne güç işçi sınıfıdır!
Darbe girişiminin ardından AKP iktidarı
Demokrasi mi dediniz?
Devrimci-siyasi tutsaklar üzerindeki tecrit yoğunlaşıyor
Ne darbe ne de dinci-gerici AKP iktidarı
Darbe-demokrasi şarlatanlığına işçilerin yanıtı
Demokratik bir ortamda insanca yaşamak için talep ediyoruz!
“İşçi sınıfı olarak bizlere bu koşulları dayatan sisteme karşı savaşmalıyız!”
15 Temmuz’un ardından ekonomi sıkıştı, patronlar kolları sıvadı
7 Haziran seçimleri ve siyasal tablo
Reformist sol, burjuva solla kol kola!
Kadın işçiler safını seçmeli, bu düzene karşı örgütlenmelidir!
Yaşasın işçi sınıfı mücadelesi!
Avrupa burjuvazisi geleceğe hazırlık yapıyor
Asya-Pasifik’te hegemonya krizi “müzakereler” ile sürüyor
ABD ve Almanya Türkiye’deki darbenin başarısızlığına çok öfkeli
İşgalci İsrail, Filistinlilere saldırılarına devam ediyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ne darbe ne de dinci-gerici AKP iktidarı

Yaşasın sosyalist işçi-emekçi iktidarı!

D. Yusuf

 

Darbe bastırıldı. Darbeci olduğu söylenen çok sayıda general ve polis şefi gözaltına alındı. Darbeci olduğu savı ile şimdiye kadar gözaltına alınanların sayısı on binin üzerinde. Bunun en azından yarısı tutuklandı. Ancak bir kez içe kuşku girmeye görsün, dur durak bilmiyor, ha bire yeni gözaltılara başvuruluyor. Gözaltı ve tutuklama furyası sadece asker ve polisi değil, çok sayıda Danıştay, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi üyesini, profesörü ve akademisyeni ile binlerce üniversite görevlisini, on binlerce bürokratı ve on binlerce öğretmeni de kapsıyor. Bunlara bir de açığa alınanlar ve işten el çektirilenler eklenmelidir. Bunların sayısı da on binleri buluyor ki neresinden bakılırsa bakılsın, söz konusu olan tam bir boşluktur. Şöyle de söylenebilir; devlet bir çözülme ve dağılmayı yaşıyor.

Dahası var. Günlük gazete sayfaları, çok özel biçimde spor salonlarında yere yatırılmış, elleri ensesinde her kademeden binlerce asker fotoğrafı ile dolu. Darbenin planlayıcısı ve yöneticisi olduğu ileri sürülerek basın üzerinden kamuoyuna takdim edilen generallerin suratı amiyane deyimle, Çarşamba pazarına çevrilmiş. Tüm bunlar geçmişte devrimci güçlere dönük uygulamalardı. Şimdi, cumhuriyetin kurucu ögesi olan ve düne kadar koruyup kollayanı olarak görülen Türk Silahlı Kuvvetleri’ne uygulanıyor. Dinci-gerici AKP kurmayları ve kirli medyası “onlar asker kılığında teröristlerdir... vatan hainleridir” diyebilirler. Ne var ki bu, gözümüzün önündeki gerçeği değiştirmez. Cumhuriyetin ordusu yerlerde sürünüyor ve sermaye devleti dökülüyor, adeta yıkılmayı bekliyor.

15 Temmuz darbesi, en kısa bir anlatımla, uzun süredir yaşanmakta olan, dinsel gericiliğin iki kanadı arasındaki iktidar kavgasının gelinen yerdeki sonucudur. Tümüyle kirli çıkar, hesap ve amaçlara dayalı bu kavganın galipleri, yani dinci-gerici AKP iktidarı ve cumhur “reis”i, “ulusal cumhuriyet”in yukarıda sunulan tablosundan hareketle ve oldukça manidar bir ifade ile “Türkiye’nin yeni ve daha öncekilere hiç benzemeyecek bir kuruluş dönemine girdiğini” açıkladı.

Peki, AKP gericiliği ve cumhur “reis”i bu dediğini yapacak kudrette midirler? Başarı için gerekli iç ve dış koşullara sahipler mi? İşte bu çok tartışmalıdır. Elbette bir güçleri var. Her şeyden önce arkalarında onları destekleyen bir sermaye grubu var. Parlamenter düzende çok şey ifade eden %50 oranında bir oy desteği var hâlâ. Ancak güç her zaman bunlar değildir. Bir kere AKP iktidarı toplumun diğer %50’si nezdinde meşruiyetini yitirmiştir ki bu da çok şeydir. Ve dahası, Erdoğan ve ebedi şefi olduğu AKP iktidarı çoktandır bir yıpranmayı yaşıyordu, darbe ile birlikte daha çok yıprandı. Toplum nezdindeki meşruiyeti de çok daha tartışmalı hale geldi.

Daha da önemlisi, kitlesel düzeyde yaşanan tasfiyeler, düzeni de devleti de çok büyük bir zaafın içine yuvarlamıştır. Oluşan boşluk kısa süre içinde ve de öyle kolay giderilebilecek bir boşluk değil. Çok maharet, çok manevra ve bayağı bir zaman ister. Devletin, AKP’nin ve hükümetin içine, yansıtılandan da fazla bir kuşku ve güvensizlik girmiştir. Öte yandan belirsizlik had safhada. Yeni darbe beklentisi var. Dış koşulların daha aleyhte bir hal alması bir diğer dezavantajıdır. Dinci-gerici iktidar, ama en çok da T. Erdoğan öteden beridir efendilerince güvenilmez bulunuyordu. Bu, şimdi daha da belirgin hale gelmiştir ve zaman zaman açık ve sert biçimde ifade de ediliyor.

Sonuç olarak mevcut cumhuriyeti kendi değerleri, yani İslami esaslar temelinde yeniden kurmak istemekle bunu başarmak arasında bayağı bir mesafe vardır. Bu, hiç değilse bugünün koşullarında, sonucu kesin olarak bir iç savaş ve yıkım olan maceraya atılmaksızın denenecek yol değildir. Bunu en fazla Erdoğan biliyor. Biliyorlar ve bir kez daha takiyeye sığınıyorlar. O kendilerine özgü davranışla, yine en geç 2023 yılında, 1923 yılında kurulan “ulusal cumhuriyet”in çanına ot tıkama gerçek amaç ve hedeflerini gizliyorlar. “Dostlarını çoğaltma” politikasını izliyorlar. CHP’ye izdivaç teklifi, CHP ve diğer ulusalcı-kemalist takımının başını döndüren, iyiden iyiye umutlandıran, cumhuriyetin yeniden diriltilmesi için paha biçilmez bir imkan olarak sayılan, Ergenekon ve Balyoz davasında yargılanan general ve subayların itibarlarının iadesi ve darbe ile birlikte tekrar göreve çağrılmaları, işte bu politikanın gereğidir ve tam bir ikiyüzlülüktür. Dinci-gerici iktidarın, CHP’yi kendi kirli ve karanlık emellerinin payandası yapmak için başvurduğu aldatıcı manevralardır. Ki daha şimdiden düne kadar “Saray”a gitmem diye direnen CHP başkanını Erdoğan’ın “Külliye”sine götürecek denli etkili olmuştur.

Reformist sol ya da CHP solculuğu

24 Temmuz Pazar günü Taksim’de gerçekleştirilen “Cumhuriyet ve Demokrasi Mitingi” vesilesiyle bir kez daha görüldü ki CHP bu yolda yalnız değil. Hiçbir itibarı kalmayan general döküntülerinin hiçbir itibarı kalmayan TSK’daki görevlerine yeniden iadeleri, en başta Merdan Yanardağ gibi sol sosyal demokratlar olmak üzere, ne kadar gizlerlerse gizlesinler ÖDP, TKP’den ayrışanlar, EMEP, Halkevleri, DİSK bürokratları ve kimi Kemalizm’le ileri derecede malul aydın takımını da heyecanlandırmıştır. Çoğunun, Türk bayrakları ve Atatürk posterlerinin ruhunu ve rengini verdiği adı geçen mitinge çağrı yapıp katılmaları buna kanıttır. Bu durumu, “Yığınların AKP’nin tuzağına düşmesini engellemek” ulvi (!) gerekçesi ile açıklamaları boşunadır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun okuduğu Taksim Manifestosu adlı metinden ayrı olarak yayınladıkları bildirge de gerçeği değiştirmemektedir.

Özellikle bazıları darbe sonrası eski tüfek askerlerin görevlendirilmesi ve diğer kimi gelişmeleri, ulusal cumhuriyeti bir yeniden toparlamanın, en azından kuruluşundan gelen kazanımlarını -ne kalmışsa- korumanın iyi bir imkanı olarak değerlendirmenin fırsatı sayıyorlar. Bu beyhude bir çabadır. Devletin kurucu öğesinden eser yoktur. Kuva-i Milliye ruhuna, Türk-İslam sentezi devletin resmi politikası katına çıkartılarak, ta 12 Eylül’de elveda dendi. TSK şimdi yerlerde sürünüyor. Tarihinin en onur kırıcı konumunu yaşıyor. Ulusal cumhuriyete gelince, o artık çürümüş, çeteleşmiş, ölümünü bekleyen bir cumhuriyet haline gelmiştir. Bugünkü gericilik tablosu cumhuriyetin yaşadığı evrimin geldiği yerdir. Bundan geri gidilemez. Bu tarihin akışına karşı gelmektir. Bırakalım 1920’lere dönmeyi, siz 1960’lı yıllara dahi dönemezsiniz. Bugün ne kemalist subaylar var, ne samimi kemalistler D. Avcıoğlu ve İ. Selçuk’lar var.

Hep birlikte Taksim’e koşan sağı ve solu ile reformistlerin “ulusal cumhuriyet” programı ütopik olduğu kadar gerici bir programdır da. Bu program bağımsız bir duruşa da sahip değildir. Faşizme ve gericiliğe karşı burjuva demokrasisini savunma çizgisidir. Utangaç bir CHP solculuğudur. Bu çizgiden gerçek bir demokrasi çıkmaz. Bu çizgide mücadele ile gericilik alt edilemez. Eni sonu burjuva demokrasisine payanda olunur.

Kürt hareketi ve kuyrukçu sol

Örgütlü Kürt hareketinin ve onsuz edemeyen kuyrukçu solun tablosu da vahimdir. Şöyle ki, AKP iktidarı bir de Kürt hareketinin desteğini alarak adım adım iktidara uzanmıştı. İlk dönemler Kürt sorununda muhatap ordu idi. Ancak ordu Kürt sorununda çözümden yana değildi. Tam tersine çözümün önündeki en önemli engeldi ya da engellerden biri idi. Kürt hareketi yıllarca çözümü ondan bekledi. Ciddi ciddi ordunun içinde çözümden yana kanatlar aradı. Çelişkilerden yararlanma siyaseti izledi. Suikast sonucu öldürüldüğü ileri sürülen dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı’nı çözümden yana biri sandı. Sonuç hüsran oldu. Her beklentiye kirli savaşla karşılık verildi.

AKP’nin bir ABD operasyonu olan ve ordu vesayetinin kaldırılması parolası ile yürütülen Ergenekon operasyonu Kürt hareketince de desteklendi. Bu kez de AKP ve şefi Erdoğan’ın Kürt sorununu çözeceğine inanıldı. Önce devletin “Kürt açılımı” ve ardından da “çözüm süreci” manevrası ile oyalanıldı. Ciddi ciddi dinsel gericilikten demokrasi ve Kürt sorununda çözüm beklendi. “Çözüm süreci” askıya alınmasın, masa devrilmesin diye vahim hatalar yapıldı. Türkiye’nin devrimci ve ilerici birikimine sırt dönme, en hafif bir deyimle çok küçümsemenin ifadesi bu tutumun faturası ise, Türkiye cephesinde kopkoyu bir polis rejimi, Kürdistan’da ise tarihinin en kirli ve karanlık bir savaşı olmuştur. İşçi sınıfımız ve halklarımız hep birlikte hâlâ bu acıları yaşamaktadırlar.

Kürt hareketi defalarca tek taraflı ateşkesler ilan etti. Gün oldu “çözüm süreci” uğruna, gün oldu çelişkilerden yararlanma uğruna, gün oldu ateşkesi bazı kazanımlar elde etmenin fırsatına çevirme adına AKP’ye dolaylı destek anlamına gelen tutumlar aldı. Hatta ve hatta A. Öcalan’nın son kitabı olan İmralı Notları'nda da açıkça kabul ettiği üzere, AKP’yi ipten aldı, kurtardı. Her defasında hiçbir inandırıcılığı bulunmayan gerekçelere sığındı. Tümüyle bir aldatma ve aldatılma manevrası olan “çözüm süreci” sona erdirildi ama Kürt hareketi adeta aldanmaya ve aldatılmaya doymadı. Zira kendisi ile yüzleşmekten kaçındı ve hâlâ bundan kaçınıyor.

Günümüzde Kürt halkına dönük son derece acımasız bir savaşla karşı karşıyayız. AKP iktidarı daha önce Kürt hareketinin desteğini aldığı için rahattı. Şimdi tam tersi bir durum var. T. Erdoğan ve AKP gericiliği şimdi de Kürtlere dönük savaş sayesinde, Kürt halkına düşmanlığı zirveye çıkararak ayakta duruyor, toplumun %50’sinin desteğini alıyor. CHP-MHP ve tüm bir gericiliği bu sayede yanına çekiyor. Nihayetinde bugün tümünü kendi koltuk değneği haline getirmiştir. Ne yazık ki ve ne acıdır ki bunu çok iyi bildiği halde ve buna rağmen, Kürt hareketi aynı vahim hataları yapmaya devam ediyor. Darbe vesilesiyle bu zaaf yeniden depreşmiş bulunuyor. Yine çatlaklara oynuyor. Yine hiçbir karşılığının olmayacağını bile bile iyi niyet gösterileri yapıyor. Darbeye karşı demokrasiyi savunma adına dolaylı biçimde AKP’ye destek konumuna düşüyor. Yapıcı muhalefet yapma adına AKP’nin demokrasi güldürülerinin dolgu malzemesi oluyor. Bir kez daha, aldatıcı sözlere ve açıklamalara çabucak itibar ediyor.

“Darbeci generallerin hepsi de Kürdistan’daki savaşın kurmaylarıdır. Cizre, Sur, Silopi, Şırnak, Yülsekova ve Nusaybin’i yakıp yıkanlar da onlardır. Roboski’nin sorumlusu da ha keza darbecilerdir.” Şimdi de bu masallara sarılmışlardır. Kürtçe deyimle, “Edi bese” demek gerekiyor. Kürt hareketi de biliyor ki Ergenekon ve Balyoz davaları sadece cemaatçilerin eseri değildi. ABD’nin ve cemaatçisi ve AKP’si ile dinci-gericiliğin ortak yapımıydı. “Roboski katliamının emrini ben verdim” diyen, Erdoğan değil miydi? Bu suçu sonradan Genelkurmay Başkanı Necdet Özel ile paylaşmadı mı? Cizre başta olmak üzere Kürt kentlerinin yakılıp yıkılması kararı onun değil mi? “Ya baş eğerler ya da başlarını ezeriz“ lafı da Erdoğan’ındır. Şimdi “asker elbisesi giymiş teröristler ya da vatan hainleri” olarak sunulan Cizre katillerini kahraman ilan eden o değil miydi? “Ne Kürdü, ne müzakeresi, ne masası, ne muhatabı” diyen de yine Erdoğan ve AKP iktidarının kurmaylarıydı. Hala dillerinde aynı slogan var. Darbeye karşı demokrasi nöbeti yalanı ile toplanılan meydanlarda her gece “tekbir, Allah…” nidaları eşliğinde, yine, “tek millet, tek devlet, tek bayrak” diye haykırıyorlar.

Kıssadan hisse, dinciden demokrat olmaz, dinsel gericilikten de demokrasi beklenmez. Gelinen yerde tam bir gericilik abidesi haline gelen bugünkü çürümüş cumhuriyet de demokratikleştirilemez. Hiçbir aşı bunu başaramaz. Ulusal cumhuriyet programı gibi, “demokratik devlet” programı da gerici bir düştür sadece. Hiç kimsenin ömrü bugünkü ulusal cumhuriyetin demokratikleşmesine yetmeyecektir. Ne “ulusal cumhuriyet” ve ne de “demokratik devlet” ütopik ve gerici projeleri... Gerçek alternatif, özgür-eşit ve sosyalist cumhuriyetler birliğidir. Verili düzeni ve devleti aşan tek program bu programdır. Bu ise devrim demektir. Gerçek, tam ve kalıcı demokrasi için tek seçenek sosyalist devrimdir.

Ne darbe ne dinci-gerici AKP iktidarı… Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde; günün şiarı budur. Komünistler yılmadan yorulmadan, ilkelerden en küçük bir taviz vermeden, bu şiara hayatiyet kazandırmak için çalışıp mücadele edecekler.


 
§